Konut Satışları Nisanda Yüzde 18.1 Azaldı

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı verilere göre; konut satışları nisan ayında 2018’in aynı ayına kıyasla yüzde 18.1 oranında azalarak 84 bin 403 oldu. 

İlk defa satılan konut sayısı bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 29.6 azaldı ve 33 bin 443 oldu. Toplam konut satışları içinde ilk satışın payı yüzde 39.6 oldu. İkinci el satışlar ise yüzde 8.3 azalış göstererek 50 bin 960 adet oldu.

Yabancılara yapılan konut satışları bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 82.1 artarak 3 bin 720’ye ulaştı.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Nisan 2019 ayına ilişkin konut satış istatistiklerini açıkladı.

Türkiye’de 2019 Nisan ayında 84 403 konut satıldı

Türkiye genelinde konut satışları 2019 Nisan ayında bir önceki yılın aynı ayına göre %18,1 oranında  azalarak 84 403 oldu. Konut satışlarında, İstanbul 15 481 konut satışı ve %18,3 ile en yüksek paya  sahip oldu. Satış sayılarına göre İstanbul’u, 7 519 konut satışı ve %8,9 pay ile Ankara, 4 797 konut satışı ve %5,7 pay ile İzmir izledi. Konut satış sayısının düşük olduğu iller sırasıyla 6 konut ile Hakkari, 13 konut ile Ardahan ve 32 konut ile Bayburt oldu.

İpotekli konut satışları 2019 Nisan ayında 10 793 olarak gerçekleşti

Türkiye genelinde ipotekli konut satışları bir önceki yılın aynı ayına göre %61,3 oranında azalış göstererek 10 793 oldu. Toplam konut satışları içinde ipotekli satışların payı %12,8 olarak gerçekleşti. İpotekli satışlarda İstanbul 2 040 konut satışı ve %18,9 pay ile ilk sırayı aldı. Toplam konut satışları içerisinde ipotekli satış payının en yüksek olduğu il %27,4 ile Artvin oldu.

Diğer satış türleri sonucunda 73 610 konut el değiştirdi

Diğer konut satışları Türkiye genelinde bir önceki yılın aynı ayına göre %2,1 oranında azalarak 73 610 oldu. Diğer konut satışlarında İstanbul 13 441 konut satışı ve %18,3 pay ile ilk sıraya yerleşti. İstanbul’daki toplam konut satışları içinde diğer satışların payı %86,8 oldu. Ankara 6 258 diğer konut satışı ile ikinci sırada yer aldı. Ankara’yı 4 175 konut satışı ile İzmir izledi. Diğer konut satışının en az olduğu il 6 konut ile Hakkari oldu.

Konut satışlarında 33 443 konut ilk defa satıldı

Türkiye genelinde ilk defa satılan konut sayısı bir önceki yılın aynı ayına göre %29,6 azalarak 33 443 oldu. Toplam konut satışları içinde ilk satışın payı %39,6 oldu. İlk satışlarda İstanbul 6 424 konut satışı ve %19,2 ile en yüksek paya sahip olurken, İstanbul’u 2 429 konut satışı ile Ankara ve 1 900 konut satışı ile İzmir izledi.

İkinci el konut satışlarında 50 960 konut el değiştirdi

Türkiye genelinde ikinci el konut satışları bir önceki yılın aynı ayına göre %8,3 azalış göstererek 50 960 oldu. İkinci el konut satışlarında da İstanbul 9 057 konut satışı ve %17,8 pay ile ilk sıraya yerleşti. İstanbul’daki toplam konut satışları içinde ikinci el satışların payı %58,5 oldu. Ankara 5 090 konut satışı ile ikinci sırada yer aldı. Ankara’yı 2 897 konut satışı ile İzmir izledi.

Yabancılara 2019 yılı Nisan ayında 3 720 konut satışı gerçekleşti

Yabancılara yapılan konut satışları bir önceki yılın aynı ayına göre %82,1 artarak 3 720 oldu. Yabancılara yapılan konut satışlarında, Nisan 2019’da ilk sırayı 1 839 konut satışı ile İstanbul aldı. İstanbul ilini sırasıyla 676 konut satışı ile Antalya, 210 konut satışı ile Ankara, 201 konut satışı ile Bursa ve 142 konut satışı ile Yalova izledi.

Ülke uyruklarına göre en çok konut satışı Irak vatandaşlarına yapıldı

Nisan ayında Irak vatandaşları Türkiye’den 533 konut satın aldı. Irak’ı sırasıyla, 395 konut ile Suudi Arabistan, 332 konut ile İran, 202 konut ile Kuveyt ve Rusya Federasyonu izledi.

 

Paylaşın

‘Dolar Ve Euro’da Son Durum

Güne yükselişle başlayan Dolar, 6.03 civarında seyrederken, Euro’da  6.77 bandında işlem görüyor. Sepet kur yüzde 0.7 artışla 6.40’ta. ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşları gibi faktörlerin kurun artışında etkili olduğunu ifade ediyor.

Ekonomi uzmanları, seçim belirsizliğinin devam etmesi, somut reform programı olmaması, ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşları gibi faktörlerin kurun artışında etkili olduğunu ifade ediyor.

Paylaşın

TÜSİAD Başkanı Kaslowski: Pozitif büyüme elde etmek kolay olmayacak

TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Simone Kaslowski, TÜSİAD YİK toplantısında yaptığı konuşmada, ‘2017 yılında yüksek büyüdük, 2018 yılında düşük büyüdük’ derken, bu sene pozitif bir büyüme elde etmek kolay olmayacak” dedi.

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Yüksek İstişare Konseyi (YİK) Toplantısı bugün İstanbul’da yapıldı.

TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Simone Kaslowski, toplantıda yaptığı konuşmada gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Kaslowski’nin açıklamaları şöyle:

TÜSİAD yaklaşık yarım yüzyıldır kurucu değerleri olan hür teşebbüs, serbest piyasa ekonomisi ve bunların temelindeki demokratik değerlerden taviz vermeksizin bugünlere ulaştı. TÜSİAD Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerini, tüzüğünde ve çalışmalarında, her zaman kendine rehber edinmiş bir kuruluştur. Yarın bu düşüncelerle 19 Mayıs 1919’un 100. yıldönümü vesilesi ile Anıtkabir’i ziyaret edeceğiz; Büyük Önder Atatürk’ün huzurunda olacağız.

TÜSİAD bünyesinde 700’e yakın üyesi ile yaklaşık 4500 şirketi temsil ediyor. Bu şirketler yaklaşık olarak kamu dışı milli gelirin yarısını oluşturuyor. Kamu ve tarım hariç kayıtlı istihdamın %50’sini sağlıyor. Ülkemiz dış ticaretinin, yaklaşık %85’ini TÜSİAD üyeleri gerçekleştiriyor. Çalışma gruplarımızda gönüllü olarak çalışan üçbin civarında yönetici ve uzman yer alıyor. Farklı sektörlerdeki üye şirketlerden, uluslararasıüyeliklerimizden, ülkemizde üniversitelerle kurduğumuz forumlar ve dünyadaki önde gelen düşünce kuruluşlarından gelen veri, analiz ve öneriler TÜSİAD çalışmalarında ortak tutum ve önerilere dönüşüyor.

Bu çeşitlilik ve derinlik sayesinde, ülkemizin menfaatine olan pek çok görüş düzenlemelerde karşılık buluyor. Elbette asıl hedefimiz, güçlü bir ekonomi ve küresel rekabet gücü yüksek bir Türkiye’dir. Dolayısı ile odak konularımız iş ve yatırım ortamıdır, teknolojidir, eğitimdir, sosyal ilerlemedir, demokrasidir; özetle sürdürülebilir kalkınmadır.

Sürdürülebilir kalkınma için dünya ile entegrasyon, makroekonomik istikrar, güçlü kurumlar, hukukun üstünlüğü, yüksek demokratik standartlar gerekiyor… Bu sorumluluklar devletin… Bunların olduğu ortamda sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak, yatırım ve üretim yapmak ve istihdam yaratmak mümkün. Verimlilik artışı sağlamak mümkün, dijital dönüşümü yakalamak mümkün. Bu sorumluluklar da bizde ve bunun bilincindeyiz…

“Hukuk düzeninin tam olarak sağlandığı, güvenli bir seçim geçiririz”

Malum, uzunca bir süredir,seçim ortamı atmosferi içinde hareket ediyoruz. 31 Mart itibariyle,seçimsiz uzun bir dönemi tecrübe edecektik, beklenti böyleydi… Ve bu yeni döneme, hemen makro dengesizliklerin giderilmesi ve bir dizi yapısal reformun hayata geçirilmesi ile başlanacağını ümit ediyorduk. Bu yeni dönem makroekonomik düzenlemelerin ve yapısal reformların hayata geçirilmesi için uygun bir zemin oluşturuyordu… Ancak hepinizin de yakından izlediği gibi yerel seçimler İstanbul’da yenilenecek. Sonuçta seçim ortamı 3 ay daha uzamış olacak. “2017 yılında yüksek büyüdük”, “2018 yılında düşük büyüdük” derken, bu sene pozitif bir büyüme elde etmek kolay olmayacak. Hiç şüphesiz bu yavaşlamada bölgesel ve küresel siyasi dinamiklerin etkisi vardır ancak son 2 senede 4 adet seçim gerçekleştiriyor olmamız, reform gündemine ve makro ekonomik konulara odaklanılmasını zorlaştırmıştır.

Temenni ediyoruz ki, hukuk düzeninin tam olarak sağlandığı, güvenli bir seçim geçiririz ve 23 Haziran itibariyle hep birlikte reform gündemine odaklanırız. Türkiye’de uzunca bir süredir bölgesel siyasi dinamikleri konuşuyoruz, siyasi gelişmeleri konuşuyoruz, elbette ekonomiyi konuşuyoruz. Ancak küresel arka planda büyük değişimler var.

Dünya olağanüstü bir dalgalanma sürecinden geçiyor. Bugün modern dünya düzenini oluşturan tüm değerler sorgulanıyor. Ticaret savaşları, keyfi yaptırımlar, korumacılık, içe kapanan ekonomiler, bölgesel ve küresel yatırım ve ticaret anlaşmalarının iptal edilmesi gibi olumsuz, tatsız gelişmeler yaşanıyor.

Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerini tüzüğünde ve çalışmalarında her zaman kendine rehber edinmiş bir kuruluş olarak TÜSİAD, bu dönemin tüm dünyada daha etkin bir demokrasiye geçişin bir basamağı olduğuna, rekabete dayalı piyasa ekonomisinin, sosyal kalkınmanın, hukukun üstünlüğü ve demokrasinin kazanacağına emindir. Başka hiçbir yolu sürdürmek zaten mümkün değildir. Tüm dünyada ve elbette ülkemizde bu geçiş dönemini anlamak ve anlatmakta küresel, bölgesel ve ulusal iş dünyası örgütlerine pek çok rol düşüyor.

Ülkemiz son yıllarda terör, darbe teşebbüsü ve dünya tarihinin en yoğun ve hızlı mülteci akımı gibi olağanüstü sorunlarla karşılaştı. Son derece karmaşık Suriye konusunda Türkiye’nin mülteciler ve barış konusunda yaptıkları tüm dünyada ülkemize saygınlık kazandırıyor. Bugün; terörle mücadelede, büyük başarılar kazanıldığını gururla görüyoruz. Bu başarı kahraman ordumuzun büyük fedakarlıkları ile elde edildi… Bu vesile ile tüm şehitlerimizi rahmetle anıyorum.

“Avrupa Birliği ile geleceğimizin nasıl olacağı konuları karşımızda duruyor”

Dış politikada zorlu süreçlerin eşiğindeyiz. F-35 beşinci nesil savaş uçakları ve S-400 hava savunma sistemi etrafında yaşadığımız sorunlar, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz Bölgesi’ndeki doğal gaz yatakları ile ilgili konular, Suriye meselesinin nasıl sonuçlanacağı, Avrupa Birliği ile geleceğimizin nasıl olacağı konuları karşımızda duruyor. Bu mevzular eninde sonunda diplomasi ile çözülecektir. An itibari ile bu konular ekonomimize giderek artan bir oranda olumsuz yansıyor. Bu riskleri, başta banka ve finans sektörü olmak kaydıyla, ekonomik reformları hemen gündeme alarak ve etkili şekilde uygulayarak en aza indirebiliriz.

Dünya bir yandan küreselleşme konusunda ayak sürerken, dijital dönüşüm öncülüğünde hareket eden inovasyon kapasitesi tüm siyasi polemiklere ve geleneklere aldırmadan ve hiç tahmin edilmeyen bir hız ile yoluna devam ediyor. Bu hız ülke sınırlarını aşıyor, geleneksel yapıları yıkıyor, düzenlemeler bu hızı yönetmekte güçlük çekiyor. Makro dengesizliklere takılı kalan, içe kapanarak mücadeleyi seçen ülkeler, hiç şüpheniz olmasın bu teknolojik yarışta çok geride kalacaktır.

Geçen ay birçok TÜSİAD üyemiz ile beraber San Francisco’da tesis etmiş olduğumuz TÜSİAD Silikon Vadisi Ağı’nın programına katıldık. Teknolojik, finansal, hukuksal ve toplumsal boyutları ile son gelişmelerin nasıl muazzam bir hızla, yeni bir insanlık tarihi yazmakta olduğunu bir kere daha gözlemledik.

Hiçbir başarı tesadüfi değildir. Silikon Vadisi’nin başarısı orada yaratılan ekosisteme bağlı. Bu ekosistem özgürlük, yaratıcılık, girişimcilik ve tolerans kültürü ile besleniyor. Örneğin Silikon Vadisi’nde kendi enerjisini, suyunu ve gıdasını üreten şehirlerin tasarımı tamamlandı; işin mühendislik kısmı bitti. Şimdi hukukçular ve sosyologlar üretilecek fazla kaynağın mülkiyetinin nasıl paylaşılacağını tartışıyor.

“Ülkemiz için somut bir gerçek var” 

Küresel düzlemde,teknoloji dahil, enerji, ulaşım, güvenlik, dış politika… Tüm bu alanlarda ülkemiz için somut bir gerçek var. Ülkenin pusulasını Avrupa Birliği’ne ayarlamak ve o yönde kararlı adımlarla ilerlemek…

AB aday ülke konumunu elde ettiğimiz 1999 Helsinki Zirvesi’nin 20. yılında, Türkiye’nin bu yönelimden elde ettikleri gerçekten olağanüstüdür. Biz AB deyince ne anlıyoruz? Biz AB deyince öncelikle “demokrasi”, “hukuk” ve “refah” anlıyoruz… AB’ye uyum sağlamak aslında modern küresel bir standarda ulaşmak anlamına geliyor.

Türkiye için ortaklık merkezi Avrupa Birliği olmaya devam etmekle birlikte, ülkemiz bugün Rusya, Çin ve Hindistan başta olmak üzere dünyanın diğer ülkeleri ile de ilişkilerini geliştirmiştir.

TÜSİAD olarak biz de, Avrupa, Amerika, Körfez Bölgesi ve Çin’de örneklerini kurduğumuz network yapılarına Rusya ve İtalya’yı da ekleyerek bu etkileşim alanını güçlendirmeye kararlıyız. Üyelik statüsü kazanmamızın 20. yılında, AB tam üyeliği için çaba sarf ederken, diğer gelişmiş veya hızla gelişen ülkeler gibi biz de TÜSİAD olarak tüm ülkelerle daha iyi siyasal ilişkiler ve ekonomik ortaklıklar için çok taraflı, çok boyutlu hareket etmeliyiz.

“Türkiye’ye bu çalkantılı dönemde son derece pozitif yansımalar getirecektir”

En önemli ekonomik partnerimiz olan Avrupa Birliği ile ilişkilerde ilerlemeye ihtiyacımız var. Üyesi olduğumuz Brüksel merkezli Avrupa iş dünyasının temsil kuruluşu BusinessEurope yaptığı son açıklamada, bir kere daha, Türkiye’nin, AB süreci ve gümrük birliğinin güncellenmesine destek verdi. Bu alanda ilerlemek, Türkiye’ye bu çalkantılı dönemde son derece pozitif yansımalar getirecektir.

Avrupa Birliği üyelik perspektifi ülkemize duyulan güveni ve yatırımcı ilgisini en güçlü ve kalıcı olarak artıracak unsurdur. Elbette her türlü işbirliğinde AB Gümrük Birliği dahil, milli çıkarlarımız ve tarafların tümünün kazanacağı düzenlemeler, anlaşmalar yapmak esastır.

Dünya Bankası tarafından Gümrük Birliği’nin güncellenmesine yönelik yapılan çalışma açık bir şekilde göstermektedir ki, güncelleme her iki tarafın ekonomisini olağanüstü olumlu etkilemekte ve tam üyelik perspektifini güçlendirmektedir. Müzakerelerin süratle başlaması için yaratıcı ve yapıcı yöntemler mevcuttur. Yeter ki taraflar buna odaklansın.

Bu çerçevede geçen hafta Sayın Cumhurbaşkanımız başkanlığında gerçekleştirilen Reform Eylem Grubu, AB yöneliminin somutlaştırılması bağlamında önemli bir adımdır. Temenni ediyoruz ki, bu toplantı sonucu ortaya çıkan tespit ve politikalar AB tarafından da karşılık bulur ve son dönemin en olumlu somut adımı atılmış olur. TÜSİAD olarak AB bünyesindeki tüm varlığımızla, hükümetimizin bu yöndeki adımlarını her zaman olduğu gibi desteklemeye devam edeceğiz.

“Somut bir planımız programımız olması gerekiyor”

Günümüzde güvenlik olgusu, iç güvenliği sağlama, dış güvenliği sağlama ile sınırlı değil… Bu boyutlarla iç içe olan “ekonomide güven, ekonomik güvenlik” konusu da var önümüzde duran…

Ekonomide güvenden ne anlıyoruz? Önce ekonomik model tercihimiz olmalı… Rekabete dayalı piyasa ekonomisi tercihi yapmış bir ülkeyiz. “Serbest piyasa ekonomisinden vazgeçildiği” veya yeni bir model arayışı içinde olunduğu yönünde izlenimlere izin vermemeliyiz. Ayrıca bu değerleri koruyan kollayan güçlü kurumlarımız ve tutarlı, somut bir planımız programımız olması gerekiyor.

Son olarak bu programı etkili ve kararlı bir şekilde uygulamalıyız. Bugün bu güven unsurlarına çok ihtiyacımız var. Ekonomimizi doğrudan veya dolaylı etkileyebilecek tüm kurumlarımızda liyakat, şeffaflık ve hesap verebilirlik en üst düzeyde sağlanmalıdır.

Plan ve Program ihtiyacı da ekonomik güven için olmazsa olmazdır… Geçtiğimiz yıl Yeni Ekonomi Programı açıklandı, geçtiğimiz günlerde ise Yapısal Dönüşüm Adımları açıklandı… Bu iki belge STKların da katılımıyla ilişkilendirilmeli, güncellenmeli ve detaylandırılmalıdır. Hangi yapısal reform alanı, hangi maliyete neden olacak, hangi göstergeye etki edecek, ne zaman sonuçlanacak ve hangi performans kriterleri uygulanacak gibi sorulara alacağımız yanıtlar programın itibarını güçlendirecektir.

Bugün iş dünyası, önünde böyle net bir yol, net bir hedef görmeyi ümit ediyor. Yerli veya yabancı yatırımcı algıları arasında bizler açısından hiçbir fark yoktur: belirsizlik yatırım ortamına zarar verir, yatırım iştahını azaltır. Ekonomik yol haritamız, katılımcı bir anlayışla oluşturulduğunda, toplum olarak ahenkle ve heyecanla, hedeflere ulaşacağımızdan şüphemiz yoktur.

“TL’nin ciddi değer kaybı borcu daha ağırlaştırdı”

Biliyorsunuz, Türkiye’nin ciddi bir dış borcu var. Aslında son 10 yıldır bütün dünyada borçluluk arttı, bu hem gelişmekte olan hem de sanayileşmiş ülkeler için geçerli… Ancak bizim özel sektörümüzün dış borcu biraz aha hızlı arttı ve üstelik TL’nin ciddi değer kaybı borcu daha ağırlaştırdı. Bu borcu piyasadan sağlanan kaynakla çevirmeye çalışıyoruz. Türkiye’nin ekonomisine olan güven biraz önce sizlerle paylaştığım güven unsurları yoluyla güçlenmez ise, içinde bulunduğumuz bölgesel siyasi dinamiklerle birlikte risk ve maliyet artar. Bu güveni sağlamak için dış borcu azaltacak, bankaların bilançolarını rahatlatacak, aynı zamanda Yapısal Dönüşüm Adımları içinde yer alan önlemlerin süratle hayata geçirilmesine ihtiyaç vardır.

Yılbaşından bu yana kamu bankaları ağırlıklı, ciddi bir kredi genişlemesi gerçekleşti. 2017’de de aynı şekilde Kredi Garanti Fonu ile benzer bir uygulama yapılmıştı. O zaman da gündeme getirmiştik: kredi genişlemesi, likiditeyi artırır, ekonomiye geçici bir rahatlama verir ancak ülkemizin net tasarruf düzeyi yükselmedikçe kredi genişlemeleri net borçluluk düzeyini artırmakta, ekonomiyi kırılgan hale getirmektedir. Bugün geldiğimiz noktaya baktığımızda, dış borç hala yüksek, enflasyon henüz istenen seviyede değil, kredi mevduat oranları yüksek; rezervlerimiz düşük. Yeni şoklarla karşılaşmamak için hız, kapsam, içerik ve güven unsurlarına yönelik bütüncül bir program içine girmeliyiz.

Ekonomiyi güçlendirmek, finansal istikrar sorunumuzu çözmemiz ve rekabet gücümüzü artırmamız gerekiyor. Sermaye piyasaları, vergi, işgücü piyasası, eğitim gibi alanlarda reformların hızla başlaması gerekli. Bu reformlar orta vadeli sonuçlar doğuracak olsa bile kısa vadede güven arttırıcı etki yaratacaktır. Bu doğrultuda atılacak adımlarda ve ekonomi programının yürütülmesinde ekonomi yönetimimizi destekleyeceğiz.

“Sürdürülebilir iş modelleri geliştirmemiz mümkün”

Artan aşırı hava olayları, tarımsal verimdeki düşüş, denizlerdeki plastik kirliliği ve kuraklık gibi birçok olguyu sıklıkla yaşar olduk. Ekosistemin korunması ve iklim değişikliği ile mücadele harekete geçmek için uygun bir an bekleyebileceğimiz sorunlar değil. Uzmanlar 2050 yılında okyanuslarda balıktan çok plastiğin olacağını, bir milyondan fazla hayvan ve bitki türünün ise tamamen yok olabileceğini söylüyor. Bu durum, sorunun bütün ekosistemi tehdit edeceğini ortaya koyuyor. Küresel sıcaklık artışını kontrol altına alamazsak, ekolojik sistemler ve yaşam alanları üzerinde çok ciddi kalıcı etkiler bırakacağımızı vurguluyor. Oysa ki sürdürülebilir iş modelleri geliştirmemiz mümkün. Çalışmalar bu modeller sonucunda, 12 trilyon dolarlık bir katma değer ve 380 milyon istihdam yaratma imkanını ortaya koyuyor. Tüm bu değerlendirmeler iş dünyasının sorunun kaynağı değil, çözüm ortağı olduğunu gösteriyor. TÜSİAD olarak bu sorumluluğun tam bilincindeyiz; geçtiğimiz günlerde Birleşmiş Milletler ve TÜRKONFED ile birlikte kurduğumuz “Business for Goals” platformu, her ölçekteki Türk firmasının Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerine uyumunu kolaylaştırıcı, çok başarılı bir girişimdir, bu yöndeki çalışmalarımız devam edecek.

Dijital dönüşümün temposu ve ölçeği, eşi benzeri görülmemiş şekilde ilerliyor. Akıllı cihazlar, büyük veri, makine öğrenmesi ve yapay zeka, geçmiş sanayi devrimlerinden çok daha büyük bir hızla ilerliyor. Bugün, ülkemizin yapacağı en doğru şey; insanımıza, gençlerimize güvenmektir. Gerçekleştirmekten gurur duyduğumuz “Bu Gençlikte İş Var” programında gördük ki gençlerimiz ülkemizin gelmesini istediğimiz değerlere zaten sahipler. Kız-erkek tüm gençlerimizin eğitimine yapılacak yatırım, onları geleceğe en iyi şekilde hazırlamak ülkemiz için yapılacak en doğru adımdır. Ülkemiz 8 milyon üniversite öğrencisine sahiptir. Avrupa’daki pek çok ülkenin toplam nüfusundan dahi daha fazladır.

Ülke olarak kısıtlı maddi kaynaklarımızı harcarken yapacağımız tercihler, bize çok büyük geri dönüşler getirecektir. Bugün aslında yanıt aramamız gereken sorular şunlar olmalıdır.

Bilimsel eğitim ve Ar-Ge için ayrılan kaynakları nasıl artıracağız?

Yazılım, siber güvenlik, yapay zekâ, büyük veri gibi alanlarda insan gücünü nasıl yetiştireceğiz?

Tuncay Bey’in de dikkat çektiği, eleştirel düşünceyi ve sorgulamayı nasıl daha fazla artıracağız?

Yenilikçi girişimleri, “unicorn”ları nasıl doğuracağız?

“Türkiye’yi kimse tutamaz”

Dijital dönüşüm tüm ülkeleri aşağı yukarı benzer sorulara kafa yormaya ve eyleme itiyor. Biz eğitim ve inovasyon göstergelerinde arzu ettiğimiz noktada değiliz. Dolayısıyla ev ödevimiz daha ağır. Bu, yeni dünya düzeninin oturtulması sürecindeki bir yarış. Tüm sektörlerin, aktörlerin, kurumların, verinin, eylemin ve yasal ortamın buluştuğu bir gelişim ve ilerleme ekosistemi yaratmalıyız.

Gençlerimizin geleceğini bu topraklarda hayal edebildiği, yarına umutla bakan bir ülke iklimini ancak bu şekilde oluşturabiliriz. Önümüzde seçimsiz geçecek olan dört sene, belirttiğim yapısal reformların hayata geçirilmesi için çok büyük bir fırsat. Tüm toplum kesimleri olarak siyasi farklılıkları bir kenara bırakıp Türkiye ajandasına, yapısal çözümlere odaklanmalıyız.

Bu dönem, ülkemize aynı 2003-2007 dönemi gibi, Türkiye’yi içinde bulunduğu ülke gruplarından ekonomik olarak pozitif ayrıştıracak, AB tam üyeliğine yaklaştıracak, bölgesel ve küresel ağırlıkta bir güç olma fırsatı veriyor. Bu dönemi polemiklerden uzak, tüm ülkenin hayrına olan yapısal reformlara odaklanarak, barış ve kardeşlik anlayışı ile yönetebilirsek Türkiye’yi kimse tutamaz”

Paylaşın

“Seçim Ve Seçmen İradesi Demokrasilerin Tartışmasız En Temel Niteliğidir”

Tuncay Özilhan, TÜSİAD YİK toplantısında yaptığı konuşmada, “Seçim ve seçmen iradesi demokrasilerin tartışmasız en temel niteliğidir” dedi. Özilhan, açıklamasında, “Yıllardır seçim maratonlarından hepiniz yorgun düştük. Enerjimizi önünüzdeki 30 yılı konuşmaya derinde yatan sorunları konuşmaya ayırmalıyız. 31 Mart demokrasi sınavı oldu. Bu sınavda kimin ne not aldığını ileride tarih yazacaktır” ifadelerini kullandı.

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Yüksek İstişare Konseyi (YİK) Toplantısı bugün İstanbul’da yapıldı. Genel kurul, Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan’ın konuşmasıyla başladı. Tuncay Özilhan’ın konuşması şöyle:

“Yıllardır tüm enerjimizi yiyip yutan seçim maratonlarından hepimiz yorgun düştük. Oysa ki enerjimizi önümüzdeki üç ayı değil, üç yılı, hatta 30 yılı konuşmaya, derinde yatan sorunları çözmeye ayırmalıyız.

Sonuçlanması hiç alışkın olmadığımız kadar uzun süren 31 Mart seçimleri, her şeyden önce ülkemiz için önemli bir demokrasi sınavı oldu. İktidar, muhalefet ve başta YSK olmak üzere devlet kurumları bu seçimlerde büyük bir sınavla karşı karşıya kaldı. Bu sınavda kimin ne not aldığını ileride tarih yazacak. İyi işleyen bir demokrasinin en temel özelliklerinden birisi iktidarın seçimle el değiştirebilmesidir.

Alexis de Tocqueville’in 19. Yüzyılda söylediği gibi, demokrasiler ilk bakışta güçsüz görünebilir. Yüzeysel bakılınca karmaşa olarak görülebilecek olan şey, aslında daha derindeki gücün anlaşılmasını zorlaştırabilir.

Demokrasiler, otoriter rejimler karşısında avantaj sahibidir. Toplumsal değişimin yakıcı olduğu, mevcut iktidarların ve liderlerin çetrefilli sorunlarla baş etmekte zorlandığı zamanlarda, toplumun önünü açan çözümleri ancak demokrasiler üretir. Bu bazen uzun vakit alır, çeşitli gel-gitler yaşanır; ama sağlam temellere sahip demokrasiler, sorunlarına çözümü elbette bulurlar.

İster yerel olsun, ister merkezi olsun, seçimlere şaibenin zerresinin düşmemesi demokrasinin mevcudiyetinin en büyük ispatıdır. 31 Mart İstanbul seçimleri çerçevesinde gündeme gelmiş olan iddialar, seçimlerin selameti konusunda geçmiş seçimlerde de dile getirilmiş olan şüpheleri yeniden akıllara getirmiştir.

Umuyorum ki, Haziran ayında yenilenecek seçimler bu şüphelerin yersizliğini herkese kanıtlasın. Seçim sonuçlarına itiraz, şüphesiz siyasi partilerin en doğal hakkıdır. Hepimiz bu hak arama özgürlüğüne saygı duyarız. Ancak, seçmen iradesine saygı duyulmasını da isteriz. Hakkaniyetli koşullarda seçim ve seçmen iradesi demokrasilerin tartışmasız en temel niteliğidir.

“Darbeler tarihine rağmen Türkiye’de demokrasi hep çalıştı”

Seçimlere yapılan itirazların niteliği, seçim kanunlarının düzgün uygulanması konusunda herkesin kafasında soru işaretleri yaratmıştır. Seçim kanununda ve uygulamadaki aksaklıkların seçimler sonrasında değil öncesinde giderilmesi, idarenin sorumluluğundadır.

Seçimlere şaibe düşmemesini sağlayacak olan da budur. Unutmayalım! Hukukun üstünlüğü ve demokrasisiz hiçbir şey olmaz. Ne ekonomi olur, ne de başka bir şey. Ve demokrasinin ilkeleri evrenseldir. Oraya ya da buraya özgü olmaz. Ya bu ilkelere uyulur ve demokratik bir rejim olunur; ya da uyulmaz ve başka bir şey olunur.

Darbeler tarihine rağmen Türkiye’de demokrasi hep çalıştı: Her seferinde demokrasiye geri dönüldü. Seçim yoluyla görev devir teslimini de içeren bu demokratik geleneğe gözümüz gibi bakmalıyız. Dilerim tekrarlanacak olan İstanbul seçimleri, demokratik olgunluğumuzu teyit eder. Yeni fay hatlarına ve yeni gerginliklere yol açmaz, özlemini duyduğumuz birlik ve beraberliği sağlamamıza yol açar.

Bugün hepimiz biliyoruz ki ülkemiz bazı çok ciddi meselelerle karşı karşıya. Üç temel alanda, yani ekonomide, iç siyasi yapıda ve dış politikada sıkışmış durumdayız. Üstelik birindeki sıkışıklık diğerini çözmeyi zorlaştırıyor. İşimiz hiç kolay değil. Bu alanların hepsindeki sorunların ikili bir yapısı var: hem yapısal ve stratejik sorunlarla karşı karşıyayız hem de bunları daha da ağırlaştıran konjonktürel sorunlar var. Yapısal sorunları ancak uzun vadede çözebiliriz.

Ama kısa vadeli sorunları çözmek için de uzun vadede nereye gideceğimizi bilmemiz, stratejik yönelimimize karar vermemiz gerekiyor. Hedefimiz net, rotamız belli olmalı. Hedefimiz: 82 milyonu ile mutlu, huzurlu, müreffeh bir Türkiye.  Bu hedefe doğru yol alırken rotadan şaşmamak için kullanacağımız üç çıpa var: ekonomide liberal piyasa düzeni, kural temelli uluslararası sistemle olan ittifak, ülke içinde de demokrasi ve hukukun üstünlüğü. Bu çıpalar olmazsa, nereden eseceği belli olmayan rüzgarların önünde sürüklenmekten, türlü çeşitli
akıntılara kapılmaktan kurtulamayız.

“Makroekonomik dengelerde uzun süredir devam eden bir bozulma var”

Bu çıpaların sağlamlığı konusundaki endişeler güven kaybına yol açıyor. Endişeler giderilmeli; hem rotamız netleşmeli, hem de bu rotada kalmamızı güvence altına alan araçlar güçlendirilmeli. Yapısal sorunları çözebilmenin anahtarı budur. Konjonktürel sorunlarla baş edebilmenin yolu da budur.

Temel ilkelerde bulanıklık, hedeflerden şaşmaya yol açar. İşte, 2023 hedeflerinden bu yüzden uzaklaştık. Bu yüzden bu hedefleri artık konuşamaz hale geldik. Ekonomiyi, dış politikayı ve iç siyasi yapıyı, her üçünde karşı karşıya olduğumuz yapısal ve konjonktürel sorunları biraz daha açmak istiyorum. Önce ekonomi ile başlayalım. Makroekonomik dengelerde uzun süredir devam eden bir bozulma var.

Bu bozulma 2007’de başlıyor. Küresel kriz ile derinleşiyor. Sonra kısa bir toparlanma. Ardından tekrar bozulma. Üretim alanında başlayan bozulma finansal alana yayılıyor. Oradan kamu maliyesini etkiliyor ve dönüp tekrar reel sektöre geri geliyor. Türkiye 2002-2007 dönemindeki parlak günlerine bir türlü geri dönemiyor. Türkiye ekonomisinin gücü sayesinde 10 yıldır tolere edilebilmiş olan zafiyet, artık işçisinden işverenine, çiftçisinden esnafına tüm kesimleri zorluyor.

Göstergelerdeki kötüleşme bir alandan diğerine giderek ekonominin tamamına yayılıyor. İç ve dış borç göstergeleri kötüleşiyor; bütçe dengeleri bozuluyor; ihracat artışı duraklıyor; işsizsayısı artıyor; sanayi üretimi durağanlaşıyor; dolar cinsinden kişi başı GSYH rakamları geriliyor; rezervler eriyor; enflasyon yükseliyor; halkın alım gücü düşüyor; faiz oranları artıyor; Türk vatandaşı Türk lirasından kaçıyor ve Türkiye küresel rekabette kan kaybediyor.

“Ekonominin düzelmesi için hukuk ve adalet sisteminin düzelmesi gerekiyor”

Küresel Rekabet Endeksi’ne göre 140 ülke arasında makroekonomik ortam açısından 116. sıradayız. Enflasyonda 121., işgücü piyasası verimliliğinde 111. sıradayız. Yargının bağımsızlığında 111., kamu düzenlemelerine karşı yargıda hak aramada 109., basın özgürlüğünde 129. sıradayız. Bu nedenle diyoruz ki ekonominin düzelmesi için hukuk ve adalet sisteminin düzelmesi gerekiyor.

Devam ediyorum: öğretimde eleştirel düşünmede 133., mesleki eğitim kalitesinde 132., dijital becerilerde 118., beceri sahibi çalışan bulma kolaylığında 117. sıradayız. Bunlar ekonomiyi aşağı çeken; girişimciyi, girişim yapamaz hale getiren bir ayak bağı oluşturmuş durumda. Oysa ülkemiz pazar büyüklüğünde 13. sırada. Bu bize gerçekleştiremediğimiz potansiyeli gösteriyor. Demek ki, demokrasi işler kılınırsa, hukukun üstünlüğü tesis edilirse, eleştirel düşünmenin önünü açan bir eğitim reformu yapılırsa, ekonomimizin performansı yükselecek.

82 milyon nüfusuyla, jeostratejik konumuyla, gelişmiş altyapısıyla, sanayisinin seviyesiyle, tarımın sunduğu fırsatlarıyla Türkiye muazzam imkanlara sahip. Bu imkanları iyi değerlendirelim diye çırpınmamızın sebebi bu. Biz bu nedenle ekonomi derken demokrasi diyoruz; yargı bağımsızlığı diyoruz; hukukun üstünlüğü diyoruz; insan hakları diyoruz; akademik özgürlükler diyoruz; liyakat diyoruz; ifade özgürlüğü diyoruz.

Demeye de devam edeceğiz. Çünkü bu görevi, TÜSİAD’ın tüzüğünden alıyoruz. Tüzüğümüzün amaç maddesini burada bir kez daha hatırlatayım: TÜSİAD, insan hakları evrensel ilkelerinin, düşünce, inanç ve girişim özgürlüklerinin, laik hukuk devletinin, katılımcı demokrasi anlayışının, liberal ekonominin, rekabetçi piyasa ekonomisinin kurum ve kurallarının ve sürdürülebilir çevre dengesinin benimsendiği bir toplumsal düzenin oluşmasına ve gelişmesine katkı sağlamayı amaçlar.

TÜSİAD, Atatürk’ün öngördüğü hedef ve ilkeler doğrultusunda, Türkiye’nin çağdaş uygarlık düzeyini yakalama ve aşma anlayışı içinde, kadın-erkek eşitliğini siyaset, ekonomi ve eğitim açısından gözeten iş insanlarının toplumun öncü ve girişimci bir grubu olduğu inancıyla, yukarıda sunulan ana gayenin gerçekleştirilmesini sağlamak amacıyla çalışmalar gerçekleştirir.

“Peki bu kadar seçimi biz niye yaptık?”

Bu maddenin verdiği güçle, diyoruz ki: ekonomideki sıkıntıları aşmak için önce yönetim sistemimizdeki sıkıntıları aşmamız gerekir. Aksi halde, ekonomide atılacak adımlar pansuman niteliğinde kalır; yarayı tedavi etmez. Bu da bizi iç politikadaki sıkışmaya getiriyor. Ekonomik performans düştükçe, arka arkaya yapılan seçimlerde, seçim ekonomisi uygulanıyor. Yapısal sorunların çözümü hep ileri tarihlere erteleniyor.

Bu sıkışmayı seçimlerle aşmaya çalışıyoruz. 2007’den bu yana toplam 14 kez sandık kuruldu. İptal edilen İstanbul seçimlerini de dahil edersek sayı 15’e yükseliyor. Peki bu kadar seçimi biz niye yaptık? Yeni bir toplumsal uzlaşma sağlamak için. Değişen toplumsal yapıya uygun yeni bir sistem kurmak için.

Güçler ayrılığının mükemmel işlediği, yürütmenin rahat çalıştığı, parlamenter denetimin etkin olduğu, hukuk devleti kurallarının sorgusuz sualsiz işlediği, ifade ve medya özgürlüklerinin güvence altına alındığı, yargının bağımsızlığından ve tarafsızlığından kimsenin en ufak bir kuşkusunun bile olmadığı, her vatandaşın kendisini eşit ve muteber vatandaş olarak gördüğü, kurumsal yapıların güçlü, düzenleyici kurumların bağımsızlığının garanti altına alındığı bir sistem kurmak için.

Bu sistemi kurabildik mi? Bugün geldiğimiz noktaya bakarsak, henüz evet diyemiyoruz. Parlamenter sistemden cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş henüz tamamlanmamış gözüküyor. Türkiye Cumhuriyeti gibi büyük ve köklü bir devletin sisteminin değiştirilmesi ve uyumlulaştırılması daha süre alacak gibi gözüküyor.

Cumhurbaşkanlığı sisteminin kurumsal yapısı henüz oturtulamadı. Bu da, her alandaki sorun alanlarının üzerine etkin biçimde gidilmesini engelliyor. Bunların yanı sıra bir de toplumsal kutuplaşma ve gerilim var. Art arda gelen seçimlerdeki sert ve toplumu ayrıştıran söylemler maalesef toplumsal huzuru bozuyor.

“Seçmen, büyük bir siyasi olgunlukla, feraset ve vakarla davranıyor”

31 Mart seçim döneminde de böylesi bir propaganda dönemi yaşandı. Seçim sonrasında muhalefet liderinin saldırıya uğraması, siyasi gerilimi daha da yükseltti. İstanbul seçimlerinin iptali ile, siyasi gerilimin bir süre daha devam edeceği belli… Bunlara rağmen, insanımız sağduyusunu ve soğukkanlılığını koruyor. Etrafımıza bakıyoruz; sokakta, üniversitelerde, mahallelerde, gençler arasında bir kutuplaşma görmüyoruz.

Seçmen, büyük bir siyasi olgunlukla, feraset ve vakarla davranıyor. Çünkü demokrasinin ilkeleri, vatandaşlarımızda derinlere kök salmış durumda. Sandık sonuçları da siyasetçiler arasındaki kutuplaşmanın karşılık bulmadığını gösteriyor. 31 Mart’ta insanımız, ayrışma değil, birlikte hareket edilmesini istedi ve bu talebini verdiği oylarla gösterdi.

Birçok büyükşehir belediyesinde CHP’li belediye başkanlarına AK Partili belediye meclisleri ile birlikte uyumlu çalışma görevini verdi. Ve şimdi bunun sonuçlarını bekliyor. Üçüncü sorun alanı ise dış politika. Bize özgü sorunların üzerine bir de küresel ölçekteki gelişmeler ekleniyor. Sorunlarımız katmerleşiyor. Dünya, teknolojide, üretim yapısında, küresel güç dengesinde, siyasi ve toplumsal değerler sisteminde ciddi değişikliklerle karşı karşıya.

Küresel sistemde üst üste binen ekonomik, güvenlik, çevresel ve insani sorunlar karşısında liberal uluslararası düzen kendisinden beklenen çözümü üretemiyor. Küresel güç dengesi uzunca bir süredir batıdan doğuya doğru kayıyor. Ekonomik gücün kayması, siyasi gücün de kaymasına yol açıyor. Çin-Rusya ekseni ekonomik ve siyasi olarak etkisini artırıyor.

İki farklı blok arasında giderek yükselen bir hegemonya mücadelesi yaşanıyor. Ülkemiz de bu durumdan etkileniyor. Hegemonya mücadelesinin ortasına çekiliyoruz. Küresel ekonomik dengelerin doğuya doğru kayması, ekonomik ilişkilerimizde doğunun ağırlığını ister istemez artırıyor. Ekonomik ilişkiler, beraberinde siyasi etki alanının genişlemesini getiriyor.

İkinci Dünya Savaşı sonrasının liberal ekonomi ve demokrasi modelinden farklı olarak, Çin-Rusya eksenini, devlet kapitalizmi ve otoriterlik şekillendiriyor. Bu da bu ülkelerle ilişkilerimizin niteliği konusunda hassas olmamızı gerektiriyor. Elbette, güvenlikle ilgili talepleri karşılanmadığı, kaygıları giderilmediği takdirde, her ülke gibi alternatiflerini değerlendirir. Ama, dış politika, hele de savunma ihtiyaçları ülkenin uzun vadeli milli menfaatlerine göre oluşturul

Bu nedenle ittifaklar kolay kolay değişmez. Avrupa Birliği ve Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyelik perspektifi, Türkiye için ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Ancak bu ilişki de karşılıklıdır. Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin geleceği, Avrupa’nın küresel sistemin barış, refah ve istikrar merkezi olma vizyonuyla da uyumludur. Nasıl ki ekonomik durumla iç politika birbirini etkiler; dış politika ile iç politika ve ekonomi arasında da benzer bir etkileşim vardır.
Uluslararası ilişkilerdeki gerilimler, TL’nin değerinde sert düşüşlere neden oluyor.

“Türkiye’nin dünya sistemindeki konumu da güçlenir”

Bu sert düşüş reel sektörde maliyet artışına yol açıyor; üretim ve yatırım kararlarını bozuyor; şirketleri mali olarak zayıflatıyor; iflaslara yol açıyor. Eğer Türkiye küresel düzendeki yerinin hiç tereddütsüz biçimde kural temelli uluslararası sistem içinde olduğunu herkese gösterebilirse ve AB tam üyelik perspektifini güçlendirebilirse, bu durum “toptan ve çok yönlü” bir reform niyet ve taahhüdü anlamına gelir.

Türkiye yeniden dış kaynak çekmeye başlar. TL tekrar değer kazanır, dolarizasyon geri çevrilir ve ekonomideki konjonktürel sorunlar hafifler. Eğer toplumsal uzlaşı sağlayabilirsek, güven ortamını tesis edebilirsek, yönetim modelindeki sorunları aşarsak, ekonomideki yapısal sorunları çözme yoluna gireriz. Bu aynı zamanda dış politikadaki sıkışıklığı da aşmanın zeminini yaratır. Ekonomik olarak güçlenen ve siyasi istikrarı sağlayan, toplumsal barış ve huzuru tesis eden Türkiye’nin dünya sistemindeki konumu da güçlenir.

Unutmayalım, devletlerin gücü ekonomideki güçlerinden gelir. Ekonomik olarak zayıf olan, finansman sorunu çeken, tasarrufları yatırımlarını karşılayamayan ülkeler, ekonomileri güçlü olan ülkelere tâbi hale gelirler. Bunun tersini düşünmek hayalciliktir. Güçlü bir ekonominin temelinde ise güven vardır.

Güveni inşa etmek çok zordur. Tuğla üzerine tuğla koyarak örülür. Ama bin bir zahmetle örülen bu duvar bir anda yıkılabilir. Biz ayrışırsak, birbirimize güvenmezsek, dışarısı bize hiç güvenmez. Görünüyor ki, önümüzdeki sorunları çözmeye başlamamız gereken yer kamplaşmayı bir tarafa bırakmak ve ilkemizin yüksek menfaatleri konusunda uzlaşmak.

“El birliği ile hem demokrasiyi hem de ekonomiyi güçlendireceğiz”

Sayın Cumhurbaşkanımızın seçimlerden sonra Türkiye ittifakı çağrısı yapmasının ve geçen hafta hiç kimseyi dışlamayan, kuşatıcı bir anlayışa vurgu yaparak milletimize birlik çağrısını yinelemesinin, toplumsal uzlaşı açısından önemli olduğunu düşünüyoruz.

Toplumlar zor zamanları güç birliği yaparak aşar. Nasıl ki hem ülkemizin kurtuluşunu hem de Cumhuriyetimizin kuruluşunu birbirimize kenetlenerek başarmışsak, bugün de sorunlarımızı aynı şekilde aşarız. Başka çaremiz yok!

Kutuplaşmayı bitireceğiz. İktidar, muhalefet, iş dünyası örgütleri, sendikalar, sivil toplum hepimiz el birliği yapacağız. Bu el birliği ile hem demokrasiyi hem de ekonomiyi güçlendireceğiz.

Yaşamakta olduğumuz sert ekonomik daralmayı demokrasi içinde atlatmak, Türkiye tarihi açısından başlı başına çok önemli bir gelişme olacak. Ülke olarak, bu ülkeyi canı gibi seven vatandaşlar olarak bunu başaracağımızdan hiç kuşkum yok. Önümüzdeki bayramın küskünleri barıştırmaya, kamplaşmayı gidermeye vesile olmasını diliyorum.”

Paylaşın

TÜİK: 4 Milyon 730 Bin Kişi İşsiz

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Şubat ayında işsiz sayısının önceki yılın aynı ayına kıyasla 1.37 milyon kişi artarak, 4 milyon 730 bin kişi olduğunu açıkladı.

TÜİK’in açıkladığı verilere göre; Şubat ayında işsizlik oranı geçen yıla göre 4.1 puanlık artışla yüzde 14.7 olurken, bir önceki aya göre değişim yaşanmadı.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), şubat ayı işsizlik rakamlarını açıkladı.

İşsizlik oranı yüzde 14,7

Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştakilerde işsiz sayısı 2019 yılı Şubat döneminde geçen yılın aynı dönemine göre 1 milyon 376 bin kişi artarak 4 milyon 730 bin kişi oldu. İşsizlik oranı 4,1 puanlık artış ile %14,7 seviyesinde gerçekleşti. Aynı dönemde; tarım dışı işsizlik oranı 4,4 puanlık artış ile %16,9 olarak tahmin edildi. Genç nüfusta (15-24 yaş) işsizlik oranı 7,1 puanlık artış ile %26,1 olurken,15-64 yaş grubunda bu oran 4,1 puanlık artış ile %15,0 olarak gerçekleşti.

İstihdam oranı yüzde 44,8

İstihdam edilenlerin sayısı 2019 yılı Şubat döneminde, bir önceki yılın aynı dönemine göre 811 bin kişi azalarak 27 milyon 355 bin kişi, istihdam oranı ise 1,8 puanlık azalış ile %44,8 oldu.

Bu dönemde, tarım sektöründe çalışan sayısı 296 bin, tarım dışı sektörlerde çalışan sayısı 514 bin kişi azaldı. İstihdam edilenlerin %17,1’i tarım, %19,7’si sanayi, %5,4’ü inşaat, %57,7’si ise hizmet sektöründe yer aldı. Önceki yılın aynı dönemi ile karşılaştırıldığında tarım sektörünün istihdam edilenler içindeki payı 0,6 puan, sanayi sektörünün istihdam edilenler içindeki payı 0,3 puan, inşaat sektörünün payı 1,6 puan azalırken, hizmet sektörünün payı 2,4 puan arttı.

İşgücüne katılma oranı yüzde 52,5

İşgücü 2019 yılı Şubat döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre 564 bin kişi artarak 32 milyon 84 bin kişi, işgücüne katılma oranı ise 0,3 puanlık artış ile  %52,5 olarak gerçekleşti. Aynı dönemler için yapılan kıyaslamalara göre; erkeklerde işgücüne katılma oranı 0,1 puanlık azalış ile %71,4, kadınlarda ise 0,7 puanlık artışla %34,0 olarak gerçekleşti.

Kayıt dışı çalışanların oranı yüzde 33,5

Şubat 2019 döneminde herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna bağlı olmadan çalışanların oranı, bir önceki yılın aynı dönemine göre 1,3 puan artarak %33,5 olarak gerçekleşti. Tarım dışı sektörde kayıt dışı çalışanların oranı ise bir önceki yılın aynı dönemine göre 1,1 puan artarak %22,8 oldu.

Kamu istihdamı yüzde 21,6

Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın derlediği verilere göre, 2019 yılı I. döneminde toplam kamu istihdamı 2018 yılının aynı dönemine göre %21,6 oranında artarak 4 milyon 517 bin kişi oldu. Bu artışta, daha önce kamu istihdamında yer almayan taşeronların kamu çalışanı statüsüne (sürekli işçi) geçmesi etkili oldu.

Mevsim etkisinden arındırılmış istihdam oranı yüzde 46,0, işsizlik oranı yüzde 13,6

Mevsim etkisinden arındırılmış istihdam bir önceki döneme göre 68 bin kişi artarak 28 milyon 85 bin kişi olarak tahmin edildi. İstihdam oranı 0,1 puan artarak %46,0 oldu.

Mevsim etkisinden arındırılmış işsiz sayısı bir önceki döneme göre 113 bin kişi artarak 4 milyon 417 bin kişi olarak gerçekleşti. İşsizlik oranı 0,3 puan artarak %13,6 oldu.

Mevsim etkisinden arındırılmış işgücüne katılma oranı 0,2 puan artarak %53,2 olarak gerçekleşti. Ekonomik faaliyete göre istihdam edilenlerin sayısı, tarım sektöründe 23 bin, sanayi sektöründe 4 bin, inşaat sektöründe 14 bin kişi azalırken, hizmet sektöründe 108 bin kişi arttı.

Paylaşın

YSK Başkanı Güven: İstanbul’da Seçmen Listeleri Değişmeyecek

23 Haziran’da yenilenecek İBB Başkanlığı seçimlerine dair açıklamada bulunan Yüksek Seçim Kurulu (YSK) Başkanı Sadi Güven, seçime aynı seçmen listeleriyle girileceğini söyledi.

Seçim listelerinde herhangi bir güncelleme yapılmayacağını ve listelerin askıya da çıkmayacağını belirten Sadi Güven, konuya ilişkin açıklamasının davamında özetle şunları söyledi:

“Oy kullanma hakkına sahip kim varsa oy kullanacak. Partilerle sandık seçmen listelerini paylaştık. Vatandaşlarımız da kendileri de sorgulayabilecek, hangi sandıkta oy kullanabileceklerini görecekler. Sadece sandık kurulları değişecek. Onun dışında bir değişiklik olmayacak.”

Oy kullanamayacak kısıtlı seçmenlerle ilgili ‘oy kullanamaz’ notu düşülecek. Onlar silinmeyecek, karşısına şerh düşülecek. 31 Mart’ta kim oy kullanma hakkına sahipse, 23 Haziran’da da oy kullanma hakkına sahip olacak. Siyasi partilerle de paylaştık, bunu karşılaştırma imkanına sahip olacaklar.”

31 Mart 2019’da yapılan yerel seçimlerde CHP adayı Ekrem İmamoğlu, AK Parti adayı Binali Yıldırım’ı az bir farkla geçerek kazanmıştı. Seçim sonrası AK Parti, YSK’ya seçimin iptali için başvuruda bulunmuştu. YSK, 6 Mayıs’ta İBB Başkanlığı seçimini iptal etmişti.

Paylaşın

Akşener: Beka Sorunu Diye Milleti Birbirine Düşürenler Beka Sorunudur

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin Meclis’teki grup toplantısında yaptığı konuşmada iktidarı sert bir dille eleştirerek, “beka sorunu diye milleti birbirine düşürenler beka sorunudur” dedi.

Konuşmasında, Tekirdağ’da Göknur Damat isimli vatandaşın Ekrem İmamoğlu için bağış yaptığı haberinin yayılması sonrası bıçaklanmasına değinen Akşener, Cumhurbaşkanı Erdoğan için “Kendi manevi kızını koruyamayan bir adam, bu milleti nasıl koruyacak?” ifadelerini kullandı.

YSK’nın İstanbul kararıyla millet iradesine darbe yapıldığını söyleyen Meral Akşener, “Sayın Erdoğan, Kenan Evren’i bile geride bırakıp sandığı devirdi” dedi.

Akşener, gazeteci Yavuz Selim Demirağ’a saldıranların serbest bırakılmasına tepki göstererek, “Saldırırken ‘öldürün’ diye bağıranları korumayın!” ifadelerini kullandı.

Sözlerine, 13 Mayıs 2014’te Manisa’nın Soma ilçesindeki kömür madeninde çıkan yangını anarak başlayan ve 301 madencinin yaşımını yitirdiği kaza için “İş kazası değil gerçek anlamda bir iş cinayetiydi Soma. Madencilerimizi bir kez daha rahmetle anıyorum. 301 madencimizin ruhları için sizlerden bir Fatiha okumanızı istiyorum. Allah hepinizden razı olsun” diyen Akşener’in açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

“Dün milletçe kahrolduğumuz Soma maden faciasının yıl dönümüydü. 301 kömür gözlümüzü toprağa verdik ama sorumluları elini kolunu sallayarak dolaşıyor. Hayatını kaybeden madencilerimiz için Allah’tan rahmet diliyorum.

Aynı zamanda bugün ilk hür ve adil seçimlerin yapıldığı 14 Mayıs 1950’nin yıl dönümü. Ne acıdır ki biz şafağa hasret milletimizle bir kez daha karanlıktan geçiyoruz. Aziz milletimizin iradesine vurulan darbeden daha büyük bir karanlık var mıdır? Bıkmadan korkmadan şu gerçeği ısrarla vurgulamaya devam edeceğiz: 6 Mayıs 2019 günü aziz milletimizin iradesine darbe yapılmıştır. Bu darbeye sessiz kalmayacağız. Bağımlı yargı yoluyla millet iradesinin gasp edilmesi ikinci bir 28 Şubat darbesidir.

“İktidar partisi seçmenin iradesini yok saydı”

28 Şubat’ta Sayın Erdoğan Belediye Başkanlığından uzaklaştırıldı. Bugün aynısını 6 Mayıs’ta yaptılar. Bugün aynı hukuksuzluğa karşı Sayın İmamoğlu’nun yanında olacağız. Sayın Erdoğan, Kenan Evren’i bile geride bırakıp sandığı devirdi. Parti devleti rejimine dönüş yapıldı anayasa askıya alındı. İktidar partisi seçmenin iradesini yok saydı. Milletin ve devletin akıbeti Erdoğan’ın iki dudağının arasında değildir.

İstanbul’da bazı sandık başkanları memur değil diye seçimleri iptal ettiler. İktidarın İstanbul’da seçim kaybetmemesi için seçim yenilemek demokrasi göstergesi oldu. Ekran ekran gezen şovmenleri de ıkınıp sıkılıyorlar çünkü yaptıklarının mantığı yok. Demokrasiden otokrasiye dönüş sürecinde millet çaresiz değildir. Büyük Türk milletine söz veriyorum. Türkiye, Venezuela ya da Kuzey Kore Olmayacak. Gün darbeye karşı hukuk saflarında buluşma günüdür. Gün, kaos ve çatışma isteyenlere karşı dik durma günüdür.

Mesele Darbe ile demokrasi arasında tercih yapma meselesidir. Mesele, iradesine yapılmış bu darbeye karşı milletin iradesini kurtarma meselesidir. Türk milleti sandığı devirenleri hiçbir zaman affetmemiştir. Milletimiz hep birlikte demokrasinin yanında yer alacak ve 6 Mayıs darbesini savuracaktır. Sandığın devrildiği ülkede siyasi ve ekonomik huzur olmaz. Şahsi hırsları için demokrasiyi ve millet iradesini hiçe sayıyorlar.

“Berat harikalar diyarında!

Ekonomi bakanı damat ve kayın pederi ‘krizi savuşturduk, patlıcan yemeseniz ölmezsiniz’ diyorlar ama mesele açlık farkında değiller. 2019 yılı için açıklanan fitre bedeli 23 lira. Yani bir kişinin karnını doyurmak için gereken para 23 lira. 4 kişilik bir ailenin karnını doyurmak için 92 lira gerekiyor. Asgari ücretin altında emekli maaşı var. Asgari ücretin altın çalışan var. İktidar artık milletimizle alay ediyor.

Damat bakan utanmadan tünelin ucunda ışığın göründüğünü söyledi. Berat harikalar diyarında! Hem dengelenmişiz hem de Hazine Merkez Bankası’ndan 40 milyar dolar istedi. Çarşıda pazarda vatandaşım her şeyi görüyor da sayın bakan siz neyi göremiyorsunuz? Dengelendi uçacağı kaçacağı söylenen ekonomimiz ihtiyat akçesine muhtaç hale geldi. Hiçbir siyasi kazanç tek bir vatandaşımızın saçının telinden kıymetli değildi.

“Gazetecilerin esir olamasına müsaade etmeyeceğiz”

Son birkaç günde yaşadığımız Türk milliyetçiliğinin sağlam kalemi Yavuz Selim Demirağ’a saldırı bunlardan biri. Kendisini ziyaret ettim. Saldıranların trafik magandası gibi serbest bırakılması hukuksuzluğu gösteriyor. Daha önce de inek hırsızından kahraman yapmışlardı. Türkiye’de gazetecilerin esir olamasına müsaade etmeyeceğiz. Saldırırken ‘öldürün’ diye bağıranları korumayın. Erdoğan’ın manevi kızı bıçaklı saldırıya uğradı. İmamoğlu’na destek verdiği için. Türkiye Sayın Erdoğan’ın yönetemediği bir ülke haline geldi. Kendi manevi kızını koruyamayan Sayın Erdoğan milleti nasıl korusun? Nerede milletin adamı?”

Dün tankla uçakla yapamadıklarını bilim ve sanatla yapmaya çalışıyorlar. Biz yerimizde sayarken onlar hızla ilerliyor. Üreten ve üretmeyen arasındaki fark geleceği belirliyor. Geçmişe takılanlar ve gelecek için vizyonu olmayanların en büyük beka sorunudur. Cephe savaşlarının yerini bilim ve teknoloji savaşları aldı. Biz büyük bir savaşın içindeyiz ama vizyonsuz yönetim yüzünden silahsız kaldık. 875 bin otomobil satışı yaptık ama elde ettiğimiz kar elma logolu telefon satanların karını ancak karşılıyor.

“Borç dileniyorsan kendine milliyetçi diyemezsin”

21 yüzyılda beka ve milliyetçiliğin tanımı yeniden yapılmalıdır. Milliyetçilik sadece bir parti adı değildir. Mustafa Kemal gibi eylemle milliyetçi olacaksınız. Beka sorunu diye milleti birbirine düşürenler beka sorunudur. Bizim rakibimiz Almanya’dır Amerika’dır, Rusya’dır, Güney Kore’dir. Bizim birbirimizle uğraştığımız her an zaman kaybıdır.

İnnovasyon günün büyüttüğü ABD şirketleri bazı ülkelerin ekonomik büyüklüğünü aştı. Almanya 255 milyar dolar dış ticaret fazlası verdi. O parayı Saraylara harcamak yerine deniz üzerine santraller kuruyor. Yerli ve milliyim diyerek milliyetçi olunmuyor. Benim vatandaşım Polonya’nın refahından daha iyi şartlarda yaşamıyorsa sen kendine milliyetçiyim diyemezsin. Avrupa’nın en büyük güneş enerjisi potansiyaline sahipken güneş görmeyen ülke senden 20 kat daha fazla güneş enerjisi üretiyorsa kendine milliyetçi diyemezsin. Yabancının kapısında borç dileniyorsan kendine milliyetçi diyemezsin. Bu ülkenin büyük beka sorunudur”

 

 

Paylaşın

‘Karanlıkta Komedi’ seyirciyle buluştu!

Peter Shaffer’in yazdığı ve Cantuğ Turay yönettiği “Karanlıkta Komedi” isimli tiyatro oyunu Panora Sanat Merkezi’nde seyirciyle buluştu. Oyun, seyirci tarafından yoğun ilgi gördü.

Ankara Barosu Tiyatro Topluluğu tarafından 9-10 Mayıs 2019 tarihlerinde sahnelenen oyun, seyirci tarafından yoğun ilgi gördü.

Tiyatro oyununu, Ankara Barosu Başkanı Av. R. Erinç Sağkan, Başkan Yardımcısı Av. Aşkın Demir ile Yönetim Kurulu üyelerinden Av. Meltem Akyol ve Av. Cem Aksu izledi.

Paylaşın

Pakistan’da bombalı saldırı: 4 ölü, 12 yaralı

Pakistan’ın Belucistan eyaletinin başkenti Quetta’da (Kuetta) polis aracına düzenlenen bombalı saldırıda 4 polis hayatını kaybetti. Saldırıda 2’si polis 12 kişi de yaralandı.

Yaralananlar yakınlardaki hastanelere kaldırılırken, saldırıyı henüz üstlenen olmadı.

Quetta Emniyet Müdür Yardımcısı Abdul Razzak Cheema, saldırının park halindeki motosiklete yerleştirilen bombanın patlatılmasıyla gerçekleştirildiğini söyledi.

Quetta’da saldırıya ilişkin açıklama yapan Cumhurbaşkanı Arif Alvi, Quetta’daki saldırıyı şiddetle kınadı.

Cumhurbaşkanı, yaptığı açıklamada, can kaybından dolayı üzüldüğünü ve Ramazan’daki bu tür saldırıların Pakistan’a karşı büyük bir komplo olduğunu söyledi.

Belucistan’daki saldırı son iki gün içindeki ikinci saldırıydı. Cumartesi günü, Gwadar’da bir otelde yapılan saldırıda, dört otel çalışanı ve bir donanma askeri dahil beş kişi hayatını kaybetmiş, altı kişide yaralanmıştı.

Otele saldıran militanlar, güvenlik güçleri tarafından etkisiz hale getirilmişti.

Paylaşın

Beşiktaş, Evinde Kazandı, Moral Buldu!

Beşiktaş, Spor Toto Süper Lig’in 32. haftasında evinde ağırladığı Aytemiz Alanyaspor’u 2-1 mağlup ederek moral buldu. Beşiktaş, bu galibiyet ile puanını 62’ye yükseltirken, A. Alanyaspor ise 42 puanda kaldı.

Beşiktaş’a galibiyeti getiren golleri; 11. dakikada Adem Ljajic ve 55. dakikada Quaresma’dan geldi. Aytemiz Alanyaspor’un tek golünü ise 44. dakikada Caner Erkin kendi kalesine attı.

Goller:

11. dakikada Burak Yılmaz’ın pasıyla sağdan ceza sahasına giren Güven Yalçın’ın şutunda savunmadan seken top Ljajic’in önünde kaldı. Ljajic altıpas içinde topu boş kaleye gönderdi. Beşiktaş 1-0 öne geçti.

44. dakikada Djalma’nın sağdan kullandığı serbest vuruşta Caner Erkin’e çarpan top filelere gitti. A. Alanyaspor beraberliği sağladı.

55. dakikada sağ tarafta topla buluşan Quaresma topu ceza yayı önüne sürerek sol ayağıyla sert vurdu ve meşin yuvarlağı ağlarla buluşturdu. Beşiktaş 2-1 öne geçti.

Stat: Vodafone Park

Hakemler: Cüneyt Çakır, Tarık Ongun, Alpaslan Dedeş

Beşiktaş: Karius, Adriano, Isimat-Mirin, Vida, Caner, Atiba, Dorukhan (Lens dk. 81 ?), Quaresma, Güven (Kagawa dk. 68), Adem Ljajicx (Necip dk. 88 ?), Burak

Aytemiz Alanyaspor: Ufuk, Cenk Ahmet, Caulker, Welinton, N’Skala, Ozan, Tzavellas, Efecan (Hasan dk. 78), Djalma Campos, Junior Fernandes (Villafanez dk. 65), Cisse

Goller: Adem Ljajic (dk. 11), Quaresma (dk. 55) (Beşiktaş), Caner Erkin (dk. 44 k.k.) (A.Alanyaspor)

Paylaşın