Fenerbahçe 112. Kuruluş Yıldönümünü Kutladı

Fenerbahçe, kuruluşunun 112. ve Atatürk’ün Kulübü ziyaret edişinin 101. yıl dönümünü Dereağzı Lefter Küküçandonyadis Tesisleri’nde düzenlenen bir törenle kutlandı.

Törene Yüksek Divan Kurulu Başkanı Vefa Küçük, Başkan Ali Koç, yönetim kurulu ve kongre üyeleri, eski sporcular, kulüp çalışanları, Fenerbahçe Koleji öğretmen, öğrencileri, altyapı sporcuları ve aileleri katıldı.

Mustafa Kemal Atatürk, silah arkadaşları, şehitler ve ebediyete intikal eden üyeler için yapılan saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunmasıyla başlayan törende Fenerbahçe Başkanı Ali Koç bir konuşma yaptı.

Gurur duydum

Katılımcılara teşekkür eden Koç, Atatürk’ün Fenerbahçe tarihindeki önemiyle ilgili yaptığı konuşmasında şu ifadeleri kullandı:

“Sayın Vefa Küçük, Yüksek Divan Kurulu Başkanımız, bizim Cumhurbaşkanımız. Hep size danışıyoruz. Her ortamda yanımızdasınız. Sağ olun, var olun. Burada bugün Fenerbahçe Spor Kulübünü temsil eden her  kesimden insan var. En özelleri de çocuklarımız. Altyapıdan sporcularımız. En yaşlı kongre üyelerimize kadar herkes burada. Fenerbahçe’yi Fenerbahçe yapanlardan güzel bir potpori var. Her sene burada kutlamamızı yapıyoruz. Geçen sene çok özeldi. Anıtkabir ziyaretimiz oldu, başkanımız Aziz Yıldırım’ın liderliğinde.

Ve daha nice 3 Mayıslar diliyorum. Güzel bir tören oldu. Yönetim Kurulu Üyesi iken bu törene katılmıştım ama uzun zamandır katılamamıştım. Bugün katılmaktan bir kez daha iftihar ettim. Gurur duydum.

Törenimize katılan herkese teşekkür ediyorum. Törenimizi renklendiren Vefa beyin konuşması ile başlayan çocuklarımızın marşları şiirleri, şarkıları; Paşalı Birol’a kadar herkese özellikle teşekkür etmek istiyorum. Vefa Bey neler yaşandığını çok güzel anlattı. Kendisi anlatırken gözlerimde canlandırılmış gibi hissettim. Hele o filakanın buradan ayrılışını. Turhan bey daha detaylı bir şekilde altını doldurdu. 3 ayrı şekilde anlattı. Daha önce dinlemiştim ama yine gurur duydum, iftihar ettim.

Söz konusu vatansa Fenerbahçe Spor Kulübü’nün tarihi büyük fedakarlıklar, bağlılıklar ve bunun örnekleri ile dolu. Bunu kimse tartışamaz. Aslında bugün burada bir kez daha gördüm ki, Fenerbahçe Spor Kulübü bir kulüpten çok daha ötesi, bir spor kulübünden çok daha fazlası. Bu vatan için spor faaliyetleri yürüten bir kulübünden çok daha fazlasını yaptığını da demin de anlatıldığı gibi çok daha fazlasıyla tarihin altın sayfalarına yazılı, kazılı durumda. Bugün şunu düşündüm. Rahmetli dedem Vehbi Koç şöyle derdi; “Allah bize dünyanın en güzel ülkesini vermiş. Kıymetini bilelim” Ona katılıyorum ama bizlerde şanslıyız ki Türkiye’nin en özel en güzel kulübünün fertleriyiz, mensuplarıyız, temsilcileriyiz. Ne kadar gurur duysak azdır.

Hakikaten Fenerbahçe Spor Kulübü çok farklı bir kulüp. Kültürüyle, değerleriyle, ilkeleriyle, temsil ettikleriyle, duruşuyla. Bunun da tarihin altın sayfalarında olması da çok önemli. Bu sadece biz burada dostlar alışverişte görülsünü anlatmıyoruz. Bunların hepsi kayıtlı.

Şimdi Atatürk, Atamız, Ulu Önderimiz, hangi takımı tutar? Vefa Bey ifade etti. Atamızın Fenerbahçe Spor Kulübü’ne  olan ilgisi pek çok anılarla hikayelerle, olaylarla ifade edebiliriz. Hatta kanıtlayabiliriz.

Vefa bey bazılarını anlattı, daha çokları da var. Ancak benim özellikle üstünde durduğum ve hep ifade ettiğim başka bir yaklaşım var bu konuya ve bunun yayıldığını görmek beni mutlu ediyor. Atatürk’ün aslında hangi takımı tuttuğu önemli değil, hangi takımın Atamızın yolunda yürüdüğünün önemli olduğunu düşünüyorum. Burada da Fenerbahçe’yi ayırt etmek mümkün çünkü o dönemlerde Atamızın hangi takımı tuttuğu, ilgi duyduğu hiç önemli değildi. Atamız ve arkadaşları vatanı kurtarmakla meşguldü. Ama Fenerbahçe’nin de bu vatan için neler yaptığını o da saygıyla karşılamıştı ki bu ziyaret gerçekleşti. Aslında Mustafa Kemal Atatürk’ün nasıl bir lider olduğu, neler ifade ettiği sadece ülkemizde değil, bütün dünya tarafından kabul edilmiş bir unsurdur, bir ideolojidir, bir liderlik örneğidir. Ancak ülke olarak enteresan bir dönemden geçiyoruz. Atamızın değerinin zayıflatılmaya çalışıldığı, iftiralara uğradığı, kıymetinin yeterince bilinmediği hatta dil uzatıldığı bir dönemden geçiyoruz. Üzücü. İnşallah bugünler sona erer.

Fenerbahçe Spor Kulübü ve Atamız söz konusuysa bizim duruşumuz, anlayışımız, hareket biçimimiz, ilkelerimiz ve değer her zaman ortadadır. Bu sadece tenhada değil kalabalıkta da böyledir. O yüzden bunu ifade etme ihtiyacı duydum. Öncelikle koroyu yöneten hocamız Burcu Selçuk hanımefendiye teşekkür ediyorum. Sayın Önder Gider’i de müzik bölümü başkanı olarak tebrik etmeliyiz. Hepimiz pek çok çocuk korosu dinlemişizdir, benim de iki tane küçük çocuğum var. Ama bu kadar senkronize, koordineli, içten, gönülden, kalpten bir koroyu ilk defa görüyorum. Sizle gurur duydum, iftihar ettim. Bu da Fenerbahçe’nin bir spor kulübünden çok daha fazlası olduğunu ifade ediyor. Hepinize çok teşekkür ediyorum.”

Kulübümüzün tarihinde çok önemli bir yere sahip olan 3 Mayıs günü kutlaması; koronun, İzmir Marşını katılımcılarla birlikte seslendirmesiyle sona erdi.

Paylaşın

Galatasaray, Derbiye Hazırlanıyor!

Galatasaray, Süper Lig’in 31. haftasında Beşiktaş ile oynayacağı maçın hazırlıklarına bugün yaptığı antrenmanla devam etti. Antrenmanın ana bölümünde oyunsal formda taktik çalışma gerçekleştirildi.

Antrenmana ısınma hareketleriyle başladı. Daha sonra pas çalışmaları yapıldı. Antrenmanın ana bölümünde oyunsal formda taktik çalışma gerçekleştirildi.

Antrenman, yenilenme koşusu ve soğuma hareketlerinin ardından tamamlandı. Marcao, kendisi için hazırlanan özel program dâhilinde takımdan ayrı çalıştı.

Paylaşın

Fenerbahçe, Kasımpaşa’ya Bileniyor!

Fenerbahçe, Süper Lig’in 31. haftasında karşılaşacağı Kasımpaşa maçının hazırlıklarını yaptığı antrenmanla sürdürdü. Karşılaşma, 4 Mayıs Cumartesi günü saat 19.00’da.

Teknik Direktör Ersun Yanal yönetimindeki idman saat 11.00’de başladı. Salonda yapılan sakatlık önleyici egzersiz hareketlerinin ardından sahaya geçildi.

Antrenmanın ilk yarım saati basına açık gerçekleştirildi.  Koşu, ısınma ve koordinasyon hareketlerinin ardından 3 gruba ayrılan oyuncularımız, 5’e 2 top kapma ve pas çalışması yaptı. Dar alanda yapılan çift kale maçlarla devam eden idman, taktiksel ve bireysel çalışmalarla noktalandı.

Fenerbahçe, hazırlıklarını yarın Can Bartu Tesislerimizde yapacağı antrenmanla sürdürecek.

Fenerbahçe’nin Kasımpaşa ile oynayacağı maçta Halis Özkahya düdük çalacak. Halis Özkahya’nın yardımcılığını Kemal Yılmaz ve Aleks Taşçıoğlu yapacak. Karşılaşmanın dördüncü hakemi ise Süleyman Abay.

Paylaşın

HDP Sözcüsü Oluç: Açlık Grevlerinde Vahim Bir Durum Yaşanıyor

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, Merkez Yürütme Kurulu (MYK) toplantısının devam ettiği saatlerde açlık grevleri ve başlayacak ölüm oruçlarına ilişkin basın açıklaması yaptı.

Parti Sözcüsü olarak son basın toplantısını yapacağını söyleyen Saruhan Oluç, “Açlık grevleri temel konumuzdu şu ana kadarki MYK görüşmeleri içinde. Açlık grevinin geldiği son durumu bir kez daha hatırlatmak istiyorum. 8 Kasım’da açlık grevine başlayan Hakkari milletvekilimiz Leyla Güven 173’üncü gününe girdi bugün. Aralarında geçmiş dönem milletvekillerimiz Sebahat Tuncel ve Selma Irmak’ın da olduğu çok sayıda isim açlık grevinde. Selma Irmak ve Sebahat Tuncel açlık grevinin 104’üncü gününde. Önceki dönem milletvekilimiz Dilek Öcalan açlık grevinin 134’üncü gününde. Milletvekillerimiz Dersim Dağ açlık grevinin 57’inci, Tayip Temel ve Murat Sarısaç ise 53üncü gününde” dedi.

“Son derece vahim bir gelişme bu sabah duyuruldu. 15 siyasi tutuklu; Bakırköy, Van, Gebze ve Diyarbakır’daki açlık grevi eylemcileri, eylemlerini ölüm orucuna çevirdiklerini duyurdular. Çok uzun süredir açlık grevini sürdürmekte olan tutukluların ölüm orucuna başlaması vahim bir durumdur. Bu konuyu MYK toplantımızda enine boyuna değerlendirdik, bir kez daha özellikle kamuoyunun ve bu ülkeyi yönetenlerin dikkatini bu konuya çekmek istiyoruz” diyen HDP Grup Başkanvekili Oluç, açıklamasının devamında şu ifadeleri kullandı:

“Bu konudaki talepler çok açık ve nettir. Talep, Türkiye’de var olan İnfaz Yasası’nın, TCK’nin, Anayasa’nın ve yönetmeliklerin uygulanması talebidir esas itibariyle. İnfaz Yasası’na, TCK’ye ve Anayasa’ya aykırı uygulamaların sona ermesi talebidir. Yeni bir yasa önerilmemektedir. Sadece var olanların uygulanması önerilmektedir. Türkiye’nin altında imzası olan uluslararası sözleşmelere uyumlu davranmasıdır istenen. Haberleşme özgürlüğü her hükümlü için temel haktır. Kişiye özel hak ihlaline son verilmesi talebidir açlık grevindekilerin talebi. Bir kez daha bunu hatırlatmak istiyoruz ve bu talebin yerine getirilmesinin önünde hiçbir hukuku ve siyasi engelin bulunmadığına işaret etmek istiyoruz.

Van Milletvekilimiz Tayip Temel bir röportajında çağrıda bulunmuştu Meclis Başkanı Sayın Şentop’a dönük olarak. Sayın Şentop da bu çağrıya cevap verdi. Biz Sayın Şentop’un söylediklerini çok iyi anladık. Ancak şuna işaret etmek istiyoruz.

Sayın Şentop, Leyla Güven de diğer vekillerimiz de Dersim Dağ, Tayip Temel ve Murat Sarısaç da, kendileri için bir şey istemiyorlar. Kendileri için bu açlık grevlerini yapmıyorlar. Doğru tespit ediyorsunuz. Ülkede bir hukuksuzluk var, yasaların ve Anayasa’nın uygulanmadığı özel bir durum var. Bu hukuksuzluğun ortadan kaldırılması için açlık grevi yapıyorlar. Dolayısıyla bir vekil olarak da bir görevlerini yerine getiriyorlar. Buna işaret etmek istiyoruz.

Sayın Şentop’un işaret ettiği mahkemeler 809 kez avukatların taleplerini mesnetsizce reddetmiştir

Sayın Şentop, diyorsunuz ki, bunların hepsi bir takım hukuki taleplerdir. Leyla Güven’in ortaya koyduğu iddialarla ilgili kararları savcılar, mahkemeler verir diyorsunuz. Herkesin bu konudaki gelişmeleri beklemesi gerektiğini söylüyorsunuz.

Doğru, bu konudaki iddialar savcılar ve mahkemelerin ukdesindedir. Bir kez daha şunu hatırlatmak istiyoruz. 809 kez avukatlar görüşme yapabilmek için başvuruda bulunmuşlar ve 809 kez avukatların bu talepleri mesnetsiz iddialarla reddedilmiştir. Şimdi bu bir hukuksuzluktur. Savcılar ve mahkemeler de bu hukuksuzluğu ortadan kaldıracak adımları atmamışlardır.

35 bin saatten fazla süredir devam etmektedir bu tecrit

5 Nisan 2015’ten bugüne kadar, yani 4 yıl 25 gündür yaklaşık, ki bu 1485 gün eder, bu süre boyunca ağırlaştırılmış bir tecrit uygulanmaktadır İmralı’da. Bu süre boyunca ağırlaştırılmış bir tecrit vardır. 35 bin saatten fazla süredir devam etmektedir bu tecrit ve 35 bin saat boyunca aile ile 20şer dakikalık 2 görüşme yapılabilmiştir.

Bu büyük bir hukuksuzluk değil midir? Var olan durum yasaların, uluslararası demokratik sözleşmelerin çiğnenmesi değil midir? İşte buna itiraz vardır. Bunların uygulanması için bu talep ortaya konmuştur. Biz de buna bir kez daha işaret ediyoruz.

Demokratik siyasetin devam etmesi için çaba içindeyiz ve diyalog öneriyoruz

Sayın Şentop, dediğiniz gibi Türkiye’nin çok uzun bir parlamenter siyaset ve demokrasi tecrübesi vardır, bu çok önemlidir. Siz de buna işaret ediyorsunuz. Bu açıdan katedilen mesafeler çok önemlidir. Doğru. Biz de bunun devam etmesi, bu sürecin demokatikleşerek devam etmesi doğrultusunda bir çaba içerisindeyiz. Demokratik siyasetin devam etmesi için çaba içindeyiz. Bunu bir kez daha vurguluyoruz ve diyalog öneriyoruz.

Bu konuda adım atılması için, özellikle ölüm orucuna başlanması nedeniyle durumun son derece vahim bir noktaya evrildiğine işaret ediyoruz. Bu diyalog önerimizi, bu çağrımızı elinizin tersiyle itmemenizi bir kez daha talep ediyoruz.

Tecridin bitirilmesi çağrısı dünyanın her yerinde yükselmeye başladı

Bütün dünya bu açlık grevlerini duymuş vaziyettedir. Bakın, geçtiğimiz günlerde Nobel Ödülü almış 51 aydın, yazar ve bilim insanın da içinde bulunduğu bir topluluk çağrı yaptı. Talepleri çok nettir. Biz Türkiye Hükümeti’ni ve uluslararası kamuoyunu Sayın Öcalan’a yönelik tecride karşı harekete geçmeye çağırıyoruz dediler. Bu çağrı dünyanın her yerinde yükselmeye başladı. Türkiye’de yapılması gereken bizim açımızdan çok nettir. Yasaların, yönetmeliklerin, Anayasa’nın ve uluslararası sözleşmelerin uygulanmasıdır.

Şimdi karşılıklı hesap sorma zamanı değil yaşatma zamanıdır

Aileler büyük bir rahatsızlık yaşamaktadır. Düşünün ki, çocukları cezaevinde her gün eriyen aileler çaresiz bir biçimde bu süreci izliyor. Uluslararası ve ulusal alanda tanınırlığı olan bir çok STK, inanç kurumu, aydınlar, demokratlar, yazarlar bir araya gelerek çağrıda bulunmuşlardır. Bu çağrılara kulaklarınızı tıkamamanızı bir kez daha öneriyoruz.

Tekrar çağrı yapıyoruz. Türkiye’deki bütün vicdan sahibi insanlara, STK’lara, demokrat insanlara, siyasi partilere sesleniyoruz; bu konuda HDP’nin çağrılarına, HDP’nin yaptıklarına kulaklarınızı tıkamayın ve bizleri yalnız bırakmayın. Şimdi eleştiri ve karşılıklı hesap sorma zamanı değildir. Açlık grevlerini ve yarından itibaren başlayacak ölüm oruçlarını kimseye zarar gelmeden sonlandırma zamanıdır.

HDP için aslolan yaşamdır

Bu açlık grevlerini HDP başlatmadı. Bizim irademiz ve kararımızla başlamış açlık grevleri değildir. Ama demokratik siyasetin bütün yollarını kullanarak, kimsenin hayatına zarar vermeden bunu sona erdirmek elimizdedir. Yaşam aslolandır, HDP için ve seçmenleri için bu böyledir. 6 milyonun üzerinde seçmenimiz ve aileleri ile 20 milyonunun üzerindeki insanlar için ve HDP için aslolan yaşamdır. İnsanlar için yaşamı savunmak ve ölümleri sonlandırmak bugün için en önemli görevlerimizdendir.

Kızgın demiri soğutmak halkın yüreğini dağlayarak olmaz

Bizler bir çözüm bulmak istiyoruz. Demokratik siyaset içinde bir çözüm yaratmak istiyoruz. İnsani ve hukuki taleplerin yerine getirilmesi için çaba gösteriyoruz. Bu hukuk, vicdan ve hak arayışıdır. Yasa değişikliği önermiyoruz. Bir kez daha vurgulayalım, var olan yasaların uygulanmasını istiyoruz.

Çağrımız herkesedir. Sadece ülkeyi yönetenlere değil bütün yurttaşlaradır. Gözümüzün önünde insanların birer birer erimesini, sağlık ve yaşamlarında geri dönülmez tahribatların olmasını engellemek mümkündür. Bunun için susmamak gerekir. Bakın kızgın demiri soğutmak halkın yüreğini dağlayarak olmaz. İnsanların yüreği yanıyor ve bu yangının büyümesini bir an önce durdurmamız gerekiyor.

Haklarımızın yenmesini istemiyoruz

Evet, Türkiye ortak paydamızdır; evet, demokratik Türkiye ve demokratik Cumhuriyet ortak paydamız olmalıdır. Milyonlarca insanımızla bu ülkenin bir parçasıyız ve haklarımızı kullanmaktan imtina etmeyeceğiz.

Hakkımızın yenmesini istemiyoruz, hukuksuzluklar yaşanmasını istemiyoruz. Dolayısıyla hem ülkeyi yönetenlere, hem Meclis Başkanı’na, bütün siyasi partilere ve STK’lara bir kez daha çağrımızı yineliyoruz; HDP MYK olarak adım atılması için bizler elimizden geleni yapacağız. Sizlerin de elinden geleni yapmanızı bekliyoruz.

Bu mübarek Ramazan’da insanların yüreğini yakmayın

Önümüzde mübarek Ramazan ayı vardır. İnsanlar bu mübarek günlerde oruç tutacaklar, ibadetlerini yapacaklardır.

Çağrımız bir kez daha bütün İslam alemine ve inananlaradır. Bu mübarek günlerde ailelerin yüreğinin daha fazla yanmasına yol açmayalım, gelin bu yangını söndürebilmek için elimizden geleni yapalım, bu hukuksuzluklara son verelim. Açlık grevindekilerin canlarına zarar gelmeden bu süreci sonlandıralım., talebi yerine getirelim. “

Paylaşın

Demirtaş, Yerel Seçimlerin En Önemli Sonucunu Açıkladı

Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) tutuklu eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş, yerel seçimlerin en önemli sonucunun ‘toplumun kamplaşma değil birlikten yanalığını göstermesi olduğunu’ söyledi.

HDP seçmenlerinin Batı kentlerinde sandığa gitmiş olmasının çok sevindirici olduğunu da kaydeden Demirtaş, “CHP’li belediyelerin bize diyet borcu değil; halkın tamamına eşit, adil, şeffaf, demokratik hizmet borcu vardır” yorumunu yaptı.

Doğu ve Güneydoğu’da ‘Kürtlerin tüm baskılara rağmen HDP’nin etrafında kenetlendiğini’ söyleyen Demirtaş, partinin bazı eksikliklerinin olduğunu kabul ettiğini, bunlardan ders çıkarılacağını söyledi.

Abdullah Gül’ün ‘ülkedeki hukuksuzluklara karşı daha açık bir tutum sergilemesinin Türkiye demokrasisinin hayrına olacağı kanaatinde olduğunu’ söyleyen Demirtaş, Ahmet Davutoğlu’nun siyasi eleştirileri konusundaysa ‘İşe samimi özeleştiri ve özürle başlamak yerine akıl dağıtmakla başlarsa kimsenin o sicili bozuk aklı alacağını sanmıyorum’ yorumunu yaptı.

Selahattin Demirtaş, avukatları vasıtasıyla BBC Türkçe’den Mahmut Hamsici’nin sorularını yanıtladı.

Genel anlamda soracak olursak 31 Mart yerel seçimlerinin sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yetkilerin tümünü tek adamda toplayan yeni yönetim sisteminin başarısı toplumun kutuplaştırılmasına bağlıydı. AKP ve MHP ittifakı da bu seçimde olabildiğince kirli bir propagandayla bu kutuplaştırmayı derinleştirerek kazanmayı hedefledi. Ama istedikleri başarıyı elde edemediler.

Tek adam rejiminden tedirginlik duyanlar da karşı blokta kümelenince AKP çok önemli belediyeleri kaybetti. Bu seçimin en önemli sonucu toplumun demokrasiden yana olduğunu, kamplaşma yerine birlikten yana olduğunu göstermiş olmasıdır.

Tabii AKP açısından da oy oranlarının yüzde 30’lara düşmüş olması gerçeği var.

Ayrıca bu seçimle birlikte Kürt seçmenlerin gücü ve demokrasiden yana tavırlarının da siyasette belirleyici olduğu net bir şekilde görüldü. Yine Kürtleri terörize etmenin, dışlamanın kimseye yarar sağlamayacağı da anlaşılmış oldu. Kürtler tüm baskı ve tehditlere rağmen HDP etrafında kenetlenmekten vazgeçmediklerini ortaya koydu.

Bundan sonra siyasetin nasıl evrileceği hem Erdoğan’ın tutumuna hem de muhalefetin demokrasi ilkeleri etrafında ortak mücadeleyi sürdürüp sürdürmeyeceğine bağlıdır.

Erdoğan baskıya ve otoriterizme dayalı politikalarında ısrar ederse toplumsal desteği yitirmeye hızla devam edecektir.

Demokratik reformlara yönelir ve baskılardan vazgeçerse bir ihtimal toparlayabilir kendi tabanını. Aksi takdirde ekonomik krizin de derinleşmesi gibi daha vahim bir tabloyla karşılaşabiliriz.

HDP Batı kentlerinde muhalefetin adaylarını destekledi. Seçimler öncesi sizin yaptığınız oy çağrısının da, HDP seçmeninin Batı’da CHP adaylarına oy vermekle ilgili çekincelerinin azalmasında etkili olduğu düşünülüyor. Bu stratejiden ve çıkan sonuçtan memnun musunuz?

Seçmenlerimiz elbette kolay ikna olmadılar. Bu da bizim açımızdan sevindiricidir. Sorgulamayan bir seçmen kitlesindense sorgulayan, eleştiren ve zor ikna olan seçmenler demokrasi açısından büyük bir güvencedir.

Seçmenlerimizin HDP’nin kararına sahip çıkma iradesini göstermiş olması sevindirici, umutları artıran bir tutum olmuştur. Bütün seçmenlerimize teşekkür ediyoruz.

Sosyal medyada yer yer HDP seçmenlerinden; HDP tabanının Batı’da CHP’ye desteğine rağmen CHP’nin teşekkür açıklamalarında buna yeteri kadar değinilmediği, yeterli oranda teşekkür edilmediği eleştirileri geliyor. Bu eleştirilere katılıyor musunuz?

Seçmenlerimiz CHP’den teşekkür almak için değil; demokrasi ve barışa şans yaratmak için sandığa gitmiştir. CHP’li belediyelerin bize diyet borcu değil; halkın tamamına eşit, adil, şeffaf, demokratik hizmet borcu vardır.

Ama CHP Genel Merkezi sosyal demokrat kimliğine uygun olarak demokrasi ve barış adına cesur politikalar, çözüm önerileri geliştirmek durumundadır.

Sadece HDP’lilerin değil tüm toplumun en acil beklentisi ve ihtiyacı budur. Bunu geliştirmekte tereddütlü davranırlarsa elbette seçmen bunu göz önünde bulunduracaktır.

YSK son kararını henüz vermiş değil ancak İstanbul seçimlerinin yenilenmesi ve CHP’nin de seçimlere katılması durumunda 31 Mart öncesindeki çağrınızı tekrar yapacak mısınız?

Böyle bir YSK kararı ortada yokken spekülasyon yapmak doğru olmaz. Ancak biz ilkeli bir partiyiz. Yeri ve zamanı geldiğinde ilkelerimiz doğrultusunda bir değerlendirme yapacaktır HDP Genel Merkezi. Bunu da kendi seçmenine danışarak gerçekleştirecektir.

Hem seçim sonuçları hem de oy tartışmaları nedeniyle 31 Mart seçimleri sonrasında Ekrem İmamoğlu ismi öne çıktı. İmamoğlu’nun siyasi çizgisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kucaklayıcı dil siyasette önemli ve anlamlıdır. Farklılıklara saygı duyarak siyaset yapmak tüm ülkeye kazandırır, toplumun tamamı bundan fayda görür. Ancak bunu sözde yapmak yetmez, pratikte de gerçekleştirmek gerekir.

Sayın İmamoğlu’nun kutuplaştıran, ötekileştiren baskılara, şantajlara boyun eğmeden demokrasi içerisinde birlik siyasetinde ısrarcı olmasını diliyorum. Bu çerçevede başarılı olmasını temenni ederim.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Doğu ve Güneydoğu’da oylarını yükseltmesini, özellikle de ilçe bazında önemli bir yükseliş sağlamasını nasıl yorumluyorsunuz?

Yerel seçimlerin dinamikleri genel seçimlerden farklı olabiliyor. AKP birçok yerde taşıma güvenlik personeli veya tehditlerle oyunu artırırken bazı yerlerde de HDP’nin hatalarından yararlanmış olabilir.

Devletin tüm gücünü seçimler için sınırsızca ve hukuksuzca kullanan bir devlet partisine karşı seçim kazanabilmek sanıldığı kadar kolay olmuyor. Sanki adil ve eşit bir seçim yarışı varmış gibi değerlendirmek doğru olmaz.

HDP’li yetkililer bölgede kimi yerlerde oyların düşmesinin “devletin baskı politikalarından kaynaklandığını’ öne sürdü. Sizce bu sonucun temel nedeni nedir? HDP’nin eksikleri olduğunu düşünüyor musunuz?

AKP’nin baskısı açıktı zaten, gizleme gereği bile duymadılar. Az önce belirttiğim gibi demokratik bir seçim ortamı yoktu. Bizler dahil beş binden fazla HDP yöneticisi ve üyesi hapishanelere atılmışken bu seçimler yapıldı, bunu da göz ardı etmemek lazım.

Ama HDP’nin de eksikleri mutlaka olmuştur. Partimiz bunu büyük bir özgüvenle ortaya koyuyor, koyacaktır ve gereken dersleri çıkarıp tedbirlerini de özeleştiri çerçevesinde alacaktır mutlaka.

‘Hendek savaşları’ diye anılan sürecin seçim sonuçlarında HDP’ye olumsuz etkisi olduğuna dair yorumlar yapılıyor. Bu yorumlara katılıyor musunuz?

Sokağa çıkma yasaklarında hükümet eliyle ve talimatıyla yapılan hukuksuz yıkımların, katliamların sorumlusunun da, hendek ve barikatın sorumlusunun da HDP olmadığını halk biliyor. Zaten bu yerlerde oy düşüşü yaşanmamıştır.

Halkımız neyin ne olduğunun farkındadır. Fakat o döneme dair birçok hukuksuzluk ve trajik gerçekler geniş kamuoyunca henüz bilinmiyor. Daha çok da HDP seçmenleri ve oralarda yaşayan Kürtler bunun farkında.

Bu nedenle yerel seçimlerde seçmenler HDP’yi bundan sorumlu tutmamıştır, AKP’nin asıl sorumlu olduğunun farkındadır.

HDP’nin daha önce elinde tuttuğu belediyelerde iyi yerel yönetim modelleri yaratamadığına dair eleştiriler var. Bu eleştirilere katılıyor musunuz?

Bu eleştirilerde haklılık payı var. Teoride en iyi modele sahip olan HDP’dir ama bunu pratikleştirmede aynı başarı ortaya konulamamıştır halen. Ancak en dürüst, en şeffaf belediyeler yine de HDP belediyeleridir.

Henüz model ortaya konulamamış olsa da fedakarca ve samimiyetle halk belediyeciliği konusunda mesafe kat ediyor arkadaşlarımız.

HDP’nin bazı yerellerde en uygun adayları belirlemediğine dair de eleştiriler var…

Her yerde ön seçim yapılabilseydi bu tür tartışmalar olmazdı. Neden her yerde yapılmadığını tam olarak bilemiyorum. Belki koşulları yaratılamadı.

Ama bundan sonra hiçbir mazerete sığınmadan tüm adaylarımızın ön seçimle belirlenmesinin altyapısını oluşturmak mecburiyetindeyiz. Emimin HDP bu yönlü eleştirileri ciddiyetle ele alacaktır.

HDP milletvekili Leyla Güven ve yüzlerce kişinin açlık grevi sürüyor. Bu eyleme desteğiniz sürüyor mu? Sizce bu eylemler sonlanmalı mı?

Açlık grevi eylemine değil ama taleplerine desteğim sürüyor elbette. Sayın Öcalan’la görüşülmesini, tecridin kaldırılmasını istemek barış için yapılmış bir girişimdir aynı zamanda.

Ben açlık grevcilerin eylemlerinin sürdürmesini bekleyemem, isteyemem bu ahlaki olmaz. Ama bitirmeleri için baskı da yapamam bu da sonuç alıcı olmaz. Taleplerinin gerçekleşmesi yoluyla bir an önce eylemlerini bitirmelerini istemek ve bunun için çaba sarf etmek daha gerçekçidir.

Bir an önce ve başkaca da bir ölüm olmadan seslerinin, taleplerinin duyulmasını, açlık grevi eyleminin bu vesileyle hemen son bulmasını tüm kalbimle istiyorum.

Seçimlerin ardından sizin de aktif siyaset döneminizde görevde olan Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu’ndan iktidara yönelik yapılan eleştiriler arttı. Kendilerinin bu eleştirel tutumlarını nasıl yorumluyorsunuz?

Sayın Gül uzun süre cumhurbaşkanlığı yaptı. Ben de o sıralarda partimin eş başkanlarındandım. Birçok konuda düşüncemiz uyuşmasa da diyaloga açık uyumlu tarzıyla, kendi yetkilerini ve sınırlarını dikkate alan tutumuyla saygın bir yönetim anlayışı vardı.

Kendi beyanlarına göre aktif siyasette yer almayı düşünmüyormuş. Ama ülkedeki dehşet boyutlarına ulaşan hukuksuzluklara karşı daha açık bir tutum sergilemesinin Türkiye demokrasisinin hayrına olacağı kanaatindeyim.

Sayın Davutoğlu ise bugün ülke içinde ve Suriye’de yaşanan birçok facianın mimarlarındandır.

Siyasete aktif olarak dahil olur mu olmaz mı kendi bileceği iştir. Ama işe samimi özeleştiri ve özürle başlamak yerine akıl dağıtmakla başlarsa kimsenin o sicili bozuk aklı alacağını sanmıyorum. Sayın Davutoğlu’nun eleştirmeye değil özeleştiri vermeye daha yakın olması gerekir.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na Çubuk’ta yapılan saldırıyı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir burun sürtme, ölümü gösterip sıtmaya razı etme, bedel ödetme operasyonu olduğu aşikar. Bu türden linç eylemleri devlet içinden göz yumma, destek olma gibi yaklaşımlar olmadan gerçekleştirilemez. Kimse kimseyi kandırmasın açık bir tehdit operasyonudur.

Ancak toplumdaki fay hatlarını tetikleme potansiyeli de taşıyan tehlikeli adımlardır bunlar. Kimsenin bu türden provokasyonlara alet olmaması, galeyana gelerek kirli amaçlara hizmet etmemesi gerekir.

Geçtiğimiz günlerde Hakkari’de yaşanan çatışmayı ve gerçekleşen ölümleri nasıl yorumluyorsunuz?

Şiddeti, silahı biz hiçbir zaman yöntem olarak benimsemedik, desteklemedik, doğru bulmadık.

40 yıla yaklaşan ve büyük acılara sebep olan silahlı çatışmaların, operasyonların veya silahlı eylemlerin nihai olarak son bulması için de defalarca barış girişimlerinde bulunduk.

Hakkari’de yaşanan saldırı sonrasında 4 askerin yaşamını yitirmiş olmasından elbette büyük bir üzüntü duyuyorum, şiddeti asla kabul etmiyor, onaylamıyorum. Askerlerin ailelerine taziyelerimi, başsağlığı dileklerimi iletiyorum.

Toplumun bir kısmının yalan propagandalar nedeniyle bize karşı önyargılı olduğunu ve suçlayıcı bir tutum sergilediklerini de biliyorum ama herkes şundan emin olsun ki evlatlarımız, kardeşlerimiz yaşamını yitirmesin diye bizler barış için çok çalıştık, samimiyetle ve fedakarca çalıştık. Maalesef başaramadık, bundan dolayı da çok üzgünüm.

Şimdi 2,5 yıldır suçsuz yere hapisteyiz ama ‘barış, barış, barış’ demekten de asla vazgeçmedik.

Paylaşın

Derbinin Galibi Galatasaray!

Galatasaray Kadın Basketbol Takımı, Kadınlar Basketbol Süper Ligi play-off yarı final üçüncü maçında konuk ettiği Fenerbahçe Kadın Basketbol Takımı’nı 74-59 mağlup etti.

Galatasaray bu galibiyetle seride 2-1 öne geçti. 5 maç üzerinden oynanan ve 3 galibiyet alan takımın adını finale yazdıracağı seride 4. maç, 1 Mayıs Çarşamba günü yine Ahmet Cömert Spor Salonu’nda oynanacak.

Mücadelenin ilk dakikalarında Kelsey Plum ve Kia Vaughn’un basketleriyle 2-6 öne geçen Fenerbahçe, ortada geçen maçta çeyrek sonunu iyi oynamadı ve ikinci çeyreğe 23-18 geride başladı.

Galatasaray, bu bölümde farkı çift hanelere kadar çıkarsa da, Fenerbahçe, aradaki farkı kapattı. 10-0’lık seri ile skoru 37-37’de eşitleyen Fenerbahçe, soyunma odasına 39-37 geride gitti.

Üçüncü çeyrekte istediği oyunu oynamayan ve son çeyreğe 61-48 geride giren Fenerbahçe; maçtan 74-59 mağlup ayrıldı.

Paylaşın

Sivrihisar’ın Simgesi “Saat Kulesi”

Eskişehir, gezilecek yerler ve tarihiyle dikkat çekiyor. Eskişehir ilinin Sivrihisar ilçesinde bulunan saat kulesi, 1899 yılında dönemin kaymakamı Mahmut Bey tarafından yaptırılmıştır.

İlçenin her tarafından rahatça görülebilmesi için yüksek bir kaya kütlesi üzerine inşa edilen Saat Kulesi, kesme taşlarla yapılmış olup dört tarafında da saat vardır. Haftalık kurma ile çalışır. Pirinçten yapılma tokmakla saat başı çalar.

Moloz taş ve tuğla malzemeden yığma tekniğinde inşa edilen yapı, 3.88×3.89 m. ebadında kare planlı ve üç kademelidir. Aşağıdan yukarıya doğru daralan kademeli kule, yaklaşık 15 m. yüksekliğinde ve üzeri alemli bir kubbeyle örtülüdür.

Yaklaşık 1.70 m. yüksekliğinde moloz taş örgülü bir kaide üzerinde yükselen kule gövdesi, her cephede birer adet olmak üzere toplam 4 adet daire formlu pencere açıklığıyla hareketlendirilmiştir. Tek sıra tuğla örgülü olan buradaki açıklıklar, ahşap cam pencerelerle kapatılmıştır.

Kulenin köşk kısmı, saat kadranların üst hizasına kadar moloz taş geri kalan üst kısmı ise tuğla örgülüdür. Demir korkuluklu balkona sahip köşk bölümünün cepheleri -güney cephe hariç- altta dikdörtgen, üstte ise çifte yarım daire kemer formuna sahip iki sıra sistemindeki pencere açıklıklarıyla hareketlendirilmiştir.

Güney cephenin dikdörtgen formlu alt sıra pencere açıklığı ise yakın dönem onarmalarında kapatılarak özgün bütünlük bozulmuştur. Dıştan demir parmaklıklı olan bu pencere açıklıklardan alt sıradakiler, ahşap doğramalı ve cam bölmeli iki kanatlı pencerelerle kapatılmıştır.

2011 – 2015 yıllarında yapılan restorasyonla ilk yapılan zamandaki görünümü verilmiş. Çıkış yolundaki çevre düzenlemesi yapılıp gecede spotlarla ışıklandırılmıştır.

Eskişehir Kısa Tarihi

Üzerinde asırlarca kanlı ve çok önemli savaşların cereyan ettiği Eskişehir’in bilinen tarihi Hititlere dayanır. Hititler zamanında bu bölgeye “Masa” denirdi. Hititlerden sonra Frigyalalılar bölgeye hakim oldular. Başkentleri Gordion (Polatlı civarı) bu bölgeye yakın olduğundan, krallığın önemli bir bölgesiydi.

Eskişehir’in eski ismi “Dorylaion” olup, Frigyalılar zamanında Eretrialı Doryleos tarafından kurulmuştur. Frigyalılardan sonra Lidyalılar bölgeye hakim olmuşlardır. M.Ö. 6. asırda Persler, Lidya Devletini yıkarak topraklarını istila etiler.

M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender Persleri yenerek Anadolu’yu işgal etti. Makedonya İmparatorluğu İskender’in ölümü üzerine komutanları arasında taksim edildi. Porsuk Çayının kuzeyinde Bitinya ve güneyinde Galatya krallıkları kuruldu. M.Ö. 1. asırda Roma İmparatorluğu bu bölgeyi ilhak etti.

M.S. 395 Roma İmparatorluğu ikiye bölününce, bütün Anadolu gibi bu bölge de Doğu Roma (Bizans) payına düştü. Bizans imparatorlarından bazıları Eskişehir’de oturdular. Bizans’ın kuvvetli bir askeri üssü haline geldi.

Sasaniler, İstanbul ve Üsküdar önlerine giderken buradan geçtiler. 708 senesinde Emevi kumandanı Abbas İbnü’l-Velid Eskişehir’i fethetti. Abbasiler devrinde ise Hasan ibni Kahtaba 778’de Eskişehir önlerine kadar geldi. Araplar Dorylaion’a “Duruliye” dediler.

1071 Malazgirt Zaferinden az sonra Anadolu Fatihi ve Anadolu’da Türkiye devletinin kurucusu Selçuklu Kutalmışoğlu Birinci Süleyman Şah’ın başkumandanlığı altındaki Türk orduları Eskişehir’i fethettiler. Birinci Haçlı Seferinin en büyük ve en kanlı meydan muharebesi Eskişehir ovasındaki Porsuk civarında cereyan etmiştir.

“Dorylaion” (Eskişehir) (Porsuk) Meydan Muharebesi olarak tarihe geçen bu savaşta, Kılıç Arslan emrindeki Türk ordusu, Haçlı ordusunu hezimete uğrattı. Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyetinin varoluşunun kökleri Alparslan’ın Malazgirt ve Kılıç Arslan’ın, Sultan Mes’ud’un Eskişehir zaferlerine dayanır.

1175’te Bizans İmparatoru Manuel Kommenos Eskişehir’i işgal etti. Ertesi sene Birinci Mes’ud’un oğlu İkinci Kılıç Arslan, Bizans imparatorunu Miryakefalon (Karamukbeli) Meydan Muharebesinde yenerek Eskişehir’i geri aldı.

On üçüncü asır başlarında Eskişehir Bizans sınırında bir “uç” olarak bulunuyordu. Ertuğrul Gazi ve oğlu Osman Gazi uç beyi idiler. 1289’da Eskişehir-Bilecik- Kütahya vilayetlerinin kesiştiği bölge, Osmanoğullarının elindeydi. Orhan Gazi, Eskişehir’in bütün topraklarını Osmanlı Devletine kattı. Osmanlılar, şehrin kendisine Eskişehir derken, civarındaki topraklara “Sultanönü” dediler.

Sultanönü; merkezi Kütahya’da olan (1451’den önce Ankara) Anadolu Beylerbeyliği eyaletinin 14 sancağından biriydi. On dokuzuncu asır başlarında geriledi ve kasaba haline geldi. Yirminci asır başlarında ise Hüdavendigar (Bursa) eyaletinin Kütahya sancağına bağlı 5 kazadan birinin merkeziydi.

On dokuzuncu asrın sonlarında Eskişehir’den demiryolu geçince, yeniden gelişmeye başladı. 1894’te Eskişehir’de 17 cami, 3 medrese, 4 tekke, 25 han, 700 dükkan ve 2 kervansaray vardı. Rum, Ermeni gibi gayri müslim halk sayısı sadece 2000 idi. 20 Temmuz 1921 ile 2 Eylül 1922 arasında 1 sene 1 ay 13 gün Yunan işgalinde kaldı. Yunanlılar Eskişehir’den kaçarken en az yarısını yıktılar, yaktılar ve harabe halinde terk ettiler.

Cumhuriyet devrinde sancaklara (mutasarrıflıklara) “vilayet-il” denilince, Eskişehir il olmuştur. Cumhuriyet devrinde en hızlı gelişen şehir Eskişehir’dir denilebilir. Demiryolu ve karayolu kavşağı olması, sanayi tesisleri, uçak ve demiryolu fabrikası ve Anadolu’nun en büyük askeri hava meydanına sahib olması, Eskişehir’in gelişmesinde mühim rol oynamıştır.

Paylaşın

Eskişehir’in Uğrak Yeri “Sabancı Uzay Evi”

Bilim Deney Merkezi ile eş zamanlı olarak Eskişehir’e kazandırılan Sabancı Uzay Evi, Eskişehirlilere ve Eskişehir’e gelen turist gruplarına, uzayın büyülü dünyasını izleme ve öğrenme fırsatı veriyor.

İleri teknolojik donanımı Sabancı Vakfı ve ÇİMSA’nın katkılarıyla sağlanan Uzay Evi NASA, Avrupa Uzay Ajansı gibi uluslararası kurumlardan eş zamanlı olarak aldığı görüntü ve bilgileri son teknoloji ürünü görüntülü sistemler aracılığıyla ziyaretçilere sunuyor.

Uzay Evi’nin 360 derecelik kubbesi evrene, uzaya, galaksilere, yıldızlara, dünya ve gezegenlere canlı bir seyahat deneyimi yaşatıyor. İnteraktif sunumlar ve gösterimlerin yapıldığı Sabancı Uzay Evi’nde balıkgözü lensler ile donatılan ve 16 megapiksellik görüntü elde edilebilen yüksek çözünürlükte projeksiyonlar bulunuyor.

Eskişehir Kısa Tarihi

Üzerinde asırlarca kanlı ve çok önemli savaşların cereyan ettiği Eskişehir’in bilinen tarihi Hititlere dayanır. Hititler zamanında bu bölgeye “Masa” denirdi. Hititlerden sonra Frigyalalılar bölgeye hakim oldular. Başkentleri Gordion (Polatlı civarı) bu bölgeye yakın olduğundan, krallığın önemli bir bölgesiydi.

Eskişehir’in eski ismi “Dorylaion” olup, Frigyalılar zamanında Eretrialı Doryleos tarafından kurulmuştur. Frigyalılardan sonra Lidyalılar bölgeye hakim olmuşlardır. M.Ö. 6. asırda Persler, Lidya Devletini yıkarak topraklarını istila etiler.

M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender Persleri yenerek Anadolu’yu işgal etti. Makedonya İmparatorluğu İskender’in ölümü üzerine komutanları arasında taksim edildi. Porsuk Çayının kuzeyinde Bitinya ve güneyinde Galatya krallıkları kuruldu. M.Ö. 1. asırda Roma İmparatorluğu bu bölgeyi ilhak etti.

M.S. 395 Roma İmparatorluğu ikiye bölününce, bütün Anadolu gibi bu bölge de Doğu Roma (Bizans) payına düştü. Bizans imparatorlarından bazıları Eskişehir’de oturdular. Bizans’ın kuvvetli bir askeri üssü haline geldi.

Sasaniler, İstanbul ve Üsküdar önlerine giderken buradan geçtiler. 708 senesinde Emevi kumandanı Abbas İbnü’l-Velid Eskişehir’i fethetti. Abbasiler devrinde ise Hasan ibni Kahtaba 778’de Eskişehir önlerine kadar geldi. Araplar Dorylaion’a “Duruliye” dediler.

1071 Malazgirt Zaferinden az sonra Anadolu Fatihi ve Anadolu’da Türkiye devletinin kurucusu Selçuklu Kutalmışoğlu Birinci Süleyman Şah’ın başkumandanlığı altındaki Türk orduları Eskişehir’i fethettiler. Birinci Haçlı Seferinin en büyük ve en kanlı meydan muharebesi Eskişehir ovasındaki Porsuk civarında cereyan etmiştir.

“Dorylaion” (Eskişehir) (Porsuk) Meydan Muharebesi olarak tarihe geçen bu savaşta, Kılıç Arslan emrindeki Türk ordusu, Haçlı ordusunu hezimete uğrattı. Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyetinin varoluşunun kökleri Alparslan’ın Malazgirt ve Kılıç Arslan’ın, Sultan Mes’ud’un Eskişehir zaferlerine dayanır.

1175’te Bizans İmparatoru Manuel Kommenos Eskişehir’i işgal etti. Ertesi sene Birinci Mes’ud’un oğlu İkinci Kılıç Arslan, Bizans imparatorunu Miryakefalon (Karamukbeli) Meydan Muharebesinde yenerek Eskişehir’i geri aldı.

On üçüncü asır başlarında Eskişehir Bizans sınırında bir “uç” olarak bulunuyordu. Ertuğrul Gazi ve oğlu Osman Gazi uç beyi idiler. 1289’da Eskişehir-Bilecik- Kütahya vilayetlerinin kesiştiği bölge, Osmanoğullarının elindeydi. Orhan Gazi, Eskişehir’in bütün topraklarını Osmanlı Devletine kattı. Osmanlılar, şehrin kendisine Eskişehir derken, civarındaki topraklara “Sultanönü” dediler.

Sultanönü; merkezi Kütahya’da olan (1451’den önce Ankara) Anadolu Beylerbeyliği eyaletinin 14 sancağından biriydi. On dokuzuncu asır başlarında geriledi ve kasaba haline geldi. Yirminci asır başlarında ise Hüdavendigar (Bursa) eyaletinin Kütahya sancağına bağlı 5 kazadan birinin merkeziydi.

On dokuzuncu asrın sonlarında Eskişehir’den demiryolu geçince, yeniden gelişmeye başladı. 1894’te Eskişehir’de 17 cami, 3 medrese, 4 tekke, 25 han, 700 dükkan ve 2 kervansaray vardı. Rum, Ermeni gibi gayri müslim halk sayısı sadece 2000 idi. 20 Temmuz 1921 ile 2 Eylül 1922 arasında 1 sene 1 ay 13 gün Yunan işgalinde kaldı. Yunanlılar Eskişehir’den kaçarken en az yarısını yıktılar, yaktılar ve harabe halinde terk ettiler.

Cumhuriyet devrinde sancaklara (mutasarrıflıklara) “vilayet-il” denilince, Eskişehir il olmuştur. Cumhuriyet devrinde en hızlı gelişen şehir Eskişehir’dir denilebilir. Demiryolu ve karayolu kavşağı olması, sanayi tesisleri, uçak ve demiryolu fabrikası ve Anadolu’nun en büyük askeri hava meydanına sahib olması, Eskişehir’in gelişmesinde mühim rol oynamıştır.

Paylaşın

Eskişehir’in Gezilmesi Gereken Nekropolleri!

Eskişehir, gezilecek yerler ve tarihiyle dikkat çekiyor. Tarihi dönemler içinde Anadolu’daki ünlü merkezlerden biri olan Eskişehir, Türkiye’de görülmesi gereken yerleri arasında ilk sıralardadır.

Haber Merkezi / Çok yönlü bir kent olan Eskişehir, Türkiye’nin en çok tekrar ziyaret edilen şehridir. Eskişehir’in gezilecek yerleri bitmez. Gezilecek yerler arasında nekropolerde önemli bir yer tutar.

Eskişehir ili sınırları içinde yer alan nekropoleri şöyle sıralayabiliriz:

Delikli Kaya Nekropolü

Kümbet köyünün 1km kuzeyindedir. Kayalara oyulmuş oda mezarlardan oluşur. Mezarların en etkileyici olanı anıtsal bir girişe sahip, içinde 7 adet kemerli mezar yeri ihtiva eden mezardır. Yazıtından Romalı soylu bir aileye ait olduğu anlaşılır.

Körestan Nekropolü

Kümbet köyünün 1 km kadar kuzeydoğusundadır. Alçak kaya kütleleri üzerindeki 12 adet oda mezardan oluşur. Bazı mezarlar Frig kapı tipi mezar stellerine benzeyen kabartmalı girişleriyle dikkat çeker.

Nekropol Nedir?

Nekropol arkeolojik şehirlerde mezarlıkların ve toplu mezar yerlerinin bulunduğu bölgeye verilen isimdir. Yunanca nekros-polis ölü şehri demektir.

Eskişehir Kısa Tarihi

Üzerinde asırlarca kanlı ve çok önemli savaşların cereyan ettiği Eskişehir’in bilinen tarihi Hititlere dayanır. Hititler zamanında bu bölgeye “Masa” denirdi. Hititlerden sonra Frigyalalılar bölgeye hakim oldular. Başkentleri Gordion (Polatlı civarı) bu bölgeye yakın olduğundan, krallığın önemli bir bölgesiydi.

Eskişehir’in eski ismi “Dorylaion” olup, Frigyalılar zamanında Eretrialı Doryleos tarafından kurulmuştur. Frigyalılardan sonra Lidyalılar bölgeye hakim olmuşlardır. M.Ö. 6. asırda Persler, Lidya Devletini yıkarak topraklarını istila etiler.

M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender Persleri yenerek Anadolu’yu işgal etti. Makedonya İmparatorluğu İskender’in ölümü üzerine komutanları arasında taksim edildi. Porsuk Çayının kuzeyinde Bitinya ve güneyinde Galatya krallıkları kuruldu. M.Ö. 1. asırda Roma İmparatorluğu bu bölgeyi ilhak etti.

M.S. 395 Roma İmparatorluğu ikiye bölününce, bütün Anadolu gibi bu bölge de Doğu Roma (Bizans) payına düştü. Bizans imparatorlarından bazıları Eskişehir’de oturdular. Bizans’ın kuvvetli bir askeri üssü haline geldi.

Sasaniler, İstanbul ve Üsküdar önlerine giderken buradan geçtiler. 708 senesinde Emevi kumandanı Abbas İbnü’l-Velid Eskişehir’i fethetti. Abbasiler devrinde ise Hasan ibni Kahtaba 778’de Eskişehir önlerine kadar geldi. Araplar Dorylaion’a “Duruliye” dediler.

1071 Malazgirt Zaferinden az sonra Anadolu Fatihi ve Anadolu’da Türkiye devletinin kurucusu Selçuklu Kutalmışoğlu Birinci Süleyman Şah’ın başkumandanlığı altındaki Türk orduları Eskişehir’i fethettiler. Birinci Haçlı Seferinin en büyük ve en kanlı meydan muharebesi Eskişehir ovasındaki Porsuk civarında cereyan etmiştir.

“Dorylaion” (Eskişehir) (Porsuk) Meydan Muharebesi olarak tarihe geçen bu savaşta, Kılıç Arslan emrindeki Türk ordusu, Haçlı ordusunu hezimete uğrattı. Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyetinin varoluşunun kökleri Alparslan’ın Malazgirt ve Kılıç Arslan’ın, Sultan Mes’ud’un Eskişehir zaferlerine dayanır.

1175’te Bizans İmparatoru Manuel Kommenos Eskişehir’i işgal etti. Ertesi sene Birinci Mes’ud’un oğlu İkinci Kılıç Arslan, Bizans imparatorunu Miryakefalon (Karamukbeli) Meydan Muharebesinde yenerek Eskişehir’i geri aldı.

On üçüncü asır başlarında Eskişehir Bizans sınırında bir “uç” olarak bulunuyordu. Ertuğrul Gazi ve oğlu Osman Gazi uç beyi idiler. 1289’da Eskişehir-Bilecik- Kütahya vilayetlerinin kesiştiği bölge, Osmanoğullarının elindeydi. Orhan Gazi, Eskişehir’in bütün topraklarını Osmanlı Devletine kattı. Osmanlılar, şehrin kendisine Eskişehir derken, civarındaki topraklara “Sultanönü” dediler.

Sultanönü; merkezi Kütahya’da olan (1451’den önce Ankara) Anadolu Beylerbeyliği eyaletinin 14 sancağından biriydi. On dokuzuncu asır başlarında geriledi ve kasaba haline geldi. Yirminci asır başlarında ise Hüdavendigar (Bursa) eyaletinin Kütahya sancağına bağlı 5 kazadan birinin merkeziydi.

On dokuzuncu asrın sonlarında Eskişehir’den demiryolu geçince, yeniden gelişmeye başladı. 1894’te Eskişehir’de 17 cami, 3 medrese, 4 tekke, 25 han, 700 dükkan ve 2 kervansaray vardı. Rum, Ermeni gibi gayri müslim halk sayısı sadece 2000 idi. 20 Temmuz 1921 ile 2 Eylül 1922 arasında 1 sene 1 ay 13 gün Yunan işgalinde kaldı. Yunanlılar Eskişehir’den kaçarken en az yarısını yıktılar, yaktılar ve harabe halinde terk ettiler.

Cumhuriyet devrinde sancaklara (mutasarrıflıklara) “vilayet-il” denilince, Eskişehir il olmuştur. Cumhuriyet devrinde en hızlı gelişen şehir Eskişehir’dir denilebilir. Demiryolu ve karayolu kavşağı olması, sanayi tesisleri, uçak ve demiryolu fabrikası ve Anadolu’nun en büyük askeri hava meydanına sahib olması, Eskişehir’in gelişmesinde mühim rol oynamıştır.

Paylaşın

Atatürk’ün Konakladığı Mekan “Zaimağa Konağı”

Eskişehir’in Sivrihisar ilçesi, pek çok medeniyetlere ev sahipliği yapmış, eşsiz tarih ve kültür mirasına sahip, özellikle Selçuklu ve Osmanlı eserleri ile dopdolu bir yerleşim şehridir.

Bu eserlerden biriside Zaimağa Konağı’dır. Sivrihisar’daki Atatürk ve erkanının konakladığı bu mekan, istiklal savaşı tarihimizin manevi bakımdan çok önemi olan ve değer verilmesi gereken bir yerdir.

Konak, Kurtuluş Savaşı sırasında ordu tarafından buluşma yeri olarak kullanılmıştır. Kuvayı Milliye’nin kurduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumeti ve Bakanlar Kurulunun, Kurtuluş Savaşı sırasında 24/25 Mart 1922 tarihlerinde en kritik bir dönemde, Ankara dışında gerçekleştirdiği ve önemli kararların alındığı ilk ve tek olarak tarihe geçen toplantı, Sivrihisar’da Zaimağa konağında yapılmıştır.

Bu toplantı, yurdun tamamen işgalden kurtulması için azimle savaşa devam edilmesi kararlarının alındığı toplantıdır. Zaim Ağa Konağında alınan kararlar Ankara’ya gönderilir. Bakanlar Kurulu ateşkesi Anadolu’nun hemen boşaltılması şartı ile kabul eder.

Başkomutan Mustafa Kemal’in davet ettiği Sovyet Rusya Büyükelçisi Aralov Zonaryev ve Azerbaycan Büyükelçisi İbrahim Abilov 28 Mart 1922 Salı günü Sivrihisar’a gelir. Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa, askeri ve sivil zevat Zaim Ağa Konağında sabaha kadar çeşitli konuları görüşürler. 29 Mart 1922 Çarşamba sabahı çaya 1. Ordu Karargahında intikal ettikleri kayıtlıdır.

Eskişehir Kısa Tarihi

Üzerinde asırlarca kanlı ve çok önemli savaşların cereyan ettiği Eskişehir’in bilinen tarihi Hititlere dayanır. Hititler zamanında bu bölgeye “Masa” denirdi. Hititlerden sonra Frigyalalılar bölgeye hakim oldular. Başkentleri Gordion (Polatlı civarı) bu bölgeye yakın olduğundan, krallığın önemli bir bölgesiydi.

Eskişehir’in eski ismi “Dorylaion” olup, Frigyalılar zamanında Eretrialı Doryleos tarafından kurulmuştur. Frigyalılardan sonra Lidyalılar bölgeye hakim olmuşlardır. M.Ö. 6. asırda Persler, Lidya Devletini yıkarak topraklarını istila etiler.

M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender Persleri yenerek Anadolu’yu işgal etti. Makedonya İmparatorluğu İskender’in ölümü üzerine komutanları arasında taksim edildi. Porsuk Çayının kuzeyinde Bitinya ve güneyinde Galatya krallıkları kuruldu. M.Ö. 1. asırda Roma İmparatorluğu bu bölgeyi ilhak etti.

M.S. 395 Roma İmparatorluğu ikiye bölününce, bütün Anadolu gibi bu bölge de Doğu Roma (Bizans) payına düştü. Bizans imparatorlarından bazıları Eskişehir’de oturdular. Bizans’ın kuvvetli bir askeri üssü haline geldi.

Sasaniler, İstanbul ve Üsküdar önlerine giderken buradan geçtiler. 708 senesinde Emevi kumandanı Abbas İbnü’l-Velid Eskişehir’i fethetti. Abbasiler devrinde ise Hasan ibni Kahtaba 778’de Eskişehir önlerine kadar geldi. Araplar Dorylaion’a “Duruliye” dediler.

1071 Malazgirt Zaferinden az sonra Anadolu Fatihi ve Anadolu’da Türkiye devletinin kurucusu Selçuklu Kutalmışoğlu Birinci Süleyman Şah’ın başkumandanlığı altındaki Türk orduları Eskişehir’i fethettiler. Birinci Haçlı Seferinin en büyük ve en kanlı meydan muharebesi Eskişehir ovasındaki Porsuk civarında cereyan etmiştir.

“Dorylaion” (Eskişehir) (Porsuk) Meydan Muharebesi olarak tarihe geçen bu savaşta, Kılıç Arslan emrindeki Türk ordusu, Haçlı ordusunu hezimete uğrattı. Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyetinin varoluşunun kökleri Alparslan’ın Malazgirt ve Kılıç Arslan’ın, Sultan Mes’ud’un Eskişehir zaferlerine dayanır.

1175’te Bizans İmparatoru Manuel Kommenos Eskişehir’i işgal etti. Ertesi sene Birinci Mes’ud’un oğlu İkinci Kılıç Arslan, Bizans imparatorunu Miryakefalon (Karamukbeli) Meydan Muharebesinde yenerek Eskişehir’i geri aldı.

On üçüncü asır başlarında Eskişehir Bizans sınırında bir “uç” olarak bulunuyordu. Ertuğrul Gazi ve oğlu Osman Gazi uç beyi idiler. 1289’da Eskişehir-Bilecik- Kütahya vilayetlerinin kesiştiği bölge, Osmanoğullarının elindeydi. Orhan Gazi, Eskişehir’in bütün topraklarını Osmanlı Devletine kattı. Osmanlılar, şehrin kendisine Eskişehir derken, civarındaki topraklara “Sultanönü” dediler.

Sultanönü; merkezi Kütahya’da olan (1451’den önce Ankara) Anadolu Beylerbeyliği eyaletinin 14 sancağından biriydi. On dokuzuncu asır başlarında geriledi ve kasaba haline geldi. Yirminci asır başlarında ise Hüdavendigar (Bursa) eyaletinin Kütahya sancağına bağlı 5 kazadan birinin merkeziydi.

On dokuzuncu asrın sonlarında Eskişehir’den demiryolu geçince, yeniden gelişmeye başladı. 1894’te Eskişehir’de 17 cami, 3 medrese, 4 tekke, 25 han, 700 dükkan ve 2 kervansaray vardı. Rum, Ermeni gibi gayri müslim halk sayısı sadece 2000 idi. 20 Temmuz 1921 ile 2 Eylül 1922 arasında 1 sene 1 ay 13 gün Yunan işgalinde kaldı. Yunanlılar Eskişehir’den kaçarken en az yarısını yıktılar, yaktılar ve harabe halinde terk ettiler.

Cumhuriyet devrinde sancaklara (mutasarrıflıklara) “vilayet-il” denilince, Eskişehir il olmuştur. Cumhuriyet devrinde en hızlı gelişen şehir Eskişehir’dir denilebilir. Demiryolu ve karayolu kavşağı olması, sanayi tesisleri, uçak ve demiryolu fabrikası ve Anadolu’nun en büyük askeri hava meydanına sahib olması, Eskişehir’in gelişmesinde mühim rol oynamıştır.

Paylaşın