Evren Her Yönde Aynı Mıdır?

Evrenin her yönde aynı olup olmadığı, kozmolojide uzun süredir tartışılan ve araştırılan bir konudur. Genel olarak, evrenin izotropik ve homojen olduğu kabul edilir.

Haber Merkezi / Bu durum, kozmik mikrodalga arka plan ışıması (CMB) gibi gözlemlerle desteklenir. CMB, Büyük Patlama’dan kalan ve evrenin her yönünde neredeyse aynı sıcaklıkta (yaklaşık 2.7 Kelvin) yayılan bir ışıma olarak ölçülmüştür.

Bu homojenlik ve izotropi, evrenin geniş ölçekte aynı fiziksel yasalarla işlediğini ve yönlerden bağımsız olarak benzer özellikler gösterdiğini düşündürmektedir. Bu, kozmolojik ilke olarak bilinir.

Ancak, bu izotropi tam anlamıyla mükemmel değildir. CMB’de çok küçük sıcaklık dalgalanmaları (yaklaşık 1/100.000 ölçeğinde) tespit edilmiştir ve bu farklılık, evrenin erken dönemindeki kuantum dalgalanmalarından kaynaklanarak galaksilerin oluşumuna yol açmıştır.

Yani, detaylara inildiğinde evren her yönde aynı değildir; yıldızlar, galaksiler ve diğer yapılar farklı konumlarda bulunurlar.

Gözlemlenebilir evren (ışık hızı ve evrenin yaşı nedeniyle görebildiğimiz kısım) izotropik görünse de, gözlemlenebilir alanın ötesinde ne olduğu şu an için bilinmez konumda. Bazı teoriler (örneğin, çoklu evren hipotezi) evrenin farklı bölgelerinin farklı özelliklere sahip olabileceğini öne sürmekte, ancak bu deneysel kanıtlarla desteklenmemiştir.

Evrenin oluşumu, insanlık tarihinin en büyük sorularından biri olmuştur ve bu konuda farklı bilimsel teoriler, felsefi yaklaşımlar ve dini inançlar öne sürülmüştür.

Büyük Patlama (Big Bang) Teorisi: Günümüzde bilim dünyasında en çok kabul gören teoridir. Evrenin yaklaşık 13,8 milyar yıl önce, sonsuz yoğunluk ve sıcaklıkta bir noktadan (singülerite) genişleyerek oluştuğunu savunur.

Durağan Durum (Steady State) Teorisi: Büyük Patlama’ya alternatif olarak 20. yüzyılda önerilen bu teori, evrenin başlangıcı olmadığını ve sonsuz bir geçmişe sahip olduğunu savunur. Evren genişlerken, sürekli olarak yeni madde yaratılır ve evrenin genel yapısı değişmez.

Çoklu Evren (Multiverse) Teorisi: Büyük Patlama’nın bir parçası veya alternatif bir yorumu olarak, bilinen evrenin tek olmadığı, birden fazla evrenin (paralel evrenler) var olabileceğini önerir.

Siklik (Döngüsel) Evren Modeli: Evrenin bir genişleme ve büzülme döngüsü içinde olduğunu öne sürer. Yani, Büyük Patlama bir başlangıç değil, bir önceki evrenin çöküşünden sonraki bir olaydır.

Plazma Evren Modeli: Büyük Patlama yerine, evrenin plazma ve elektromanyetik kuvvetlerin etkisiyle şekillendiğini savunur. Nobel ödüllü fizikçi Hannes Alfvén tarafından önerilmiştir.

Felsefi ve Dini Yaklaşımlar: Bilimsel teorilerin yanı sıra, evrenin oluşumu hakkında felsefi ve dini açıklamalar da bulunmaktadır. Bunlar bilimsel teorilerle çelişebilir veya tamamlayıcı olarak görülebilir:

Teistik Yaklaşımlar: Birçok dini gelenek, evrenin bir yaratıcı (Tanrı) tarafından oluşturulduğunu savunur. Örneğin, Hristiyanlık, İslam ve Yahudilik gibi tek tanrılı dinlerde evrenin bir başlangıcı olduğu ve Tanrı tarafından yaratıldığı inancı vardır.

Panteizm ve Panenteizm: Evrenin kendisinin ilahi olduğunu (panteizm) veya evrenin bir ilahi varlığın parçası olduğunu (panenteizm) savunan felsefi yaklaşımlar.

Doğu Felsefeleri: Hinduizm ve Budizm gibi geleneklerde, evren döngüsel bir süreç olarak görülür ve zamanın başlangıcı veya sonu olmayabilir.

Simülasyon Hipotezi: Modern bir felsefi ve bilimsel hipotez olarak, evrenin bir tür gelişmiş bilgisayar simülasyonu olabileceğini öne sürer. Bu fikir, Nick Bostrom gibi düşünürler tarafından popüler hale getirilmiştir.

Paylaşın

Blazar Nedir? Temel Özellikleri

Bir tür aktif galaksi çekirdeği olan blazarlar, özellikle yüksek enerjili gama ışınları, X-ışınları ve radyo dalgaları gibi elektromanyetik radyasyon yaymalarıyla bilinirler.

Haber Merkezi /Evrendeki en aşırı fiziksel süreçlerin yaşandığı yerlerden olan blazarlar, hem teorik hem de gözlemsel çalışmalar için önemli bir araştırma alanıdır.

Blazarların temel özellikleri:

Süper kütleli kara delik: Blazarların merkezinde, milyonlarca hatta milyarlarca Güneş kütlesine sahip süper kütleli bir kara delik bulunur. Bu kara delik, çevresindeki maddeleri bir yığılma diski (accretion disk) şeklinde kendine çeker ve bu süreçte muazzam miktarda enerji açığa çıkar.

Jetler: Blazarlar, kara deliğin dönme ekseni boyunca uzanan ve ışık hızına yakın hızlarda hareket eden parçacık jetleri (relativistik jetler) yayarlar. Bu jetler, blazarların en dikkat çekici özelliğidir ve güçlü radyasyon kaynaklarıdır.

Relativistik etkiler: Blazarlar, Dünya’dan gözlemlendiğinde, jetlerinin doğrudan bize doğru yönelmiş gibi görünmesiyle diğer aktif galaksilerden ayrılır. Bu durum, relativistik hızlar nedeniyle ışığın Doppler etkisiyle yoğunlaşmasına (relativistic beaming) yol açar ve blazarları olduğundan çok daha parlak gösterir.

Değişkenlik: Blazarlar, parlaklıklarında çok hızlı ve dramatik değişiklikler gösterebilir. Bu değişkenlik, jetlerdeki patlamalar veya yığılma diskindeki dalgalanmalar gibi süreçlerden kaynaklanabilir.

Blazar türleri:

Blazarlar, genel olarak iki ana sınıfa ayrılır:

FSRQs (Flat-Spectrum Radio Quasars): Radyo tayfında düz bir spektruma sahip olan ve genellikle güçlü emisyon çizgileri gösteren blazarlardır. Bunlar, kuasarların bir alt sınıfıdır.

BL Lac Nesneleri: Daha zayıf emisyon çizgilerine sahip olan ve genellikle optik tayfta özelliksiz bir spektrum gösteren blazarlardır. Adlarını, prototip bir örnek olan BL Lacertae’den alırlar.

Blazarların önemi:

Kozmoloji ve evrenin evrimi: Blazarlar, evrenin erken dönemlerinde oluşan yapılar hakkında bilgi sağlar. Uzak blazarları inceleyerek, evrenin genişlemesi ve galaksi oluşumu gibi konularda veri elde edilebilir.

Yüksek enerjili astrofizik: Blazarlar, yüksek enerjili gama ışınlarının ve nötrinoların ana kaynaklarından biri olarak kabul edilir. Bu, parçacık fiziği ve astrofizik çalışmaları için önemlidir.

Genel görelilik testleri: Blazarların merkezindeki süper kütleli kara deliklerin çevresindeki olaylar, Einstein’ın genel görelilik teorisini test etmek için bir laboratuvar görevi görür.

Paylaşın

Bilim İnsanları Suyun Kökenini Keşfetti

Yeni yayınlanan bir araştırma, yaşamın temel bileşeni olan suyun, evrende bizim düşündüğümüzden milyarlarca yıl daha önce ortaya çıkmış olabileceğini ortaya koydu.

Haber Merkezi / Su, Dünya yüzeyinin yüzde 70’ini oluşturuyor olabilir; ancak bilim insanları uzun zamandır suyun kökenini gri bir alan olarak görüyor ve gezegenimizdeki suyun ilk ne zaman ortaya çıktığını merak ediyorlardı.

Portsmouth Üniversitesi’nden İngiliz bilim insanlarının yaptığı ve Nature Astronomy dergisinde yayımlanan araştırmada, suyun büyük olasılıkla Büyük Patlama’dan sonraki 50 milyon ile bir milyar yıl arasındaki “kozmik şafak” adı verilen dönemde oluştuğu belirtildi.

Keşif, suyun evrensel bir bileşen olarak galaksilerin ve gezegenlerin oluşumunda temel bir rol oynadığını gösteriyor.

Araştırmada yer alan bilim insanları, suyun evrendeki süpernova patlamalarının kalıntılarında, Büyük Patlama’dan yaklaşık 100 ila 200 milyon yıl sonra ortaya çıktığını söylüyorlar. Bu, suyun kökenine ilişkin daha önce yapılan araştırmalardaki dönemlerin milyarlarca yıl daha öncesini işaret ediyor.

Bilim insanları, evrendeki ilk yıldızların ölüp süpernovalara dönüşmesiyle suyun nasıl oluştuğunu haritalamak için bilgisayar simülasyonları kullandılar.

Araştırmada yer alan bilim insanları şunları söylediler: “Büyük Patlama’dan 100 ile 200 milyon yıl sonra evrende yaşam için temel bir bileşenin zaten mevcut olduğunu ortaya koymanın yanı sıra, simülasyonlarımız suyun muhtemelen ilk galaksilerin temel bir bileşeni olduğunu gösteriyor.”

Bilim insanları, süpernovaların davranışlarını taklit ederek yaptıkları araştırmanın, suyun bizimki gibi yaşanabilir gezegenlere nasıl ulaşmış olabileceğini ve evrenin ilk galaksilerinden önce var olmuş olabileceğini gösterdiğini söylüyor.

Hidrojen, Büyük Patlama’dan sadece birkaç dakika sonra, aşırı ısınmış parçacıkların soğuyup atomlara dönüşmesiyle oluşan helyum ve lityumla birlikte ortaya çıktı.

Daha ağır elementler (oksijen gibi) ise yıldızların içinde nükleer füzyonla oluştu. Süpernova patlamaları sırasında bu elementler uzaya saçıldı. Hidrojen ve oksijen, yıldızlararası bulutlarda birleşerek su moleküllerini oluşturdu.

Dünya’nın erken dönemlerinde, volkanik aktiviteler sırasında magma içindeki hidrojen ve oksijen bileşikleri yüzeye çıktı. Bu gazlar (H₂ ve O₂ veya diğer bileşikler) atmosferde birleşerek su buharı haline geldi. Dünya soğudukça bu buhar yoğunlaşarak ilk okyanusları oluşturdu.

Suyun oluşumu evrensel bir süreçtir: Hidrojen ve oksijenin birleşmesiyle başlar ve bu birleşme, evrenin fiziksel yasaları ile Dünya’daki doğal döngülerin bir sonucu olarak gerçekleşir.

Paylaşın

Andromeda’nın Cüce Galaksileri Nasıl Oluştu?

Andromeda Galaksisi’nin etrafında yer alan, genellikle düşük kütleli ve az yıldız içeren cüce galaksiler, genel olarak evrenin yapısal evrimi ve galaksi oluşum süreçleriyle bağlantılı.

Haber Merkezi / Hubble Uzay Teleskobu’nu kullanarak Andromeda Galaksisi’nin etrafında yer alan cüce galaksilerin 3 boyutlu haritasını oluşturan bilim insanları, bu galaksilerin milyarlarca yıl boyunca nasıl yıldız oluşturmuş olabileceğini yeniden yapılandırdılar.

Veriler, Andromeda’nın uydu galaksilerinin, Samanyolu’nun yörüngesinde yer alan galaksilere kıyasla çok farklı şekilde evrimleştiğini ortaya koyuyor. Veriler yine, Andromeda’nın Samanyolu’ndan daha dinamik bir yapıya sahip olduğunu ve birkaç milyar yıl önce başka büyük bir galaksiyle birleşmeden etkilendiğini gösteriyor.

ABD’deki Berkeley Üniversitesi’nden (UC) Daniel Weisz, “Andromeda da her şey çok asimetrik ve bozulmuş durumda” diyor ve ekliyor: “Çok uzun zaman önce önemli bir şeyin yaşandığı anlaşılıyor.”

Andromeda’nın etrafında yer alan cüce galaksilerin yarısının aynı düzlemde döndüğü de görülüyor. Bunun tuhaf olduğunu söyleyen Weisz, “Cüce galaksileri bu konfigürasyonda bulmak aslında tamamen sürpriz oldu ve hala neden bu şekilde göründüklerini tam olarak anlamış değiliz” diyor.

Yine Berkeley Üniversitesi’nden Alessandro Savino’ya cüce galaksilerin yeni yıldızlar oluşturmaya devam ettiği sürenin, bu galaksilerin kütlelerine ve Andromeda Galaksisi’ne olan yakınlığına bağlı olduğunu belirtiyor. Savino, “Andromeda gibi büyük bir galaksinin etkisinin küçük galaksi büyümesini nasıl bozduğunun açık bir göstergesi” diyor.

Veriler 28 Ocak’ta The Astrophysical Journal’da yayımlandı.

Cüce galaksilerin oluşumları, evrenin farklı aşamalarına ve fiziksel süreçlerine dayanmaktadır.

Evrenin hiyerarşik oluşum: Evren, Büyük Patlama’dan sonra karanlık madde ve normal maddenin yoğunluk dalgalanmalarıyla dolu bir yer haline geldi.

Karanlık madde, kütle çekimi kuvveti ile küçük ölçekli yapılar (Hale) oluşturdu. Bu karanlık madde Hale’leri, zamanla birleşerek daha büyük yapıları meydana getirdi. Cüce galaksiler, evrenin erken döneminde oluşan küçük Hale’lerin içindeki yıldız oluşumlarıyla şekillenmiş olabilir.

Erken dönem yıldız oluşumu: Andromeda’nın cüce galaksilerinin çoğu, evrenin genç olduğu dönemde, yani Büyük Patlama’dan sonraki ilk birkaç milyar yıl içinde, gaz bulutlarının çökmesiyle oluştular. Bu galaksiler, düşük kütleli oldukları için genellikle sınırlı miktarda gaz ve toz içeriyorlar.

Andromeda ile etkileşim: Andromeda gibi büyük galaksiler, çevresindeki cüce galaksileri kütle çekimi kuvvetiyle kendine çekti ve bu cüce galaksiler zamanla, Andromeda’nın uydu galaksileri haline geldiler.

Cüce galaksilerin bazıları, gelgit kuvvetleri veya diğer dinamik etkileşimler nedeniyle parçalanarak Andromeda’nın halesine katıldılar.

Karanlık madde ve gaz dinamikleri: Cüce galaksilerin oluşumunda karanlık madde önemli bir rol oynamakta. Karanlık madde Hale’lerı, kütle çekimiyle gazı tutarak yıldız oluşumunu tetikler. Ancak, süpernova patlamaları gibi süreçler, bu galaksilerdeki gazı dışarı atarak yıldız oluşumunu durdurur.

Andromeda’nın çevresindeki cüce galaksiler, yapılarına ve kökenlerine göre çeşitlilik gösterir:

Cüce Küremsi Galaksiler: Küçük kütleli, düşük parlaklıkta ve genellikle küresel ya da hafif eliptik şekilli galaksilerdir. Cüce galaksilerin bir alt türü olarak kabul edilirler ve evrendeki en yaygın galaksi türlerindendirler. Büyük galaksilerin (örneğin Andromeda) çevresinde uydu galaksiler olarak sıkça yer alırlar.

Cüce Düzensiz Galaksiler: Genellikle küçük kütleli, düşük parlaklıkta ve belirli bir şekli olmayan galaksilerdir. Büyük düzensiz galaksilere (Örneğin: Büyük Macellan Bulutu) benzerler, ancak boyut ve yıldız içeriği açısından daha küçüktürler. Bu galaksiler, kaotik yapıları ve aktif yıldız oluşum bölgeleriyle dikkat çekerler.

Gelgit Cüce Galaksiler: Galaksilerin birbiriyle etkileşime girmesi sırasında, özellikle büyük galaksilerin çarpışması veya yakın geçişi sonucu oluşan küçük kütleli galaksilerdir. Bu galaksiler, gelgit kuvvetleri nedeniyle ana galaksilerden kopan gaz, toz ve yıldızlardan meydana gelir. Adlarını, bu oluşum sürecinde etkili olan gelgit (tidal) etkileşimlerinden alır.

Andromeda’nın cüce galaksileri, hem erken evrendeki oluşum süreçlerinden hem de Andromeda ile dinamik etkileşimlerden oluşmuşlardır. Bu galaksiler, Andromeda’nın etrafında dönmeye devam ediyorlar.

Bilim insanları, bu cüce galaksileri inceleyerek galaksilerin oluşumu, karanlık maddenin dağılımı ve evrenin evrimi hakkında daha fazla bilgi edinmeye çalışıyorlar. Andromeda’nın yakınlığı (yaklaşık 2.5 milyon ışık yılı), bu sistemlerin detaylı incelenmesini mümkün kılmakta.

Paylaşın

Neandertaller, 110 Bin Yıl Önce “Büyük Bir Nüfus Çöküşü” Yaşadı

Yeni bir araştırma, yaklaşık 40 bin yıl önce soyu tükenen Neandertallerin düşünülenden çok daha erken bir dönemde yok oluşa doğru yol almış olabileceğini öne sürüyor.

Haber Merkezi / Araştırmada, 110 bin yıl önce Neandertalleri neredeyse yok eden bir “popülasyon darboğazı” yaşadığı keşfedildi.

Bir tür içindeki genetik çeşitlilikte ani bir azalma olduğunda bir “popülasyon darboğazı” meydana gelir. Bir tür içindeki bu darboğazlar, iklim değişikliği, avlanma veya soykırım gibi bir dizi süreç tarafından ortaya çıkabilir.

Nature Communications dergisinde yayınlanan araştırmada yer alan bilim insanları, Neandertallerin iç kulağının şeklinin yaklaşık 400 bin yıllık bir zaman dilimi içinde nasıl değiştiğini inceleyerek bu darboğazı tespit etti.

Neandertallerin 110 bin yıl önce neredeyse yok olmalarına neden olacak konu, bilim insanlarının uzun süredir cevabını aradıkları bir soruydu.

Bu dönem, son Buzul Çağı’nın en soğuk evrelerinden biri olan “Son Glasyal Maksimum”dan önceki bir zaman dilimine denk geliyor.

Bu dönemde, Neandertal nüfusundaki azalmayı açıklamaya çalışan birkaç olası sebep var:

İklim değişiklikleri: 110 bin yıl önce buzul çağının derinleşmesiyle birlikte, Neandertallerin yaşadığı Avrupa ve Batı Asya bölgelerinde sıcaklık dramatik şekilde düştü. Bu, besin kaynaklarını kısıtladı.

Nüfus azlığı ve izolasyon: Neandertallerin küçük ve dağınık popülasyonlar halinde yaşadıkları biliniyor. İklim kötüleştikçe, bu izole gruplar birbirleriyle yeterince temas kuramayıp genetik havuzlarını yenileyememiş olabilir.

Rekabet ve adaptasyon: Aynı dönemde Homo sapiens (modern insan) henüz Neandertallerin bölgelerine tam anlamıyla yayılmamıştı, ama bazı erken insan türleri ile rekabet etmiş olabilirler.

Neandertallerin avlanma teknikleri ve yaşam tarzları, hızla değişen koşullara adapte olmakta yetersiz kalmış olabilir.

Doğal afetler veya hastalıklar: Çevresel felaketler veya bilinmeyen salgın hastalıklar da bu dönemde Neandertal nüfusunu etkilemiş olabilir, ancak buna dair kanıtlar sınırlı.

Paylaşın

Aaron Yasası Nedir, Temel Amaçları Nelerdir?

Aaron Yasası, Bilgisayar Sahtekarlığı ve Kötüye Kullanımı Yasası’nı (CFAA) reform etmeyi amaçlayan ve öncelikli olarak bilgisayar suçlarıyla ilişkili cezaların ciddiyetini ve kapsamını azaltmaya odaklanan önerilen bir yasadır.

Haber Merkezi / Yasa, 2013 yılında, çevrimiçi veri tabanı JSTOR’dan milyonlarca akademik makaleye yasadışı olarak erişip bunları indirmekle suçlanan federal suçlamaların ardından kendi canına kıyan internet aktivisti Aaron Swartz’ın anısına adlandırılmıştır.

Aaron Yasası, bilgisayar ile ilgili suçlar için açık ve adil standartlar sağlamayı, meşru erişim hakları ile siber suç faaliyetleri arasında bir denge kurmayı ve Swartz gibi kötü niyetli veya zararlı davranışlarda bulunmayan kişilerin haksız cezalandırılmasını önlemeyi amaçlamaktadır.

Aaron Yasası’nın birincil amacı, hukuk sisteminin aşırıya kaçmasını önlemek ve küçük veya kötü niyetli olmayan bilgisayar ile ilgili faaliyetlerde bulunan kişilerin orantısız bir şekilde cezalandırılmamasını sağlamaktır.

Örneğin, Aaron Yasası, şu anda CFAA kapsamında olan ve aynı suçlar için tekrarlayan cezalara yol açabilen ‘aynı eylem için birden fazla ceza’ ilkesini ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Ayrıca, yasa, istismarcı siber suç faaliyetleri ile hizmet şartları ihlalleri, araştırma veya ihbarcılık gibi diğer faaliyetler arasında ayrım yapmak için “yetkisiz erişim” tanımını açıklığa kavuşturmayı ve daraltmayı amaçlamaktadır.

Aaron Yasası, CFAA’nın bu yönlerini hedef alarak, bilgisayar kaynaklı suçların ele alınması için daha adil bir yasal çerçeve sağlamayı ve internet ile dijital teknolojiyi yönlendiren yenilikçilik ruhuna saygı göstermeyi amaçlıyor.

Aaron Yasası hakkında sıkça sorulan sorular:

Aaron Yasası nedir?

Aaron Yasası, Amerika Birleşik Devletleri’nde Bilgisayar Dolandırıcılığı ve Kötüye Kullanımı Yasası’nı (CFAA) yeniden düzenlemeyi amaçlayan önerilen bir yasadır. Adını, bir bilgisayar sistemine yetkisiz erişimle ilgili ihlaller nedeniyle CFAA kapsamında suçlanan bir İnternet aktivisti olan Aaron Swartz’dan almıştır.

Aaron Yasası’nı kim ortaya attı?

Aaron Yasası, Aaron Swartz’ın trajik intiharının ardından Temsilciler Meclisi’nde Temsilci Zoe Lofgren ve Senato’da Senatör Ron Wyden tarafından önerildi.

Aaron Yasası’nın temel amaçları nelerdir?

Aaron Yasası’nın temel hedefleri, yetkisiz erişimin parametrelerini açık bir şekilde tanımlamak, hizmet şartları sözleşmelerinin ihlalini suç olmaktan çıkarmak ve CFAA kapsamında küçük suçlara verilen ağır cezaları sınırlamaktır.

Aaron Yasası’nın günümüzdeki durumu nedir?

Aaron Yasası henüz ABD Kongresi’nden geçmedi. 2013’teki ilk teklifinden bu yana, mevzuat birçok kez revize edildi ve yeniden sunuldu ancak yasa haline gelmek için yeterli ivme kazanamadı.

Aaron Yasası neden önemlidir?

Aaron Yasası önemlidir çünkü CFAA’nın keyfi kullanımını ve yanlış yorumlanmasını önlemeyi, verilen cezaların suç düzeyine orantılı olmasını sağlamayı amaçlar. Yetkisiz erişim tanımını iyileştirerek ve hizmet şartları ihlallerini hariç tutarak, mevzuat meşru bilgisayar güvenliği araştırmalarının, inovasyonlarının ve diğer zararsız faaliyetlerin haksız yere kovuşturulmasını önleyebilir.

Paylaşın

Bilim İnsanları Yaşama Elverişli Yeni Bir Gezegen Keşfetti

Dünya’nın kütlesinin yaklaşık altı katı büyüklüğünde yaşamaya elverişli yeni bir gezegen keşfedildi. Güneş’e çok benzeyen bir yıldızın yörüngesinde yer alan gezegen yaklaşık 20 ışık yılı uzaklıkta.

Gökbilimciler, etrafında döndüğü yıldızın yaşanabilir bölgesinde yer alan ve yüzeyinde sıvı su barındırabilecek denli uygun sıcaklıklara sahip bir ötegezegen keşfetti.

Yüzeyinde sıvı halde su bulundurabilecek koşullara sahip gezegenler, ‘yaşanabilir bölgede’ diye tanımlanıyor. Zira gezegenler yıldıza daha yakın olduklarında sıcaklık arttığı için su buharlaşıyor, daha uzak olduğunda ise su donuyor. Yaşanabilir bölgede yer alan gezegenler ise tıpkı Dünya gibi daha uygun sıcaklık koşullarına sahip oluyor. Bu yüzden bu gezegenler, yaşam barındırması muhtemel cisimler olarak görülüyor.

Hakemli bilimsel dergi Astronomy & Astrophysics’te yayınlanan yeni bir çalışmada ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, HD 20794 d adı verilen yeni gezegen, Dünya’nın kütlesinin yaklaşık altı katına sahip. Üstelik HD 20794 d, Güneş’e çok benzeyen bir yıldızın yörüngesinde dönüyor ve nispeten yakında, 20 ışık yılı uzaklıkla yer alıyor.

Bu da onu gökbilimcilerin bildiği en yakın “potansiyel olarak yaşanabilir” gezegenlerden biri yapıyor. Gezegen hakkında hala cevaplanması gereken bazı önemli sorular var ve üzerinde yaşam olup olmadığını kesinkes söylemek için henüz çok erken. Ancak gökbilimciler yaşanabilirlik konusunda son derece umutlu.

Oxford Üniversitesi’nden astrofizikçi ve çalışmanın ortak yazarı Michael Cretignier, “Gezegenin varlığını doğrulayabilmek benim için büyük bir mutluluktu,” dedi ve ekledi: “Çok yakın olması nedeniyle, gelecekteki uzay görevlerinde bunun bir görüntüsünün elde edilmesi için de umut var.”

Futurism’in aktardığına göre, gezegenin etrafında döndüğü 82 G. Eridani adlı yıldız, Güneş gibi bir sarı cüce. Güneş’in kütlesi bu yıldızınkinin yüzde 80’ine denk geliyor. Ancak bu yıldız Güneş’ten daha yaşlı ve biraz daha sönük.

Bunun yanı sıra HD 20794 d’nin yörüngesi eliptik. Bu nedenle yıldızından uzaklığı önemli ölçüde değişebiliyor. Bu da gezegenin yüzeyindeki koşulları epey değişken hale getirebilir, önemli sıcaklık değişimleri olabilir. Örneğin gezegen yolunun en uzak noktasındayken suyu donabilir. Yine de bilim insanları, bu gezegeni mutlaka araştırmak gerektiğini düşünüyor.

Cretignier, “Yaşanabilir bir bölgede yer alması ve Dünya’ya nispeten yakın olması nedeniyle bu gezegen, potansiyel yaşamı gösteren biyolojik belirtileri aramak için ötegezegenlerin atmosferlerini karakterize edecek gelecekteki görevlerde önemli bir rol oynayabilir,” ifadelerini kullandı.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

Aakash Nedir Ve Özellikleri Nelerdir?

Aakash,, Hindistan’da eğitimi desteklemek için geliştirilen düşük maliyetli bir Android tabanlı tablet bilgisayardır. Bu tablet girişimi, Hindistan Hükümeti tarafından Bilgi ve İletişim Teknolojileri ile Eğitim Ulusal Misyonu’nun bir parçası olarak başlatıldı.

Haber Merkezi / Amacı, öğrencilere öğrenme deneyimlerini geliştirmek için uygun fiyatlı bilgi işlem cihazları sağlayarak dijital uçurumu kapatmaktır.

Aakash tabletler, dijital okuryazarlığı teşvik etmek, eğitim sonuçlarını iyileştirmek ve inovasyonu desteklemek için tasarlanmış Wi-Fi, dokunmatik ekranlar ve önceden yüklenmiş eğitim uygulamaları gibi temel özelliklerle donatılmıştır.

Özetle, Aakash tabletinin önemi, teknolojiyi daha erişilebilir ve uygun fiyatlı hale getirerek Hindistan ve diğer gelişmekte olan ülkelerdeki eğitim ortamını dönüştürme potansiyelinde yatmaktadır.

Aakash, Ubislate olarak da bilinir, Hindistan’da eğitim sektörüne, özellikle öğrencilere ve çalışan profesyonellere hitap etmek için üretilen düşük maliyetli bir tablet bilgisayar serisidir. Aakash’ı geliştirmenin amacı, özellikle düşük gelirli hanelerden gelen kullanıcıların günümüzün hızla gelişen bilgi toplumuna daha etkili bir şekilde katılmalarını sağlayacak son teknolojiye uygun fiyatlı erişim sağlayarak dijital uçurumu kapatmaktı.

Aakash’ın ardındaki vizyon, bireyleri günümüzün rekabetçi küresel ortamında başarılarına katkıda bulunacak bilgi ve araçlarla güçlendirmekti. Aakash tableti, çok sayıda eğitim uygulaması, multimedya içeriği ve internet bağlantısıyla önceden yüklenmiş olarak gelir ve bu da onu öğrenciler için olağanüstü bir öğrenme aracı yapar.

Ayrıca cihaz, kullanıcılarına elektronik ders kitapları, video dersleri, ödevler ve değerlendirme sınavlarına erişim sağlayarak eğitim kalitesini artırmaya yönelik hükümet girişimlerine yardımcı olur ve böylece öğrenmeyi daha etkileşimli ve ilgi çekici hale getirir. Profesyoneller de beceri geliştirmeye yardımcı olduğu ve kariyer gelişimlerine katkıda bulunabilecek zengin bilgi ve kaynaklara erişim sağladığı için Aakash tabletinden faydalanır.

Aakash, uygun maliyetli bir çözüm sunarak dijital katılımı teşvik etmeyi, yeniliği teşvik etmeyi ve Hindistan’ın hem kırsal hem de kentsel alanlarında yeni büyüme yolları yaratmayı amaçlıyor.

Aakash hakkında sıkça sorulan sorular:

Aakash nedir?

Aakash, DataWind tarafından özel olarak eğitim amaçlı tasarlanmış, Hindistan yapımı, düşük maliyetli bir tablet bilgisayardır. Ülkenin, ülke çapındaki öğrenciler için teknolojiyi erişilebilir ve uygun fiyatlı hale getirme amacının bir parçası olarak geliştirilmiştir.

Aakash tabletin özellikleri nelerdir?

Aakash tablet, dokunmatik ekran, Wi-Fi, USB portu gibi temel özelliklerle birlikte gelir ve çeşitli multimedya formatlarını destekler. Android işletim sisteminde çalışır ve kullanıcıların eğitim uygulamaları ve içerikleri indirmelerine olanak tanıyan özelleştirilebilir bir arayüz sağlar.

Aakash tablet kullanımından kimler faydalanabilir?

Aakash tablet öncelikle öğrenciler, öğretmenler ve eğitim kurumları için tasarlanmıştır. Çeşitli yaş grupları ve disiplinlerdeki kullanıcılar için öğrenme deneyimini geliştirebilecek uygun fiyatlı, taşınabilir ve kullanımı kolay bir cihaz sağlar.

Aakash tablet diğer cihazlarla uyumlu mu?

Aakash tablet, klavyeler, fareler ve harici depolama aygıtları gibi diğer aygıtlara bağlanmasını sağlayan bir USB bağlantı noktasıyla birlikte gelir. Ayrıca, kullanıcıların internete ve uyumlu yazıcılara ve diğer çevre birimlerine bağlanmasını sağlayan Wi-Fi’yi destekler.

Aakash tableti eğitim dışında başka amaçlarla da kullanabilir miyim?

Aakash tabletin temel odağı eğitim olsa da, kullanıcıların eğlence, iletişim ve üretkenlik için çeşitli uygulamaları indirip kullanmasına olanak tanıyan Android işletim sistemiyle çalışıyor.

Paylaşın

Çin, Gerçek Elmastan Yüzde 40 Daha Sert Elmas Üretti

Çinli bilim insanları, gerçek elmastan yüzde 40 daha sert yapay elmas üretti. Bu, kesme ve parlatma aletleri gibi birçok önemli sektörde çığır açabilecek bir gelişmeye neden olabilir.

En sert elmaslar, şimdiye kadar asteroit ve meteor kraterlerinde bulunmuştu; bu da bu elmasların nadir ve genellikle çok küçük oldukları anlamına geliyor.

Doğal ve sentetik elmasların çoğu kübik yapıya sahiptir, ancak kraterlerde bulunan ve lonsdaleite olarak bilinen en sert elmaslar altıgen yapıya sahiptir.

Lonsdaleite ilk olarak 1967 yılında Arizona’daki Canyon Diablo meteoritinde keşfedilmişti. Bu malzemenin laboratuvarlarda sentezlenmesi de birkaç çalışmanın ötesinde doğrulanmamıştı.

Ancak bilim insanları, lonsdaleit diye bilinen bu tür bir altıgen elmasın (hexagonal diamond,HD) uygulamalarının, elde edilen çoğu örneğin düşük saflığı ve küçük boyutu nedeniyle “büyük ölçüde keşfedilmemiş” olduğunu söylüyor.

Şimdiyse Nature Materials adlı akademik dergide yayımlanan yeni çalışmada, yüksek oranda sıkıştırılmış grafitin ısıtılmasıyla “iyi kristalleşmiş, neredeyse saf HD” sentezi rapor edildi.

Kuzeydoğu Çin’deki Jilin Üniversitesi’nden Liu Bingbing ve Yao Mingguang liderliğindeki araştırmacılar, bilim insanlarının “post-grafit faz” diye adlandırdıkları şeyden HD’nin oluşturulabileceğini gösteriyor. Bu süreç, grafitin sıcaklık gradyanları altında sıkıştırılması.

Bilim insanları, “Burada, hem yığın hem de nano boyutlu grafitli öncüller için geçerli, yüksek oranda sıkıştırılmış grafiti ısıtarak iyi kristalize edilmiş, neredeyse saf HD sentezini rapor ediyoruz” diye yazdı.

Bu yaklaşımın, ultra küçük HD nano katman yığınları içeren milimetre boyutunda, yüksek oranda yapılandırılmış bir blok oluşumuna yol açtığını buldular.

Bilim insanlarına göre bu “süper elmas” yapı, “1100 santigrat dereceye kadar yüksek termal kararlılık ve 155 gigapascal (GPa) gibi çok yüksek bir sertliğe” sahip. Buna karşılık, doğal elmaslar yaklaşık 100 GPa sertliğe ve yaklaşık 700C’ye kadar termal kararlılığa sahip.

Çalışmada bilim insanları, malzemenin yüksek termal kararlılığı ve sertliğinin “endüstriyel uygulamalar için büyük bir potansiyele sahip olduğunu” belirtiyor.

Bulguların aynı zamanda yüksek basınç ve sıcaklık altında grafitten elmasa dönüşüm için bir çerçeve sağladığını ve malzemenin uygulamalara uyacak şekilde üretilmesi adına daha fazla fırsat yarattığını söylüyorlar:

“Bulgularımız, yüksek basınç ve sıcaklık altında grafitten elmasa dönüşümle ilgili değerli bilgiler sunuyor ve bu eşsiz malzemenin üretimi ve uygulamaları için fırsatlar sağlıyor.”

Ancak bu, bir HD formunun laboratuvarda ilk kez sentezlenişi değil. SCMP’nin haberine göre, ABD’deki Lawrence Livermore Ulusal Laboratuvarı’ndaki bilim insanlarının yürüttüğü 2021 tarihli bir çalışmada da altıgen elmaslar üretildiği bildirilmişti.

Bilim insanları, bu malzemenin işleme ve delme gibi yaygın uygulamalarda geleneksel elmaslara “üstün bir alternatif” olabileceğini söyledi. Bilim insanları, bu tür altıgen elmasların nişan yüzüklerine de dönüştürülebileceğini belirtti.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Evrenin Yüzde 95’i Hakkında Hiçbir Şey Bilmiyoruz

“Şimdiye kadar hiç kimse bu garip olgunun nasıl ortaya çıktığını açıklayamadı, ve karanlık enerjiyi açıklamak modern bilimin en zorlu sınavlarından biri olmaya devam ediyor.”

Haber Merkezi / Üsteki alıntı, yazar ve fizikçi Guido Tonelli’nin “Madde: Muhteşem İllüzyon” adlı eserinden.

“Madde: Muhteşem İllüzyon”, karanlık enerjinin keşfini ve evrenin genişlemesini yönlendirdiği bilinen bu garip olguyu açıklamaya yönelik çok sayıda araştırmayı yeniden değerlendiriyor.

Karanlık enerjinin keşfi, herkes için tam bir sürprizdi. Bilim insanları, karanlık enerjiye ilişkin veriler karşısında gözlerine inanamadılar. Ama, veriler karanlık enerjinin varlığına ilişkin şüpheye yer bırakmıyordu.

Evrenin genişlediği hız sabit değildi; aksine, bir süredir her şey her şeyden giderek daha hızlı bir şekilde uzaklaşıyordu.

Bilim insanlarının gördükleri, bekledikleriyle çelişiyordu; durum, evrenin ivmeli genişlemesi fikrine aykırıydı. Bilim insanları, yerçekiminin uyguladığı kuvvetin uzay – zamanın genişleme hızını azaltacağını bekliyordu, ama tam tersi oluyordu.

Bilim insanları, uzun yıllar boyunca, verilerin işaret ettiği şeyin gerçek olup olmadığını veya ölçümlerde hatalar yapılıp yapılmadığını anlamaya çalıştılar, ve sonunda verilerin doğru olduğunu kabul etmek zorunda kaldılar.

Yeni bir doğal olgunun gözlemlendiğine dair hiçbir şüphe yoktu, ancak bu durum tamamen beklenmedikti.

Stockholm’deki İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi, karanlık enerjinin keşfini gerçekleştiren Saul Perlmutter, Brian Schmidt ve Adam Riess’in araştırmalarını kabul etti ve bu bilim insanlarını keşiflerinden dolayı 2011 Nobel Ödülü ile ödüllendirdi.

Her şeyi her şeyden uzaklaştıran ve kesinlikle bilinmeyen bir enerji türü: Karanlık enerji.

Karanlık enerjiye ilişkin bir grup bilim insanı, bir tür anti yerçekimi, çekici olmaktan çıkıp itici hale gelen aşırı garip bir yerçekimi fikrini öne sürerken, bir grup bilim insanı da, pozitif bir enerji fikrini öne sürdü.

Pozitif enerji fikri yıllar öncesine dayanır, bu fikri ilk ortaya atan Albert Einstein’dı.

Bu gizemli enerji biçiminin kökenini anlamaya çalışan bilim insanları, evrenin genişleme hızının, farklı bölgelerde, aynı olup olmadığını saptadılar, ve bu olgunun sonradan baskın hale geldiğini fark ettiler. Evren, uzun bir süre boyunca, şu anki hızından farklı bir hızda genişledi.

Ancak, şimdiye kadar hiç kimse karanlık enerjinin neden veya nasıl ortaya çıktığını açıklamayı başaramadı ve karanlık enerji modern bilimin en zorlu sorularından biri olmaya devam ediyor.

Karanlık enerjinin kökenine dair bilinmezlik devam etse de, karanlık enerjinin evrenin geometrisi ve maddenin yoğunluğundaki mekansal dalgalanmalar üzerindeki etkilerinin ölçümleri, bu bileşenin evrenin maddi bileşimindeki ağırlığının ölçülmesini mümkün kılmıştır.

Sonuç, karanlık enerji evrenin toplam kütlesinin yaklaşık yüzde 68’ine katkıda bulunuyor. Evrenin yaklaşık üçte ikisi bu bilinmez bileşenden oluşuyor.

Karanlık enerjinin katkısını da topladığımızda, evrenin yüzde 95’i hakkında hiçbir şey bilmediğimizi kabul etmek zorunda kalıyoruz.

Paylaşın