Araştırma: Fazla Haber Okumak Hasta Ediyor

Yeni bir araştırmaya göre haber okumaya fazla kaptırmak, hem fiziksel hem de zihinsel açıdan hasta edebilir: Haber bağımlılarının yüzde 61’i fiziksel rahatsızlıklardan mustarip.

ABD’deki Teksas Teknoloji Üniversitesi’nden araştırmacılar, haberleri takıntılı şekilde takip eden yurttaşların sağlık durumunu inceledi.

Hakemli bilimsel dergi Health Communication’da yayımlanan bulgular, bu kişilerin kaygı ve stres de dahil olmak üzere, hem zihinsel hem de fiziksel sağlık sorunlarından mustarip olma riskinin daha yüksek olduğunu gösterdi.
Bulgulara göre, son gelişmeleri sürekli kontrol edenler, “önemli ölçüde daha fazla fiziksel rahatsızlıktan” şikayetçi oldu.

Araştırma ekibi, son gelişmelerden sürekli haberdar olma isteğinin, insanları kısır döngüye sokabileceğini ifade etti.

Ekibe göre bu kişiler pandemi, Rusya-Ukrayna savaşı ve iklim krizi gibi küresel olaylara dair haberler karşısında güçsüz ve sıkıntılı hissedebiliyor.

Araştırmada 1100 ABD’li yetişkinle çeşitli anketler yapıldı. Anket soruları arasında “Haberlere o kadar kaptırıyorum ki dünyayı unutuyorum”, “aklım sık sık haberlerle ilgili düşüncelerle meşgul” gibi ifadeler yer alıyordu. Katılımcılardan bu ifadelerin kendileri için ne kadar doğru olduğunu belirtmeleri istendi.

Daha sonra katılımcılara yorgunluk, ağrı, dikkat eksikliği ve mide-barsak rahatsızlıkları, stres veya kaygı gibi sorunlardan mustarip olup olmadıkları soruldu.

Katılımcıların yaklaşık yüzde 16,5’i (yaklaşık 6 kişiden 1’i) ciddi derecede sorunlu haber tüketimi kategorisine girdi. Bu yetişkinler orta, minimal ve problemsiz haber tüketimi sınıfında yer alanlara kıyasla daha fazla rahatsızlık çekiyordu.

Orta derecede sorunlu kategorisine girenlerse toplam sayının yüzde 27,3’ünü oluşturdu. Bu kişiler de alt kategorilerdekilere göre kıyasla önemli ölçüde daha fazla rahatsızlıktan mustaripti.

Araştırmada ayrıca, haber bağımlılarının yüzde 61’inin fiziksel rahatsızlık deneyimlediği tespit edildi.

Makalenin ortak yazarı Bryan McLaughlin, “Haberlerde görülen bu olaylara tanık olmak, bazı insanların sürekli alarm durumunda kalmasına sebebiyet verebilir” diye konuştu: Gelişmeleri izleme motivasyonunu aşırı hale getirebilir ve dünyayı karanlık ve tehlikeli bir yer gibi gösterebilir.

Araştırma ekibi, “sorunlu haber tüketimi” diye niteledikleri bu davranışı bir tür bağımlılık diye tanımladı.

Bu bağımlılığın belirtileri arasında kişinin haberlerle aşırı meşgul olması, aynı zamanda haberleri okumanın ve izlemenin kaygıyı azalttığını düşünmesi yer alıyor.

McLaughlin’, “bu bireylerin, duygusal sıkıntılarını hafifletmek için günün her saatinde haberlere bakmayı saplantı haline getirdiğini” belirtiyor: Ancak bunun bir faydası olmuyor ve haberleri ne kadar çok kontrol ederlerse, yaşamlarının diğer yönleri de bundan etkilenmeye başlıyor.

Ekip, haber tüketimi ve rahatsızlıklar arasındaki ilişkiyi daha net biçimde belirleyebilmek için ileri araştırmalara ihtiyaç olduğunu vurguluyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Uzaydaki Kayıp Gizemli Maddenin Sırrın Çözüldü

Bilim insanları uzayda yok olmuş gibi görünen gizemli ve kayıp maddeyi sonunda tespit etti: Bulgunun gezegenler hakkında bildiklerimizin çoğunda muazzam etkileri olabilir.

Yıldızlar büyürken, etraflarında bol miktarda karbonmonoksit bulunur. Karbonmonoksit, yeni gezegenlerin hayata başladığı ön gezegen disklerinde parlar ve bilim insanlarınca kolayca tespit edilebilir.

Fakat bilim insanları son yıllarda bu karbonmonoksit kütlelerinin büyük bir kısmının eksik olduğunu buldu.

Araştırmacılar bu disklerde ne kadar karbonmonoksit olması gerektiğini hesaplayıp bunu gözlemleriyle karşılaştırdıklarında, hesaplar tutmuyor gibi görünüyordu.

Ama anlaşılan o ki bilim insanları bu gizemi çözdü. Araştırmacılar, kayıp maddenin disklerin içindeki buz oluşumlarında saklandığını söylüyor.

Araştırmayı yöneten NASA Hubble bursiyeri Diana Powell, “Bu, gezegenleri oluşturan disklerdeki çözülmemiş en büyük gizemlerden biri olabilir” dedi.

Gözlemlenen sisteme bağlı olarak, karbonmonoksit seviyeleri olması gerekenden üç ila 100 kat daha az görünüyor; hesaplar muazzam oranda tutmuyor.

Kayıp maddenin gizemi sadece kendi özelinde önemli bir inceleme alanı değil. Karbonmonoksit aynı zamanda bize evrenin diğer kısımları hakkında da bilgi verir. Bu nedenle ölçümünde yaşadığımız herhangi bir sorun, diskleri ve oluşturdukları gezegenlere dair anlayışımızı etkileyebilir.

Dr. Powell, “Karbonmonoksit esasen diskler hakkında bildiğimiz her şeyi (kütle, bileşim ve sıcaklık gibi) tanımlayıp takip etmek için kullanılıyor” dedi.

Bu, disklerden yaptığımız çıkarımların çoğunun hatalı ve belirsiz olduğu anlamına gelebilir çünkü bileşiği yeterince iyi anlamıyoruz.

Dr. Powell kayıp karbonmonoksiti bulma çabasında maddenin bir halden diğerine geçme modellerini kullandı, örneğin katının sıvıya dönüşürken erimesi gibi. Bu tür modeller uzak gezegenleri incelemek için kullanılır fakat buzun parçacıklar üzerinde nasıl oluştuğunu anlamamıza da sağlar.

Bu modeli uyarlayan Dr. Powell, karbonmonoksitin zamanla nasıl değiştiğini anlamaya çalıştı. Daha sonra modeli, üzerinde ayrıntılı olarak çalışılan bazı disklerdeki gerçek karbonmonoksit gözlemleriyle karşılaştırdı ve birbirleriyle uyumlu çıktılar.

İleri araştırmalarda modeli daha fazla denemek için NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu kullanılabilir. Ayrıca model nihayetinde disklerdeki buzu da tespit edebiliyor.

Bulgular, Nature Astronomy akademik dergisinde yayımlanan “Yüzey enerjisinin etkilediği buz oluşumuyla ön gezegen disklerindeki gaz halindeki CO’nun tükenmesi” (Depletion of gaseous CO in protoplanetary disks by surface-energy-regulated ice formation) başlıklı yeni bir makalede açıklandı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

NASA Paylaştı: İşte Kara Deliğin Sesi

ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA), ‘uzayda ses olmadığını zannedenler için’ mayıs ayında kaydettiği ve insan kulağıyla duyulabilecek hale getirdiği kara delik sesini sosyal medya hesabından yeniden paylaştı.

Pazar günü yaptığı paylaşımda NASA mayıs ayında kaydedilen bir kara delik sesini yeniden yayınlayarak şu ifadelere yer verdi:

“Uzayda ses olmadığını zannetmemizin nedeni, çoğu uzayın bir boşluk olması ve ses dalgalarının yayılmasına imkan tanımamasıdır. Bir galaksi kümesinde o kadar çok gaz vardı ki, biz gerçek bir sesi yakalayabildik. Bu kayıtta ses, bir kara deliği duyabilmemiz için amplifiye edilip başka seslerle birlikte yeniden düzenlendi.”

Ses kaydında çıkardığı titreşimlere yer verilen gökada kümesi, Dünya’dan 200 milyon ışıkyılı uzaklıkta yer alan, sıcak gazla dolu ve 11 milyon ışık yılı genişliğindeki Perseus gökada kümesi. Veriler ise NASA’nın Chandra X-ray Gözlemevi’nden mayıs ayındaki Kara Delik Haftası’nda elde edildi.

NASA, ses kaydının yakalandığına dair yaptığı ilk açıklamada, “Gökbilimciler, kara deliğin yaydığı basınç dalgalarının, kümenin sıcak gazında bir notaya çevrilebilecek dalgalanmalara neden olduğunu keşfettiler. Bu aslında insanların orta C’nin 57 oktav altında duyamayacağı bir nota” demişti.

Kara Delik nedir?

Kara delik; astrofizikte, çekim alanı her türlü maddesel oluşumun ve ışınımın kendisinden kaçmasına izin vermeyecek derecede güçlü olan, büyük kütleli bir gök cismidir. Kara delik, uzayda belirli nicelikteki maddenin bir noktaya toplanması ile meydana gelen bir nesnedir de denilebilir. Bu tür nesneler ışık yaymadıklarından kara olarak nitelenirler.

Kara deliklerin “tekillik”leri nedeniyle, üç boyutlu olmadıkları, sıfır hacimli oldukları kabul edilir. Kara deliklerin içinde ise zamanın yavaş aktığı veya akmadığı tahmin edilmektedir. Kara delikler Einstein’ın genel görelilik kuramıyla tanımlanmışlardır. Doğrudan gözlemlenememekle birlikte, çeşitli dalga boylarını kullanan dolaylı gözlem teknikleri sayesinde keşfedilmişlerdir. Bu teknikler aynı zamanda çevrelerinde sürüklenen oluşumların da incelenme olanağını sağlamıştır.

Örneğin, bir kara deliğin potansiyel kuyusunun (uzay-zaman kavisi) çok derin olması nedeniyle yakın çevresinde oluşacak yığılma diskinin üzerine düşen maddeler diskin çok yüksek sıcaklıklara erişmesine neden olacak, bu da diskin (ve dolaylı olarak kara deliğin) yayılan x-ışınları sayesinde saptanmasını sağlayacaktır. Günümüzde, kara deliklerin varlığı, ilgili bilimsel topluluğun (astrofizikçiler ve kuramsal fizikçilerden oluşan) hemen hemen tüm bireyleri tarafından onaylanarak kesinlik kazanmış durumdadır.

Paylaşın

Sahipleri Eve Gelen Köpeklerin ‘Mutluluktan Ağladığı’ Keşfedildi

Yeni bir araştırma, sahipleri eve döndüğünde köpeklerin “mutluluk gözyaşları döktüğünü” ortaya koydu. Araştırma ekibi şimdi de köpekler diğer köpek dostlarıyla yeniden bir araya geldiğinde “ağlayıp ağlamadıklarını” araştırıyor.

Independent Türkçe’nin Current Biology bilimsel dergisinden aktardığına göre, çalışma, köpeklerin mutlu oldukları durumlarda gözyaşı döktüğünü ortaya koydu ancak araştırmacılar köpekler olumsuz duygularla karşılaştığında ne olduğunu test etmedi.

Araştırmanın baş yazarı Profesör Takefumi Kikusui’nin aklına bu çalışmayı yürütmek, 6 yıl önce doğuran kanişinin doğumdan hemen sonra gözlerinde yaşlar olduğunu fark edince gelmiş.

“Bu bana oksitosinin gözyaşlarını artırabileceği fikrini verdi” açıklamasını yapan Kikusui, köpeklerin gözlerinin gözyaşı ürettiğini ancak gözyaşlarının insanlarınkiyle aynı şekilde akmadığını da ekledi.

Japonya’daki Azabu Üniversitesi’ndeki araştırmacı, aynı zamanda köpeklerin sahiplerine kavuştuklarında gözlerinde daha fazla yaş olduğunu keşfetti.

Kikusui, bir köpeğin gözündeki gözyaşlarının taban seviyesinin, köpek yeni biriyle tanıştığında değişmediğini, bu nedenle köpeğin tanıdığı birini görmeye tepki olarak “gözyaşlarının” arttığını buldu.

Çalışma sırasında araştırmacılar, köpeklerin gözlerine oksitosin koydu ve bu gözyaşlarında artışa neden oldu. Bu durum, genellikle “aşk hormonu” olarak bilinen oksitosinin, köpek sahibini gördüğünde daha yüksek seviyelerde seyrettiği teorisini destekledi.

Önceki çalışmalar köpekler ve sahipleri oynadığında oksitosin salgılandığını bulmuştu fakat bu, köpeklerde oksitosin ve gözyaşı seviyelerini ilişkilendiren ilk çalışma.

Kikusui, “Hayvanların, sahiplerine kavuşmak gibi sevinç dolu durumlarda gözyaşı döktükleri keşfini hiç duymamıştık ve hepimiz bunun dünyada bir ilk olacağı için heyecanlıydık” dedi.

Köpekler insanların dostu haline geldi ve yakın bağlar kurabiliyoruz. Bu süreçte sahiple etkileşim sırasında gözleri dolan köpeklerin, sahipleri tarafından daha fazla ilgi görmesi de mümkün.

Araştırma ekibi şimdi de köpekler diğer köpek dostlarıyla yeniden bir araya geldiğinde “ağlayıp ağlamadıklarını” araştırıyor.

Paylaşın

NASA, Jüpiter’in Büyüleyici Görüntüsünü Paylaştı

ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA, Güneş Sistemi’nin en büyük gezegeni olan Jüpiter’in daha önce görülmemiş detaylarını içeren yeni bir görüntüsünü yayınladı. NASA, James Webb Uzay Teleskobu’nun Jüpiter’in daha önce hiç olmadığı şekilde auroralarını gösteren görüntüler çektiğini aktardı. 

İnsanlığın şu ana kadar geliştirdiği en büyük ve güçlü uzay teleskobu olan James Webb Uzay Teleskobu, uzayın derinliklerinden çektiği fotoğraflarla Dünya’ya benzersiz görüntüler sunmaya ve evrenin yapısına ilişkin bilgiler aktarmaya devam ediyor.

NASA’dan yapılan açıklamada, James Webb Uzay Teleskobu’nun Jüpiter’in daha önce hiç olmadığı şekilde auroralarını gösteren görüntülerini çektiği aktarıldı. 27 Temmuz 2022’de kaydedilen görüntüde, gaz devinin Dünya gezegenini yutacak büyüklükte olan büyük kırmızı lekesi ve gezegenin auroları görülüyor.

Büyük bir gaz devi olan Jüpiter’in auroraları, gezegenin kuzey ve güney kutuplarının ötesine uzanıyor. Gökyüzünde dönen ışık desenleri olan auroralar güneşten gelen yüklü parçacıkların bir gezegenin atmosferi ile manyetik alanının etkileşime girdiğinde oluşuyor.

Jüpiter’in görüntülerini değerlendiren California Üniversitesi’nden astronom Imke de Pater, “Dürüst olmak gerekirse, gerçekten bu kadar iyi olmasını beklemiyorduk” dedi.

James Webb Uzay Teleskobu

Kızılötesi astronomiye yönelik bir uzay teleskobu olan James Webb, şu ana kadar uzaya gönderilmiş en güçlü teleskoptur. Hubble Uzay Teleskobu’nun kısmen ardılı olacak şekilde planlanan James Webb, NASA öncülüğünde ve ESA ile CSA’nın desteğiyle geliştirilmiştir. Aralık 2021’de fırlatılmış ve Ocak 2022’de yörüngesine girmiştir.

Adını 2002’de NASA’nın Apollo programından sorumlu müdürü olan James E. Webb’ten alan JWST, 6,5 metre genişliğinde altın kaplama bir aynayla donatılan kızılaltı bir teleskoptur. Bu ayna, 13.5 milyar ışık yılı uzağı, yani evrenin ilk yıldızlarının oluştuğu zamanı görmesini olanaklı kılmaktadır.

JWST, NASA’nın başkanlığında 15 farklı devletin, Avrupa Uzay Ajansı ve Kanada Uzay Ajansı’nın ortak yürüttüğü bir projedir. Kızılötesi ışığı gözlemlemek için ayarlanmış olan 6,5 metrelik bu teleskop, Dünya’dan neredeyse 1,5 milyon kilometre uzaklıkta yörüngeye yerleştirilmiştir. Bu uzaklık, Dünya ile Ay arasındaki uzaklığın dört katı kadardır.

Paylaşın

Beynin Elektrikle Uyarılması Hafızayı Güçlendiriyor

Yeni bir araştırmaya göre, beynin dört gün boyunca günde 20 dakika süreyle zayıf elektrik akımı ile uyarılması, yaşlanmayla birlikte gelen hafızadaki çalışma ve uzun süreli düşüşü tersine çeviriyor.

Diğer bir elektrikli beyin stimülasyonu, hafızayı geliştiriyor.

Nature Neuroscience dergisinde yayınlanan araştırma, beyne normal sinirsel aktiviteyi taklit eden zayıf elektrik akımı verilmesinin ileri yaşlı, sağlıklı yetişkinlerde kısa vadede hafızayı güçlendirebileceğini ortaya koyuyor.

Araştırma kapsamında ileri yaşlı 150 kişiye, dört gün boyunca peş peşe boneye benzer şapka bir giydirildi ve beyinlerinin bazı bölümlerinin düşük dozda elektrik darbeleriyle uyarılması sağlandı.

Deneklere, yapılan 20 dakikalık seanslar (nöromodülasyon) sırasında, her biri 20 kelimeden oluşan beşer liste verildi ve bunları hatırlamaları istendi.

Bazılarında titreşimler, beynin kısa süreli hafızayla ilgili olduğu bilinen ve yeni öğrenilen bir telefon numarasının depolandığı bir bölgeye yönlendirildi.

Bu kişiler, yakın zamanda kendilerine söylenen kelimelerden kaç tanesini hatırladıklarını görmek için test edildi.

Diğerlerinde ise titreşim daha ileriye, anıların daha uzun süreli depolandığı bilinen bölgeye yönlendirildi.

Onlar açısından da test, bilmeseler de, eski kelimelerden kaçını hatırladıklarını görmekti.

Tedaviden sonra, katılımcıların neredeyse tamamı hafıza testlerinden ve daha önce yapılan kontrollerden daha iyi performans sergiledi.

Başlangıçta daha kötü puan alan denekler ise seansların sonunda en fazla iyileşmeyi gösteren kişiler oldu.

Etki bir ay sonra da görüldü

Boston Üniversitesi öncülüğünde yürütülen araştırmaya göre, beyni zayıf akımlı elektrik darbeleriyle uyarmanın hafızaya faydaları, testlerin bitmesinden bir ay sonra da devam etti.

Bulgular ve araştırma sonuçları her ne kadar henüz başlangıç aşamada olsa da, söz konusu teknolojinin uzun vadeli etkilerinin oldukça büyük olduğu belirtiliyor.

Araştırmacı psikolog Robert Reinhart, “Beynin hassas bölgelerine birbirinden farklı frekanslarda alternatif akım uygulayarak hafızayı kısa ya da uzun süreli olarak ayrı ayrı geliştirebildik.” ifadesini kullandı.

Bilim çevrelerine göre bulgular, transkraniyal alternatif akım stimülasyonu ya da tACS olarak adlandırılan ve yaşlandıkça bozulma eğilimi gösteren zihinsel işlevlerin artırılması için potansiyel bir araç olarak en güçlü destek yöntemlerinden bazılarını sağlıyor.

Ancak tACS’nin potansiyel bir terapi haline gelebilmesi için hala birçok engelin bulunduğu belirtiliyor.

Analistlere göre güvenli olduğunu kanıtlamak, etkilerin ne kadar kalıcı olduğunu anlamak ve deneyde kullanılan yapay kelime hatırlama görevinin gerçek dünyada faydaya dönüşüp dönüşmediğini görmek için uzun süreli çalışmalar gerekecek.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

Mars’ta Yetiştirilmesi Gereken İlk Bitki Belirlendi

Bilim insanları, uzun zamandır Mars’ta mahsul yetiştirmenin uygun yollarını arıyor. ABD’deki Iowa State Üniversitesi’nden araştırmacılar, Mars’ta yetiştirilmesi gereken ilk bitkinin yonca olduğunu belirledi. 

Hakemli bilimsel dergi PLOS One’da 17 Ağustos’ta yayımlanan bulgulara göre yonca, Kızıl Gezegen’de yetiştirilecek diğer bitkiler için gübre görevi görebilir.

Çok uzak olduğu için Mars’ta insanları beslemek çok büyük bir zorluk teşkil ediyor. Gezegenin toprağı da ve suyu da ekinler için uygun değil. Bilim insanları bu yüzden uzun zamandır Mars’ta mahsul yetiştirmenin uygun yollarını arıyor.

Iowa State Üniverwsiesi’nde mikrobiyoloji okuyan Pooja Kasiviswanathan’ın yönettiği bir araştırma ekibiyse yoncanın Mars koşullarına uygun olduğunu belirledi.

Mars toprağına mümkün olan en benzer örneği hazırlayan ekip, yoncanın bu besin açısından fakir gezegende iyi yetişeceğini belirledi.

Ayrıca yoncadan gübre olarak yararlanılınca az bakım gerektiren, hızlı büyüyen ve fazla suya ihtiyaç duymayan şalgam, turp ve marul hazırlanan Mars toprağında başarılı bir şekilde yetiştirildi.

Araştırma ekibi, tatlı su ihtiyacının Mars’taki tuzlu suyun Synechococcus sp. PCC 7002 adlı deniz bakterisiyle arıtılarak karşılanabileceğini düşünüyor.

Öte yandan Kızıl Gezegen’deki toprak, araştırmacıların hazırladığı örnekten farklı olabilir. Yine uzmanlar, çalışmanın bilim insanlarına ve astronotlara umut verici seçenekler sunduğunu belirtti.

Araştırma ekibinde yer alan biyojeokimyager Elizabeth Swanner, “Hazırladığımız Mars toprağında hiçbir besin maddesi değişikliği yapmadan yonca yetiştirebilmemize çok şaşırdım” dedi.

Mikrobiyoloji öğrencisi Kasiviswanathan ise “Bulgularımızın, ileride NASA’nın Mars misyonuna yönelik araştırmalarını desteklemesini umuyorum” diye konuştu.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Yeni Tehlike: Sosyal Medya Yorgunluğu

Sürekli aktif, enerjik ve neşeli olmak, daima mükemmel görünmek… Sosyal ağlar hayli yorucu olabiliyor. Bu yüzden pek çok ünlü “dijital perhize” giriyor. Sıradan insanlar bile sosyal medya molasına ihtiyaç duyabiliyor.

Yaklaşık altı hafta boyunca aktör Tom Holland’ın sosyal medya hesapları sessizliğe büründü. Gişe rekortmeni “Örümcek Adam” filminin ünlü oyuncusu, geçtiğimiz günlerde nihayet Instagram’da yeni bir video yayınlandı. Ancak bu, hayranlarına ve takipçilerine veda etmek içindi.

26 yaşındaki oyuncu, “Akıl sağlığımı korumak için sosyal medyaya ara verdim. Çünkü Instagram ve Twitter’ı çok kışkırtıcı ve bunaltıcı buluyorum” diye konuştu. İnternette kendisiyle ilgili şeyler okuduğunda çılgına döndüğünü anlatan Holland, “Neticede bu benim ruhsal durumuma çok zarar veriyor” itirafında bulundu.

Sosyal medya perhizi yapan ünlüler

Son yıllarda sosyal medya aktivitelerine bilinçli olarak uzun bir ara veren ünlülerin listesi oldukça uzun: Ed Sheeran, Britney Spears, Miley Cyrus, Selena Gomez ve Justin Bieber bunlardan sadece bazıları. Kimisi bu adımı “sosyal medya perhizi” olarak adlandırıyor, kimisi buna “dijital detoks” kimisi de “sosyal mola” diyor. Gerekçeler ise birbirinden farklı: Çok sayıda nefret yorumu, çok fazla aktif ekran süresi, sürekli göz önünde bulunmak, istem dışı viral olmak, alaya alınmak… Liste bu de şekilde uzayıp gidiyor.

Sadece sanatçılar değil, bazen politikacılar da sosyal medyayla köprüleri atabiliyor. Örneğin Federal Almanya Ekonomi Bakanı Robert Habeck, 2019’da Twitter hesabını askıya aldı ve bugüne kadar da yeniden aktifleştirmedi.

Depresyon – şöhret ikilemi

Dijital mola verme arzusu, sıradan kullanıcılar arasında da giderek yayılıyor. Alman Enformasyon Teknolojileri Birliği (Bitkom) tarafından yapılan bir ankete göre, Almanya’daki insanların onda biri 2022 yılında daha fazla “internetsiz zaman” geçirmek istiyor. Yaklaşık yüzde 43’lük bir kesim ise kendini daha iyi hissetmek için geçmişte dijital mola verdi.

Peki sosyal medya gerçekten zararlı mı? Instagram, Twitter ve benzer platformların etkilerini inceleyen çok sayıda çalışma mevcut. Örneğin Bath Üniversitesi, 2022 baharında yaptığı bir araştırmada, sadece bir haftalık bir dijital molanın bile genel refahı artırdığını, kaygı ve depresyonu azalttığını ortaya koydu.

Diğer çalışmalar da kullanım süresi ile depresyon arasında bir bağlantı olduğunu gösteriyor. Ancak, hangisinin neden, hangisinin ise sonuç olduğunu kanıtlamak zor. Zira depresyon eğilimi olan kişilerin, sosyal medya ile daha sık meşgul olması kuvvetle muhtemel.

Abu Dabi Üniversitesi tarafından 2019 yılında yürütülen çalışma gibi diğer pek çok araştırma, dijital detoksun olumsuz sonuçlarını da ortaya koyuyor: Katılımcılar, sosyal medyadan uzak durdukları süre boyunca daha fazla stres ve yalnızlık yaşıyor.

DW’nin “Schau hin” adlı girişiminden medya koçu Kristin Langer, “Sosyal medyada ne zaman, nasıl ve ne kadar süreyle vakit geçireceğimiz konusunda irade ortaya koymamız önemli. Dijital dünyanın anlık bildirimleri ve hatırlatıcıları gibi mekanizmalar tarafından abluka altına alınmamalıyız. Yine de aşırı sosyal ağ dozajına izin veriliyorsa kullanıcı bunun bilincinde olmalıdır” diyor.

Langer, sosyal medyanın hayatımız üzerindeki etkisinin, her bir kullanıcının kişiliği ile de doğrudan ilgili olduğunu vurguluyor. Bazı insanlar sosyal ağlardan pozitif etkilenirken, kimileri ise fenomenlerin paylaşımlarında sergilenen lüks ve ışıltılı yaşam tarzı karşısında mutsuzluk ve kıskançlık hissine kapılabiliyor.

Tartışmalı bir uygulama: Be real!

Bazen gerçekler, fenomenlerin paylaşımlarındaki gibi kusursuz ve parlak olmayabiliyor. Yani paylaşılan video veya görseller ya belirli bir senaryoya göre kurgulanabiliyor ya da görüntü düzenleme yazılımlarıyla her şey olduğundan daha farklı sunulabiliyor.

Fransa’da geliştirilen yeni bir uygulama, sosyal medya dünyasındaki göz boyamaya son vermeyi amaçlıyor. “Be real” (Gerçek ol) adlı uygulama, hiçbir görüntünün sonradan düzenlenmesine izin vermiyor. Yani görsellere filtre konulamıyor ya da görüntüler kurgulanamıyor. Ayrıca arka arkaya birkaç kez gönderi yapılması da engelleniyor. “Be real” uygulamasının hedefi, kullanıcıların yaşamlarına ilişkin sadece gerçek kesitleri takipçileriyle paylaşmalarını sağlamak.

Uygulama, kullanıcılardan bir mesaj aracılığıyla iki dakika içinde bir fotoğraf çekmelerini istiyor. Mesajın ne zaman geleceği ise önceden bilinmiyor. Sabah erken veya akşam geç saatler de dahil, aniden gelen bu mesaja hemen reaksiyon gösterilmesi gerekiyor. Böylece ilgili sosyal ağdaki arkadaşlar veya takipçiler, kişinin o anki gerçek halini görebiliyor. Kişi o sırada evini temizliyor ya da tırnaklarını kesiyor olabilir. Uygulamadan mesaj gelir gelmez, iki dakika içinde anlık durumun fotoğrafı çekilmek zorunda. Hemen tepki verilmeyip daha sonra paylaşım yapıldığında ise söz konusu görsel, “Be real” uygulaması tarafından “gecikmiş” ibaresiyle damgalanıyor.

Ancak “Schau hin” girişimi, bu uygulamanın tartışmalı, hatta sakıncalı yönleri olduğu konusunda uyarıda bulunuyor. Özellikle gençlerin, sırf “gecikmiş” damgası yememek için uygunsuz bir durumdayken aceleyle paylaşım yapıp daha sonra bundan pişman olabileceklerine ya da görüntülenmek istemeyen başka kişilerin de resimde yer almasının doğurabileceği çeşitli sorunlara dikkat çekiliyor. Ayrıca uygulamanın her an günlük fotoğraf bildirimi gönderebileceği beklentisi, kullanıcıların sürekli olarak diken üstünde olmasına ve strese kapılmasına da neden olabilir.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Bilinen En Büyük Yıldızın En Net Fotoğrafı Çekildi

Gökbilimciler, evrenin bilinen en büyük yıldızının şimdiye kadarki en net görüntüsünü elde etti. Bu gelişme, dev yıldızların daha önce düşünüldüğü kadar büyük olmayabileceğini gösteriyor.

Bilinen en büyük yıldızlardan bazılarının (kimisi Güneş’in kütlesinin 100 katından fazla) nasıl oluştuğunu anlamaya çalışan bilim insanları, bu devlerin gözlem görüntülerini elde etmekte özellikle zorlanıyor.

Bunun nedeni, bu devlerin genellikle tozla kaplı yıldız kümelerinin kalabalık merkezlerinde bulunmalarıdır.

Araştırmacılar, ayrıca bu tür yıldızların enerji rezervlerini sadece birkaç milyon yıl içinde tüketerek hızlı yaşayıp genç öldüğünü söylüyor.

Şili’de bulunan ve ABD Ulusal Bilim Vakfı’na bağlı NOIRLab’ın işlettiği Uluslararası Gemini Gözlemevi’nin parçası olan 8,1 metrelik Gemini South teleskobunu kullanan gökbilimciler, bilinen en büyük yıldız olan R136a1’in şimdiye kadarki en net görüntüsünü elde edebildi.

Geçmiş çalışmalar R136a1’in Güneş’in 250 ila 320 katı kütleye sahip olduğunu öne sürerken, yeni gözlemler bu dev yıldızın güneş kütlesinin sadece 170 ila 230 katı olabileceğini gösteriyor.

R136a1 hâlâ bilinen en büyük yıldız olarak nitelendirilmesine karşın gökbilimcilere göre bulgular, “yıldız kütleleri üzerindeki üst sınırın önceden düşünülenden daha düşük olabileceğini” gösteriyor.

Çalışma sonuçlarının, Güneş’in kütlesinin 150 katından fazla olan yıldızların yıkıcı patlamalı ölümü sırasında ortaya çıkan helyumdan daha ağır elementlerin evrendeki kökeni üzerine çıkarımları da var.

Devasa yıldızın daha önce teleskopla yapılan gözlemlerinde, yakınındaki kümenin üyesi tüm yıldızları tek tek seçecek kadar net görüntüler elde edilememişti.

Fakat yeni çalışmada, Gemini South’un Zorro cihazı “benek görüntüleme” olarak bilinen bir teknik kullanarak önceki gözlemlerin çözünürlüğünü aşabildi. Bu teknik, yer tabanlı teleskopların Dünya atmosferinin bulanıklaştırıcı etkisinin üstesinden gelmesini sağlıyor.

Araştırmacılar, binlerce kısa pozlama görüntüsü alınan bu tekniği kullanıp verileri dikkatlice işleyerek, bulanıklığın neredeyse tamamını ortadan kaldırabildi.

Çalışmanın ortak yazarlarından Ricardo Salinas, “Bu sonuç, doğru koşullar göz önüne alınarak sınırları zorlanan 8,1 metrelik bir teleskobun, açısal çözünürlük söz konusu olduğunda sadece Hubble Uzay Teleskobu’na değil, James Webb Uzay Teleskobu’na da rakip olabileceğini gösteriyor” dedi.

Sonuçlarımızı yorumlarken dikkatli olunmasını tavsiye etsek de gözlemlerimiz en büyük yıldızların bir zamanlar düşünüldüğü kadar büyük olmayabileceğini gösteriyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Kanser Kaynaklı Ölümlerin Neredeyse Yarısı Yaşam Tarzından Kaynaklı

Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) göre kanser, kalp hastalıklarından sonra dünya genelinde ikinci önde gelen ölüm nedenidir. Yeni bir araştırma, dünya genelinde kansere bağlı ölümlerin neredeyse yarısının önlenebilir risk faktörlerinden kaynaklandığını ortaya koydu.

Haber Merkezi / Araştırmaya iyi tarafından bakıldığı zaman, bu durum, önlenebilir risk faktörlerini kontrol ederek ve yöneterek, çeşitli kanser risklerinden ve ölümlerinden kaçınılabileceğini göstermektedir.

Araştırma, 2019 yılında yaşanan tüm kanser ölümlerinin yüzde 44,4’ünün yani nerdeyse yarısının önlenebilir risk faktörlerinden kaynaklanabileceğini ortaya koyuyor.

Veriler ayrıca, önlenebilir kanser ölümlerinin artmakta olduğunu ve 2010’dan 2019’a kadar dünya genelinde yüzde 20,4 oranında arttığını göstermektedir. Bu, endişe verici.

Dünya genelinde önlenebilir kanser ölümlerinin üç önde gelen risk faktörü bulunmaktadır:

Sigara kullanımı

Sigaradaki kimyasallar DNA’ya zarar verir ve hücrelerin herhangi bir DNA hasarını onarmasını zorlaştırır. Ayrıca hücreleri kanserden korumaya yardımcı olan DNA parçalarına da zarar vermektedir. Aynı hücrede zamanla oluşan bu DNA hasarının birikmesi kansere yol açmaktadır.

Sigara kullanımı vücudun hemen her yerinde kansere yol açabilir. Ağız ve boğaz, yemek borusu, mide, kolon, rektum, karaciğer, pankreas, gırtlak, soluk borusu, bronş, böbrek ve renal pelvis, mesane ve serviks kanserine neden olabilir.

Çok fazla alkol içmek

Çak fazla alkol tüketimi karaciğere zarar vererek iltihaplanma ve yara izine yol açarak karaciğer kanseri riskini artırabilir. Alkol tüketimi ayrıca daha yüksek kolon ve rektum kanseri riski ile ilişkilendirilmiştir.

Alkol alımını azaltmak kanser riskini azaltmaya yardımcı olabilir. Alkol tüketim ne kadar kısılabilirse, kansere yakalanma riski de o kadar azalmaktadır.

Daha az alkol tüketmek ayrıca, yüksek tansiyon ve karaciğer hastalığına yakalanma riskini de azaltmaktadır.

Yüksek vücut kitle indeksi yada kilo problemi

Çok fazla kilo, belirli kanser türlerini geliştirme riskini ve tedavi sonrası bile kanserin tekrar ortaya çıkma olasılığını artırabilmektedir.

Araştırmanın yazarları, bu bulgulara dayanarak, dünya genelinde kanser yükünün önemli bir bölümünün bilinen kanser risk faktörlerinden kaynaklı olduğunu ve risk faktörlerinin kontrolü yoluyla kanser yükünün büyük bir bölümünün önlenebileceğini vurguladılar.

Araştırma ilk olarak The Lancet dergisinde yayınlandı. Araştırmada bilim insanları, 2010’dan 2019’a kadar 204 ülkede 23 kanser türünü ve 34 risk faktörünü inceleyerek kanser ölümleri ve sakatlıklarına odaklandılar.

Paylaşın