Kadınlar Dikkat: Yumurtalık Kanseri Riskini Artıran Meslekler

Yakın zamanda yapılan bir araştırma, kuaför, güzellik uzmanı ve muhasebeci gibi belirli işlerde çalışan kadınların yumurtalık kanseri riskine yakalanma oranın daha yüksek olduğunu ortaya koydu.

Haber Merkezi / Kanada’da 2010 ile 2016 yılları arasında hastanede tedavi gören 1 ile 78 yaşları arasında yumurtalık kanseri teşhisi konan 491 kadının verileri, yumurtalık kanseri olmayan 897 kadından alınan verilerle karşılaştırıldı.

Araştırmaya katılanların sosyal geçmişi, tıbbi geçmişi, reçete edilen ilaçlar, aile öyküsü, kilosu ve boyu, çalışma geçmişine ilişkin yaşam tarzı bilgileri toplandı.

Mesleki ve Çevresel Tıp dergisinde yayınlanan araştırma, kuaför, güzellik uzmanı, muhasebeci ve hazır giyim endüstrisi gibi belirli işlerde çalışan kadınların yumurtalık kanseri riskine yakalanma oranın daha yüksek olduğunu ortaya koydu.

Araştırmada, kuaför, berber, güzellik uzmanı gibi alanlarda 10 yıl veya daha fazla çalışanların, yumurtalık kanseri riskine yakalanma olasılığının üç kat artığı belirtildi. Muhasebede 10 yıl veya daha fazla çalışanlar için ise bunun çifte riskle ilişkili olduğu bulunuldu.

Araştırmada, hazır giyim endüstrisinde uzun süre çalışanların, satış veya perakende sektöründe çalışanlara göre yüzde 85 daha yüksek risk taşıdığı ortaya kondu. Hazır giyim endüstrisindeki riskin, amonyak, hidrojen peroksit, organik boyalar ve pigmentler ve ağartıcılar dahil olmak üzere 13 kimyasal maddeye sık sık maruz kalmaktan kaynaklandığı belirtildi.

Yumurtalık Kanseri Nedir?

Yumurtalık kanseri ya da diğer ismiyle over kanseri; yumurtalık dokusunda bulunan hücrelerin kontrolsüzce büyümeleri ve çoğalmaları sonucu oluşur. Yumurtalık kanseri, yumurtalıklara sahip oldukları için kadınlarda görülür.

Yumurtalık (Over) Kanseri Nedenleri Nelerdir?

Yumurtalık kanserinin nedenleri, diğer kanser türlerinde olduğu gibi net olarak bilinmemektedir. Kanserlere neden olduğu düşünülen yaşam alışkanlıkları, bazı genetik yatkınlıklar ve hormonal faktörler yumurtalık kanserinin nedenleri olarak görülmektedir. Yumurtalık kanserlerinin yaklaşık %5-10 kadarı genetik nedenlerle oluşmaktadır. Bu yüzden birinci derece akrabalarında meme, yumurtalık ve rahim içi kanseri olan kadınlar, yumurtalık kanseri için risk grubundadır.

Kanser türlerinin birçoğunda olduğu gibi, yumurtalık kanserinde de ilerleyen yaş, hastalığın oluşma ihtimalini artırmaktadır. Yumurtalıklar; ergenlik, erişkinlik ve menopoz dönemlerinde farklı performanslarda ve farklı işlevlerde çalışırlar. Yumurtalık kanserlerinin genellikle oluştuğu zamanlar menopoz sonrasıdır. Menopoz doğurganlık döneminin bitişi anlamına gelse de, yumurtalıklar çalışmaya devam etmektedir. Dolayısıyla menopoz sırasında ve sonrasında da düzenli olarak hekim kontrolünden geçmek hem kişinin yaşam kalitesi için hem de sağlıklı yumurtalıklar için önemlidir.

Kanser, bulunduğu dokulardaki hücrelerin olağandışı büyümesi ve çoğalması sonucu oluşur. Yumurtalıklar tıpkı vücudun diğer organları gibi, genel sağlık durumumuzdan etkilenirler. Sağlıklı yaşam alışkanlıkları, düzenli egzersiz, kontrol altına alınmış stres seviyesi hem yumurtalıkların hem de tüm vücut sağlığının korunması için önemlidir.

Yumurtalık kanserinin belirtileri nelerdir?

Yumurtalık kanseri belirtileri çoğunlukla kendini çok göstermez. Yumurtalık kanseri ile ilgili belirtilerin çoğu hastaya özel olmakla beraber tipik bir bulgusu yoktur. Yumurtalık kanseri belirtileri olarak, pek çok hastalık belirtisi olarak da söylenebilecek; karın ağrısı, şişkinlik ve mide rahatsızlıkları sıralanabilir.

Yumurtalık kanserinin en büyük belirtisi ileri safhalarında ise karında ele gelen kitle, aşağı doğru basınç hissi, karında sıvı birikmesi, karın şişliği, çevredeki organlara bası yapmasına bağlı olarak idrar ve bağırsak şikayetleri görülür.

Yumurtalık kanserinin bazı türlerinde hormon düzensizlikleri görülebilir. Buna bağlı olarak adet düzensizlikleri, erkeklik hormonu salgısının artmasıyla tüylenme, erkek tipi saç dökülmesi görülebilir. Çoğu yumurtalık kanseri şikayeti ise karın şişliği üzerinedir.

Genel olarak görülen yumurtalık kanseri belirtilerini şöyle sıralayabiliriz;

Bağırsak alışkanlıklarında değişiklik, özellikle kabızlığın ortaya çıkması,
Mesane alışkanlıklarında değişiklik, sık sık idrara çıkma ihtiyacı,
İştah kaybı veya hızlı bir şekilde tokluk hissi,
Vajinal kanama,
Kilo kaybı,
Karında basınç hissi ve şişkinlik,
Kasıkta dolgunluk veya ağrı,
Uzun süreli hazımsızlık, gaz veya bulantı.

Yumurtalık kanserinin tedavisi var mı?

Yumurtalık kanserinin ilk tedavisi cerrahi tedavidir. Başka bir deyişle hastalar önce ameliyatla tedavi edilirler. Hastalığın tedaviye vereceği cevap ilk ameliyatın yeterliliği ile doğrudan ilişkilidir. Hastalığın erken dönemlerinde tümörün çıkartılması ile birlikte evreleme cerrahisi denilen bir ameliyat yapılır.

İleri dönemlerinde ise kapsamlı bir ameliyatla, karın boşluğu içindeki tümörler çıkartılır. Ameliyat sırasında gerek görüldüğü hallerde bağırsak parçalarının çıkartılması da söz konusu olabilir. Ameliyat sonrasında çok erken dönemdeki hastalar dışındaki tüm hastalara kemoterapi denilen ilaç tedavisi yapılmaktadır. Başka bir deyişle yumurtalık kanseri tedavisinin önemli bir bölümünde, ilaç tedavisi uygulanır.

Hastalığın tedaviye vereceği cevap tümörün yaygınlığı ile doğrudan ilişkilidir. Tedavi ile erken dönemdeki hastalıklar %80-90 iyileşirken, ileri dönem hastalıklarında iyileşme oranı %40-50 civarındadır. Ameliyat ve kemoterapi sonrası hastalar, uzun yıllar boyunca 4-5 ayda bir muayene ve tetkiklerle kontrol edilirler. Hastalık tekrarladığında ise tedavilerin de tekrarlanması gerekir. Bazen ameliyatların 2 ile 4 kez tekrarlanması dahi gerekebilir.

Yumurtalık kanseri tehlikeli mi?

Yumurtalık kanseri, kadın genital organı kanserleri arasında en öldürücü olanıdır. Diğer jinekolojik kanserler ile karşılaştırıldığında, erken dönemdeki yumurtalık kanserleri hemen hemen hiçbir ön belirti vermediği için genellikle çok geç tanı konulabilmektedir. Bu nedenle rutin jinekolojik USG erken tanıda önemlidir.

Paylaşın

Dikkat Çeken Araştırma: Dünyanın Yarısı Akıl Hastası Olacak

Geniş çaplı bir araştırma, dünya genelinde her iki kişiden birinin 75 yaşına kadar depresyon veya anksiyete gibi bir akıl sağlığı sorunu yaşayabileceğini öne sürdü. Araştırmanın baş yazarı Profesör John McGrath, en yaygın sorunların duygudurum bozuklukları olduğunu söyledi.

Harvard Üniversitesi’nde sağlık politikası uzmanı olarak görev yapan Dr. Ronald Kessler “Bu bozuklukların yaygın olarak ortaya çıktığı yaşı belirleyerek, uygun müdahaleler geliştirmeliyiz ve risk altındaki kişilere destek verebilmek için kaynak bulmalıyız” dedi.

Araştırmada, 29 ülkeden 156 bin yetişkin ve Dünya Sağlık Örgütü’nün yirmi yıllık verilerinden yararlanıldı.  Çalışmada; ABD, Suudi Arabistan, Katar, Japonya, İsrail, Avustralya, Yeni Zelanda, Meksika ve Avrupa, Birleşik Krallık, Güney Amerika ve Afrika gibi ülkeler yer aldı.

ABD’li bilim insanlarının yaptığı bir araştırmada, dünyanın yarısının 75 yaşına kadar akıl sağlığını kaybedeceği, özellikle kadınların anksiyete bozukluğu nedeniyle tehlikede olduğu açıklandı.

Araştırmacılar depresyon ve anksiyete dahil olmak üzere 13 ruh sağlığı problemi üzerinde incelemeler yaptı. Kadınların anksiyete bozukluğunun yanı sıra majör depresyona sahip olma olasılığı daha yüksek çıktı.

Araştırmada, 29 ülkeden 156 bin yetişkin ve Dünya Sağlık Örgütü’nün yirmi yıllık verilerinden yararlanıldı. İki kişiden birinin, yaşlanıncaya kadar en az bir akıl sağlığı bozukluğuna sahip olabileceği öngörüldü.

Yaşam boyunca akıl hastalığına yakalanma riski, erkek katılımcılar için yüzde 46 iken, kadınlarda yüzde 53 olarak belirlendi. Özellikle kadınlar travma sonrası stres bozukluğu açısından büyük risk altında olduğu bildirildi. Erkeklerin ise alkolü kötüye kullanma olasılığı yüksek çıktı.

Majör depresif bozukluk oranının, her iki cinsiyette de eşit derecede yaygın olduğu görüldü. ABD’deki akıl hastalığı oranları, son birkaç yılda artış gösterdi ve bu süreçte intihar sayısı 45 bin 900’den 48 binin üzerine çıktı.

Son analizler, akıl sağlığı krizinin ABD ile sınırlı kalmadığını, küresel boyutlara ulaştığını vurguluyor. Harvard Tıp Okulu ve Avustralya’daki Queensland Üniversitesi’ndeki araştırmacılar tarafından gerçekleştirilen çalışmada; ABD, Suudi Arabistan, Katar, Japonya, İsrail, Avustralya, Yeni Zelanda, Meksika ve Avrupa, Birleşik Krallık, Güney Amerika ve Afrika gibi ülkeler yer aldı.

Lancet Psychiatry dergisinde yayınlanan araştırma hakkında konuşan Dr. John McGrath “En yaygın ruh sağlığı bozuklukları, majör depresyon veya anksiyete çıktı. Kadınların, yaşamları boyunca anksiyete bozukluğu yaşama olasılığı, erkeklerden çok daha yüksek görünüyor” ifadelerini kullandı.

Araştırmacılar, bu akıl sağlığı bozukluklarının başlangıç ​​yaşının 15 olduğunu vurguladı. Harvard Üniversitesi’nde sağlık politikası uzmanı olarak görev yapan Dr. Ronald Kessler “Bu bozuklukların yaygın olarak ortaya çıktığı yaşı belirleyerek,uygun müdahaleler geliştirmeliyiz ve risk altındaki kişilere destek verebilmek için kaynak bulmalıyız” dedi.

ABD’de son yıllarda gerçekleşen akıl sağlığı bozuklukları oranındaki artış, pandemi dönemindeki tecrit ve izolasyon sürecinde daha da şiddetlendi. Amerika’da en çok gençleri etkileyen bu virüs dönemi, bireyleri yalnızlığa itti ve sosyal bağlar kuramamalarına sebep oldu.

Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri tarafından hazırlanan bir raporda, 2021’de ABD’li lise öğrencilerinin yüzde 10’unun son 12 ayda intihara teşebbüs ettiği ve bu oranın 2019’dan bu yana arttığı ortaya çıktı.

(Kaynak: Gazete Pencere)

Paylaşın

Dikkat Çeken Keşif: Mars’ta Günler Giderek Kısalıyor

Mars’ın kendi ekseni etrafındaki dönüşünün her yıl 0,004 yay saniyesi kadar hızlandığı ve bunun da Mars gününün her yıl milisaniyenin küçük bir bölümü kadar kısalması anlamına geldiği tespit edildi.

Bilim insanları bunun Mars’ın ya iç dinamiklerinde ya da atmosferinde ve buzullarındaki “uzun vadeli bir eğilimin” göstergesi olabileceği sonucuna vardı.

NASA’nın InSight Mars iniş aracından elde edilen veriler, Kızıl Gezegen’in dönüşünün her yıl tuhaf bir şekilde hızlandığını ve bunun Mars gününün uzunluğunda kademeli kısalmaya sebebiyet verdiğini gösteriyor.

Yakın zamanda Nature adlı bilimsel dergide yayımlanan araştırmada, Mars’ın kendi ekseni etrafındaki dönüşünün her yıl 0,004 yay saniyesi kadar hızlandığı ve bunun da Mars gününün her yıl milisaniyenin küçük bir bölümü kadar kısalması anlamına geldiği tespit edildi.

Aralarında NASA’nın Kaliforniya’daki Jet İtki Laboratuvarı’ndan araştırmacıların da yer aldığı bilim insanları, Kızıl Gezegen’in dönüşündeki bu hafif hızlanmaya neyin yol açtığından emin değil. Ama bazı fikirlere sahipler.

Çalışmanın ortak yazarı Bruce Banerdt, “InSight gibi bir jeofizik istasyonunun Mars’a konuşlandırılması çabalarında uzun süredir yer alıyorum. Bunun gibi sonuçlar onlarca yıl boyunca yapılan tüm çalışmalara değiyor” dedi.

Araştırmada bilim insanları, Mars’ın dönüşüne ilişkin şimdiye kadarki en hassas ölçümleri yapmanın yanı sıra erimiş metal çekirdeğin “sallanması” nedeniyle gezegenin de nasıl yalpaladığını tespit etti.

Çalışmaya göre gezegenin dönüşündeki bu hızlanmanın arkasında buzul sonrası geri dönüş gibi faktörlerin olabileceğinden şüpheleniliyor. Bu geri dönüş, Mars’ın kutup tabakalarında biriken buzun veya buzulların gömdüğü kara kütlelerinin tekrar yükselmesi anlamına geliyor.

NASA bu değişimi, kollarını önce açıp sonra gövdesinde birleştirerek kendi etrafında dönen bir buz patencisinin dönüş hızındaki değişime benzetiyor.

Yeni araştırmada, InSight’ın Mars’ta geçirdiği ilk 900 günde elde edilen veriler değerlendirildi ve gezegenin dönüşündeki değişimler incelendi.

Çalışma için bilim insanları, NASA’nın Dünya’daki Derin Uzay Ağı’ndan ve InSight’ın radyo aktarıcısıyla antenlerden oluşan ve topluca RISE adı verilen araçlarından yararlandı.

Araştırmacılar, Derin Uzay Ağı’nı kullanarak iniş aracına radyo sinyali gönderdi ve RISE bu sinyali daha sonra geri yansıttı.

Bilim insanları, yansıyan sinyalde, ambulans sireninin yaklaştıkça ve uzaklaştıkça ses perdesinin değişmesine sebebiyet veren aynı etki olan Doppler kaymasının neden olduğu küçük frekans değişikliklerini aradı.

Araştırmacılar, bu kaymayı ölçümleyerek gezegenin ne kadar hızlı döndüğünü belirleyebildi.

Belçika Kraliyet Gözlemevi’nden çalışmanın başyazarı Sebastien Le Maistre, “Aradığımız şey, bir Mars yılı boyunca sadece 20-30 santimetrelik değişimlerden ibaret. Bu değişimleri görebilmemiz için bile çok uzun zaman alıyor ve öncesinde çok fazla miktarda veri toplanması gerekiyor” dedi.

Dr. Le Maistre, “Deneye hazırlanmak ve bu keşifleri öngörmek için çok fazla zaman ve enerji harcadık. Ancak buna rağmen yol boyunca yine şaşkınlığa uğradık. Üstelik daha bitmedi, çünkü RISE’ın Mars’a dair gün yüzüne çıkaracağı daha çok şey var” ifadelerini kullandı.

Yeni bulgular Mars’ın dönüş hızında “yavaş bir ivme” olduğunu gösteriyor.

Bilim insanları bunun Mars’ın ya iç dinamiklerinde ya da atmosferinde ve buzullarındaki “uzun vadeli bir eğilimin” göstergesi olabileceği sonucuna vardı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

“Şeytan” Kuyrukluyıldız Dünya’ya Doğru İlerliyor!

Büyük bir volkanik patlamanın ardından iki boynuzu varmış gibi görünen şehir büyüklüğünde bir kuyrukluyıldız Dünya’ya doğru ilerliyor. 2 Haziran 2024’te Dünya’ya en yakın konumunda olacak olan kuyrukluyıldızı gece gökyüzünde görmek mümkün olacak.

21 Nisan 2024’te Güneş’e en yakın noktasına ulaşacak olan bu kuyrukluyıldızın, Güneş etrafında dönüşü tam 71 yıl sürüyor. Bu süre zarfında kuyrukluyıldız, Güneş Sistemi’nin en uzak noktalarından geçiyor.

Bilim insanları ani bir patlamanın ardından “boynuzları çıkan” volkanik bir kuyrukluyıldızın Dünya’ya doğru ilerlediğini söylüyor. 12P/Pons-Brooks (12P) diye adlandırılan nesnenin son 70 yılda ilk kez patlamaya şahit olduğu ifade ediliyor.

Bu tür kuyrukluyıldızlara kriyovolkanik nesneler de deniyor. Kriyovolkanlar aynı zamanda soğuk yanardağlar diye biliniyor. Bu yapısı, 12P’nin küçük bir yıldız gibi parlamasına ve uzaya süper soğuk “magma” kütleleri yağdırmasına neden oluyor.

Gökbilimcilere göre bu sıradışı nesne bir şehir büyüklüğünde ve 2024’te Dünya’ya en yakın konumuna ulaşacak.

Kuyrukluyıldızın boynuzları

Diğer tüm kuyrukluyıldızlar gibi bu buzlu nesne de buz, toz ve gaz karışımıyla dolu katı bir çekirdekten oluşuyor. Aynı zamanda kuyrukluyıldızın iç kısmından dışarı sızan ve “koma adı verilen bir gaz bulutuyla çevrili.

Ancak diğer kuyrukluyıldızların aksine, 12P’nin çekirdeğinde çok fazla gaz ve buz birikiyor. Bunun sonucunda gök cismi şiddetli biçimde patlayabiliyor.

Bunun sonucunda çekirdeğin kabuğundaki büyük çatlaklardan dışarı kriyomagma diye bilinen soğuk malzemeler çıkıyor. Bu süreç, 12P’nin dışındaki boynuz benzeri yapıların oluşmasını sağladı.

Spaceweather’ın bildirdiğine göre, gökbilimciler 20 Temmuz’da, kuyrukluyıldızda ani bir patlama tespit etti. Nesne bu patlamanın ardından olağan halinden yaklaşık 100 kat daha parlak görünmeye başladı.

Parlaklık artışının ardında, kuyrukluyıldızın içinden salınan gaz ve buz kristalleriyle komanın aniden şişmesi ve böylece nesnenin Dünya’ya daha fazla Güneş ışığı yansıtması yatıyor.

Astronom Richard Miles’a göre, 26 Temmuz itibarıyla kuyrukluyıldızın koması yaklaşık 230 bin kilometre genişliğe ulaştı. Ancak ilginç bir şekilde, genişlemiş komanın şeklinin düzensiz olması, kuyrukluyıldızı sanki boynuzları varmış gibi gösteriyor.

Miles, komanın olağandışı şeklinin, muhtemelen çekirdeğin şeklindeki bir düzensizlikten kaynaklandığını söylüyor. Buna göre genişleyen koma, zamanla Güneş ışığını yansıtamayacak kadar dağılacak ve sonunda yok olacak.

12P’nin Güneş etrafında dönüşü tam 71 yıl sürüyor. Bu süre zarfında nesne, Güneş Sistemi’nin en uzak noktalarından geçiyor. Kuyrukluyıldız 21 Nisan 2024’te Güneş’e en yakın noktasına ulaşacak.

2 Haziran 2024’te ise Dünya’ya en yakın konumuna gelecek. Bu noktada nesneyi gece gökyüzünde görmek mümkün olacak.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Samanyolu Galaksisi’nde Trilyonlarca Haydut Gezegen Dolaşıyor

Samanyolu Galaksisi’nde, kendi yıldızının yörüngesinden çeşitli sebeplerle ayrılmış olan ve uzayda serbest dolaşan gezegenler olarak tanımlanan haydut gezegenlerden trilyonlarca olduğu açıklandı.

Haydut gezegenlerin, halihazırda kendi yıldızlarının etrafında dönen gezegenlerden daha küçük olma eğilimi gösterdiği de tespit ediildi.

Yeni bir araştırmaya göre haydut gezegenlerin sayısı, Samanyolu Galaksisi’ndeki diğer gezegenlerden çok daha fazla olabilir.

Bilim insanları, kendi yıldızının yörüngesinden çeşitli sebeplerle ayrılmış olan ve uzayda serbest dolaşan gezegenlere haydut gezegen adını veriyor.

Bu gezegenler evrende sonsuz bir yolculuğa çıkmış durumda. Gökbilimcilere göre sadece Samanyolu içindekilerin sayısı trilyonları bulabilir.

NASA’nın Goddard Uzay Uçuş Merkezi’nden David Bannett, “Galaksimizin yıldızlardan 20 kat fazla haydut gezegene ev sahipliği yaptığını tahmin ediyoruz. Trilyonlarcası tek başına dolaşıyor” diye konuştu.

Bannett’a göre son çalışma, galaksideki haydut gezegenlerin sayısının ilk ölçümü.

Araştırmacılar ayrıca bu haydut gezegenlerin, halihazırda kendi yıldızlarının etrafında dönen gezegenlerden daha küçük olma eğilimi gösterdiğini tespit etti.

Sumi, “Ancak Dünya büyüklüğündeki haydutların daha büyük olanlara kıyasla daha yaygın olduğunu bulduk” diye ekledi:

Yıldızlarına bağlı olanlar ve serbest gezegen haydut gezegenlerin ortalama kütleleri arasındaki fark, gezegen oluşum mekanizmalarını anlamanın anahtarı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Gizemli Kaynak, 35 Yıldır Dünya’ya Radyo Sinyalleri Gönderiyor

Bilim insanları, uzayda bilinmeyen bir kaynağın 35 yıldır düzenli olarak 20 dakikalık enerji patlamaları gönderdiğini ve bunların parlaklıklarının önemli ölçüde değiştiğini söylüyor.

Bilim insanları eski kayıtları inceleyerek sinyallerin en azından 1988’den beri Dünya’da tespit edildiğini ancak bu verileri toplayanlar tarafından fark edilmediğini buldu. Kaynak tespit edildikten sonra araştırmacılar radyo arşivlerini kontrol etti ve kaynağın en az 35 yıldır tekrar ettiğini saptadı.

Bulgular bilimsel dergi Nature’da yayımlanan “30 yıldır aktif olan uzun periyotlu bir radyo geçici dalgası” başlıklı yeni bir makalede bildirildi.

Bilim insanları, bilinmeyen bir kaynağın en azından 1988’den beri Dünya’ya doğru radyo patlaması dalgaları gönderdiğini söylüyor. Araştırmacılar bu radyo dalgalarını Dünya’ya hangi cismin gönderdiğini bilmiyor. Öyle ki dalgaların doğası, onu açıklamaya çalışan hiçbir modelle uyuşmuyor.

Araştırmacılar, kaynağın 35 yıldır düzenli olarak 20 dakikalık enerji patlamaları gönderdiğini ve bunların parlaklıklarının önemli ölçüde değiştiğini söylüyor.

Emisyonlar, pulsarlardan çıkan ya da hızlı radyo dalgaları patlamalarını andıran patlamalara benziyor. Söz konusu patlamalar milisaniyeler alabiliyor veya birkaç saniye sürebiliyor. Ancak yeni keşfedilen kaynak 21 dakikalık bir periyotta titreşen radyo sinyalleri gönderiyor ki bu daha önce öngörülen açıklamalarla imkansız olduğu düşünülen bir şeydi.

Pulsarlar, kendi etraflarında hızla dönen ve bunu yaparken radyo dalgaları yayan nötron yıldızları. Bunlardan birinin yolu Dünya’yla kesiştiğinde, emisyonlar çok kısa ve parlak biçimde seçilebiliyor. Tıpkı dönen bir deniz fenerinin ışığının yoluna çıkmak gibi.

Bilim insanları bu sürecin ancak pulsarın manyetik alanının güçlü olması ve yeterince hızlı dönmesi halinde işleyebileceğine`inanıyor. Aksi takdirde Dünya’dan pulsarı görmek için yeterli enerji olmaz. Bu durum, kaynakların tespit edilebilmesi için yeterince hızlı ve güçlü dönmesi gerektiğini öne süren “pulsar ölüm çizgisi” teorisinin geliştirilmesine yol açtı.

Ancak yeni keşfedilen GPMJ1839-10 adlı nesne bu ölüm çizgisinin çok ötesinde. Eğer bu bir pulsar ise o zaman bilim insanlarının imkansız olduğunu düşündüğü şekillerde çalışıyor gibi görünüyor.

Bu cisim yüksek derecede manyetize olmuş bir beyaz cüce (magnetar), yani inanılmaz derecede güçlü manyetik alanlara sahip ekstra bir nötron yıldızı türü de olabilir. Ancak araştırmacılar, bunların, bu tür emisyonlar yayma eğiliminde olmadıklarına inanıyor.

Bilim insanları eski kayıtları inceleyerek sinyallerin en azından 1988’den beri Dünya’da tespit edildiğini ancak bu verileri toplayanlar tarafından fark edilmediğini buldu. Kaynak tespit edildikten sonra araştırmacılar radyo arşivlerini kontrol etti ve kaynağın en az 35 yıldır tekrar ettiğini saptadı.

Çalışmaya dahil olmayan, McGill Üniversitesi’nden fizik profesörü Victoria M. Kaspi, gelecekte bu şekilde daha fazla keşif yapılabileceğini söyledi. Kaspi, araştırmaya eşlik eden bir makalede, “Bu verilerde başka nelerin gizlendiğini ve birçok astronomik zaman ölçeğindeki gözlemlerin neleri ortaya çıkaracağını sadece zaman gösterecek” diye yazdı.

Bu, yeni keşfedilen kaynağın nasıl bu denli sıra dışı olduğuna dair bazı açıklamaları da içerebilir. Araştırmacılar, verilerde benzer bir başka nesne koleksiyonu olup olmadığını inceleyerek, yeni keşfedilen emisyonların arkasındaki mekanizmaları anlayabilir.

Bulgular bilimsel dergi Nature’da yayımlanan “30 yıldır aktif olan uzun periyotlu bir radyo geçici dalgası” başlıklı yeni bir makalede bildirildi.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Dikkat Çeken Keşif: İki Yüzlü Yıldız

Kendiliğinden oluşan iki yüzlü bir yıldız ilk kez görüntülendi. İki yüzlü olduğu olduğu için yıldıza ‘Janus’ adı verildi. Mitolojik bir varlık olan geçişlerin tanrısı Janus’un da çift yüzü bulunuyor.

Janus, ilk olarak Caltech’in San Diego yakınlarındaki Palomar Gözlemevi’nden her gece gökyüzünü tarayan bir araç olan Zwicky Transient Facility (ZTF) tarafından keşfedildi.

NTV’nin aktardığına göre, ABD’de yer alan Caltech’te astrofizikçi olan ve Nature dergisinde yayımlanan çalışmayı yöneten Dr. Ilaria Caiazzo, “Beyaz cücenin yüzeyi bir taraftan diğerine tamamen değişiyor. Görüntülerini insanlara gösterdiğimde çok şaşırıyorlar” diye konuştu.

Caiazzo, bu esnada beyaz cüceleri araştırdığını Janus’un parlaklığındaki hızlı değişimlerin kendisini ona yönlendirdiğini söyledi. Caiazzo’nun daha sonraki gözlemleri Janus’un her 15 dakikada bir kendi ekseni etrafında döndüğünü ortaya çıkardı. Bir yıldızın kimyasal yapısını açığa çıkaran spektrometri ölçümleri ise yıldızın bir tarafının neredeyse tamamen hidrojen, diğer tarafının ise neredeyse tamamen helyum içerdiğini gösterdi.

Beyaz cüce nasıl oluşuyor? Diğer taraftan Caiazzo, Janus’un helyum tarafının Güneş gibi yamalı bir görünüme, hidrojen tarafının ise pürüzsüz bir görüneme sahip olduğunu belirterek şu ifadeleri kullandı:

“Janus’un dış yüzeyi dönen gazdan oluştuğu için yıldızın iki yüzlü doğasını açıklamak zordur. Janus’un beyaz cüce evrimi sırasında meydana geldiği tahmin edilen nadir bir geçişte olabilir. Beyaz cüceler bir zamanlar Güneş gibi olan yıldızların kaynayan kalıntılarıdır. Yıldızlar yaşlandıkça şişerek kırmızı devlere dönüşürler. Sonunda, kabarık dış malzeme havaya uçar ve çekirdek büzülerek yoğun, ateşli, sıcak bir beyaz cüceye dönüşür ve kabaca Güneş’in kütlesine sahip olmasına rağmen sadece Dünya büyüklüğünde olur.”

Caiazzo, yıldızın yoğun çekim alanı daha ağır elementlerin çekirdeğe batmasına ve daha hafif elementlerin yüzmesine neden olarak helyumdan oluşan iki katmanlı bir atmosfer oluşturduğunu ve bunun üzerinde ince bir hidrojen tabakası (en hafif element) görüleceğini belirtti.

Caiazzo, sözlerine şöyle devam etti: “Yıldız yaklaşık 30 bin derecenin altında soğuduğunda, daha kalın olan helyum tabakası kabarcıklanmaya başlar ve dıştaki hidrojen tabakasının karışmasına, seyrelmesine ve gözden kaybolmasına neden olur. Beyaz cücelerin hepsi değil ama bazıları yüzeylerinde hidrojen baskınlığından helyum baskınlığına geçiş yapıyor. Muhtemelen böyle bir beyaz cüceyi hareket halinde yakalamış olabiliriz.”

Paylaşın

Süpernova, Güneş Sistemini Neredeyse Yok Ediyormuş

Güneş’in yakınında meydana gelen bir süpernovanın sistemi az kalsın yok edeceği ortaya çıktı. Süpernova, enerjisi biten Büyük Yıldızların şiddetle patlaması durumuna verilen addır.

Bir süpernovanın parlaklığı Güneş’in parlaklığının yüz milyon katına varabilir. Güneş’i çevreleyen moleküler gaz bulutunun bir nevi koruma kalkanı görevi görerek yıldızı bu şiddetli patlamanın etkisinden koruduğu düşünülüyor.

Yeni bir araştırma, Güneş Sistemi’nin milyarlarca yıl önce yok olmanın eşiğinden döndüğünü ortaya koydu.

Yaklaşık 4 milyar yıl önce henüz emekleme aşamasında olan Güneş’in yakınında meydana gelen bir süpernovanın sistemi az kalsın yok edeceği anlaşıldı.

O dönemde Güneş’i çevreleyen moleküler gaz bulutunun bir nevi koruma kalkanı görevi görerek yıldızı bu şiddetli patlamanın etkisinden koruduğu düşünülüyor.

Araştırmanın ardında Japonya Ulusal Astronomi Gözlemevi’nden astrofizikçi Doris Arzoumanian liderliğindeki bir ekip yer alıyor.

Ekip bu keşfi meteoritlerden toplanan elementlerin izotoplarını inceleyerek yaptı.

İncelenen meteoritler, Güneş’in ve daha sonra yörüngesindeki gezegenlerin oluştuğu sırada etrafta saçılmış durumda olan asteroit parçaları.

Araştırmacılar, yıllar boyunca bir şekilde Dünya’ya ulaşmayı başaran bu meteoritlerin, Güneş Sistemi’nin geçmişine ışık tutan “fosiller” olduğunu söylüyor.

Ekip, meteorit örneklerinde değişen yoğunluklarda radyoaktif alüminyum izotopları buldu.

Bu bilgi, yaklaşık 4,6 milyar yıl önce, fazladan radyoaktif alüminyumun Güneş’in çevresine girdiği anlamına geliyordu.

Araştırmacılara göre bu meteoritlerde fazladan radyoaktif maddenin keşfedilmesi, ancak yakınlarda bir süpernovanın meydana gelmesiyle açıklanabilir.

Hakemli bilimsel dergi Astrophysical Journal Letters’ta yayımlanan makalede, “Güneş Sistemimiz henüz bebeklik dönemindeyken muhtemelen bir süpernova patlama dalgasından sağ çıktı” ifadeleri yer aldı:

Güneş Sistemi’nin kozası (yani içine doğduğu moleküler gaz bulutu) muhtemelen bu şok dalgasına karşı tampon görevi gördü.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Kuşlarda, Sadakatsizlik Ve Uzun Mesafeli Göçler “Boşanma” Nedeni

Kuş türlerinin yüzde 90’ından çoğunun genellikle en az bir üreme mevsiminde ve hatta daha uzun zaman boyunca tek bir eşle birlikte olduğu düşünülürken, yeni bir araştırma, pek çok kuş türünde boşanmaya yol açan iki ana etken keşfedildi: Erkeklerin çapkınlık peşinde koşması ve uzun mesafeli göçler.

Kaçamak ilişkiler ya da uzun süreli ayrılıklar, çoğu zaman evli insanların boşanmasına neden olur. Öte yandan, kuşlarda görülen ayrılıklarda da benzer etkenlerin rol oynadığı görülüyor.

Kuş türlerinin yüzde 90’ından çoğunun genellikle en az bir üreme mevsiminde ve hatta daha uzun zaman boyunca tek bir eşle birlikte olduğu düşünülür. Bununla beraber, kimi tek eşli kuşlar, asıl eşlerinin hayatta olmasına karşın sonraki üreme mevsiminde farklı bir partnerle birlikte olur. Bu davranış ise ‘boşanma’ olarak nitelendirilir.

Yapılan bir dizi araştırma, bu türden ayrılıklarla bağlantılı muhtemel etkenleri mercek altına alırken, uzmanlar bu araştırmaların bireysel yaşayan türlere ya da tür gruplarına odaklanma eğilimi taşıdığını belirtiyor. Şimdiyse araştırmacılar, pek çok kuş türünde boşanmaya yol açan iki ana etken keşfettiklerini ifade ediyor: Erkeklerin çapkınlık peşinde koşması ve uzun mesafeli göçler.

Çin ve Almanya’dan araştırmacılar, ‘Proceedings of the Royal Society B’ adlı bilimsel dergide yayınladıkları bir makalede, ölüm verileri ve göç mesafeleri kaydedilen 232 kuş türü bağlamında boşanma oranlarına dair daha önce yayınlanan verilerden nasıl yararlandıklarını aktardı. Ekip, bunun yanı sıra, her türün erkek ve dişilerine kuşların davranışlarına ilişkin yayınlanmış bilgileri baz alarak ayrı ayrı ‘çapkınlık’ puanları verdi. Bunlara ek olarak, ortak soyların etkisini hesaba dahil etmek amacıyla türler arasındaki evrimsel ilişkilere dayanan bir analiz de gerçekleştirildi.

Elde edilen sonuçlar, boşanma oranlarının fazlasıyla yüksek olduğu türlerin birbirleriyle yakın akraba olma eğilimi taşıdığını gösterdi. Bu, boşanma oranlarının fazlasıyla düşük olduğu türler bağlamında da geçerli olan bir bulgu. Benzer bir model, erkeklerin sadakatsizliği söz konusu olduğunda da geçerli görünüyor.

Araştırma ekibi, konuya ilişkin açıklamasında, “Mesela, yağmur kuşları, çatal kuyruklu kırlangıçlar, ev kırlangıçları, sarı asma kuşları ve karatavuklar hem yüksek boşanma oranları hem de erkeklerde yüksek sadakatsizlik eğilimi sergilerken, fırtına kuşları, albatroslar, kazlar ve kuğular düşük boşanma oranları ve erkeklerde düşük sadakatsizlik eğilimi sergiliyor” bilgisini paylaştı.

Araştırmacılar, erkeklerde daha yüksek sadakatsizlik eğilimi görülmesinin daha yüksek boşanma oranlarıyla bağlantılı olduğunu keşfetse de dişilerdeki sadakatsizlik oranı söz konusu olduğunda durum farklıydı.

Almanya’nın Max Planck Enstitüsü Hayvan Davranışları Bölümü’den araştırma ortak yazarı Dr. Zitan Song, “Bir erkek kuş sadakatsiz davrandığında, ilgisi ve sahip olduğu kaynaklar birkaç dişi arasında bölündüğünden, bu, çoğunlukla bağlılıkta bir azalma olarak görülür. Bu durum onu bir partner olarak daha az çekici hale getirebilir ve bundan ötürü bir sonraki üreme mevsiminde ‘boşanma’ ihtimali daha yüksek hale gelir. Ne var ki, bir erkek birden fazla dişiyle çiftleşerek çekiciliğini artırabilir de” dedi. Netice itibariyle, erkeklerin sadakatsiz davranma fırsatlarının daha fazla olduğu yerlerde boşanma oranları artabilir.

Diğer yandan Song, kadınlarda görülen sadakatsizliğin aynı sonuçlara neden olmayabileceğini belirtti. Buna göre, yavruların babasının kim olduğuna ilişkin belirsizlik, erkeklerin ebeveynlik görevlerine katılımında bir artışa yol açabilir. Ekip, bununla birlikte, daha uzun göçler gerçekleştiren türlerde görülen boşanma oranının daha yüksek olduğunu keşfetti.

Dr. Song, “Göç sonrasında, çiftler varış noktalarına farklı zamanlarda ulaşabilir ve bu, daha önce ulaşan eşin farklı bir partnerle çiftleştiği ve ilişkilerinin bir ‘boşanma’ ile sonuçlandığı bir duruma neden olabilir. Bunun yanı sıra, göç, çiftlerin farklı üreme alanlarına inmesine yol açarak kazara yaşanan kayboluş nedeniyle istemsiz bir ‘boşanmaya’ da neden olabilir. Bu etki, artan göç mesafesiyle daha da yoğunlaşır” dedi. Araştırma ekibi, daha uzun mesafeli göçlerin üreme penceresini daralttığının da altını çizdi. Song, “Ayrılık, eski partneri beklemektense varış yerinde hemen bir başkasıyla çiftleşmeyi kolaylaştırmaya yardımcı olabilir” bilgisini paylaştı.

Araştırmacılar, bunun yanı sıra, ölüm oranlarının ve göç mesafesinin erkeklerdeki sadakatsizlikle bağlantılı göründüğünü ve boşanma üzerinde muhtemel ve dolaylı etkileri olduğunu gördü.

Ekip, ulaştıkları sonuçların, kuşlarda görülen boşanmanın yalnızca bireyin zindeliğini artırma amacını güden bir strateji ya da göç gibi ekolojik faktörlere bir yanıt olmayabileceğini, bundan ziyade her ikisinin de aynı anda etkili olabileceğini düşündürdüğünü ifade etti.

Araştırmaya dahil olmayan ve Liverpool Üniversitesi’nde deniz biyolojisi uzmanı olan Dr. Samantha Patrick, araştırmayı memnuniyetle karşılayarak şöyle konuştu:

“Çalışma alanlarım göz önünde bulundurulduğunda, son araştırmanın ortaya koyduğu, göçlerde yaşanan zamansal farklılığı boşanmaya bağlayan sonuçları en ilgi çekici nokta olarak görüyorum. İklim daha da öngörülemez bir hale geldikçe göç zamanlamaları daha değişken hale gelebilir ve bu makale, bu durumun türler arasında görülen boşanma oranlarını artırabileceğini savunuyor.”

(Kaynak: Gazete Duvar)

Paylaşın

Bilim İnsanları Doğruladı: Evren Çarpıcı Ölçüde Hızlandı

Avustralya Sidney Üniversitesi’nden Profesör Geraint Lewis, “Evrenin 1 milyar yıldan biraz daha yaşlı olduğu bir zamana baktığımızda, zamanın 5 kat daha yavaş aktığını görüyoruz” dedi ve ekledi:

“Eğer orada, bu bebek evrende olsaydınız, bir saniye bir saniye gibi görünürdü ama bizim konumumuzdan, 12 milyar yılı aşkın bir gelecekten, bu erken zaman sürükleniyor gibi görünüyor.”

Bilim insanları, evrenin başlangıcında “aşırı yavaş hareket” halinde olduğunu ama o zamandan beri çarpıcı ölçüde hızlandığını keşfetti.

Einstein’ın genel görelilik teorisinde öngörülen bu keşif, bilim insanlarının evrenin Büyük Patlama’dan hemen sonraki halini gözlemlemelerinin ardından nihayet doğrulandı.

Einstein’ın teorisi, uzak evrenin bugünkünden çok daha yaşlı olduğu ve çok daha yavaş işlediği zamanları görebilmemiz gerektiğini öne sürüyor. Ancak bilim insanları esasen o kadar uzağa bakıp teoriyi doğrulayamamıştı.

Şimdiyse bilim insanları parlak kuasarları bir tür uzay saati olarak kullandı ve bu da onların evrenin bugünkünden çok daha yaşlı olduğu zamanı ölçmelerine olanak sağladı.

Yeni araştırmanın başyazarı Sidney Üniversitesi’nden Geraint Lewis, “Evrenin 1 milyar yıldan biraz daha yaşlı olduğu bir zamana baktığımızda, zamanın 5 kat daha yavaş aktığını görüyoruz” dedi.

Eğer orada, bu bebek evrende olsaydınız, bir saniye bir saniye gibi görünürdü ama bizim konumumuzdan, 12 milyar yılı aşkın bir gelecekten, bu erken zaman sürükleniyor gibi görünüyor.

Profesör Lewis ve diğer araştırmacılar araştırma için 200 kuasardan veri topladı. Kuasarlar, erken galaksilerin ortasında yer alan çok aktif süper kütleli kara delikler. Bu nedenle çok daha genç bir evrene bakmanın güvenilir bir yolunu sağlıyorlar.

Önceki araştırmacılar da aynı şeyi süpernovaları veya devasa patlayan yıldızları kullanarak yapmıştı. Bunlar da yararlı yöntemler ama evrenin ilk zamanlarındaki çok ama çok uzun mesafelerde görülmeleri zor. Bu yüzden elde edilen deliller, yalnızca kozmosun yaşının yaklaşık yarısıyla sınırlı oluyor.

Şimdiyse bilim insanları kuasarları kullanarak çok daha geriye, evrenin sadece 1 milyar yaşında (bugünkü yaşının yalnızca 10’da 1’i kadar) olduğu zamana kadar bakabildi.

Profesör Lewis, “Einstein sayesinde, zaman ve uzayın iç içe geçtiğini ve Büyük Patlama’nın tekilliğinde zamanın başlangıcından bu yana evrenin genişlediğini biliyoruz” dedi.

Uzayın bu şekilde genişlemesi, evrenin erken dönemlerine ilişkin gözlemlerimizin bugün akan zamandan çok daha yavaş görünmesi gerektiği anlamına geliyor.

Bu makalede, bunu Büyük Patlama’dan yaklaşık 1 milyar yıl sonrasına dayandırdık.

Bilim insanları, bulguları doğrulamak için, 190 kuasarın 20 yılda toplanan ayrıntılı verilerini inceledi. Araştırmacılar kuasarların her birinin “tik takını” standartlaştırmayı ve ardından onları karşılaştırmayı başardı. Bu da evrenin genişlemesinin ve hızlanmasının verilerde görülebileceğini ortaya koydu.

Profesör Lewis, “Bu mükemmel verilerle, kuasar saatlerinin tik taklarının haritasını çıkararak genişleyen uzayın etkisini ortaya çıkarabildik” dedi.

Çalışma, Nature Astronomy’de yayımlanan “Yüksek kırmızıya kayma kuasarlarının kozmolojik zaman genişlemesinin tespiti” başlıklı yeni bir makalede anlatılıyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın