Albert Einstein Her Şeyi Doğru Tahmin Etmiş

Tüm zamanların en iyi fizikçilerinden birisi olarak kabul edilen Albert Einstein’ın 20. yüzyılın başında ortaya attığı ve en ünlü teorisi olarak kabul edilen “Genel Görelilik Teorisi” doğrulandı.

Genel Görelilik Teorisi: Kütleye sahip olan bütün cisimler etrafındaki uzay-zaman dokusunu büker. Gezegen ve yıldız gibi diğer cisimler de bu bükülmeye yörüngelerini değiştirerek karşılık verir.

ABD’deki Michigan Üniversitesi’nden Dragan Huterer “Einstein’ın genel görelilik teorisi, büyük kütleli cisimlerin kendi yarattıkları kütleçekim alanındaki hareketlerini açıklıyor. Sahip olduğumuz en başarılı fizik teorilerinden biri” diyerek ekliyor:

Ancak hızlanan evrenin keşfi, genel göreliliğin belki de değiştirilmesi gerektiğine dair önerilere yol açtı.

Huterer ve ekip arkadaşları 2019’dan beri devam eden Karanlık Enerji Spektroskopik Enstrümanı (DESI) çalışmasının bulgularını inceleyerek bu teoriyi test etti.

Evrenin son 11 milyar yılına yayılmış yaklaşık 6 milyon galaksiye dair gözlemleri analiz eden bilim insanları, Einstein’in teorisini bugüne kadarki belki de en büyük sınavına soktu.

Henüz hakem denetiminden geçmeyen ve ön baskı sunucusu arXiv’de üç ayrı makale halinde yayımlanan bulgular, fizikçiyi haklı çıkardı.

Evrenin genişlemesinin yarattığı dışa doğru çekime karşı kütleçekimin bu galaksileri kozmik ağda bir araya getirme ve bu ağın zaman içinde evrimleşme şekli, Einstein’ın ünlü teorisi tarafından yapılan tahminlerle tam olarak uyumluydu.

Bilim insanları kütleçekimin daha büyük ölçeklerde davranışının değişip değişmediğini uzun zamandır merak ediyor.

Genel göreliliği temel alan standart kozmolojik modele göre evrenin çok küçük bir kısmı gözlemlenebilen maddeden oluşuyor. Yaklaşık yüzde 68’inin karanlık enerji ve yüzde 27’sinin de karanlık maddeden oluştuğu varsayılıyor.

Işıkla etkileşime geçmedikleri için gözlemlenemeyen bu iki şeyin doğası da tam olarak bilinmiyor. Karanlık maddenin özellikle evrenin ilk yıllarında galaksilerin oluşumunda büyük bir rol oynadığı, karanlık enerjinin de evrenin genişleme hızını arttırdığı öne sürülüyor.

Ancak bazı gözlemlerin standart modelin savunduklarıyla örtüşmemesi, itirazlara yol açıyor. Standart modele karşı çıkan bazı bilim insanları Değiştirilmiş Newton Dinamiği (Modified Newtonian Dynamics / MOND) teorisini destekliyor.

Bu teori, kütleçekimin evrenin her yerinde aynı şekilde işlemediğini savunuyor.

Yeni bulgular standart modelle çelişen gözlemleri tamamen açıklamıyor ancak MOND teorisine güçlü bir darbe vurduğu söylenebilir.

Araştırma ekibi ayrıca DESI bulgularının dinamik bir karanlık enerjiye işaret ettiğini söylüyor.

Dallas’taki Texas Üniversitesi’nden Mustapha Ishak-Boushaki, ortak liderliğini üstlendiği çalışma hakkında “Karanlık enerji dinamik ve zayıflıyor gibi görünüyor. Bu da sonsuza kadar genişlemesi gerekmeyen evrenin evriminin geleceğini değiştiriyor” diyerek ekliyor:

Karanlık enerjinin dinamik olduğuna dair güçlü ipucu, 1998’de evrenin ivmelenerek genişlediğinin keşfedilmesinden bu yana elde edilen en önemli bulgu.

Dünya çapından 900’den fazla araştırmacıyı bir araya getiren DESI projesi hâlâ devam ediyor. Tamamlandığı zaman neredeyse 40 milyon galaksiyi incelemesi hedeflenen projenin, evrenin en büyük gizemlerini aydınlatması bekleniyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Bilim İnsanları, Güneş Sistemi’nde “Yıldızlararası Tünel” Keşfetti

Bilim insanları, yakın zamanda Güneş Sistemi’nin etrafında yaklaşık bin ışık yılı boyunca uzanan geniş bir boşluk olan Yerel Sıcak Kabarcığı’nı (LHB) haritaladı.

Oluşumu antik süpernova patlamalarına dayanan bu düşük yoğunluklu bölge, bilim insanlarını büyülüyordu.

Çığır açan yeni bir araştırma, Yerel Sıcak Kabarcığı’nın (LHB) bir özelliğini ortaya çıkardı: Centaurus takımyıldızına doğru bir yıldızlararası tünel. Bilim insanlarına göre tünel, başka yıldız sistemlerine bağlanabilir.

Bilim insanları, Güneş Sistemi’nde başka yıldız sistemlerine bağlanabilecek bir “yıldızlararası tünel” bulduklarını açıkladı.

Astronomy & Astrophysics (AA) adlı hakemli bilimsel dergide yayınlanan araştırmaya göre tünel, yüzlerce ışık yılına denk bir alanı kapsayarak Güneş Sistemi’ni çevreleyen ve “Yerel Sıcak Kabarcık” olarak bilinen muazzam sıcaklıktaki gaz yapısının bir parçası.

Bulgular, bu tünelin yakındaki daha büyük bir kabarcıkla bağlantı kurabileceğini gösteriyor.

Almanya’daki Max Planck Dünya Dışı Fizik Enstitüsü’nden bilim insanları, Dünya atmosferinin tamamen dışındaki ilk x-ışını gözlemevi olan eROSITA teleskobunun topladığı verileri inceledi.

Bilim insanları, Yerel Sıcak Kabarcık’ın üç boyutlu modelini oluşturarak bu devasa yapının önceden bilinen bazı özelliklerini doğruladı. Ancak aynı zamanda tamamen yeni özellikler de buldu.

Michael Freyberg, “Bilmediğimiz şey, daha soğuk olan yıldızlararası ortamda bir boşluk açarak Centaurus’a doğru uzanan bir yıldızlararası tünelin varlığıydı,” dedi.

Yerel Kabarcık’ın varlığı, 50 yıldan uzun bir süre önce, gözlemlerin arka planındaki X-ışını radyasyonunun varlığını açıklamak için ortaya atıldı.

Yıldız sistemleri arasındaki boşluk, dağınık gaz ve toz bulutlarıyla dolu olduğundan bu düşük enerjili X-ışını emisyonlarının, gök bilimcilerin onları tespit etmesinden çok önce emilmiş olması gerekiyordu.

Bilim insanları, bu kabarcığın, yaklaşık 14 milyon yıl önce bir dizi süpernovanın yakınlardaki tüm gaz ve toz bulutunu savurarak yaklaşık 1.000 ışık yılı çapında bir boşluk oluşturmasıyla doğduğunu düşünüyor. Buna kanıt olarak, eski süpernovaların kalıntıları sunuluyor.

Yeni araştırmanın yazarları, keşfettikleri yıldızlararası tünelin, yıldızların saldığı enerji patlamalarıyla oluşan ve tüm Samanyolu Galaksisi’ni kaplayan yıldızlararası ortam ağının parçası olabileceğini öne sürüyor.

Yıldızlararası tünelle birlikte, Yerel Kabarcık’ın ayrıntılı modellemesi, kuzey bölgesinin güneyden belirgin şekilde daha sıcak olduğunu da gösterdi.

Bu da son birkaç milyon yılda, kabarcığı genişleten ve içindeki maddeyi tekrar ısıtan yeni süpernovaların gerçekleşmiş olabileceğini düşündürüyor.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

“Kara Delik”lerin Dinamik Çekirdeği

“Kara Delik”ler bilim insanlarını büyülemeye devam ediyorlar… Ancak kara delikler, doğa yasalarına dair anlayışımızı zorlayan birçok gizemi de hala barındırabiliyorlar.

Haber Merkezi / Şimdiye kadar yapılan araştırmaların çoğu, kara deliklerin dış özelliklerine ve onları çevreleyen ortamlara odaklanmış, iç özelliklerini büyük ölçüde karanlıkta bırakmıştır.

Physical Review Letters’da yayınlanan yeni bir araştırma, kara deliklerin iç özelliklerini inceliyor.

Güney Danimarka Üniversitesi’ndeki CP3-Origins araştırma merkezinden Raul Carballo-Rubio, araştırmaya ilişkin yaptığı değerlendirmede, “büyük ölçüde henüz keşfedilmemiş olan kara deliklerin iç dinamiklerinin, bu nesnelere ilişkin anlayışımızı, hatta dışsal bir bakış açısıyla bile, kökten değiştirebileceğidir” ifadelerini kullanıyor.

Kerr kara deliği, 1963 yılında Yeni Zelandalı fizikçi Roy Kerr tarafından bulunan bir çözümdür. Kerr, genel görelilik denklemlerini dönen ve elektrik yüksüz bir kara deliğe uygulayarak, kara deliğin uzay-zaman geometrisini tanımlayan bir formül elde etti.

Bu formül, Schwarzschild çözümünün genelleştirilmesidir. Schwarzschild çözümü, 1916 yılında Alman astronom Karl Schwarzschild tarafından bulunan ve dönmeyen ve elektrik yüksüz bir kara deliği tanımlayan ilk modern çözümdür.

Kerr çözümüne göre, dönen bir kara deliğin olay ufkunun şekli küresel değil, eliptiktir. Ayrıca, olay ufkunun dışında, kara deliğin dönmesinden kaynaklanan bir ergosfer adı verilen bir bölge vardır. Ergosferde, uzay-zamanın kendisi dönerek etraftaki maddeyi ve ışığı sürükler. Bu bölgede bulunan bir cisim veya ışın, kara deliğin enerjisinden faydalanarak kaçabilir. Bu sürece Penrose süreci denir.

Kerr kara deliği ayrıca iki olay ufku arasında bulunan bir Cauchy yüzeyine sahiptir. Bu yüzey, uzay-zamanda geleceği belirleyen başlangıç koşullarını içerir. Ancak, bu yüzeyin üzerindeki herhangi bir noktadan geçen ışınlar sonsuza kadar kaçamazlar. Bu nedenle, bu yüzeyin üzerindeki fiziksel süreçler gözlemleyiciler tarafından izlenemez.

Ancak üstte bahsedilen yakın tarihli araştırma, bu nesnelerin iç kısmıyla ilgili kritik bir sorunu vurguluyor. Statik bir iç ufkun sonsuz bir enerji birikimiyle karakterize olduğu biliniyorken, dinamik kara deliklerin bile nispeten kısa zaman ölçeklerinde önemli bir kararsızlığa maruz kaldığını gösteriyor.

Bu kararsızlık, kara deliğin genel yapısını önemli ölçüde etkileyebilecek ve böylece onu değiştirebilecek sonlu ancak son derece büyük bir değere ulaşana kadar artan bir enerji birikiminden kaynaklanmaktadır.

Bu dinamik sürecin nihai sonucu belirsiz. Ancak araştırma, bir kara deliğin en azından uzun zaman ölçeklerinde Kerr geometrisinde sabitlenemeyeceğini ima ediyor.

Prof. Stefano Liberati, araştırmaya ilişkin yaptığı açıklamada, “Bu sonuç, Kerr çözümünün, önceki varsayımların aksine, gözlemlenen kara delikleri, en azından varoluşlarının tipik zaman ölçeklerinde doğru bir şekilde tanımlayamayacağını gösteriyor” diyor.

Paylaşın

Kara Delikler Evrenin Genişlemesini Yönlendiriyor Olabilir

Bilim insanları, evrenin hızlanan genişlemesini yönlendiren ve gizemli enerji olarak tanımlanan karanlık enerjinin kara deliklerle bağlantılı olabileceğine dair kanıtlar bulmuş olabilir.

Haber Merkezi / Karanlık enerji, evrenin yaklaşık yüzde 70’ini oluşturuyor ve 13,8 milyar yıl önce gerçekleşen Büyük Patlama’nın ardından ortaya çıkan evrenin büyümesini yönlendirdiği düşünülüyor.

Ancak gizemli enerjinin tam olarak nereden geldiği ise belirsizliğini koruyor. Son yıllarda bazı bilim insanları, karanlık enerjinin tüm evrene yayılmak yerine devasa kara deliklerin merkezinde yer alabileceğini öne sürüyorlar.

Journal of Cosmology and Astroparticle Physics’te yayınlanan yeni bir araştırma, görünüşte ilgisiz bu iki olgu arasında bir bağlantı olduğuna dair ilk ipuçlarını bulduğunu iddia ediyor: Evren yaşlandıkça artan karanlık enerji yoğunluğu ile büyüyen kara deliklerin kütlesi arasındaki bir eşleşme.

Michigan Üniversitesi’nden Fizik Profesörü Gregory Tarle, “Kendinize ‘Evrenin sonraki dönemlerinde yer çekimini evrenin başlangıcındaki kadar güçlü olarak nerede görüyoruz?’ sorusunu sorarsanız, cevap kara deliklerin merkezindedir” dedi ve ekledi:

“Büyüme sırasında olanların tersine işlemesi, kütleli bir yıldızın maddesinin yer çekimi çöküşü sırasında tekrar karanlık enerjiye dönüşmesi mümkün, tıpkı tersten küçük bir Büyük Patlama gibi.”

Bilim insanları, kranlık enerjinin kara deliklerle bağlantılı olabileceğine dair ipuçları aramak için, ABD’nin Arizona Eyaleti’ndeki Nicholas U. Mayall 4 metrelik Teleskobu’na monte edilmiş Karanlık Enerji Spektroskopik Aleti’ni (DESI) kullandılar. DESI, evrenin günümüze kadar nasıl genişlediğini incelemek için milyonlarca galaksinin aylık konumlarını belirliyor.

Bilim insanları, evrenin farklı evrelerinde karanlık enerji ile kara delik büyümesine ilişkin verileri karşılaştırarak ilgi çekici bir gözlemde bulundular.

Hawaii Üniversitesi’nden Fizik Doçenti Duncan Farrah, yeni kara delikler oluştukça, evrendeki karanlık enerji miktarının da doğru şekilde artığını belirterek, “Bu, kara deliklerin karanlık enerjinin kaynağı olması ihtimalini daha da makul kılıyor” dedi.

Hipotez doğrulanırsa, ile ilgili bir bilmeceyi çözmeye yardımcı olabilir. Gregory Tarle, “Temel olarak, kara deliklerin, içinde var oldukları evrenle bağlantılı olarak karanlık enerji olup olmadığı artık sadece teorik bir soru olmaktan çıktı, bu artık deneysel bir soru” ifadelerini kullandı.

Paylaşın

Doğanın En Tuhafı: Kara Kırlangıç Balığı

Okyanus derinliklerinde yaşam zordur: Karanlık, soğuk ve muazzam basınç. Bu derinliklerinde yaşayan canlılar için işleri daha da zorlaştıran şey, çok fazla yiyecek olmaması.

Haber Merkezi / Okyanus derinliklerinde yaşayan hayvanlar ya yüzeyden batan organik madde parçalarını yakalamak ya da birbirlerini avlamak zorunda. Bu hayvanlardan biri de kara kırlangıç ​​balığıdır (Chiasmodon niger).

Uzun dişleri olan fener balığı veya devasa çeneleri olan pelikan yılan balıkları gibi diğer derin deniz balıklarıyla karşılaştırıldığında, kara kırlangıç ​​balıkları o kadar da tuhaf görünmez. Nispeten küçük olan bu balıklar, genellikle 15–20 cm uzunluğundadır.

Ve eğer yakın zamanda yememişlerse, kara kırlangıç ​​balığının ince, sardalya biçimli bir gövdesi vardır. Ancak, yedikten sonra görürseniz, isminin nereden geldiğini anlayabilirsiniz.

Kara kırlangıç ​​balıkları çenelerini sonuna kadar açabilirler ve inanılmaz derecede esnek midelere sahiptirler; mideleri o kadar genişleyebilir ki etraflarındaki deri şeffaf hale gelebilir.

Bu balıkların mideleri devasa boyutlarda şişebilir. Bu, buldukları hemen hemen her şeyi çiğnemeden yutabilecekleri anlamına gelir. Kendilerinin iki katı büyüklüğünde ve vücut ağırlıklarının 10 katından fazla balıkları yutabilirler.

Kara kırlangıç ​​balıkları, avlarını kuyruklarından yakalarlar, sonra dişlerini bir boa yılanı gibi vücudunun üzerinde gezdirirler, ta ki hepsini yutana kadar.

Bu beslenme alışkanlığı şüphesiz 700 ila 3.000 m arasında hayatta kalmak için yararlı bir özellik, ancak bu özelliğin bir dezavantajı var: Sindirme.

Bir yılan için bu bir sorun değil; sadece bir yerde saklanıp işlerine devam edebilirler. Ancak bir balık için, sindirim enzimleri çürümeye başlamadan önce yiyeceklerini parçalayamayabilir.

Eğer böyle bir durum gerçekleşirse, ayrışma gazları kara kırlangıcın karnını bir balon gibi şişirebilir ve balığın yüzeye çıkmasına neden olabilir ki bu da ölümcül ve tek yönlü bir yolculuk olur.

Kara kırlangıç balığı, 1860’lı yıllarda bilim insanlarının su yüzeyinde yüzen, kocaman ve şişkin karına sahip bir canlıyı bulmasıyla keşfedildi.

Daha yakın bir zamanda, 2007 yılında Cayman Adaları’nda bir balıkçı, içinde 86 cm uzunluğunda bir yılan uskumrusunun kalıntıları bulunan 19 cm uzunluğunda bir kara kırlangıç ​​balığı buldu.

Paylaşın

Maymunlar, Evren Yok Olmadan Önce “Shakespeare” Yazamayacak

Araştırmacılar, Dünya üzerindeki her maymuna bir daktilo verilse, evrenin ısıyla yok oluşuna kadar daktilo yazmaya devam etseler bile William Shakespeare’in eserlerini yeniden yazamayacaklarını hesapladı.

Haber Merkezi / Sonsuz maymun teoremi olarak adlandırılan bu teoreme göre, eğer sonsuz sayıda maymununuz olsaydı veya bir maymununuzun sonsuz zamanı olsaydı, verilen herhangi bir metin sonunda kesinlikle yazılacaktı.

Avustralyalı matematikçiler Stephen Woodcock ve Jay Falletta liderliğindeki araştırma, sonsuz maymun teoreminin “yanıltıcı” olduğunu söylüyor.

Araştırma, bir maymunun saniyede bir tuş hızında yazabilmesi durumunda bile “muz” kelimesini başarıyla yazma olasılığının yüzde 5, “maymunum, öyleyse varım” gibi rastgele bir cümle yazma olasılığının ise 10 milyon milyarda bir olduğunu ortaya koydu.

Woodcock, araştırmaya ilişkin yaptığı açıklamada, “Araştırma, teoremi diğer olasılık bulmacaları ve paradoksları arasına yerleştiriyor” dedi.

Sonsuz maymun teoremi nedir?

Sonsuz maymun teoremi, bir daktilonun tuşlarına sonsuz bir süre boyunca gelişigüzel basan bir maymunun belirli bir metni (örneğin William Shakespeare’in tüm yapıtlarını) neredeyse kesin olarak yazabileceğini ortaya koyan matematik teoremidir.

Bu bağlamda, “neredeyse kesin” söz öbeği matematiksel bir terimdir ve “maymun” da gerçek bir maymundan çok, rastgele harflerden oluşan bir diziyi sonsuza dek üreten soyut bir aygıtı ifade eder. Teorem, çok büyük ama sonlu bir sayı hayal ederek sonsuzluk hakkında akıl yürütmenin risklerine dikkat çekmektedir.

Bir maymunun Shakespeare’in Hamlet’i gibi bir yapıtı tümüyle aynı biçimde yazabilme olasılığı o denli küçüktür ki, bu durumun evrenin yaşı ölçeğindeki bir sürede gerçekleşme şansı önemsizdir ama sıfır değildir.

Teoremin çok ya da sonsuz sayıda yazıcı içeren uyarlamaları olduğu gibi, hedef metnin büyüklüğü de bütün bir kütüphane ile tek bir cümle arasında değişebilmektedir. Teoremin kökleri Aristoteles’in Oluş ve Bozuluş Üzerine ve Cicero’nun Tanrıların Doğası adlı yapıtlarıyla Blaise Pascal ve Jonathan Swift’in düşüncelerine dayanmaktadır.

Émile Borel ve Arthur Eddington 20. yüzyılda teoremi, istatistiksel mekaniğin gizli zaman cetvelini ortaya koymak amacıyla kullanmışlardır. Birçok Hristiyan apolojist ve Richard Dawkins, evrim için kullanılan maymun benzetmesinin uygunluğu konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.

Paylaşın

En Hızlı Dönen Nötron Yıldızı Keşfedildi

Uluslararası bir araştırma ekibi, en hızlı dönen nötron yıldızlarından birinin keşfini duyurdu. Dünya’dan 26 bin ışık yılı uzaklıkta yer alan nötron yıldızı saniyede 716 kez dönüyor.

Haber Merkezi / Nötron yıldızları, bir atomun çekirdeği kadar yoğundur. Birkaç on kilometre çapındaki bir nötron yıldızın kütlesi Güneş’in kütlesine eşdeğerdir. Nötron yıldızlarının karakteristik özelliklerinden biri de muazzam dönme hızlarıdır.

Gökbilimciler, saniyede 716 devir gibi şaşırtıcı bir hızla dönen böyle bir nötron yıldızı keşfetmeyi başardılar. Keşfedilen nötron yıldızı, Samanyolu Galaksisi’nin merkezine yakın, Dünya’dan 26 bin ışık yılı uzaklıkta yer almaktadır.

4U 1820-30 adlı ikili sistemin bir parçası olan nötron yıldızının kütlesi Güneş’in 1,4 katı ve çapı yalnızca 12 kilometredir.

4U 1820-30 sistemindeki nötron yıldızı Evren’de gözlemlenen en hızlı dönen nesnelerden biri. Dünya’dan yaklaşık 18 bin ışık yılı uzaklıktaki Terzan 5’te bulunan başka bir nötron yıldızı PSR J1748-2446, dönüş hızı açısından onunla eşleşebilir.

Nötron yıldızı nedir?

Nötron yıldızları, süpernova patlamalarından arta kalan maddelerin kütleçekimi etkisiyle çökmesiyle meydana gelir. Bu yıldızlar neredeyse tamamen nötronlardan oluşsa da az miktarda proton ve elektron da içerir. Bu proton ve elektronlar olmadan nötron yıldızları uzun süre var olmaya devam edemezdi.

Çünkü nötronlar serbest haldeyken kararsızdır ve beta ışıması yaparak kısa süre içinde proton ve elektronlara ayrışır. Ancak yıldızın içindeki yüksek basınç sebebiyle proton ve elektronların birleşerek nötronlara dönüşmesi, nötron yıldızlarının daha kararlı bir yapıya sahip olmasını sağlar.

Nötron yıldızlarının kütleleri Güneş’inkinin 1,44 ila 3 katı olabilir. Bugüne kadar gözlemlenmiş en büyük nötron yıldızının kütlesi ise Güneş’inkinin yaklaşık iki katıdır. Samanyolu içinde yaklaşık 2000 nötron yıldızı olduğu biliniyor. Güneş Sistemi’ne en yakın nötron yıldızları, yaklaşık 400 ışık yılı uzaklıktaki RX J1856.5-3754 ve yaklaşık 424 ışık yılı uzaklıktaki PSR J0108-1431’dir.

Nötron yıldızlarının kütleleri çok büyük olmasına rağmen hacimleri çok küçüktür. Örneğin kütlesi Güneş’inkinin yaklaşık 1,5 katı olan bir nötron yıldızının çapı sadece 10 kilometre civarındadır. Bu durum nötron yıldızlarının yoğunluklarının çok yüksek olmasına neden olur. Öyle ki nötron yıldızlarının yoğunlukları Güneş’inkinin 2,6 x 1014 ila 4,1 x 1014 katıdır.

Nötron yıldızlarının kütleçekimi etkisiyle daha fazla küçülmemelerinin nedeni, Pauli dışarlama ilkesidir. Bu ilke, fermiyon grubu iki parçacığın -örneğin protonlar, elektronlar ve nötronlar- aynı konuma ve aynı kuantum durumuna sahip olamayacağını söyler.

Bu yüzden kütlesi Güneş’inkinin üç katından az olan nötron yıldızlarının yoğunluğu atom çekirdeğindeki yoğunluklar düzeyine ulaştığı zaman çökme durur. Ancak kütlesi Güneş’inkinin beş katından fazla olan nötron yıldızları kararsızdır ve çökmeye devam ederler. Bu yıldızlar karadeliğe dönüşür.

Bazı nötron yıldızlarının kendi etrafındaki dönme hızı çok büyüktür. Bu durumun nedeni -açısal momentumun korunumu yasası gereği- yıldızın hacmi azaldıkça kendi etrafındaki dönme hızının artmasıdır. Bilinen nötron yıldızları içinde kendi etrafında dönme hızı en yüksek olan PSR J1748-2446ad’dir. Bu yıldız her saniye kendi etrafında yaklaşık 716 defa döner.

Bazı nötron yıldızlarının radyo dalgaları ve X-ışınları yaydığı gözlemlenmiştir. Pulsar ya da atarca adı verilen bu yıldızlardan yayılan dalgalar periyodiktir.

Bilinen nötron yıldızlarının yaklaşık %5’i ikili yıldız sistemlerinin üyeleridir. Bu sistemlerdeki nötron yıldızlarının eşleri normal yıldızlar, beyaz cüceler ya da başka nötron yıldızları olabilir. Genel görelilik kuramı, ikili yıldız sistemlerinin kütleçekimsel dalgalar yayacağını ve zaman içinde yıldızlar arasındaki mesafenin azalacağını söyler.

Kütleçekimsel dalgaların varlığı ile ilgili ilk kanıt, nötron yıldızı içeren bir ikili yıldız sisteminin gözlemlenmesi ve yıldızlar arasındaki mesafenin genel görelilik kuramının tahminleriyle uyumlu bir biçimde değiştiğinin bulunmasıyla elde edildi.

Paylaşın

NASA, Mars’ta Gizemli “Yeşil Noktalar” Keşfetti

NASA’nın Perseverance keşif aracı, Mars’ta “Serpentine Rapids” adı verilen bölgede “yeşil noktalar” keşfetti. Dünya’da bu lekeler mikropların faaliyetinin bir işareti olabiliyor.

ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA, Mars’ta da aynı şeyin olduğunu gösteren hiçbir şey bulunmadığı uyarısını yaptı. Ancak bunun kayadaki ilginç ve beklenmedik bir özellik olduğunu ve gezegende önemli bir bulguya işaret edebileceğini belirtti.

Sözkonusu keşif, Perseverance aracının Mars yüzeyindeki bir kaya parçasını kazımasıyla yapıldı. Açtığı 5 santimetrelik kısım, kayada beyaz, siyah ve yeşil lekelerden oluşan, NASA’nın deyimiyle “çarpıcı bir renk dizisi” olduğunu gösterdi.

En büyük sürprizlerden biri de bu kısımda bulunan koyu yeşil renkli lekelerdi. Bu lekeler, etraflarında bulanık ve açık yeşil kenarları olan koyu tonlu kısımlardan meydana geliyor.

Dünya’da pas rengi ya da kanımızdaki kırmızı renk olan oksitlenmiş iyondan oluşan kırmızı kayalar var. Mars’takilere benzer kayalarda bu türden yeşil lekeler görülebiliyor ve bunlar suyun kayaya dönüşmeden önce tortudan akmasıyla oluşuyor. Bu da kimyasal reaksiyonu değiştiriyor ve geride farklı, yeşil renkli bir kimyasal bırakıyor.

Mikroplar bazen Dünya’da bu sürece dahil oluyor. Ancak mikrobik yaşam gerektirmeyen sülfür ve demir arasındaki etkileşimler de dahil başka nedenlerle de meydana gelebiliyor.

NASA’nın Perseverance’ın diğer araçlarını yeşil lekelerin üzerine yerleştirerek bileşimlerini daha iyi anlamak için yeterli alanı yoktu. NASA, bunun bir “gizem” olarak kaldığını belirtti. Ancak uzay ajansı, Mars kayalarında benzer ve beklenmedik özellikler aramaya devam edecek ve bunları keşfedip belki de uzaylı yaşamın ipuçlarını bulmayı umacak.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Bilim İnsanları İlk Kez “Kara Delik Üçlüsü” Keşfetti

4 milyar ışık yılından daha uzaktaki bir galakside birbirine yakın yörüngede dönen üç süper kütleli kara delik keşfedildi. Keşif, Nature bilimsel dergisinde yayınlandı.

Haber Merkezi / Daha önce bulunan kara deliklerin çoğunun bir çiftin parçası olduğu düşünülüyor. Bu çiftler, bir kara delik başka bir nesneyle (örneğin başka bir kara delik, bir yıldız veya benzeri bir nesne) iç içe geçtiğinde ve kara deliğin güçlü çekimi tarafından bir araya getirildiğinde oluşur.

Keşif, bilim insanlarının kara deliklerin nasıl birleşip galaksilerin evrimini nasıl etkilediğini anlamalarına yardımcı olacağı düşünülüyor.

ABD’deki Massachusetts Teknoloji Enstitüsü Fizik Bölümü’nden Kevin Burdge, keşfe ilişkin yaptığı değerlendirmede, “Çoğu kara deliğin yıldızların şiddetli patlamaları sonucu oluştuğunu düşünüyoruz, ancak bu keşif bunu sorgulamamıza yardımcı oluyor” dedi ve ekledi:

“Bu sistem kara delik evrimi için oldukça heyecan verici ve aynı zamanda orada başka üçlülerin olup olmadığı sorusunu da gündeme getiriyor.”

Kara delik nedir?

Astrofizikte, çekim alanı her türlü maddesel oluşumun ve ışınımın kendisinden kaçmasına izin vermeyecek derecede güçlü olan, büyük kütleli bir gök cismidir. Kara delik, uzayda belirli nitelikteki maddenin bir noktaya toplanması ile meydana gelen bir nesnedir de denilebilir.

Bu tür nesneler ışık yaymadıklarından kara olarak nitelenirler. Kara deliklerin “tekillik”leri nedeniyle, üç boyutlu olmadıkları, sıfır hacimli oldukları kabul edilir. Kara deliklerin içinde ise zamanın yavaş aktığı veya akmadığı tahmin edilmektedir.

Kara delikler Einstein’ın genel görelilik kuramıyla tanımlanmışlardır. Doğrudan gözlemlenememekle birlikte, çeşitli dalga boylarını kullanan dolaylı gözlem teknikleri sayesinde keşfedilmişlerdir. Bu teknikler aynı zamanda çevrelerinde sürüklenen oluşumların da incelenme olanağını sağlamıştır.

Örneğin, bir kara deliğin potansiyel kuyusunun (uzay-zaman kavisi) çok derin olması nedeniyle yakın çevresinde oluşacak yığılma diskinin üzerine düşen maddeler diskin çok yüksek sıcaklıklara erişmesine neden olacak, bu da diskin (ve dolaylı olarak kara deliğin) yayılan x-ışınları sayesinde saptanmasını sağlayacaktır.

Günümüzde, kara deliklerin varlığı, ilgili bilimsel topluluğun (astrofizikçiler ve kuramsal fizikçilerden oluşan) hemen hemen tüm bireyleri tarafından onaylanarak kesinlik kazanmış durumdadır.

Paylaşın

Dev Meteor Dünya’ya Çarptıktan Sonra Yaşam “Başlamış Olabilir”

Yeni bir araştırma, Everest Dağı’nın dört katı büyüklüğündeki bir meteorun yeryüzüne çarpmasının ardından Dünya’da yaşamın ortaya çıkmış olabileceğini öne sürüyor.

Milyarlarca yıl önce meteorlar sık sık yeryüzüne çarpıyordu ve bu meteorlardan biri de yaklaşık 3,26 milyar yıl önce Dünya’ya çarptı.

Denizlerin ısınmasına veya toz bulutlarının bitkilere güneş ışığının ulaşmasını engellemesine neden olabilen bu meteor çarpmaları, canlılar için felaket olarak değerlendiriliyor.

Ancak araştırmacılar, çapı 37 – 58 kilometre olan S2 meteorunun çarpması sonucu oluşan koşulların aslında bazı yaşam formlarının ortaya çıkmasına neden olmuş olabileceğini öne sürüyor.

S2 meteorunun dinozorları öldüren meteordan 200 kat daha büyük olduğu tahmin ediliyor.

Araştırmacılar, S2 meteorunun Dünya’ya çarpması sonrası okyanusun en üst tabakasının ve atmosferin ısındığını ve kalın bir toz bulutunun her yeri kapladığını söylüyor.

Independent’ın aktardığı araştırmaya göre, çarpma sonrası bakteriyel yaşam hızla toparlandı ve fosfor ve demir elementleriyle beslenen tek hücreli organizmaların popülasyonlarında keskin bir artış yaşandı.

ABD’deki Harvard Üniversitesi’n Jeolog Nadja Drabon, araştırmaya ilişkin bulguların, demir metabolize eden bakterilerin çarpışmanın hemen sonrasında çoğalmış olabileceğini gösterdiğini ifade ediyor.

Araştırmaya dair bulgular Ulusal Bilimler Akademisi Dergisi’nde yayımlandı.

Paylaşın