Dünya’ya Çarpan En Büyük Asteroit, Dinozorları Öldüren Asteroit Olmayabilir

Bilim insanları, 200 milyon yıl önce Dünya’ya çarpan ve Wredefort Krateri’ni oluşturan asteroittin 66 milyon yıl önce dinozorları öldüren asteroitten daha büyük olabileceğini öne sürdüler.

Haber Merkezi / Güney Afrika’nın Johannesburg kentinin yaklaşık 120 km güneybatısında yer alan Wredefort Krateri’nin çapı yaklaşık 159 km.

Bilim insanlarının yaptığı son araştırmalar, 200 milyon yıl önce oluşan Wredfort Krateri’nin başlangıçta 250 ila 280 km çapında olduğunu gösteriyor.

Konuya ilişki daha önce yapılan araştırmalarda Wredfort Krateri’nin başlangıçta 172 km çapında olduğu tahmin edilmişti.

Bilim insanları, bu tahmine dayanarak, krateri oluşturan asteroitin yaklaşık 15 km genişliğinde olduğu ve saatte yaklaşık 53.900 km hızla çarptığını hesaplamışlardı.

Journal of Geophysical Research: Planets dergisinde yayınlanan araştırmaya göre, bilim insanları Wredfort Krateri’ni yeniden ölçtüler ve asteroitin boyutu hakkında yeni bilgiler buldular.

Bilim insanları, asteroitin 20 ila 25 km çapında olduğunu ve 72.000 ile 90.000 km/s arasında Dünya’ya çarptığını buldular.

Araştırmanın baş yazarı Natalie Allen, kraterlerin boyutunun daha doğru bir tahmininin, Dünya’da ve güneş sistemi boyunca bulunan diğer kraterlere de ışık tutabileceğini söyledi.

Dinozorları öldüren asteroid yaklaşık 66 milyon yıl önce Dünya’ya çarpmıştı ve yaşamın yaklaşık yüzde 75’ini yok etmişti.

Araştırmalar Wredfort Krateri’ni oluşturan asteroidin dinozorları öldüren asteroidin neredeyse iki katı büyüklüğünde olduğunu gösteriyor.

Bilim insanları, Dünya tarihindeki en büyük enerji salınımının belki de o zaman gerçekleştiğini söylüyorlar.

Paylaşın

James Webb, Var Olmaması Gereken Galaksiler Bulup Duruyor

Şimdiye kadar uzaya gönderilmiş en güçlü teleskop olan ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu (JWST), var olmaması gereken galaksiler bulup duruyor.

James Webb Uzay Teleskobu ise 13,5 milyar yıl öncesini, yani evrenin yeni oluştuğu zamanı gözlemleyebilecek kadar güçlü bir cihaz.

James Webb Uzay Teleskobu, kızılötesinde rahatça gözlem yapabilmek için gereken tüm kriterleri karşılıyor.

Bir bilim insanı, James Webb Uzay Teleskobu’nun (JWST) var olmaması gereken galaksiler bulup durduğu uyarısı yaptı.

Araştırmacılar, NASA’nın çığır açan teleskobunun şimdiye kadar gördüğü en eski ve en büyük galaksilerden 6’sının, evrende bulundukları yer göz önüne alındığında gerektiğinden daha büyük ve daha olgun göründüğü uyarısında bulunuyor.

Yeni bulgular, bu galaksilerin evrenin başlangıcından gelen Samanyolumuz kadar olgun olduğunu bildirdiği önceki bilimsel araştırmaların üzerine ekleme yaparak ilerleme sağladı.

An itibarıyla yeni bir makale, nasıl oluştuklarını daha iyi anlamak için galaksileri “stres testine” tabi tutarak bu bulguları doğrulamış görünüyor.

Bu çalışma, bilim insanları bir hata yapmadıysa, evren hakkındaki bazı temel bilgileri kaçırıyor olabileceğimize işaret ediyor.

Sıradışı galaksileri inceleyen yeni makalenin yazarı, Austin’deki Texas Üniversitesi’nden Mike Boylan-Kolchin “Eğer bu kütleler doğruysa, demek ki keşfedilmemiş bir bölgedeyiz” diyor.

Galaksi oluşumu hakkında çok yeni bir şeye ya da kozmolojide bir değişikliğe ihtiyaç duyacağız. En uç olasılıklardan biri, evrenin Büyük Patlama’dan kısa süre sonra tahmin ettiğimizden daha hızlı genişlemesi ki bu da yeni kuvvetler ve parçacıklar olduğu anlamına gelebilir.

Profesör Boylan-Kolchin’in “Stress testing ΛCDM with high-redshift galaxy candidates” (Yüksek derecede kırmızıya kayma gerçekleşen galaksi adaylarıyla ΛCDM’ye stres testi yapma) başlıklı makalesi bu hafta Nature Astronomy’de yayımlandı.

Bu makale, JWST’den gelen bilgilerin bilim insanlarının karşısına derin bir ikilem koyduğunu öne sürüyor. Veriler, onlarca yıldır kozmolojiye yön veren karanlık enerji ve soğuk karanlık madde paradigmasında, yani ΛCDM’de bazı yanlışlıklar olabileceğine işaret ediyor.

Genellikle galaksiler gazlarının yaklaşık yüzde 10’unu yıldızlara dönüştürür. Fakat yeni keşfedilen galaksiler gazın neredeyse tamamını yıldızlara dönüştürüyor olmalı.

Bu teorik açıdan mümkün. Ancak bilim insanlarının şimdiye kadar beklediğinden farklı bir şey.

Galaksilerin daha fazla gözlemlenmesi, yaşlarını ve kütlelerini daha çok açıklığa kavuşturacaktır. Bu, gözlemlerin yanlış olduğunu; merkezlerindeki süper kütleli kara delikler galaksiyi ısıttığı için olduklarından daha büyük göründüklerini ya da aslında sanıldıklarından daha geç bir dönemden geldiklerini ama görüntüleme sorunları nedeniyle daha yaşlı göründüklerini ortaya koyabilir.

Ancak bu gözlemler doğrulanırsa, gökbilimciler kozmosa ve galaksilerin nasıl büyüdüğüne dair anlayışlarını değiştirerek alışılmadık derecede büyük ve olgun galaksileri hesaba katacak şekilde modellerini ayarlamak zorunda kalabilir.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Juice’un Jüpiter Yolculuğu Resmen Başladı: Sekiz Yıl Sürecek

Jüpiter’in buzullarla kaplı olan Ganymede, Europa ve Callisto isimli üç uydusunda yaşam izleri arayacak olan Juice’un yolculuğu başladı. Uzay aracının yolculuğu sekiz yıl sürecek.

Her şey yolunda gittiği takdirde 2031 yılının Temmuz ayında hedefine ulaşacak olan Juice, Kasım 2034’e kadar Jüpiter’in üç uydusu üzerine 35 uçuş gerçekleştirecek. Daha sonra da Ganymede’nin yörüngesine yerleşerek 2035 yılına kadar oradan bilgi toplayacak.

Juice’un araştırma yapacağı Ganymede, Callisto ve Europa uyduları 1610 yılında İtalyan astronom Galileo Galilei tarafından keşfedildi. Biri İo olmak üzere dört “Galileo uydusundan” üçü olan bu uydular, güneş sistemimizde Güneş ya da Dünya dışında bir cismin yörüngesinde dönen ilk cisimlerdir.

Avrupa Uzay Ajansı (ESA) tarafından Jüpiter gezegeninin uydularında keşif yapma göreviyle hazırlanan Juice uzay aracı, hava muhalefeti nedeniyle bir günlük bir gecikmenin ardından Fransız Guyanası’ndaki uzay üssünden fırlatıldı. ESA’dan yapılan açıklamaya göre, fırlatmadan yaklaşık 27 dakika sonra bin 500 kilometre yüksekliğe ulaşan Juice, kendini taşıyan Ariane 5 roketinden ayrıldı. Böylece Jüpiter’e yolculuk resmen başlamış oldu.

Misyonun amacı Jüpiter’in buzullarla kaplı olan Ganymede, Europa ve Callisto isimli üç uydusunda yaşam izleri aramak. Hem bu uydularda yaşamın mümkün olup olmadığı, hem de geçmişte bir yaşamın var olup olmadığı araştırılacak.

Jüpiter Buzlu Aylar Kaşifi ya da kısa Juice olarak adlandırılan uzay aracının yolculuğu sekiz yıl sürecek.

Juice projesi pek çok açıdan ilk olma özelliğini taşıyor. Ariane 5 roketiyle gönderilecek olan uzay aracı, başka bir gezegenden (Jüpiter) onun uydusuna doğru yörünge değiştiren ilk uzay aracı olacak. Ayrıca Dünya’nın uydusu Ay dışında başka bir uydunun yörüngesine ilk kez girilecek. Görevin toplam maliyeti yaklaşık 1.6 milyar Euro. ESA’ya göre Juice, “dış güneş sisteminde şimdiye kadar uçurulmuş en güçlü uzaktan algılama da dahil birçok yüksek teknoloji sistemi barındırıyor.

Misyon ESA’ya ait olsa da Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi NASA, Japon Uzay Ajansı JAXA ve İsrail Uzay Ajansı’nın da bazı donanım araçlarının yapımına katkısı oldu.

Her şey yolunda gittiği takdirde 2031 yılının Temmuz ayında hedefine ulaşacak olan Juice, Kasım 2034’e kadar Jüpiter’in üç uydusu üzerine 35 uçuş gerçekleştirecek. Daha sonra da Ganymede’nin yörüngesine yerleşerek 2035 yılına kadar oradan bilgi toplayacak.

İşte bu misyonla ilgili heyecan verici bazı temel bilgiler:

Juice misyonu üç uyduya yönelik olsa da Jüpiter’in bilinen toplam 95 uydusu var. Güneş sistemimizdeki en büyük gezegen olan Jüpiter,  diğer tüm gezegenlerin toplam kütlesinin iki katı büyüklüğe sahip. NASA’nın kıyaslamasına göre Dünya bir madeni para büyüklüğünde olsaydı, Jüpiter bir basketbol topu büyüklüğünde olurdu.

Jüpiter’in büyüklüğü ona güçlü bir manyetik alan kazandırıyor. Juice’un görevinin bir parçası da bu alanın gezegeni çevreleyen buzlu uyduları nasıl etkilediğini keşfetmek.

Bilim insanları manyetik alanın Jüpiter’in uyduları arasında gazları hareket ettirdiğini zaten biliyor. Gezegenin en büyük üçüncü uygusu olan İo’daki volkanlardan salınan sülfür ve oksijen Juice’ın keşifte bulunacağı  üç uyduya da ulaşıyor. Araştırmacıların Juice aracılığıyla öğrenmek istedikleri şey ise bu sürecin nasıl işlediği.

Keşfin yapılacağı Jüpiter uyduları

Juice’un araştırma yapacağı Ganymede, Callisto ve Europa uyduları 1610 yılında İtalyan astronom Galileo Galilei tarafından keşfedildi. Biri İo olmak üzere dört “Galileo uydusundan” üçü olan bu uydular, güneş sistemimizde Güneş ya da Dünya dışında bir cismin yörüngesinde dönen ilk cisimlerdir.

Juice misyonunun birincil hedefi olan Ganymede, güneş sistemimizde kendi manyetik alanını üreten tek uydu özelliğinde. Çapı 5 bin 268 kilometre ve demir ağırlıklı bir sıvıdan oluşan metalik çekirdeği ile güneş sistemimizdeki en büyük aydır. Yeraltı okyanusunun Dünya’daki tüm okyanusların toplamından daha fazla su barındırdığı düşünülmektedir.

ESA’daki bilim insanları Jüpiter’in en büyük ikinci uydusu olan Callisto’nun yörüngesine girerek Juice’un gezegenin ilk zamanlarında, Jüpiter’in çevresindeki ortam hakkında bilgi toplayacağını umuyor. Callisto eşit miktarda kaya ve buzdan oluşuyor ve 100 kilometreden daha derinlerde yeraltı sıvılarından bir okyanusa sahip olabileceği düşünülüyor.

Europa ise Dünya’nın uydusu Ay’dan biraz daha küçük ve o da yeraltı okyanusu barındırıyor. Silikat kayadan oluşan gök cisminin kabuğu buzdan. Bilim insanları Europa’nın uzaya su buharı püskürttüğü üzerinde duruyor.  Görevin ana hedefleri arasında Europa’da yaşam belirtileri ve su çukurları olup olmadığını keşfetmek de yer alıyor.

Aşırı soğuk ve aşırı sıcak koşullarda sürecek olan görev

Juice uzay aracı zor koşullarda görev yapacak. Jüpiter ve uydularının etrafındaki bölge güneş sistemimizdeki en yoğun radyasyon ortamlarına sahip. Aslında devasa bir gaz kütlesi olan Jüpiter’in çevresindeki sıcaklık -230 santigrat derece. Diğer yandan Juice’un Jüpiter’e ulaşmak için geçmek zorunda olduğu Venüs çevresindeki sıcaklık ise 250 santigrat derece.

Kütle çekim desteğiyle geçekleşen uçuşun uzay aracını 2031’de Jüpiter’deki hedefine ulaştırması planlanıyor. Juice misyonunda görev alan araştırmacılar, Jüpiter’in atmosferi, manyetik alanı ve bunların birbirleriyle nasıl etkileşime girdiği ve gezegenin uydularını nasıl etkilediğine dair çeşitli soruların yanıtlarını bulmayı amaçlıyor.

Bu soruların yanıtlarının bilim insanlarının gezegenlerin temel fiziğini daha iyi anlamalarına ve nihayetinde Jüpiter’in uydularından birinde yaşamın mümkün olup olmadığını anlamalarına yardımcı olacağı umuluyor.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Dolunayda İntiharlar Artıyor!

İntihar nedenleri üzerine yapılan yeni bir araştırma, alkol bağımlısı veya şiddetli stres altında olan kişilerin dolunayda intihar etme olasılıklarının daha yüksek olduğunu tespit etti.

Haber Merkezi / Amerika Birleşik Devletleri’ndeki (ABD) Indiana Tıp Üniversitesi tarafından intihar nedenleri üzerine yapılan yeni bir araştırmanın sonuçları açıklandı.

Dolunaya yaklaşan haftalarda daha fazla intiharın meydana geldiği tespit edilen araştırmada, 2012 – 2016 yılları arasında intihar edenlerin yaşam koşulları ve intihar oranları araştırıldı.

Özellikle 55 yaş üstü insanların dolunayda daha fazla intihar etme eğiliminde olduğu belirtildi. Dolunay sırasında gelen ışık vücudumuzun sirkadiyen ritminde değişikliklere neden olur.

Araştırma ekibinde yer alan Alexander Nicholas, “Dolunay sırasında intiharların artmasının nedenlerini bulmaya çalıştık. İntihar düşüncesi yüksek olan kişilerin böyle bir dönemde gözlem altında tutulması gerekip gerekmediğine dair de araştırma yaptık” dedi.

Araştırma ekibi, intihar düşüncesi olanlardan kan örnekleri aldılar ve kandaki biyobelirteçleri analiz ettiler. Alkol bağımlısı veya şiddetli stres altında olan kişilerin dolunayda intihar etme olasılıklarının daha yüksek olduğu tespit edildi.

Paylaşın

BYD, Dans Eden Ve Zıplayan Otomobilini Tanıttı

BYD, dans eden ve zıplayan YangWang U9 model otomobilini tanıttı. YangWang U9, 1100 beygir gücünde. 0’dan 100 kilometre hıza iki saniyede ulaşabiliyor ve 700 kilometre menzile çıkabiliyor.

Çinli otomobil firması BYD, Kısa süre önce elektrikli araç satış listesinde zirveye çıkarak Tesla’yı tahtından indirmişti.

Bu 4 motorlu ve elektrikli otomobil, “küresel olarak endüstrinin en gelişmiş gövde kontrol sistemi” diye lanse ediliyor.

YangWang U9 adı verilen otomobilin üç tekerlek üzerinde sürülebileceği ve hatta durduğu yerde zıplayabileceği belirtiliyor.

Aracın bu özelliklerinin ardında ise DiSus adı verilen süspansiyon sistemi var.

YangWang U9, 1100 beygir gücünde. 0’dan 100 kilometre hıza iki saniyede ulaşabiliyor ve 700 kilometre menzile çıkabiliyor.

Bunun yanı sıra akıllı hidrolik gövde kontrol sistemine sahip. Bu sistem de devrilme riskini en aza indiriyor.

Sistem, gövdenin savrulmasını engellemek, arazi sürüşü sırasında zorlu durumların üstesinden gelmek, aerodinamik sürtünmeyi azaltmak ve verimliliği artırmak üzere tasarlandı.

Twitter’da yayımlanan, BYD tanıtım etkinliğinden bir videoda Yangwang U9’un bahsi geçen yetenekleri sergilendi.

86 bin kullanıcının görüntülediği videoda Yangwang U9, sahnede yavaşça ilerlerken, dans ederken ve yanlara doğru sallanırken görülüyor.

Tweet’te “DiSus-X endüstrinin küresel olarak en gelişmiş gövde kontrol sistemi” ifadeleri yer alıyor.

BYD Başkanı Wang Chuanfu’ya göre, bu otomobiller yüksek hızla viraj alma, tam gaz hızlanma veya acil frenleme sırasında yolcuların kaymasını ve yer değiştirmesini de büyük ölçüde engelliyor.

Ayrıca sistemin kar, çamur ve su gibi çeşitli yol koşullarında aracı çizilmelere ve hasarlara karşı koruyabileceği söyleniyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Yeni Bir Kara Delik Keşfedildi: Görünmez Canavar

Dünya ile Ay arasını 14 dakikada kat edebilecek kadar hızlı, 20 milyon güneşin ağırlığına denk gelecek süper kütleye sahip yeni bir kara delik keşfedildi. NASA, kara deliği “görünmez bir canavar” şeklinde tanımladı.

Kara delikler çekim alanı her türlü maddesel oluşumun ve ışınımın kendisinden kaçmasına izin vermeyecek derecede güçlü olan, büyük kütleli gök cisimleri şeklinde tanımlanmakta.

ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Ajansı (NASA), galaksiler arası uzayda çok hızlı şekilde hareket eden “görünmez bir canavar” diye nitelediği yeni bir kara delik keşfedildiğini duyurdu.

NASA’dan yapılan açıklamada, Hubble Uzay Teleskobu tarafından kaza ile tespit edilen kara deliğin, galaksiler arasında büyük bir hızla başıboş şekilde dolaştığı belirtildi.

“Görünmez bir canavar” şeklinde tanımlanan kara deliğin Dünya ile Ay arasını 14 dakikada kat edebilecek kadar hızla ilerlediği, 20 milyon güneşin ağırlığına denk gelecek derecede de süper kütleli olduğu kaydedildi.

Kara deliğin, ardında, Samanyolu galaksisinin iki katı çapında, daha önce görülmemiş bir şekilde 200 bin ışık yılı uzunluğunda yeni doğmuş yıldızlardan oluşan bir iz bıraktığı ifade edildi.

Oluşumu için “Muhtemelen, üç büyük kara delik arasındaki nadir, tuhaf bir galaktik bilardo oyununun sonucu” ifadesi kullanılan hızlı kara deliğin, önündeki yıldızları yutmak yerine gaz kütlelerini kürüyerek dar bir koridor boyunca yeni yıldız oluşumlarını tetiklediği kaydedildi.

ABD Yale Üniversitesi’nden Pieter van Dokkum, bir şeyleri yutmaya zaman ayıramayacak kadar uzayda süratle ilerleyen ve ardında yıldız oluşumu bırakan kara delik için, “Gördüğümüz şey, sonrası. Bir geminin arkasındaki iz gibi, kara delikten kalan izi görüyoruz.” ifadesini kullandı.

Van Dokkum, Hubble teleskopu görüntüsünde, yakındaki cüce bir galakside yıldız kümelerini tararken kozmik ışın olduğunu düşündüğü küçük bir çizgi fark ettiğini, kozmik ışınları ortadan kaldırdıklarında ise daha önce gördükleri hiçbir şeye benzemeyen kara deliğin izini bulduklarını aktardı.

NASA’nın açıklamasında, gökbilimcilerin, galaksiler arası bu kaçak kara deliğin, belki 50 milyon yıl önce muhtemelen birbiri ile çarpışan galaksilerde bulunan üç büyük kütleli kara deliğin oluşturduğu kaotik ve kararsız konfigürasyon sonuncunda birinin bu oluşumdan dışarı fırlatılma şeklinde meydana gelmiş olabileceğine inandığı kaydedildi.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

James Webb, Buz Devinin Çarpıcı Görüntüsünü Yakaladı

Şimdiye kadar uzaya gönderilmiş en güçlü teleskop olan ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu (JWST), Uranüs ve gezegenin halkalarının çarpıcı görüntüsünü yakaladı.

Haber Merkezi / NASA tarafından paylaşılan görselde gezegenin halkaları ve parlak özellikleri net bir şekilde görülebiliyor. Uranüs, kimyasal yapısı nedeniyle buz devi olarak anılmaktadır.

Çoğunlukla hidrojen ve helyumdan oluşan Satürn’ün yoğun bir atmosferi vardır ve Jüpiter gibi bir gaz devidir.

Satürn, aralarında boşluklar olan 7 halkaya sahiptir. Gezegenin halkaları, büyük ve güçlü yerçekimi tarafından parçalanmış olan asteroid, kuyruklu yıldız ve aylardan oluşmaktadır.

Satürn’de 1 gün, 10.7 saat sürer ve 1 Satürn yılı, 29 Dünya yılına eşittir. Satürn dünya ile kıyaslandığında, günler daha kısa yıllar ise daha uzun sürmektedir.

Toplamda 82 adet uyduya sahip olan Satürn’ün, 53 uydusu onaylanmışken 29 uydusu onaylanmayı ve isimlendirilmeyi beklemektedir.

Satürn güneşten yaklaşık 1.4 milyar kilometre kadar uzaktadır ve gezegenin rengi kahverengidir.

Satürn teleskop olmadan da görülebildiği için antik zamanlardan beri bilinir. Gelişen teknoloji ile birlikte zaman içinde 4 robotik uzay aracı Satürn’ü ziyaret etmiştir. Bunlar; Pioneer 11, Cassini, Voyager 1 ve 2 uzay araçlarıdır.

Teleskobun kızılötesi gözleri evrenin derinliklerine bakıyor

25 Aralık 2021’de ESA’nın Ariane 5 adlı kargo roketiyle fırlatılan teleskobun kaydettiği görüntüler, yıldızların ve galaksilerin evriminin daha iyi anlaşılmasını sağlayacak.

Gözlem aracının MIRI ve diğer kızılötesi kameraları, bir zaman makinesi görevi görüyor.

Güçlü teleskopları kullanarak çok uzaktaki gök cisimlerini inceleyen bilim insanları, ilgili gök cisminden gelen ışığın Dünya’ya ulaşma süresi uzadığı için “zamanda geriye bakma” imkanı yakalıyor.

James Webb Uzay Teleskobu ise 13,5 milyar yıl öncesini, yani evrenin yeni oluştuğu zamanı gözlemleyebilecek kadar güçlü bir cihaz.

Evrendeki en eski galaksiler, Büyük Patlama’ya o kadar yakın bir dönemde oluştu ki bunların ışığı Dünya yörüngesine ulaştığında son derece soluk oluyor.

Bu ışık evrende ilerlerken genişleyip dağılarak spektrumun kızılötesi ucuna doğru kayıyor. Gözlemlenebilmesi içinse son derece güçlü bir teleskop gerekiyor.

Hubble şimdiye dek geçmişe dair birçok gizemi aydınlatmayı başardı. Ancak gücü bu türden gözlemlere yetmiyordu. Ayrıca Hubble çoğunlukla ultraviyole ve görünür ışıkta gözlem yapmıştı.

Öte yandan James Webb Uzay Teleskobu, kızılötesinde rahatça gözlem yapabilmek için gereken tüm kriterleri karşılıyor.

Paylaşın

İki Büyük Asteroit Dünya’ya Doğru İlerliyor

ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA, yakın zamanda Dünya’nın çok yakınına geçecek asteroitlerin bir listesini yayınladı. Asteroitler, kuyruklu yıldızlar ve meteorlardan oluşan küçük gök cisimleridir.

Haber Merkezi / Güneş Sistemi içerisinde 3.865 kuyruklu yıldız ve 1.278.065 asteroittin olduğu bilinmektedir.

4 Nisan’da, yaklaşık 30 metre uzunluğunda bir asteroid, Dünya’nın 1 milyon 4 yüz bin kilometre yakınından geçti. Yaklaşık olarak bir otobüs büyüklüğündeki başka bir asteroit, 5 Nisan’da Dünya’nın 1 milyon 4 yüz bin kilometre yakınından geçti.

6 Nisan’da, yaklaşık 20 metre yüksekliğindeki ev büyüklüğünde bir asteroit Dünya’dan 5 milyon 700 kilometre yakınından geçecek. Bir yolcu uçağı büyüklüğündeki başka bir asteroid, saatte 67656 kilometre hızla Dünya’ya doğru ilerliyor ve 6 Nisan’da Dünya’nın 4.190.000 kilometre uzaklığından geçecek.

Asteroitler ne kadar endişe verici?

Asteroitler, güneş sisteminin oluşumunun ilk aşamalarından kalma kayalıklar olarak bilinir. Ayrıca güneş sisteminin oluşumundan arta kalanlar olarak kabul edilirler ve güneşin etrafında eliptik daireler çizerler.

Dünya’nın yakınında bir kilometreden daha geniş olan yaklaşık 850 olmak üzere, her boyuttan 30.000 civarında asteroit tespit edilmiştir. Bu asteroitler “Yakın Dünya Nesneleri” (NEO’lar) olarak adlandırılmaktadır. Şu an hiçbiri Dünya için tehdit oluşturmuyor.

Paylaşın

Bitkiler Zarar Gördüklerinde Veya Sulanmaya İhtiyaç Duyduklarında Çığlık Atıyor

Yeni yapılan bir araştırma, domates, tütün, buğday, mısır ve kaktüs gibi bitkilerin stres altındayken ultrasonik patlama sesleri çıkardığı ortaya koydu. Sesler, insan kulağının işitme aralığının dışında kalıyor. Dolayısıyla insanlar bu sesleri algılayamıyor.

Hakemli bilimsel dergi Cell’de yayımlanan araştırmaya göre, böcekler, diğer memeliler ve muhtemelen de diğer bitkilerin bu sesleri algılayabildiğine inanılıyor.

İsrailli bilim insanları, bitkilerin zarar gördüklerinde veya sulanmaya ihtiyaç duyduklarında çığlık attığını keşfetti.

Araştırmada domates, tütün, buğday, mısır ve kaktüs gibi bitkilerin stres altındayken ultrasonik patlama sesleri çıkardığı ortaya kondu.

Bulgulara göre balonlu naylon ambalajların patlama seslerini andıran bu sesler, insan kulağının işitme aralığının dışında kalıyor. Dolayısıyla insanlar bu sesleri algılayamıyor.

Ancak böcekler, diğer memeliler ve muhtemelen de diğer bitkilerin bu sesleri algılayabildiğine inanılıyor.

Araştırma ekibi bu seslerin, özellikle yakınlardaki yarasalar, kemirgenler, çeşitli böcekler gibi yüksek frekansları algılayabilen canlılar tarafından duyulabildiğini düşünüyor.

Tel Aviv Üniversitesi’nden botanik ve gıda güvenliği uzmanı Lilach Hadany, “Pastoral bir çiçek tarlası düşünün. Epey gürültülü bir yer olabilir, sadece biz bu sesleri duyamayız” diye konuştu.

Hadany, “Bulgularımız, etrafımızdaki dünyanın bitki sesleriyle dolu olduğunu gösteriyor” diye de ekledi.

Bitkilerin ses çıkardıkları fikri uzun süredir bilim insanlarının gündeminde. Titreşim dedektörleriyle yapılan bazı çalışmalar bitkilerden yayılan darbeler tespit etmişti. Ancak bunların gerçekten algılanabilecek ses dalgaları olup olmadığı bilinmiyordu.

Yeni araştırmada bu sorunun cevabını bulmak isteyen ekip, bitkileri arka planda gürültü olmayan, sessiz ve izole bir kutuya koydu.

20 ila 250 kilohertz frekanslarında sesleri kaydedebilen ultrasonik mikrofonlar da her bitkiden yaklaşık 10 santimetre uzaklığa yerleştirildi. Karlılaştırmak gerekirse yetişkin bir insan tarafından algılanan maksimum frekans 16 kilohertz civarında.

Bitkiler çeşitli gruplara ayrıldı. Bazıları 5 gün boyunca susuz bırakıldı. Bazılarının sapları kesildi. Bazılarına ise hiç dokunulmadı.

Sonuçlar bitkilerin 40 ila 80 kilohertz frekanslarında ses çıkardığını gösterdi. Stres altında olmayan bitkiler saatte en fazla bir kez ses çıkarırken, kesme ve susuz bırakma işlemlerine maruz bırakılanlar her saat onlarca kez ses çıkardı.

Araştırmacılar bu seslerin bitkiden bitkiye farklılık gösterdiğini de tespit etti. Örneğin susuz kalmış bir domates bitkisinin, bir kaktüse göre farklı bir patlama modeli oluşturduğu görüldü.

Hadany, “Bitkilerin ses çıkardığını bildiğimize göre sıradaki soru şu: ‘Kim dinliyor olabilir?'” ifadelerini kullandı: Bu sesler bilgi taşıyor. Bu sesleri duyabilen hayvanlar var, yani pek çok akustik etkileşimin meydana gelme olasılığı var.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Yıldırımların Binalardan Gökyüzüne Yükselen Çarpıcı Görüntüsü

Sadece kümülonimbüs bulutlarında görülen şimşek ve yıldırım, diğer bulutlarda sadece enerji akımı sayesinde görülebilir. Yıldırımların binalardan gökyüzüne yükselen çarpıcı görüntüleri kaydedildi.

Brezilya’nın São José dos Campos kentinde kaydedilen görüntülerin analizi hakemli bilimsel dergi Geophysical Research Letters’ta yayımlandı.

Brezilyalı araştırmacılar, binalardaki paratonerlerinin gökyüzündeki şimşeklerle buluşması için yukarı doğru fırattığı enerjileri görüntülemeyi başardı.

Hazırlanan videoda São José dos Campos kentindeki yüksek binalara kurulan paratonerlerin adeta kendi şimşeklerini oluşturduğu ve gökyüzüne doğru fırlattığı görülüyor.

Görüntülerde havadan inen şimşeklerle yukarı çıkan enerjinin buluştuğu, nadir görülen anlar da yer alıyor.

18. yüzyılda Benjamin Franklin tarafından icat edilen paratonerlerin basit bir yapısı var. Bu cihazlar, bir binanın en yüksek noktasının üzerine yerleştirilmiş bakır veya alüminyum çubuklardan oluşuyor. Ancak bu çubukların toprağa bağlanan kabloları olması gerek.

Böylelikle binaya düşen yıldırım çubuktan ve ardından tellerden geçiyor ve binanın kendisiyle birlikte içindekiler de aşırı yüksek elektrik akımlarından korunmuş oluyor.

Öte yandan paratonerin tek işlevi bu değil. Zira bu çubuk aslında yıldırımın düşmesini pasif biçimde beklemiyor. Yıldırımın kendisine değmesinden yaklaşık bir milisaniye önce yıldırımın negatif yüküyle tetikleniyor.

Bunun sonucunda bu yüke bağlanmak için yukarıya pozitif bir enerji gönderiyor.

Araştırmacılar işte bu anları kayda alabilmek için olay yerinden yaklaşık 150 metre uzaklığa güçlü kameralar konuşlandırdı. Bu kameralar saniyede 40 bin görüntü kaydedebiliyordu.

Araştırmacılar, fırtınalı bir gecede paratonerlerin yıldırımlarla nasıl etkileşime girdiğini bu şekilde görüntüledi.

Öte yandan bilim insanlarına göre yakınlarsaki şimşekleri karşılamak için elektrik yükleri üreten tek nesne paratonerler değil. İnsan vücudunun da bunu yapabildiği biliniyor.

Brezilya’daki Ulusal Uzay Araştırmaları Enstitüsü’nden kıdemli araştırmacı Marcelo M.F. Saba, “Doğrudan yıldırım çarpmasa bile ondan yaralanabilirsiniz” diyor:

Açık bir alanda duran herhangi bir kişi benzer şekilde başından veya omuzlarından yukarı doğru bağlantı sağlayan bir elektrik akımı başlatabilir.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın