İstanbul: Burmalı Hanı

İstanbul, gezilecek yerleri ve tarihi yapılarıyla dikkat çekiyor. Burmalı Hanı; İstanbul’un Fatih İlçesi, Eminönü Semti, Rüstem Paşa Mahallesi sınırları içerisinde yer alır.

Rüstem Paşa, 1556’da Mimar Sinan’a yaptırmıştır. Mahkeme yapısı olup, daha sonra han olarak kullanılmaya başlanmıştır. U biçimi planlı, avluludur. Taş ve tuğla örgü düzeninde, revaklı iki katlı bir yapıdır.

İstanbul’un kısa tarihi

İstanbul’un tarihi, Yenikapı Theodosius Limanı kazılarıyla gün ışığına çıkan Neolitik çağ yerleşimiyle, 8500 yıl geriye uzanmış, bu süreçte kentin geçirdiği kültürel, sanatsal, jeolojik değişim ve kent arkeolojisi hakkında yeni bir dönem açılmıştır. Şüphesiz, İstanbul’un tarihi ile ilgili en göze çarpan özelliği, Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorluğu gibi üç evrensel imparatorluğa başkentlik yapmış olmasıdır.

M.S. 4. yüzyılda Roma İmparatorluğu çok genişlemiş; İstanbul, stratejik konumundan dolayı, İmparator Büyük Konstantin tarafından Roma’nın yerine yeni başkent olarak seçilmiştir. Kent 6 yılı aşkın bir sürede yeniden düzenlenmiş, surlar genişletilmiş, tapınaklar, resmi binalar, saraylar, hamamlar ve hipodrom inşa edilmiştir. 330 yılında yapılan büyük merasimlerle, kentin, Roma İmparatorluğu’nun başkenti olduğu resmen açıklanmıştır.

Yakın çağın başladığı dönemde İkinci Roma ve Yeni Roma adları ile anılan kent, daha sonra “Byzantion” ve geç devirlerde Konstantinopolis olarak adlandırılmıştır. Halk arasında ise kentin adı tarih boyunca “Polis” olarak anıla gelmiştir. Büyük Konstantin’den sonraki imparatorların da şehri güzelleştirme çabalarının devam ettiği anlaşılmaktadır. Kentteki ilk kiliseler de Konstantin’den sonra inşa edilmiştir. Batı Roma İmparatorluğu’nun 5. yüzyılda çökmesi nedeniyle, İstanbul, uzun seneler Doğu Roma İmparatorluğu’nun (Bizans) başkenti olmuştur.

Bizans döneminde yeniden inşa edilen kent, surlarla tekrar genişletilmiştir. Günümüzdeki 6492 m. uzunluğundaki ihtişamlı şehir surları, İmparator Il. Theodosius tarafından yaptırılmıştır. 6. yüzyılda nüfusu yarım milyonu aşan kentte, İmparator Justinyen idaresinde bir altın çağ daha yaşanmıştır. Günümüze kadar ulaşan Ayasofya, bu dönemin bir eseridir. 726-842 yılları arasında kara bir devir olan Latin egemenliği, 4. Haçlı seferinin 1204 yılında şehri istilası ile başlamış, tüm kilise ve manastırlar ile abidelere kadar şehir yıllar boyu talan edilmiştir. 1261’de idaresi tekrar Bizanslıların eline geçen kent, eski zenginliğine tekrar kavuşamamıştır.

İstanbul, 53 günlük bir kuşatma sonrası, 1453’te Türklerin eline geçmiştir. Fatih Sultan Mehmet’in savaş tarihinde ilk defa kullanılan iri boyutlardaki topları, İstanbul surlarının aşılmasının önemli bir sebebidir. Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti buraya taşınmış, ülkenin çeşitli yerlerinden getirilen göçmenlerle şehir nüfusu arttırılmış, boş ve harap olan şehrin imar çalışmalarına başlanmıştır. Şehrin eski halkına din hürriyeti ve sosyal haklar tanınarak, yaşamlarını sürdürmeleri sağlanmıştır. Fetihten yüzyıl sonra ise Türk Sanatı şehre damgasını vurmuş, kubbeler ve minareler şehir siluetine hakim olmuştur.

16. yüzyıldan itibaren Osmanlı Sultanlarının Halife olmalarından ötürü, İstanbul tüm İslam dünyasının da merkezi olmuştur. Sultanların idaresinde şehir tamamen imar edilmiş, büyüleyici bir atmosfere bürünmüştür. Eski akropolde kurulu Sultan Sarayı, Boğaziçi’nin ve Haliç’in eşsiz manzarasına hakim kılınmıştır. 19. yüzyıldan itibaren Batı dünyası ile sıklaşan temaslar sonrası, camiler ve saraylar, Avrupa mimarisi tarzında, Boğaziçi kıyılarına inşa edilmeye başlanmıştır.

Kısa sürede inşa edilen birçok saray, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminin de sembolleridir. 20. yüzyılın başında, İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu’nun sona ermesine şahit olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu parçalanırken ve iç ve dış düşmanlar kendi payları için mücadele ederken; Mustafa Kemal Atatürk, Türk Milletinin desteğini alarak, silah arkadaşları ile birlikte, vatan toprağının kurtarılması için mücadeleye girişmiştir. Milletin iradesi ile kazanılan Kurtuluş Savaşı’nı müteakiben; Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde, 1923’te Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur.

Bu süreçte, başkentin Ankara’ya taşınması, İstanbul’un önemini değiştirmemiştir. Bu eşsiz şehir, büyüleyici görünümü ile dünya üzerindeki en önemli kültür-turizm-sanat-finans ve ticaret başkentlerinden biri olmayı sürdürmektedir.

Paylaşın

İstanbul: Balkapanı Hanı

Dünyanın en önemli kültür, turizm, sanat, finans ve ticaret merkezlerinden biri olan İstanbul, gezilecek yerleri ve tarihi yapılarıyla dikkat çekiyor. Balkapanı Hanı; İstanbul’un Fatih İlçesi, Tahtakale Semti, Balkapanı Sokak üzerinde yer alır.

İstanbul hanlarında görülen yapımı biçimi yanında, Bizans yapı tekniği gösteren tek örnektir. Yapım tarihi ve mimarı bilinmemektedir. Mimari üslubuyla 16. yüzyıla tarihlendirilmektedir. Tek avlulu, iki katlı ticaret hanları planında, özgünlüğünü koruyabilmiş bir yapıdır.

İstanbul’un kısa tarihi

İstanbul’un tarihi, Yenikapı Theodosius Limanı kazılarıyla gün ışığına çıkan Neolitik çağ yerleşimiyle, 8500 yıl geriye uzanmış, bu süreçte kentin geçirdiği kültürel, sanatsal, jeolojik değişim ve kent arkeolojisi hakkında yeni bir dönem açılmıştır. Şüphesiz, İstanbul’un tarihi ile ilgili en göze çarpan özelliği, Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorluğu gibi üç evrensel imparatorluğa başkentlik yapmış olmasıdır.

M.S. 4. yüzyılda Roma İmparatorluğu çok genişlemiş; İstanbul, stratejik konumundan dolayı, İmparator Büyük Konstantin tarafından Roma’nın yerine yeni başkent olarak seçilmiştir. Kent 6 yılı aşkın bir sürede yeniden düzenlenmiş, surlar genişletilmiş, tapınaklar, resmi binalar, saraylar, hamamlar ve hipodrom inşa edilmiştir. 330 yılında yapılan büyük merasimlerle, kentin, Roma İmparatorluğu’nun başkenti olduğu resmen açıklanmıştır.

Yakın çağın başladığı dönemde İkinci Roma ve Yeni Roma adları ile anılan kent, daha sonra “Byzantion” ve geç devirlerde Konstantinopolis olarak adlandırılmıştır. Halk arasında ise kentin adı tarih boyunca “Polis” olarak anıla gelmiştir. Büyük Konstantin’den sonraki imparatorların da şehri güzelleştirme çabalarının devam ettiği anlaşılmaktadır. Kentteki ilk kiliseler de Konstantin’den sonra inşa edilmiştir. Batı Roma İmparatorluğu’nun 5. yüzyılda çökmesi nedeniyle, İstanbul, uzun seneler Doğu Roma İmparatorluğu’nun (Bizans) başkenti olmuştur.

Bizans döneminde yeniden inşa edilen kent, surlarla tekrar genişletilmiştir. Günümüzdeki 6492 m. uzunluğundaki ihtişamlı şehir surları, İmparator Il. Theodosius tarafından yaptırılmıştır. 6. yüzyılda nüfusu yarım milyonu aşan kentte, İmparator Justinyen idaresinde bir altın çağ daha yaşanmıştır. Günümüze kadar ulaşan Ayasofya, bu dönemin bir eseridir. 726-842 yılları arasında kara bir devir olan Latin egemenliği, 4. Haçlı seferinin 1204 yılında şehri istilası ile başlamış, tüm kilise ve manastırlar ile abidelere kadar şehir yıllar boyu talan edilmiştir. 1261’de idaresi tekrar Bizanslıların eline geçen kent, eski zenginliğine tekrar kavuşamamıştır.

İstanbul, 53 günlük bir kuşatma sonrası, 1453’te Türklerin eline geçmiştir. Fatih Sultan Mehmet’in savaş tarihinde ilk defa kullanılan iri boyutlardaki topları, İstanbul surlarının aşılmasının önemli bir sebebidir. Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti buraya taşınmış, ülkenin çeşitli yerlerinden getirilen göçmenlerle şehir nüfusu arttırılmış, boş ve harap olan şehrin imar çalışmalarına başlanmıştır. Şehrin eski halkına din hürriyeti ve sosyal haklar tanınarak, yaşamlarını sürdürmeleri sağlanmıştır. Fetihten yüzyıl sonra ise Türk Sanatı şehre damgasını vurmuş, kubbeler ve minareler şehir siluetine hakim olmuştur.

16. yüzyıldan itibaren Osmanlı Sultanlarının Halife olmalarından ötürü, İstanbul tüm İslam dünyasının da merkezi olmuştur. Sultanların idaresinde şehir tamamen imar edilmiş, büyüleyici bir atmosfere bürünmüştür. Eski akropolde kurulu Sultan Sarayı, Boğaziçi’nin ve Haliç’in eşsiz manzarasına hakim kılınmıştır. 19. yüzyıldan itibaren Batı dünyası ile sıklaşan temaslar sonrası, camiler ve saraylar, Avrupa mimarisi tarzında, Boğaziçi kıyılarına inşa edilmeye başlanmıştır.

Kısa sürede inşa edilen birçok saray, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminin de sembolleridir. 20. yüzyılın başında, İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu’nun sona ermesine şahit olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu parçalanırken ve iç ve dış düşmanlar kendi payları için mücadele ederken; Mustafa Kemal Atatürk, Türk Milletinin desteğini alarak, silah arkadaşları ile birlikte, vatan toprağının kurtarılması için mücadeleye girişmiştir. Milletin iradesi ile kazanılan Kurtuluş Savaşı’nı müteakiben; Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde, 1923’te Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur.

Bu süreçte, başkentin Ankara’ya taşınması, İstanbul’un önemini değiştirmemiştir. Bu eşsiz şehir, büyüleyici görünümü ile dünya üzerindeki en önemli kültür-turizm-sanat-finans ve ticaret başkentlerinden biri olmayı sürdürmektedir.

Paylaşın

Alzheimer Nedir, Nedenleri, Belirtileri Nelerdir?

Alzheimer, iki zararlı proteinin çökmesi ile ortaya çıkan ve demansın (bunamanın) en sık görülen nedeni olan hastalıktır. Hastanın duygu, düşünce ve davranışlarında problemlere yol açan bir çeşit unutkanlık tipi olarak da tanımlanabilir.

Genellikle 60 yaş ve üzeri hastalarda ortaya çıkar, belirtilerini yavaş yavaş hissettir ve hasta gün geçtikçe günlük rutin işlerini dahi yapamayacak hale dönüşür. Alzheimer, beynin sinir hücreleri dokusunda “beta-amyloid” adındaki anormal protein birikmesine bağlı olarak oluşur ve bu birikim zamanla beyinden atılamaz hale gelir. Dolayısıyla protein birikmesi ve plaklar sebebiyle sinir hücreleri arasında bağlantı kurulamaz ve sinir hücreleri ölür. Bu durumda direkt olarak beynin düzgün çalışmasını engeller.

Alzheimer nedenleri nelerdir?

Hastalığın nedenleri konusunda herhangi bir kesinlik yok. Beyindeki protein birikiminin yanı sıra sinir iletiminin bozulması, beyin hücrelerinin zarar görmesi gibi etkenler nedeniyle yaşanabilir.

Yapılan araştırmalara göre hastaların sadece %20’sinde alzheimer görülme riski bulunuyor. Yani hastalık, yaş etkeninin yanı sıra genetik faktörlere bağlı olarak da görülebilir. Ancak sadece kalıtsal sebeplerle ilişkilendirilmesi yanlış olur. Çünkü Alzheimer, sinsice etkilerini gösteren bir hastalıktır ve bulguları yaşa bağlı olarak artış gösterir.
Diğer nedenler ise şöyle sıralanabilir;

Geçmişe bağlı depresyon
Damar hastalıkları (Kolestrol, tansiyon yüksekliği ve kalp krizi)
Geçmişe bağlı ciddi yaralanmalar
APOE4 taşıyıcılığı
Düşük eğitim düzeyi
Belirtileri nelerdir?

Eğer bir hafıza sorunu varsa bundan sonra ne olacaktır? Hafıza kaybı yada duyu durum değişiklikleri olduğunda, doktor Alzheimer hastalığını olası bir neden olarak düşünebilir. Ama Alzheimer tanısı, bir eleme sürecidir. Doktor, bulgu ve belirtilerin tüm olası nedenlerini birer birer araştıracak ve tek olasılık Alzheimer hastalığı kalana dek diğer nedenleri birer birer eleyecektir. Yüzde 100 kesin tanıya ancak otopsi ile varılabilir ki bu da beyin dokusunun direkt olarak mikroskop altında incelenmesi ile olur.

Erken belirti ve bulguları fark etmek genellikle güçtür. Bunlar genetik yapı özellikleri yaşam tarzı kültürel birikim ve yaşamdaki tecrübelerine göre kişiden kişiye farklılık gösterir sıklıkla gözlenen özellikler şunlardır.

Ağır bellek kaybı
Kafa karışıklığı
Soyut düşünceleri oluşturma beceriksizliği
Konsantrasyon güçlüğü
Gündelik ya da karmaşık işleri yapmada zorluk.
Kişilik değişiklileri
Şüpheci ya da garip davranışlar.
Hastalığa nasıl tanı konulur?

Yeni bazı yöntemler hızla gelişmekle birlikte, halen hastalığın tanısı klinik belirtiler ve demans nedeni olacak başka bir hastalığın olmadığının gösterilmesine dayanır. Bununla beraber yakın bir gelecekte şu an deneysel amaçlı kullanılmakta olan birçok tanı yöntemi, günlük kullanıma da girecek olup hastalar klinik belirtiler ortaya çıkmadan önce de tanınabilecektir.

Hastalığın bir tedavisi var mıdır?

Halen hastalığın kesin bir tedavisi olmamakla beraber, bu hastalıkta beyinde eksik olan asetil kolin maddesini artıran bir grup ilaç ve yine bu hastalıkta hücreler arası boşlukta artmış olarak bulunan glutamat maddesinin aşırı etkisini azaltan bir ilaç kullanımdadır.

Ağız, çene ve yüz deformiteleri nedir?

İleride gerek hastalığın erken dönemde tanısının konulmasına yönelik tetkik yöntemlerinin daha gelişmesi gerekse beyindeki değişiklikleri önleyici ya da ortadan kaldırıcı tedavilerin ortaya çıkması ile bu hastalığa karşı tedavi başarımız daha da artacaktır.

Bununla beraber şu an alabileceğimiz en iyi önlemlerin başında orta yaşta ortaya çıkmış yüksek tansiyon, şeker hastalığı ve kan yağlarındaki yükselmelerin erken dönemde tedavisi gelmektedir.

Paylaşın

Alkol Ve Alkollü İçki Nedir?

Alkol genellikle mayalanmış ürünlerin damıtılmasıyla elde edilir. Karbon, Oksijen ve Hidrojenin birleşimiyle oluşan kimyasal bir sıvıdır. Fazla tüketildiğinde sinir sistemine olan etkisinden dolayı baş dönmesi, baş ağrısı, bulanık görme, bilinç kaybı vb. gibi belirtiler oluşur.

Sindirim sistemine olan etkisi sonucu ülser ve siroz gibi hastalıkların oluşumuna zemin hazırlar. Alkolün kan basıncını arttırıcı etkisi vardır. Bu etki akut alkol alımı ile görüldüğü gibi daha düşük dozda fakat sürekli kullanımda da ortaya çıkmaktadır. Akut veya sürekli alkol alımı beyin kanaması ve felç riskini arttırmaktadır.

Günde 15 gram saf alkole eşdeğer miktarda bir alkollü içeceğin tüketilmesinin kardiyovasküler risk oluşturmadığı, hatta bir ölçüde koruyucu olduğu belirtilmektedir. Ancak, alışkanlık yapan böyle bir içeceğin, tüketen kişiler tarafından ne derecede kontrollü içilebileceği, dengenin fayda sağlamak yönünde ne ölçüde kurulabileceği oldukça şüphelidir. Bu nedenle alkol kullanımı ve miktarı ile ilgili bir öneride bulunmak son derece yanlıştır. Öneri doktor denetiminde uygulanabilir.

Alkollü içkiler (Alcoholic Beverages) nedir ?

Yapım tekniği ve bileşimleri yönünden değerlendirildiğinde fermante alkollü içkiler ve distile alkollü içkiler olmak üzere iki grupta incelenir.

Fermente olanların alkol içerikleri daha düşüktür. Bira ve şarap fermente içkilerdir. Her ikisinin de farklı alkol içeriklerinde hazırlanmış çeşitleri vardır. Şaraplar alkolle zenginleştirilerek şeri, port, şeker eklenip ikinci kez fermente edilerek şampanya, alkolle zenginleştirilip baharat ve lezzet vericiler katılarak vermut elde edilir. Rakı, brendi, viski, rom, cin, votka, konyak, likör distile içkilerdir. İçki şişeleri üzerinde alkol yüzdelerini gösteren rakamlar vardır.

Paylaşın

Aspirin Nedir, Faydaları Ve Zararları Nelerdir?

Aspirin (Asetilsalisilik Asit), genellikle hafif ağrı ve sızılar için kullanılan ağrı kesici ve ateş düşürücü bir ilaçtır. Ayrıca kan seyreltici etkisi vardır ve kalp krizine karşı koruma sağlaması amacıyla uzun dönem az dozaj kullanılır.

Aspirinin faydaları nelerdir?

JAMA Onkoloji dergisinde yayınlanan 136 bin kişi üzerinde gerçekleştirilen araştırmada, haftada iki kez düzenli aspirin kullananlarda kansere yakalanma riskinin yüzde 3 azaldığı görüldü.

Hollanda’da yapılan başka bir araştırmanın sonuçlarında ise tedavisi devam eden mide – bağırsak kanseri hastalarının ömrünü yaklaşık iki kat artırdığı belirlendi.

Londra’daki Francis Crick Enstitüsü’nden bilim insanları aspirinin kanser hücreleri üzerindeki etkisi araştırdı. Araştırmada,  aspirinin kanser hücrelerinin bağışıklık sisteminden saklanmasını önleyebileceğine işaret ediliyor.

PLoS One isimli bilimsel dergide yayımlanan bir makalede ise kanser tedavisinde asetil salisilik asitin (ASA) yararını bir kez daha ortaya koydu. Buna göre, düşük dozda ASA alınması hem kansere yakalanma riskini düşürüyor hem de kansere bağlı ölüm riskini ortalama % 20 oranında azaltıyor.

Aspirinin zararları nelerdir?

Her ne kadar az doz kullanıldığında faydalı olduğu söylense de aspirin kullanımında dikkatli olmakta fayda var. Aspirin dudak ve dilde alerjik etki gösterebilir.Aşırı doz kullanımda karaciğerde işlev bozukluğuna, kanamalara, ve ülsere yol açabilir. Kanı sulandırdığı için kanamalı hastalıklarda pıhtılaşmayı geciktirdiğinden sağlık riski oluşturabilir. Uzun süreli kullanımı böbrek hasarına yol açabilir, böbrek yetmezliği görülebilir.

Tüm bu etkilerinin yanı sıra diğer ilaçlarla olan olumsuz etkileşimlerine de dikkat etmek gerekiyor. Uzun süreli kullanımlarda muhakkak doktorunuza danışın.

Kimler Aspirin kullanmalıdır?

Koroner damar hastalığı bulunan ve aspirin kullanmasına mani bir durumu olmayan tüm hastalar için aspirin yararlıdır ve ömür boyu önerilmektedir. Günde 75-100 mg doz bu amaç için yeterlidir; daha yüksek dozlarda yarar artışı olmaksızın kanama riski artmaktadır. Bilinen kalp hastalığı olmayanlarda aspirin kullanma kararını hekimleri vermelidir. Toplam kardiyovasküler risk hesaplanarak orta veya yüksek (10 yıllık risk >%10) olanlara verilebilir.

Kimler Aspirin kullanmamalıdır?

Kalp damar hastalığı riski düşük olanların aspirin kullanmasının anlamı yoktur. Çünkü koroner kalp hastalığından sakınırken en az o kadar mide kanamasına maruz kalınabilir. Ayrıca, kalp damar hastalığı olmayan 50 yaş altı bireylerde ve klinik olarak kalp- damar hastalığı oluşmamış diyabetik hastalarda koruyucu olur beklentisi ile aspirin kullanılması önerilmez.

Gelecek 10 yılda koroner arter hastalığı gelişme riski %10-20 (orta derecede), herhangi bir kanserle karşılaşma riski %12 civarında olan, 60’ lı yaşlarda ki 1000 hastaya aspirin verildiğinde: 6 ölüm, 17 kalp krizi, 6 kanser önlenebilirken, inme oranları değişmez. Ancak, kafa içi kanama dahil ek 16 önemli kanama oluşabilir.

Paylaşın

Aerobik Egzersiz Nedir, Faydaları Nelerdir?

Aerobik Egzersiz, vücudun oksijen taşıyan sistemini zorlayarak daha güçlü hale getiren, kalbin çalışmasını ve solunumu hızlandıran fiziksel egzersiz tipidir.

Aerobik Egzersiz, uzun süreli yapabileceğiniz düşük yoğunluklu egzersizler olarak düşünebilirsiniz.

Aerobik Egzersiz etkileri

Aerobik egzersizde, temel prensip egzersiz süresince nefes nefese kalmaman ve oksijen yetmezliği çekmemendir. Aerobik egzersizler sırasında kol, bacak, kalça gibi büyük kas grupları hareket eder.

Hareketleri uygularken daha hızlı ve derin nefes almaya başlayacağın için, kanındaki oksijen düzeyi maksimum derecede artar. Kalp atışların hızlanır, akciğer ve kaslarına daha çok kan pompalanır. Vücudun doğal ağrı kesici niteliğinde olan endorfin hormonunu salgılamaya başlar.

Aerobik Egzersizler nelerdir?

Tempolu yürüyüş
Koşu
Bisiklet sürme
İp atlama
Merdiven çıkma

Yüzme
Step-aerobik çalışmalar
Kayak
Dans etme bu egzersizler içerisinde geçmektedir.

Aerobik Egzersizin faydaları:

Akciğerlerin daha verimli çalışmasını sağlayarak kullanılan oksijen miktarı arttırmaktadır.

Kalbinizin daha verimli ve daha kapasiteli çalışmasını sağlar. Egzersiz yapmayı alışkanlık haline getirenlerin kalbi, istirahat halinde kalbi yapmayanlara göre daha daha az atmaktadır.

Yeni damarlar gelişir. Aerobik egzersizler; kısmen veya tamamen tıkanmış damarlar yerine, özellikle kalp içinde, yeni damarlar oluşmasını sağlamaktadır.  Vücudun kanlanması arttırarak kan akışı düzene girmesini sağlamaktadır.

Aerobik Egzersiz kan hacminin çoğalmasını sağlar. Özellikle kandaki hemoglobin ve kırmızı kan hücrelerini çoğaltmaktadır. Bu suretle ciğerlerden kana ve adalelere oksijen nakil kapasitesi yükselmiş olmaktadır.

Osteoporosis’e (Kemik erimesi) karşı korumaktadır. Her türlü fiziki çalışma sonucunda kas yapısını geliştirmekte, yağları azaltmakta, kemik yoğunluğu artmakta ve kemik erimesi oluşması geciktirmektedir. Kadınların kemik erimesi riski daha fazla olduğundan egzersizleri yapmaları tavsiye edilmektedir.

Diabetes’e (şeker hastalığı) karşı korumayı sağlamaktadır. Oluşmuş şeker hastalığında hastalık derecesinin iyileşmesinde çok önemli rol oynamaktadır. Şeker hastalığını kontrol altında tutmakta kolaylaştırıcı özelliği bulunmaktadır.

Vücut ağırlığındaki azalmaya yardımcı olmaktadır.

Kolesterolü olumlu yönde etkileyerek LDL (Kötü kolesterolü) seviyesini azaltmaktadır ve HDL (İyi kolesterol) seviyesini arttırır.

Aerobik egzersiz sindirim sisteminde rahatlatıcı etki yapmaktadır. Bağırsak çalışmasını düzene sokarak sindirimi kolaylaştırmaya yardımcı olmaktadır.

Paylaşın

Akustik Sinir, Akustik Nöroma Nedir? Nedenleri, Belirtileri, Teşhisi, Tedavisi

Akustik Sinir, tip dilinde işitme sinirine verilen addır. Akustik Nöroma ise, işitme ve denge sinirlerinde ortaya çıkan iyi huylu yavaş büyüyen tümörlerdir. İşitme kaybı ve denge problemlerine neden olabilmektedir. 

Yetişkinlerde çocuklara nazaran daha sık görülmektedir. Genellikle tek taraflıdır, nadiren çift taraflı gözlenebilmektedir.

Akustik nöromaların nedeni nedir?

Akustik nöromaların neden ortaya çıktığı bilinmemektedir. Bu tümörün belirli bir tür tümör baskılayıcı gende bir bozukluk olduğu zaman ortaya çıktığı düşünülmektedir.

Akustik nöromalar ne sıklıkla görülürler?

Akustik nöromalar genellikle bir milyonda 10 kişide görülürler. Kadınlarda erkeklere göre daha fazla ve en çok 30-60 yaş arasında görülürler.

Akustik nöromların belirtileri nelerdir?

İşitme kaybı – gelişmesi uzun yıllar alabilir, kişi bu nedenle işitme kaybının farkında olmayabilir.
Çınlama, uğultu
Yürüyüş esnasında denge problemleri
Bir tarafa yalpalama hissi
Yüz belirtileri ;  yüzde  hissizlik, ağrı, yüzün bir kısmını hareket ettirmede güçlük

Akustik nöromların tedavisi

Akustik nöroma tedavisi tümörünüzün büyüklüğüne, konumuna, ne kadar hızlı büyüdüğüne ve genel sağlık durumunuza göre değişir. Ana seçenekler:

Tümörün izlenmesi; küçük tümörlerin genellikle düzenli MRG taramasıyla izlenmesi gerekir ve aşağıdaki tedaviler genellikle yalnızca taramalar büyüdüğünü gösteriyorsa önerilir.

Beyin ameliyatı; tümörü kafatasındaki bir kesikten çıkarmak için yapılan ameliyat, genel anestezi altında yapılır.

Stereotaktik radyocerrahi; küçük tümörlerin veya ameliyat sonrası kalan tümör parçalarının, büyümesini engellemek için uygulanan radyasyon tedavisidir.

Tüm bu seçenekler bazı riskler taşır. Örneğin, cerrahi ve radyocerrahi bazen yüz uyuşukluğuna veya yüzünüzün bir kısmını hareket ettirememeye neden olabilir (Yüz felci).

Büyük akustik nöromlar ciddi olabilir çünkü bazen beyinde hayatı tehdit eden bir sıvı birikmesine neden olabilirler (hidrosefali). Ancak bu aşamaya erişmeleri nadirdir. Birçoğu çok yavaş büyür veya hiç büyümez bu yüzden erken dönemde tedavi edilebilir.

Tedavi edilse dahi işitme kaybı ve kulak çınlaması gibi semptomlar devam edebilir ve çalışma, iletişim kurma ve araç kullanma yeteneğinizi etkileyebilir. Bu sorunların giderilmesi için ek bir tedaviye ihtiyaç duyulabilir.

İyi huylu beyin tümörü tedaviden sonra tekrar edebilir. Bu ameliyat olan her 20 hastadan 1’inde görülmektedir. Muhtemelen tümörün tekrar büyüyüp büyümediğini kontrol etmek için düzenli olarak MRG taraması yaptırmanız gerekecektir.

Akustik nöromalarla ilgili tedavi sonrası beklentiler nedir?

Akustik nöromalar iyi huylu, kanser olmayan tümörlerdir. Vücudun diğer yerlerine metastaz yapmazlar, ancak büyümeye devam ederek kafatası içindeki önemli yapılara bası yapabilirler.

Beyin cerrahisi sonucunda hastaların %95’inde tümör tam olarak çıkartılabilmektedir. Bu ameliyattan ölüm riski %1’in altındadır.

Küçük tümörü olan hastaların yaklaşık % 95’inde kalıcı yüz felci ortaya çıkmaz. Ancak büyük tümörleri olan hastaların yaklaşık üçte ikisinde ameliyat sonrasında kalıcı yüz felci görülür.

Küçük tümörü olan hastaların yaklaşık yarısında tümörün olduğu tarafta bir miktar işitme kalacaktır.

Radyocerrahi sonrasında sinir hasarı, işitme kaybı ve yüz felci gibi istenmeyen durumlar belli bir süre sonra bile ortaya çıkabilmektedir.

Paylaşın

Asesülfam Nedir, Sağlığa Zararlı Mıdır?

Asesülfam (Acesulphame), düşük kalorili bir tatlandırıcıdır. Organik sentetik bir tuzdur. Sakkarozdan 200 kat daha fazla tatlıdır. İnsan sindirim sisteminde değişmeksizin dışarı atılır ve bundan ötürü de kalori sağlamaz. 

İçeceklerde (alkolsüz) tek başına kullanılabilir. Isıya dayanıklılığı, pH 3 ün üzerinde olduğunda daha fazladır. Asesülfam K ile tatlandırılmış içecekler asesülfamın yapısı bozulmaksızın pastörize veya sterilize edilebilir.

Asesülfam nelerde bulunur?

Çoğu yiyecek ve içecekte bulunur. Aspartam gibi diğer tatlandırıcıların aksine ısıtıldığında değişime uğramadığı için fırınlanmış veya pişirilmiş yiyeceklerde de kullanımı yaygındır.

Bulunduğu yerlere örnek olarak; soda, meyve suyu, alkollü içecekler, süt ürünleri, dondurma, tatlılar, reçeller, marmelatlar, diş macunları, gargaralar, sakızlar, turşular, mısır gevrekleri, salata sosları ve baharatlar verilebilir.

Asesülfam sağlığa zararlı mıdır?

Yapay tatlandırıcıların vücuda etkileri halen tartışmalıdır ve vücuda bazı zararları olduğu iddia edilmektedir. Metabolizmayı, iştahı, kilo kontrolünü ve kan şekerine müdahale ettiği söylenmektedir. En büyük endişe edilen noktaları ise; kanser gelişimine etkisi olup olmadığı ve bebeğin anne karnındaki gelişimini etkileyip etkilemediğidir.

Bu endişelere rağmen Avrupa ve Amerika’da, insanların kullanımı için güvenli olduğu kabul edilmiştir. FDA tarafından günlük alımı kilogram başına Amerika’da 15 mg, Avrupa’da 9 mg olarak sınırlandırmıştır.

Bu rakam Amerika’da yaklaşık 68 kg olan bir kişinin günlük 20 kutu diyet kola tüketmesine eş değerdir. Bazı ülkelerde kullanımı kabul edilmesine rağmen bilim insanları yapılan çalışmaların bilimsel standartları karşılamadığını söylemektedirler.

Paylaşın

Akomodasyon (Uyum) Nedir?

Akomodasyon (Uyum), gözün optik sisteminin çeşitli uzaklıklardaki objelere odaklanmak üzere kendini ayarlama işlemidir. Dinlenme halinde, lens ince ve yassı iken göz uzak görmeye odaklanmıştır. 

Daha yakın bir objeye odaklanmak için gözün siliyer kası kasılır, lensin dış kenarı üzerinde çekme gücü azalır ve lens daha kaim ve daha konveks (dış bükey) hale gelir.

Artan yaş ile birlikte, lens giderek daha az elastik hal alır. Bu durum uyumun daha zorlaşmasına yol açar ve bir uzağı iyi görme şekli olan presbiyopi sorunu ortaya çıkar.

Normal sağlıklı bir gözde objenin kenarından yansıyan ışık uyum (akomodasyon) adı verilen bir işlem ile retina üzerinde odağa düşürülür. Odaklama lens biçiminde otomatik bir değişiklik ile sağlanır.

Paylaşın

Böbrek Üstü Bezleri (Adrenal Bezler) Nedir? Nedenleri, Belirtileri, Teşhisi, Tedavisi

Böbrek Üstü Bezleri (Adrenal Bezler), böbreklerin üst kısımlarına yapışmış olarak bulunan sarımtrak renkli olan iki bezdir. Diğer endokrin bezlerde olduğu gibi kan damarı bakımından zengin olan bu bezlerin böbreklerle doğrudan bir ilişkisi yoktur.

Adrenal Bezler (Böbrek Üstü Bezleri) ,yapısı ve salgıladığı hormonları farklı olan 2 tabakadan meydana gelir. Adrenal Bezlerin pembemsi görünümündeki dış kısmına kabuk (Adrenal Korteks) iç kısmına ise öz bölgesi (Adrenal Medulla) denir.

Korteks hormonlarının az salgılanması durumunda kandaki ACTH miktarı artar. Bu durumda deri tunç rengini alır,kan basıncı azalır,iştahsızlık artar,kaslarda zayıflama ve genel halsizlik görülür. Sodyum ve klorun dışarı atılması artarken vücut sıvısında potasyum miktarı artar.

Bu bezlerin kabuk kısmından hormon salgılanması hipofizin ön lobundan salgılanan ACTH hormonu ile düzenlenir.

Böbrek Üstü Bezi bozulma nedenleri

Böbrek Üstü Bezinin doğru bir şekilde çalışmamasının çeşitli nedenleri olabilir. Bu durum Böbrek Üstü Bezinden kaynaklanabileceği gibi vücudun başka bir bölgesinde sorunun temelini oluşturabilir. Beyinde bulunan hipofiz bezlerinde sorun olması halinde Böbrek Üstü Bezinin çalışmasını sağlayan hormonları üretemez.

Böylece Böbrek Üstü Bezlerinde sorun ortaya çıkabilir. Böbrek Üstü Bezinde meydana gelen hastalık ya da enfeksiyondan kaynaklı olarak da sorun meydana gelebilir. Aşırı çalışması ya da az çalışması sorun oluşturabilir.

Böbrek Üstü Bezi hastalıkları nelerdir?

Cushing Sendromu

Vücudun gereğinden fazla kortizol üretmesi cushing sendromuna yol açmaktadır. Kortizol böbreküstü bezi aracılığı ile üretilen bir hormondur ve günlük yaşamın devamı için gereklidir. Bu hormon uyku düzeninin ayarlanmasında ve stresli olaylara cevap vermede vücuda yardımcı olmaktadır. Kortizol hormonunun aşırı şekilde üretilmesi tüm vücuda zarar verebilir.

Böbrek Üstü Bezi Kanseri

Böbrek Üstü Bezinin kanseri çok nadir olarak görülen bir hastalıktır. 2 milyon kişiden birinde görülen bu hastalık, hormonların aşırı üretimi nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Kanser ile beraber kortizol ve Böbrek Üstü Bezinden kaynaklanan hormonlar fazla üretilebilir. Vücudun verdiği tepki hormon fazlalığına bağlı olarak değişmektedir.

Hiperaldosteronism

Potasyum ve sodyum düzeyini kontrol eden aldosteronun gereğinden fazla salgılanması ile ortaya çıkan bir Böbrek Üstü Bezi hastalığıdır. Yüksek tansiyona neden olur. Genellikle 30-50 yaş aralığında bulunan kadınlarda görülür. Bu hastalık Böbrek Üstü Bezinde ortaya çıkan tümörden kaynaklanmaktadır.

Sodyum kaybı ve potasyum kaybına neden olmaktadır. Hiperaldosteronism nedeniyle yattıktan hemen sonra kalkma ile beraber gelişen kan basıncı azalışı da görülmektedir. Diğer belirtileri arasında aşırı su içme, kabızlık, aşırı tuvalete çıkma, baş ağrısı ve kas güçsüzlüğü bulunmaktadır. Bazı hastalarda ise hiçbir şekilde belirti gözlenmez.

Böbrek Üstü Bezinin tedavisi nasıl yapılır?

Hastalıkların tedavisi görülen semptomlara göre değişiklik göstermektedir. Tedavinin şekline doktor ile beraber karar vermek gereklidir. Böbrek Üstü Bezi tümörünün tedavisinde ameliyat yapılmaktadır. Tümörün iyi huylu olma durumuna, kanser olup olmadığına ve boyutuna göre gerekli tedavi yöntemi uygulanmaktadır.

Cerrahi yöntemler arasında robotik cerrahi, açık cerrahi ve laparoskopik cerrahi bulunmaktadır. En uygun cerrahi yöntem seçilerek hasta tedavi edilir. Yapılan ameliyatla tümör ve tümörü çevreleyen doku çıkarılır.

Paylaşın