NASA Uyardı: Kıyamet Sadece 30 Dakikada Gelecek!

Birçok kişi gelecekle ilgili öngörülerde bulunurken, dünyanın da nasıl yok olacağına dair bir şeyler söyler: Dev bir göktaşının çarpması, şiddetli bir tsunami veya farklı bir neden.

Haber Merkezi / İnsanlığın veya dünyanın sonunun nasıl geleceğine dair söylentiler mutlaka duymuşsunuzdur.

NASA (ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi) zaman zaman uyarılar yayınlamakta. NASA tarafından yapılan yeni bir uyarının ardından kalp atışları hızlandı.

NASA, kıyamet koptuğunda veya geldiğinde insanların sadece yarım saatlerinin olacağını açıkladı. Yani, önceden yapılacak hiç bir tahmin insanlığı kurtarmaya yardımcı olamayacak.

Kıyamet uzaydan gelecek

NASA’da çalışan bilim insanlarına göre, uzaydan gelecek yıkım dünyanın sonunun nedeni olacak.

NASA’ya göre uzayda dünyayı pençesine alacak bir Güneş fırtınası çıkacak. Bu güneş fırtınası nedeniyle yeryüzü cehenneme dönecek. İnsanlığın bu durumdan kurtulma şansı olmayacak.

Bu fırtınanın dünyaya ulaşması ise sadece yarım saat sürecek. Bu, dünyanın çok kısa bir sürede yok olacağı anlamına gelmekte.

Yapay zeka modeli

NASA, Güneş fırtınalarını önceden öğrenmek için çeşitli teknolojiler üzerinde çalışmakta.

Bunlardan biri de uydu sistemleri. Ancak, şu ana kadar bir fırtınası oluştuğu zaman uyduların sinyal vermeyi bıraktıkları gözlemlenmiştir.

NASA, şimdi yapay zeka yardımıyla bu soruna bir çözüm bulmaya çalışıyor.

Paylaşın

Yapay Zeka, Pankreas Kanseri Riskini Önceden Tahmin Etti

Dünyada genelinde en ölümcül kanser türleri arasında yer alan pankreas kanserinin semptomları fark edilmezse, erken teşhisi ve dolayısıyla tedavisi oldukça zordur. Ancak yapay zeka, hastaların sağlık kayıtlarını değerlendirerek pankreas kanseri riskini önceden başarıyla tahmin etti.

Erken evrelerde pankreas kanseri teşhisi konan hastaların büyük bir bölümü erken teşhisle birlikte başlayan tedaviyle hayatta kalıyor. Sağlık uzmanları, yapay zekanın önümüzdeki günlerde kanser teşhisi ve tedavisinde devrim niteliğinde pek çok değişiklik getirebileceğini söylüyor.

Nature Medicine dergisinde yayınlanan yeni bir çalışma, potansiyel pankreas kanseri vakalarının yapay zeka tabanlı bir popülasyon taraması kullanılarak tespit edilebileceğini gösterdi.

Popülasyon taraması, tıp uzmanlarının bir grup insan arasında bulunan belirli bir özelliğin yaygınlığına bakmak için genetik testler veya benzer yöntemler uygulamasıdır. Belirli hastalıkların belirli bir biyobelirtecinin belirlenmesine yardımcı olabilir.

“Uzun bir yol kat edebilir”

Harvard Tıp Fakültesi profesörlerinden çalışma danışmanı Chris Sander, açıklamasında, “Klinisyenlerin her gün karşılaştığı en önemli kararlardan biri, kimin bir hastalık için yüksek risk altında olduğu ve kimin daha ileri testlerden yararlanacağıdır; bu da kendi risklerini taşıyan daha invaziv ve daha pahalı prosedürler anlamına gelebilir.

Pankreas kanseri açısından en yüksek risk altında olan ve daha ileri testlerden en fazla fayda sağlayacak kişileri belirleyebilecek bir yapay zeka aracı, klinik karar verme sürecini iyileştirme yolunda uzun bir yol kat edebilir.” dedi.

Teknoloji henüz çok yeni

Çalışmada araştırmacılar, Danimarka ve ABD’den 9 milyon hastadan elde edilen klinik verilere bir yapay zeka algoritması uyguladı.

Yapay zeka öğrenme modellerini, hasta verilerindeki tanı kodlarını okuyabilecek ve bunları pankreas kanserine bağlayabilecek şekilde eğittiler.

Araştırmacılar, farklı zamanlarda (altı ay, bir yıl, iki yıl ve üç yıl) potansiyel tanı için YZ modellerinin farklı versiyonlarını denediler ve yöntemlerinin “kimin pankreas kanseri geliştireceğini tahmin etmede, hastalık insidansının mevcut nüfus genelindeki tahminlerinden önemli ölçüde daha doğru” olduğunu buldular.

Ancak bu teknoloji henüz ilk aşamalarında ve daha pek çok testten geçmesi gerekiyor.

Çalışma Harvard Tıp Okulu, Kopenhag Üniversitesi, VA Boston Sağlık Sistemi, Dana-Farber Kanser Enstitüsü ve Harvard TH Chan Halk Sağlığı Okulu’ndaki araştırmacılar tarafından yürütüldü.

Paylaşın

Satürn’ün Uydu Sayısı 145’e Çıktı

Satürn’ün uydu sayısını 145’e çıktı. Böylece Satürn, “Uydu Kralı” unvanını Jüpiter’den aldı ve aynı zamanda evrende 100’den fazla uydunun yörüngesinde döndüğü bilinen ilk gezegen haline geldi.

Satürn’ün yeni keşfedilen uyduları “düzensiz uydular” olarak sınıflandırıldı.

Bu terim, bir gezegenin kütle çekim kuvvetiyle yakalandığı ve normal uyduların yörüngelerine kıyasla daha eğimli olan büyük ve eliptik bir yörünge izlediğine inanılan nesneler için kullanılıyor.

Gökbilimciler, halkalı gezegen Satürn’ün yörüngesinde dönen 62 yeni doğal uydu keşfetti.

Bu keşiften önce, Satürn’ün Uluslararası Astronomi Birliği tarafından tanınan 83 uydusu vardı. Yeni atılım, gezegenin uydu sayısını 145’e çıkarıyor.

Böylece Satürn, “Uydu Kralı” unvanını Jüpiter’den alıyor ve aynı zamanda evrende 100’den fazla uydunun yörüngesinde döndüğü bilinen ilk gezegen haline geliyor.

Keşfin ardında Çin’deki Academia Sinica Astronomi ve Astrofizik Enstitüsü’nden doktora sonrası araştırmacı Edward Ashton liderliğindeki bir ekip var.

Ekip, gezegenin etrafındaki daha küçük ve daha sönük uyduları bile tespit etmeyi başardı.

Araştırmada kullanılan veriler, Hawaii’de Maunakea tepesindeki Kanada-Fransa-Hawaii Teleskopu (CFHT) tarafından 2019 ve 2021 arasında üç saatlik aralıklarla toplandı.

Gözlemler, gökbilimcilerin Satürn çevresindeki 2,5 kilometre çapındaki uyduları tespit etmelerine olanak sağladı.

Satürn’ün yeni keşfedilen uyduları “düzensiz uydular” olarak sınıflandırıldı.

Bu terim, bir gezegenin kütle çekim kuvvetiyle yakalandığı ve normal uyduların yörüngelerine kıyasla daha eğimli olan büyük ve eliptik bir yörünge izlediğine inanılan nesneler için kullanılıyor.

Ayrıca düzensiz uydular, yörüngelerinin eğimine bağlı olarak gruplaşma eğilimi gösteriyor.

Satürn’ün sistemi halihazırda bu gruplardan üçüne ev sahipliği yapıyor. Hepsi de adlarını farklı mitolojik olaylardan alıyor: Inuit grubu, Galya grubu ve yoğun nüfuslu İskandinav grubu.

Satürn’ün yeni bulunan tüm uyduları, şu anda var olan bu üç gruptan birine giriyor.

Ekibe göre yeni uyduların üçü Inuit grubuna ait, ancak çoğunluğu İskandinav grubuna uygun.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Dikkat Çeken Araştırma: Sigara Beyni Küçültüyor

Sigara içen kişilerin sigara içmeyenlere kıyasla beyinlerinin hacim açısından daha küçük olduğunu daha önce bulunmuştu. 28 binden fazla kişiyle yapılan yeni bir araştırma, her gün sigara içmenin beyni küçültüğünu ortaya koydu.

Henüz hakem değerlendirmesinden geçmeyen araştırmada Britanyalı yurttaşların sağlık kayıtlarındaki beyin tarama verileri analiz edildi.

Ancak sigara içmenin beynin küçülmesine mi yol açtığı yoksa daha küçük beyinli insanların mı sigara kullanmaya daha eğilimli olduğu anlaşılamamıştı.

ABD’deki Washington Üniversitesi’nden araştırmacıların yürüttüğü yeni araştırmada sigara içmenin beynin küçülmesine neden olduğuna dair güçlü ve nedensel kanıtlar sundu.

Ekip, beyin taramalarına ek olarak, katılımcıların dahil olduğu anketleri inceledi ve sigara içme alışkanlıklarını da analiz etti.

Bulgular, her gün sigara içen katılımcıların beyin hacimlerinin ortalama 7,1 santimetreküp daha küçük olduğunu ortaya koydu.

Buna göre sigara kullanımı, beyin hücrelerinin yoğunlaştığı beynin gri maddesinde de 5,5 santimetreküp azalmaya neden olmuştu.

Geçmişte bir noktada her gün sigara içmekse nöronları birbirine bağlayan uzun tel benzeri yapıları içeren beyaz maddede 1,6 santimetreküp azalmaya sebebiyet vermişti.

Daha ileri analizler, sigarayı daha uzun süre bırakan kişilerin beyinlerinin, daha yakın zamanda bırakanlara kıyasla biraz daha fazla gri madde içerdiğini ortaya çıkardı.

Örneğin, bir yıl önce sigarayı bırakanların gri madde hacminde 0,09 santimetreküp artış görüldü. Sigarayı bıraktıktan sonra geçen her yıl, gri madde hacmindeki artışla bağlantılıydı.

Pensilvanya Eyalet Üniversitesi’nden Dajiang Liu, “Bu çok önemli bir çalışma” diye konuştu.

Araştırmaya dahil olmayan ve bulguları dışarıdan bir göz olarak yorumlayan bilim insanı, şöyle ekledi: Çalışma titizlikle yürütülmüş ve sonuç halk sağlığı açısından önemli.

(Kaynak: Independent Türkçe)

 

Paylaşın

Alzheimer Hastaları İçin Umut Veren Keşif

İmmünolog Juan José Lasarte, “Koku alma sisteminin bağışıklık ve merkezi sinir sistemlerindeki rolüne odaklandık ve mentolün hayvan modellerinde bağışıklık sistemini uyarıcı bir koku olduğunu doğruladık” dedi ve ekledi:

“Bu maddeye 6 ay boyunca kısa süreli maruz kalmanın Alzheimer’lı farelerde bilişsel gerilemeyi önlediğini ve en ilginç olanı da sağlıklı genç farelerin bilişsel yeteneğini geliştirdiğini gözlemledik.”

Fareler üzerinde yapılan yeni bir çalışma, mentol solumanın Alzheimer hastalarının bilişsel yeteneklerini geliştirebileceğini ortaya koydu.

Bulgular, bu kimyasal bileşiğin, Alzheimer’ın beyne verdiği hasarın bir kısmını durdurabileceğine işaret ediyor.

İspanya’daki Uygulamalı Tıbbi Araştırma Merkezi’nden immünolog Juan José Lasarte ve meslektaşları, mentole maruz bırakılan farelerde interlökin-1-beta (IL-1β) proteininde bir azalma fark etti.

Bu protein normalde vücudun iltihabi tepkisini düzenlemeye yardımcı oluyor. Ancak bu tepki kontrolden çıktığında zarara yol açabiliyor.

Çalışmada gözlemlenen IL-1b seviyelerindeki azalma, hem sağlıklı farelerde hem de Alzheimerlı farelerde bilişsel yeteneklerin gelişmesiyle ilişkilendirildi.

Araştırma ekibi, genetiğini düzenleyerek Alzheimer hastalığının nakledildiği fareler üzerinde 6 aylık bir süre boyunca mentol soluma tedavisi uyguladı.

Bu uygulamanın farelerin bilişsel yetenekleri ve hafızalarının bozulmasını engellediği, ayrıca beyindeki IL-1β proteinini de güvenli seviyelere geri ittiği görüldü.

Hakemli bilimsel dergi Frontiers in Immunology’de yayımlanan araştırma, Alzheimer ve diğer merkezi sinir sistemi hastalıklarına karşı koymak için koku alma sistemini uyarmaya dayalı tedavilerin geliştirilebileceğini düşündürüyor.

Lasarte, “Koku alma sisteminin bağışıklık ve merkezi sinir sistemlerindeki rolüne odaklandık ve mentolün hayvan modellerinde bağışıklık sistemini uyarıcı bir koku olduğunu doğruladık” ifadelerini kullandı.

Bu maddeye 6 ay boyunca kısa süreli maruz kalmanın Alzheimer’lı farelerde bilişsel gerilemeyi önlediğini ve en ilginç olanı da sağlıklı genç farelerin bilişsel yeteneğini geliştirdiğini gözlemledik.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Bilim İnsanları, Uzayda Şimdiye Kadar Görülen En Büyük Patlamayı Tespit Etti

Bilim insanları, şimdiye kadar gözlemlenen en büyük kozmik patlamayı tespit etti. ‘Güneş sisteminin 100 katı büyüklüğünde’ olduğu tahmin edilen patlamanın, süper kütleli karadeliğe emilen gazdan kaynaklandığı düşünülüyor.

Haber Merkezi / Bilim insanları, bu tür olayların çok nadir olduğunu ve daha önce bu ölçekte hiçbir şeye tanık olunmadıklarını söylüyorlar.

Geçen yıl bilim insanları, GRB 221009A olarak bilinen bir patlamaya daha tanık oldu. Bu, en parlak patlama olarak kayıtlara geçti.

AT2021lwx ilk olarak 2020’de California’daki Zwicky Geçici Tesisi ve ardından Hawaii merkezli Asteroid Karasal Darbeli Son Uyarı Sistemi (ATLAS) tarafından tespit edildi.

8 milyar ışıkyılı uzaklıkta izlenen patlama, bilinen herhangi bir süpernovadan 10 kat daha parlak ve şimdiye kadar üç yıldan fazla sürdü, bu da onu kaydedilen en enerjik patlama yapıyor.

Southampton Üniversitesi’nden Astronom Dr. Philip Wiseman, “Bunun güneş sisteminin 100 katı büyüklüğünde ve güneşin yaklaşık 2 trilyon katı parlaklığa sahip bir ateş topu olduğunu tahmin ettik. Üç yılda, bu olay Güneş’in 10 milyar yıllık ömründe salacağı enerjinin yaklaşık 100 katı kadar enerji açığa çıkardı” dedi.

AT2021lwx olarak bilinen patlamanın evren yaklaşık altı milyar yaşındayken meydana geldiği düşünülüyor ve hala bir teleskoplar ağı tarafından izleniyor.

Bilim insanlar, patlama için çeşitli farklı nedenleri araştırıyor ama tam nedeni henüz bilinmiyor. Örneğin patlamanın bir kara delik tarafından parçalanmış geniş bir gaz bulutu olabildiği ileri sürülüyor.

Paylaşın

NASA’dan Çarpıcı “Kara Delik” Animasyonu

NASA, kara delikler hakkında bir animasyon yayınladı. Kara delikler çekim alanı her türlü maddesel oluşumun ve ışınımın kendisinden kaçmasına izin vermeyecek derecede güçlü olan, büyük kütleli gök cisimleri şeklinde tanımlanmakta.

Evrende bilinen en büyük kara deliklerden biriyse TON-618 adlı dev cisim. Bilim insanlarının “canavar” diye nitelediği bu cismin kütlesi 2004’te ölçülmüştü. Ölçümler, TON-618’in kütlesinin Güneş’in 66 milyar katı olduğunu göstermişti.

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA, süper kütleli kara deliklerin ulaşabildiği korkutucu boyutları gözler önüne seren bir animasyon yayımladı.

Animasyonda Güneş’ten giderek uzaklaştıkça rastlanabilecek devasa kara deliklerin konumları, tahmini görünüşleri ve isimleri yer alıyor.

Evrenin dev cisimleri olan bu kara delikler, Güneş’in kütlesinin yaklaşık 100 bin katından başlıyor ve milyarlarca katı kütleye ulaşabiliyor.

Süper kütleli kara delikler, galaksilerin merkezlerinde yer alıyor. Örneğin Güneş Sistemi’ni ve dolayısıyla Dünya’yı barındıran Samanyolu Galaksisi’nin merkezinde de Sagittarius A* adlı bir süper kütleli kara delik var.

Bu kara delik de Güneş’in yaklaşık 4 milyon katı kütleye sahip ve Dünya’dan sadece 26 bin ışıkyılı uzaklıkta.

Ancak bundan çok daha büyük kara delikler olduğu biliniyor. Örneğin görüntülenen ilk kara delik unvanını taşıyan M87’nin kütlesi Güneş’in 5,37 milyar katı.

NASA’nın Goddard Uzay Uçuş Merkezi’nden teorik astrofizikçi Jeremy Schnittman, “Çoğu Hubble Uzay Teleskobu’nun yardımıyla yapılan doğrudan ölçümler, 100’den fazla süper kütleli kara deliğin varlığını doğruluyor” ifadelerini kullanıyor.

Bilim insanı, “Peki nasıl bu kadar büyüyorlar? Galaksiler çarpıştığında merkezlerindekideki kara delikler de sonunda birleşebiliyor” diye de ekliyor.

Öte yandan evrendeki tüm kara delikler süper kütleli cisimler değil. Zira bilinen en küçük kara delikler, Güneş’in yaklaşık beş katı kütleye sahip.

Yıldız kütleli kara delik adı verilen bu cisimler, yaşamının sonuna gelmiş iri bir yıldızın kendi içine çöken çekirdeğinden oluşuyor.

Yıldız kütleli karadeliklerin üst sınırı da Güneş’in kütlesinin yaklaşık 65 katı kadar.

Evrende bilinen en büyük kara deliklerden biriyse TON-618 adlı dev cisim. Bilim insanlarının “canavar” diye nitelediği bu cismin kütlesi 2004’te ölçülmüştü.

Ölçümler, TON-618’in kütlesinin Güneş’in 66 milyar katı olduğunu göstermişti.

Astrofizikçilerin kara delikler için belirlediği teorik üst kütle sınırı ise Güneş’in yaklaşık 50 milyar katı.

Bu yüzden bilim insanları, evrenin ve kara deliklerin teorik tahminlere meydan okumakta çok iyi olduğunu vurguluyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Bilim İnsanları Ay Toprağından Oksijen Çıkarmanın Yolunu Buldular

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın Houston’daki Johnson Uzay Merkezi’nde çalışan bilim insanları, simüle edilmiş ay toprağından oksijen çıkarmanın yolunu buldular.

Ay’da kalıcı bir insan varlığı oluşturmak, NASA’nın uzun vadeli hedeflerinden biri ve bu görev, ilk astronotların 2025 gibi erken bir tarihte Ay yüzeyine dönmesini sağlayacak.

Bu son deneyin başarısı, artık oksijen toplama teknolojisinin hazırlık seviyesinin 6’ya ulaştığı, yani uzayda test edilmeye hazır olduğu anlamına geliyor.

ABD uzay ajansının Ay’da insan üsleri inşa etme planlarını ciddi ölçüde ilerletecek bir hamleyle, NASA’daki bilim insanları Ay toprağından nasıl oksijen çıkarılacağını buldu.

NASA’nın Houston’daki Johnson Uzay Merkezi’nden bir ekip, karbotermal reaksiyon yaratmak için yüksek güçlü bir lazer kullanarak ilk kez vakumlu bir ortamda yapay Ay toprağından oksijeni başarıyla çıkardı.

Karbotermal İndirgeme Gösterimi (Carbothermal Reduction Demonstration/CaRD) deneyi, solunum için oksijen üretmenin yanı sıra ulaşımda itici yakıt olarak da hayati önem taşıyabilir.

NASA mühendisi Anastasia Ford, “Ekibimiz CaRD reaktörünün Ay yüzeyinde hayatta kalabileceğini ve başarılı bir şekilde oksijen çıkarabileceğini kanıtladı” diyor.

Bu, diğer gezegenlerde sürdürülebilir insan üsleri inşa etmek üzere mimariyi geliştirme yönünde büyük bir adım.

Ay’da kalıcı bir insan varlığı oluşturmak, NASA’nın Artemis görevinin uzun vadeli hedeflerinden biri ve bu görev, ilk astronotların 2025 gibi erken bir tarihte Ay yüzeyine dönmesini sağlayacak.

Bu son deneyin başarısı, artık oksijen toplama teknolojisinin hazırlık seviyesinin 6’ya ulaştığı, yani uzayda test edilmeye hazır olduğu anlamına geliyor.

NASA’da kıdemli bir mühendis olan Aaron Paz şöyle diyor: Bu teknoloji Ay yüzeyinde her yıl kendi ağırlığının birkaç katı oksijen üretme potansiyeline sahip, bu da insan varlığının ve Ay ekonomisinin sürekliliğini mümkün kılacak.

Önceki haftalarda NASA, programın ilk mürettebatlı uzay uçuşu olacak Artemis II görevinde Ay’ın etrafında dolaşacak 4 astronotu açıklamıştı.

Astronotlar 10 gün sürecek uçuş denemesinde NASA’nın devasa Uzay Fırlatma Sistemi (Space Launch System/SLS) roketiyle gönderilen Orion uzay aracında seyahat edecek. Bu kişiler, 50 yılı aşkın süredir Ay’ın yakın çevresinde uçan ilk astronotlar olacak.

ABD uzay ajansı, mürettebatsız test uçuşunu çoktan tamamlamış, Orion aracı Ay’ın etrafında uçarak Kasım 2022’de Dünya’ya dönmüştü.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Kuasarların Sırrı 60 Yıl Sonra Çözüldü

Kütlesi milyonlarca ila on milyarlarca güneş kütlesi arasında değişen, gaz diski ile çevrili süper kütleli bir kara delik tarafından desteklenen ve son derece parlak aktif galaksi çekirdeği olan kuasarların sırrı, 60 yıldan uzun süren araştırma ve tartışmaların sonucunda çözüldü.

Aşırı parlaklığa ve kütleye sahip, gizemini büyük ölçüde koruyan gök cisimleri olan kuasarlar, ilk kez 1950’lerde keşfedildi. Kuasarlar, evrendeki en parlak ve en güçlü nesneler diye bilinmekte.

Monthly Notices of the Royal Astronomical Society adlı hakemli bilimsel dergide yayımlanan yeni araştırmada, kuasarların muhtemelen galaksiler arasındaki çarpışmalar sonucu ortaya çıktığı ifade edildi.

Kuasarların yaydığı enerjinin bir galaksideki tüm yıldızların yaydığı enerjiden daha fazla olabileceği düşünülüyor.

Öte yandan keşfedilmelerinin üzerinden onlarca yıl geçmesine rağmen böyle bir enerji patlamasını neyin tetikleyebileceğine dair bir sonuca varılamamıştı.

Şimdiyse Birleşik Krallık’taki Sheffield ve Hertfordshire Üniversitelerinden araştırmacılar, gözlemlerden elde edilen veriler doğrultusunda, kuasar oluşumunun galaksi birleşmeleriyle tetiklendiği sonucuna vardı.

İspanya’nın La Palma bölgesindeki Isaac Newton Teleskobu’nu kullanan araştırmacılar, kuasara sahip 48 galaksi ve kuasarı olmayan 100 galaksinin üzerinde çalıştı

Bunun sonucunda kuasarlı galaksilerin diğer galaksilerle doğrudan etkileşime girme veya çarpışma olasılığının üç kat fazla olduğu saptandı.

Araştırmanın başyazarı Dr. Jonny Pierce, “Kuasarlar dünyanın dört bir yanındaki bilim insanlarının daha fazla bilgi edinmek istediği bir alan” diye konuştu.

NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu gibi yeni güçlü cihazlar kuasarlara dair de önemli fikirler verebilir. Zira bu teleskop, yaklaşık 13 milyar yıl önce oluşmuş, evrendeki en uzak kuasarlardan gelen ışığı bile tespit edebiliyor.

Kuasarların daha ayrıntılı incelenmesi, Güneş Sistemi’ni ve dolayısıyla Dünya’yı da içeren Samanyolu Galaksisi’nin geleceğine dair de fikir veriyor.

Zira Samanyolu’nun, en yakın komşusu Andromeda Galaksisi’yle çarpışma rotasında olduğu uzun süredir biliniyor. Yeni çalışma, Samanyolu’nun tamamının bu süreçte bir kuasara dönüşebileceği anlamına geliyor.

Araştırmanın yazarlarından Prof. Dr. Clive Tadhunter, “Kuasarlar, evrendeki en aşırı fenomenlerden biri” diyor ve ekliyor:

Gördüklerimiz, muhtemelen kendi galaksimizin Andromeda’yla yaklaşık 5 milyar yıl sonra çarpışacağı geleceği temsil ediyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Bilim İnsanlarını Şaşkına Döndüren “Kara Delik”

Uzayda belirli nicelikteki maddenin bir noktaya toplanması ile meydana gelen ‘Kara Delik’lere ilişkin her gün yeni bir gelişme yaşanıyor. Bilim insanları, karanlık noktasından ışık çıkan yeni bir kara delik türü karşısında şaşkına döndü.

Bilim insanları, bunun aslında yeni bir kozmik varlık çeşidi olabileceğini söylüyor.

Bir bilgisayar simülasyonu modelinden ortaya çıkan teorik bir yapı olan bu gizemli kozmik cisimi, uzayda Dünya’daki en iyi teleskoplardan bile saklanan gökcisimleri olabileceğine işaret ediyor.

ABD’deki Johns Hopkins Üniversitesi’nden, araştırmayı yöneten Pierre Heidmann yaptığı açıklamada şöyle dedi:

Çok şaşırdık… Cisim bir kara deliğe tıpatıp benziyor ama karanlık noktasından ışık çıkıyor.

Araştırmacılar “topolojik soliton” diye adlandırdıkları cismi Physical Review D adlı akademik dergide yayımlanacak yeni bir çalışmada açıkladı.

Bilim insanları uzayda, Dünya’daki ultra hassas sensörlerle gözlemlendiğinde benzer kütleçekimsel etkilere sahip olan ve kara delik gibi algılanabilecek başka cisimler olması ihtimalini araştırdı.

Kara delikler, ışığın bile çekiminden kaçamayacağı kadar yoğun bir çekim alanına sahip, çökmüş yıldızlardır.

Kütleçekim dalgalarının 2015’te tespit edilmesi astrofizik dünyasında çığır açarak kara deliklerin varlığını doğruladı.

Bu tespit, ışığın karadeliklerin etrafında tıpkı Dünya’nın Güneş’in etrafında döndüğü gibi, kara deliklerin merkezinden belli bir uzaklıkta döndüğünü gösterdi.

Bu mesafe, kara deliğin “gölgesinin” kenarını belirleyerek gelen herhangi bir ışığın bilim insanlarının “olay ufku” diye adlandırdığı bölgeye ölümcül bir şekilde çarpmasına yol açıyor.

Öte yandan bilim insanları, topolojik solitonun uzayı tıpkı bir kara delik gibi bozduğunu ancak bir kara delik gibi davranmadığını söyledi.

Simülasyonda solitonun, “gerçek” bir kara delik olsaydı güçlü çekim kuvvetinden kaçamayacak olan, ışığın zayıf ışınlarını karıştırdığı ve yaydığı bulundu.

Araştırmacılar uzayın fotoğraflarını kullandıkları birkaç senaryoda, bir kara deliği ve topolojik solitonu, sanki bir kamerayla çekilmişler gibi merceğin önüne yerleştirdi.

Simülasyonlarda, her iki kozmik varlık da kütleçekimsel etkileri nedeniyle çarpık resimler üretirken, solitonun farklı davrandığı görüldü.

Dr. Heidmann, “Işık güçlü bir şekilde bükülüyor ancak bir kara delikteki gibi emilmek yerine, tuhaf hareketlerle dağılarak bir noktada kaotik bir şekilde bize geri geliyor” dedi.

Karanlık bir nokta görmüyoruz. Çok fazla bulanıklık görüyoruz, bu da ışığın bu tuhaf nesnenin etrafında deli gibi döndüğü anlamına geliyor.

Araştırmacılar, bu çalışma uzaydaki yeni cisimlere dair bir öngörü olmasa da bunun, kara deliklere kıyasla bu tür cisimlerin neye benzediğine dair en iyi model görevini görebileceğini söyledi.

Nesne hâlâ teorik olsa da bilim insanlarının matematik denklemleri kullanarak onu oluşturabilmesi ve simülasyonlar kullanarak neye benzediğini gösterebilmesi, Dünya’daki en iyi teleskoplardan bile saklanan gökcisimleri olabileceğine işaret ediyor.

Çalışmanın bir diğer yazarı Ibrahima Bah, “Karşınızdaki şeyin bir kara delik olmadığını nasıl anlarsınız? Bunu test etmek için iyi bir yolumuz yok. Topolojik solitonlar gibi varsayımsal nesneleri incelemek bunu anlamamıza da katkı sağlayacak” dedi.

(Kaynaak: Independent Türkçe)

Paylaşın