Hasan Ali Yücel Kimdir? Hayatı, Eserleri

17 Aralık 1897 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Hasan Ali Yücel, 26 Şubat 1961 yılında yine İstanbul’da hayatını kaybetti. Şair Can Yücel’in babasıdır. Mekteb-i Osmani ve Vefa Lisesini bitirdi, Yüksek Öğretmen Okulu’ndan mezun oldu.

Haber Merkezi / İzmir ve İstanbul’da edebiyat ve felsefe öğretmenliği, maarif müfettişliği yaptı. Fransız eğitim sistemini incelemek üzere bir yıllığına Paris’e gönderildi, dönüşte Gazi Eğitim Enstitüsü Müdürlüğü görevine atandı. Bir süre sonra Türk Dil Kurumu’nun etimoloji kolu başkanlığına getirildi. Milli Eğitim Bakanlığı Orta Eğitim Genel Müdürlüğü yaptı. Siyasete girdi ve İzmir’den milletvekili seçildi. Celal Bayar hükümetinde Milli Eğitim Bakanlığı’na getirildi.

Bakanlığı döneminde, Üniversite reformu, Ankara Fen Fakültesi’nin kurulması, Yüksek Mühendis Okulu’nun İTÜ’ye dönüştürülmesi ve Ankara Tıp Fakültesi’nin kurulması, Köy Enstitüleri’nin açılması, Dünya klasiklerinin Türkçeye çevrilmesi ve ilk resmi ve telifli Türkçe ansiklopedi olan İnönü Ansiklopedisi’nin hazırlanması gibi işlere imza attı.

Özellikle Köy Enstitüleri’nin kurulması cumhuriyet döneminde eğitim sisteminde yapılan en büyük devrimlerden birisidir, eğitim köylere kadar yayılmıştır. Yedi yıl yedi ay sürdürdüğü Milli Eğitim Bakanlığı görevinden istifa etti ve gazetecilik yaşamına döndü. İstanbul’a yerleşen Yücel düşüncelerini Akşam ve Cumhuriyet gazetelerinde yazdı. 1961’de Kurucu Meclis üyesi oldu.

Eserleri;

Şiir:

Dönen Ses
Sizin için
Dinle Benden

Diğer:

Goethe, Bir Dehanın Romanı (1932)
Türk Edebiyatına Toplu Bir Bakış (1932)
Pazartesi Konuşmaları (1937)
İçten Dışa (1938)
Türkiye’de Ortaöğretim (1938)
Davalar ve Neticeleri (1950)
Hürriyete Doğru (1955)
İyi Vatandaş İyi İnsan (1956-1971)
Kıbrıs Mektupları (1957)
Edebiyat Tarihimizden (1957)
İngiltere Mektupları (1958)
Türkiye’de Maarif (1959)
Hürriyet Gene Hürriyet (1960-1962, 2 cilt)

“Öyle mi böyle mi”

Hasretten usandı, vuslat darına,
Uçmasan bir türlü, uçsan bir türlü.
Halkın arasından hak diyarına,
Kaçmasan bir türlü, kaçsan bir türlü.

Hilkatın sırrını gönlümden aldım,
Erdikçe gününe hayrete daldım,
Hilkatın kapısın “Hu” deyüp çaldım
Açmasam bir türlü, açsan bir türlü.

Hey Ali uygundur özüme sözün
Doğmadan açılmış hakikat gözün.
Ummandan topladın incidir sözün,
Saçmasan bir türlü, saçsan bir türlü.

“Sevgiye koşma”

Görmesem yüzünü kör olur gözüm
Gözlerim, yüzüne bakmak içündür.
Adında tutuşur en yakın sözüm
Hitabım, kalbini yakmak içündür!..

Ağlarsam, sebebi, arama nedir
Hasretim, ağlayan gözlerinedir.
Bu gidiş, içimden ta içinedir
Gözyaşım, gönlüne akmak içündür!..

Sendeki baharı bulamam gülde
Güzüm bahar olsun, yüzüme gül de,
Bir kızıl çiçektir aşkın gönülde,
O çiçek, göğsüne takmak içündür!..

“Şarkı”

İlham arayan gözlerle bir pembe şafaksın
Elbet doğacaksın, yanacaksın, yakacaksın.
Bir ufuk olayım ben sana, sihrin bana aksın
Elbet doğacaksın, yanacaksın, yakacaksın.

Kurtar beni artık sonu gelmez gecelerden
Bilsen ki bu sevda bana geçtir, sana erken
Ruhumda bütün başka emeller sönüyorken
Elbet doğacaksın, yanacaksın, yakacaksın

“Yunus Emre’ye”

Hakikat aşkına ermek diledim,
“Hayret şarabından iç” dedin bana.
Senden duyduğumu sana söyledim,
“Bu kuru sözlerden geç” dedin bana.

Varlığı, yokluğu sordum özüne,
Sustun, bir damla yaş geldi gözüne.
Ölüm nedir dedim bakıp yüzüne
Yüzüme bakıp da “Hiç” dedin bana.

Bağrımda yadını dağlıyorum, bak.
Ben de senin gibi ağlıyorum, bak.
Eriyip izinde çağlıyorum, bek.
“Eğil göz yaşından iç” dedin bana.

Paylaşın

Hasan Akarsu Kimdir? Hayatı, Eserleri

1 Temmuz 1952 yılında Tekirdağ’ın Saray İlçesine bağlı Küçükyoncalı Köyü’nde dünyaya gelen Hasan Akarsu, ilkokulu köyünde bitirdi. Edirne Erkek İlköğretmen Okulu’nu mezun oldu. Bir süre ilkokul öğretmeni olarak görev yaptı.

Haber Merkezi / İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü’nü ve Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Değişik yerlerde Türkçe ve edebiyat öğretmeni olarak görev yaptı. 1999’da emekli oldu. Halen Tekirdağ’da yaşayan Akarsu, TYS ve Edebiyatçılar Derneği üyesi.

Yazın dünyasına şiirle giriş yaptı. İlk şiiri Cemal Süreya’nın yayımladığı SEK’in (Sanat El Kitapları) ilk sayısında çıktı. Şiir ve yazılarını Ardıçkuşu, Aykırısanat, Berfin Bahar, Cumhuriyet Kitap, Çağdaş Türk Dili, Damla, Edebiyat Gündemi, Gerçek Sanat, Güzel Yazılar, İnsancıl, Kıyı, Kiraz, Öğretmen Dünyası, Saçak, Söylem, Şarköy İletişim, Şarköy Sanat, Türk Dili Dergisi, Varlık, Yaba Edebiyat, Yaba Öykü, Yeditepe dergilerinde yayımladı.

Arkadaşlarıyla birlikte Tekirdağ’da Kiraz adlı kültür-sanat dergisini çıkardı. Derginin sanat danışmanlığı ve yazı kurulu üyeliğinde bulundu. yaptı. Mavi Dergi’yi çıkardı. Şarköy Sanat’ın yazı kurulunda görev almaktadır.

Eserleri;

Şiir:

Güle/Durmuş Zaman (1982)
Güz Suları (1983)
Şiir Boyları Güvercin (1986)
Söylenceler Denizi (1989)
Ölümsüzlük Toprağında (1990)
Söz Güneşi (1994)
Ardına Bakan Gün (1997)
Gül Yurdunda Deniz (1999)
Sesin Kaldı Bende (2002)
Şiirler Kanadı Gülden (2004)
Bir Uzak Bir Yakın (2007)

Diğer:

Kalan İzler (günlük, 2000)
Şiirler Değdi Sevdaya (deneme,tanıtım, 2000)
Şiirin Kanatlarında (mektuplar, 2001)
Şiirler-Den/ İzler ( deneme-eleştiri, 2004)
Kepirtepe Aydınlığı (inceleme-söyleşi, 2005)
Gördüklerim Sizin Olsun (gezi yazıları, 2007)

Paylaşın

Hamdullah Suphi Tanrıöver Kimdir? Hayatı, Eserleri

1885 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Hamdullah Suphi Tanrıöver, 19 Haziran 1966 yılında yine İstanbul’da hayatını kaybetti. Babası Türk kültür hayatında önemli görevler üstlenmiş, evkaf, maarif ve ticaret nazırlarından Kocameminoğlu Abdullatif Suphi Paşa, annesi ise Kafkasya’dan esir olarak İstanbul’a getirilmiş bir Çerkez kızı olan Ülfet Havva Hanım’dır. Hamdullah Suphi’ye “Tanrıöver” soyadını Mustafa Kemal Atatürk verdi.

Haber Merkezi / Dedesi ve babası Tanzimat devrinin tanınmış ilim ve devlet adamlarından olduğu gibi, Samipaşazade Sezai de amcasıdır. Yazarın çocukluk yılları dedesinin Çamlıca’daki köşkü ile babasının Horhor’daki meşhur Suphi Paşa Konağı’nda, devrin ilim ve siyaset adamları arasında geçti.

İlköğrenimini Kısıklı, Altunizade ve Numûne-i Terakkî mekteplerinde yaptı. Orta öğrenimini Galatasaray Lisesinde tamamladı (1904). Bir dönem Reji İdaresinde çalıştı (1905). Defter-i Hâkânî Mektubî Kalemi mülâzımı oldu (1907). Ayasofya Rüştiyesinde kitabet, malumat-ı medeniye ve Fransızca dersleri verdi (1908). İstanbul Şehremaneti tercümanlığı yaptı. Darülmuallimîn’de terbiye ve Osmanlıca dersleri verdi (1910). Darülfünûn’a geçerek Türk edebiyatı ve terbiye okuttu. Türk ve İslam Sanayi-i Nefise Tarihi Kürsüsü’nü kurdu (1913). Bahriye Mektebi ve Konservatuarda öğretmenlik yaptı. Edirne ve Trakya’nın Osmanlı Devleti hâkimiyetine girmesi için 1913’te Berlin ve Petersburg’a gitti. Almanya’da bir yıl kadar ikamet etti.

1908’den sonra kurulan Türk Derneği, Türk Yurdu Cemiyeti, Türk Ocağı ve Türk Bilgi Derneği gibi kuruluşların faaliyetlerine dâhil oldu. Uzun süre Türk Ocakları’nın başkanlığını yaptı. Mayıs 1919’da İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali sebebiyle İstanbul’da düzenlenen protesto mitinglerinde yaptığı konuşmalarla dikkati çekti. Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nde Saruhan mebusu olarak bulundu. İstanbul’un işgali ve Türk Ocakları’nın kapatılması üzerine Ankara’ya gidip fiilen Millî Mücadele’ye katıldı. Antalya mebusu olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girdi (1920), aynı yıl maarif vekilliğine getirildi.

Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde İstanbul matbuatına karşı Millî Mücadele’yi savunan yazılar yazdı. Bu arada matbuat ve istihbarat umum müdürlüğü yaptı. Mehmet Akif ‘in İstiklâl Marşı’nı yazması ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde millî marş olarak kabul edilmesi için özel bir çaba sarf etti. 1923’te ikinci TBMM’ye İstanbul mebusu olarak girdi. Ankara’da Etnografya Müzesini kurdu. İstanbul’da Türk Ocakları’nı tekrar faaliyete geçirdi. Bükreş’te büyükelçilik görevinde bulundu (1931-1939). 1943’te Mersin, 1946’da İstanbul milletvekili seçildi. 1950’de Demokrat Parti listesinden bağımsız Manisa milletvekili, 1954’te yine Demokrat Parti’den İstanbul milletvekili oldu. 1957’de Hürriyet Partisi adayı olarak girdiği seçimi kaybedince politikadan ayrılıp Horhor’daki Suphi Paşa Konağı’na çekildi.

Edebiyat hayatına Galatasaray Mekteb-i Sultânîsinde okuduğu yıllarda kaleme aldığı şiirlerle girdi. Amcası Samipaşazade Sezai’nin de içerisinde yer aldığı Jön Türkler’in Paris’te çıkardığı Şûrâ-yı Ümmet adlı dergide ilk şiirleri yayımlandı. Yazar, şiirlerini Osmanlı Postanesinin güvenli olmadığı gerekçesiyle, 1908 yılına kadar Fransız Postanesi aracılığıyla Paris’teki gazeteye gönderdi. Bu şiirler; “Namık Kemal”, “Mithad Paşa”, “Çırâğân Sarayı”, “Askerin Şarkısı” ve “İstanbul”dur. II. Meşrutiyetin ilanından sonra Şûrâ-yı Ümmet gazetesi İstanbul’a taşındı. İstanbul’da Hamdullah Suphi’nin şiirleri tekrar yayımlandı. Bazı şiirleri ise ders kitaplarına konuldu (İnal, 1959, Cilt: I, s.556). Hamdullah Suphi’nin bilinen yaklaşık yirmi kadar şiiri (“Namık Kemal Magosa’da”, “İstanbul’da Bir Akşam”, “Mithad Paşa”, “Askerin Şarkısı”, “Kaç Defa”, “Ona Dair”, “İstanbul”, “Beyaz ve Siyah”, “Gecelerim Dizisi”, “Hiss-i İntikâm”, “Bir Ümid”, “Vatan, Annemin Derdi”, “Bayram”) vardır.

Yazar, 1909 yılında Fecr-i Âtî topluluğuna katıldı. “Sanat, sanat içindir” düsturuyla yola çıkan topluluğa başkan olarak seçildi. Genç yaşta karaladıkları bir yana “Annemin Derdi” adlı şiiri, şairlik yolunda orta bir seviyeye eriştiğini gösterdi. Yazarlığının kuvveti ise Dağ Yolu ve benzeri eserleriyle ölçüye vurulunca çok iyi bir not aldı (Reel, 1967: 46). Söz konusu dönemde daha çok Tevfik Fikret ve Cenab Şahabeddin’den etkilenerek aşk ve tabiat konulu şiirler yazdı. Ancak şair dünyaya sadece gözleriyle baktığı ve onda gölge, ışık ve şekilden başka bir şey görmediği için satıhta kaldı. Şiirinde insandan bahsedilmediği gibi, okuyucuyu görülenin ötesine götüren derin bir mana ve duygu da yoktu (Kaplan, 2012: 162) Şair, bir süre sonra edebiyat ortamına hâkim olan Ahmet Haşim ve Yahya Kemal’le kendini mukayese ederek onların daha iyi şair oldukları hükmüne vardı. Böylelikle şiir yazmayı bıraktı.

Şûrâ-yı Ümmet, Yeni Gazete, Servet-i Fünûn, Resimli Kitap, Musavver Muhît, Türk Yurdu, Genç Kalemler, Hak, İkdam, Akşam, Rübâb, Hâkimiyet-i Milliye ve Muallim gibi gazete ve mecmualarda şiir, hikâye, makale ve edebî tenkitleri yayımlandı. Mizaha da merak salan yazar, birçoğu Davul mecmuasında yayımlanan manzumeler ve yazılar kaleme aldı. “Vur Abalıya” sütununda Toplu İğne, Yutmaz, Hasad, Keçiboynuzu, İstanbulin ve Münekkid gibi takma adlarla manzume ve yazılar yayımladı. Hamdullah Suphi, 1911’de Celal Sahir’le birlikte Genç Kalemler dergisinin yazar kadrosuna dâhil oldu. Bu tarihten sonra Milli edebiyatın zevk ve anlayışını benimsedi.

Hamdullah Suphi, şiir türünde yakalayamadığı şöhreti, hitabet sahasında yakaladı. Söz söylemeye olan merakı ve bu husustaki azim ve gayreti sayesinde iyi ve heyecanlı bir hatip oldu. Yazar, “Türk Ocağı’nın henüz 27 yaşındaki genç reisi sıfatıyla büyük millet davasını geliştirmek ve gerçekleştirmek için çalışan memleket severlerin başında bulundu”. Türk Ocağı’nda Türk milliyetçiliğini ilmî temellere dayandıran konferanslar verdi, Türkçülük hakkındaki tesirli telkinlerini zevkle ve şevkle yaptı. Doğrudan doğruya ruhlara ve Türklük vicdanına hitap etmekte gösterdiği fevkalâde maharetle Türk dilini sihirli bir kuvvet hâline getiren Hamdullah Suphi, Akçura’nın da belirttiği gibi, ‘Ocağın çarpan kalbi’ ” oldu.

Tanrıöver’in ilk eseri, 1909’da yayımlanan Namık Kemal Bey Magosa’da adlı kitaptır. Daha sonra yazar, 1919 yılında Berlin’de bulunduğu sırada bir broşür yayımladı. La Question Armenienne Et Un Point De Vue Turque adlı on üç sayfalık broşürde, Tanrıöver’in Ermeni Meselesi hakkındaki görüşleri yer aldı.

Hatibin, Türk Ocağı’nda sunduğu konferansları, Milli Mücadele döneminde halkı aydınlatmak için yaptığı mitinglerdeki konuşmaları, Cumhuriyet Türkiye’sinin inkılaplarını öven nutukları ve makalelerinin yer aldığı basılı olan üç adet kitabı vardır. İlk kitap 1928’de yayımlanan Dağ Yolu adlı eserdir. Bu kitabın iki baskısı vardır. İlk baskısı Arap alfabesiyledir. Aynı sene içerisinde harf inkılabı olduğu için eser Latin alfabesiyle tekrar basılmıştır. İkinci baskıda kitabın adı Dağ Yolu 1 olarak değiştirildi. Söz konusu eserde Hamdullah Suphi Tanrıöver’in nutuklarından bazıları yer aldı. Kitapta yirmi adet nutuk bulunmaktadır.

Yazarın ikinci kitabı 1929’da basılan Günebakan adlı eserdir. Eser Türk Ocakları ve Sanat Heyeti Neşriyatından çıkarıldı. Kitapta Tanrıöver’in yirmi tane makalesi bulunmaktadır. Yazar, Günebakan eserini Dr. Fethi Tevetoğlu’na ithaf etmiştir. 1931’de yayımlanan Dağ Yolu 2 eseri Dağ Yolu 1 kitabının devamı niteliğindedir. Bu kitapta on dört adet nutuk yer almaktadır.

Zikredilen eserler dışında Tanrıöver’in çeşitli yerlerde yaptığı konuşmalar, bazı araştırmacı ve gazeteciler tarafından yayımlandı. 1946’da yayımlanan Anadolu Milli Mücadelesi isimli kitap, bu tarzda hazırlandı. 1946 yılının yaz aylarında Rusya’nın Kars, Ardahan ve Boğazlar üzerindeki emelleri Türk kamuoyunda büyük bir tepkiyle karşılandı. Bu durum üzerine Hamdullah Suphi Tanrıöver, Üsküdar Halkevinde bir konuşma yaptı. Bu konuşma Vatan Gazetesi muhabiri tarafından aynı yıl içerisinde yayımlandı.

Bir diğer çalışma, Dağ Yolu ve Günebakan’dan Seçmeler ismiyle 1971’de Mustafa Sepetçioğlu tarafından hazırlandı. Eserde, her iki kitapta yer alan makaleler ve nutuklar yer almaktadır. Öte yandan yazarın 23 Nisan 1930 yılında Türk Ocakları Merkez Binasının açılış töreninde yaptığı konuşma, aynı yıl içerisinde yapılan Türk Ocakları Kongresi’nde broşür olarak basılıp dağıtıldı.

Hamdullah Suphi’nin hayatında Namık Kemal’in özel bir yeri vardır. Hatta Namık Kemal’i manevi babası olarak gördü. Namık Kemal’e olan sevgisi manzumelerine de yansıdı. Yazar, Namık Kemal’i şiir kudreti bakımından, Abdülhak Hamit’e kıyasla zayıf bulmasına rağmen, yine de onu “birinci ve ikinci genç Türk ihtilalcilerinin başkumandanı” olarak kabul etti. Namık Kemal ve arkadaşlarının klasik edebiyatı reddetme tavırlarını takdir etti. Servet-i Fünunculardan Cenab’ı ise şiir türünde Fikret’ten daha başarılı buldu.

Yazıları kuvvetli telkinler ve örneklerle süslü olup sağlam bir tarih şuuruna ve derin müşahedelere dayanırdı. Çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanan birçok yazısı buna delil olarak gösterilebilir (“İslam Birliğinin Geçirdiği Safhalar”, “Sanat ve İstiklâlimiz”, “Bugünkü Tehlikeler”, “Halk Önderleri”, vb.). Bunlar dışında makalelerinde Türk köylüsünün sosyal meseleleri üzerinde durdu. Ona göre, Türk köylüsüne yaklaşmak için yapılacak çalışmalar teorik değil, pratik çözümlere dayandırılmalıdır. Köylü ile aydın sınıfının yakınlaşması gerektiğini savundu. (Kaynak: teis.yesevi.edu.tr)

Paylaşın

Hamdi Özyurt Kimdir? Hayatı, Eserleri

1964 yılında Muş’ta dünyaya gelen Hamdi Özyurt, ilk ve orta öğrenimini burada tamamladı. 1981’de ailesiyle birlikte İstanbul’a taşındı. 1989’da başladığı İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünü tamamlamadı.

Haber Merkezi / 1994’te İsveç’e gitti ve yazarlık çalışmalarına orada devam etti. İsveç Yazarlar Sendikası ve Türkiye Edebiyatçılar Derneği üyesidir. Hamdi Özyurt, şiirler kaleme alarak yazı hayatına başlamıştır. İlk şiir kitabı Rakkasın Ağustosu adıyla 1992’de yayımlanmıştır. 1994’te gittiği İsveç’te çizgi roman, deneysel film ve animasyon eğitimi görmüştür.

Yazı hayatının bu sıralarda daha yoğunlaşması muhtemeldir. İsveç’te çıkan bölgesel bir gazetede karikatürler çizmiş ve yine İsveç’te; Arapça, Farsça ve Türkçe olarak üç dilde çıkan Prizma dergisinin redaktörlüğünü ve illüstrasyonunu yapmıştır. Özyurt’un ikinci şiir kitabı Çatgelin adıyla 1996’da yayımlanmıştır. Hikâye yazmayı da denemiş bu türde 2000 yılında Samim Kocagöz Hikâye Yarışmasında biricilik ödülü almıştır. Saçlarını Sancıma Sür (2001) adlı üçüncü şiir kitabı üç ödüle değer görülmüştür.

Özyurt, bu şiir kitaplarından sonra çizgisini nesre kaydırarak, roman ve hikâye yazmaya ağırlık vermiştir. Feleğin Bir Kuşu Var adlı ilk hikâye kitabı 2003’te, Ay Aslında Camdandır adlı ilk romanı ise 2004’te yayımlanmıştır. Bu eserleri; Senin İçin Bir Düş Kurdum (2004) ve Pencereler (2007) adlı hikâye kitaplarıyla Yirmi Ağaç Tek Portakal (2005), Yürekte Sıcak Bir Yer (2007) ve Oğul Yolu (2011) adlı romanları izlemiştir. Yayımladıkları dikkate alındığında yazarın bu minvalde daha üretken olduğu görülmektedir.

“Buğusu tellerinde”

çırpınırken bile sessiz, köpük gibi bir abla
ben bahtına düştükçe o kanrevan
şeytan aklımı koparıyor karım sancılandıkça
bütün çatlakları çaresiz saksıların
çekip gidecek çığlıklarla afrika menekşem

bu havada balıkçılar var mıdır deniz üstünde?
Her asker intihar edecekmiş gibi geliyor
nöbet yerinde
her kız gelin ölecekmiş gibi..
Dallar cama vurdukça, her ağaç darağacı
babalar nasıl su verebilir kavaklara?
Şimdi dağların en naçar kurdu kime sığınır,
kime açar yarasını?

Karbeden çatırdadıkça karakış tomurcuğuyla
bir yıldız kayıyor hep, dilsiz tükeniyorum
sular-seller, ak ekmekler, ampuller ses içinde
soluksuz ürperiyor evrenin en yalnız gezegeni
ve funda evlat sevgisi düşürüyor kollarıma
taze bir turna ömrü bu, buğusu tellerinde
bir dilim peynir kadar kızım benim
büyülüsü taçyapraklıların, nar çiçeği renginde

“Dağçiçeği sağanağı”

karanlık bir nehir akar gider kederli
kulaklarımda yetim çakal sesleri kalır
yıldızlar bile iğreti yökyüzünde
tenimde eriyip dökülen ayın izleri kalır

bir düşü örseler gibi uyanıyorum
seni buluyorum çöllerin ceylan kızı
bütün kollarımla kucaklasam diyorum.. .
Öyle kanıyorum ki kasığımdan
fırat hiç kalır
akıttığım kana acımıyorum asla
ama sen sürmelenip gidiyorsun ya
bende kara ayıp, bende ağır utanç
bende suç kalır

yanıtı kekeme bir sorudur gözlerin
kesik bir başı okşar gibi bakar gözlerin
gözlerin bir çift turna gölden su içer
iki bahar gider seninle, kerbela kalır

“Gözlerin bir çift turna”

karanlık bir nehir akar gider kederli
kulaklarımda yetim çakal sesleri kalır
yıldızlar bile iğreti yökyüzünde
tenimde eriyip dökülen ayın izleri kalır

bir düşü örseler gibi uyanıyorum
seni buluyorum çöllerin ceylan kızı
bütün kollarımla kucaklasam diyorum.. .
Öyle kanıyorum ki kasığımdan
fırat hiç kalır
akıttığım kana acımıyorum asla
ama sen sürmelenip gidiyorsun ya
bende kara ayıp, bende ağır utanç
bende suç kalır

yanıtı kekeme bir sorudur gözlerin
kesik bir başı okşar gibi bakar gözlerin
gözlerin bir çift turna gölden su içer
iki bahar gider seninle, kerbela kalır

Paylaşın

Halit Fahri Ozansoy Kimdir? Hayatı, Eserleri

12 Temmuz 1891 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Halit Fahri Ozansoy, 23 Şubat 1971’de yine İstanbul’da hayatını kaybetti. Bakırköy Rüştiyesi ve Galatasaray Lisesi’ni bitirdi. Sınavı kazanarak Muğla Lisesi’ne edebiyat öğretmeni olarak göreve başladı.

Haber Merkezi / İki yıl Muğla ve Konya’da çalıştı ve İstanbul’a atandı. Emekli oluncaya kadar kırk yıl edebiyat öğretmenliği yaptı. Fecr-i Ati etkisinde, aruz vezniyle yazdığı ilk şiirleri lise öğrencisiyken Rübap ve Şebal dergilerinde yayımlandı. Hecenin Beş Şairi’nden biri olan Halit Fahri adını aruz şiirleriyle (Aruza Veda) duyurdu. Daha sonra hecee ölçüsüne ve yalın Türkçe’ye yöneldi, Yeni Mecmua dergisinde hece ölçüsüyle yazdığı şiirleri yayımlandı.

Sonraki yıllarda şiirleri Hayat, Ayda Bir, Serveti Fünun-Uyanış Çınaraltı, Varlık, Hisar dergilerinde yayımlandı. Bir süre Serveti Fünun-Uyanış dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yaptı. Haftalık olarak yayımlnan “Nedim” adlı bir dergi çıkardı ve Reşat Nuri Güntekin, Faruk Nafiz Çamlıbel, Selahattin Enis gibi şair ve yazarların ilk yazıları yayımladı.

Eserleri;

Şiir;

Rüya (1912)
Cenk Duyguları (1917)
Efsaneler (1919)
Zakkum (1920)
Bulutlara Yakın (1920)
Gülistanlar ve Harabeler (1922)
Paravan (1929)
Balkonda Saatler (1931)
Sulara Dalan Gözler (1936)
Hep Onun İçin (1962)
Sonsuz Gecelerin Ötesinde (1964)

Roman;

Sulara Giden Köprü (1939)
Aşıklar Yolunun Yolcuları (1939)

Oyun;

Baykuş (1916)
İlk Şair (1923)
Sönen Kandiller (1928)
10 Yılın Destanı (1933)
Nedim (1936)
Hayalet (1936)
Bir Dolaptır Dönüyor (1958)
İki Yanda (1970)
(Baykuş ve Şair oyunları aruzla yazılmıştır.)

Anı;

Edebiyatçılar Geçiyor (1939, Edebiyatçılar Çevremde adıyla genişletilmiş baskı, 1970)
Darülbedayi Devrinin Eski Günleri (1964)
Eski İstanbul Ramazanları (1968)

“Dedikodu”

Zaman bir böcek gibi sinsi, kenarda
Koltukların didikler durur kadifesini,
Hain bir kedi gözü parıldar lambalarda.

Şom ağızlar buz gibi üflerken nefesini,
Bir beddua halinde uzatarak sesini
Saat hırıltılarla can çekişir duvarda.

“Denizde ay”

İndi solgun ve ılık
Ay ışığı denize
Bal rengi bir tatlılık
Çöktü gözlerinize.

Baktınız uzun uzun
Bu sulara baktınız,
Sulara ruhunuzun
Tadını bıraktınız!

Bu tatla aydınlanan enginlere aktınız!

“Balkonda saatler”

III.
Arka mahallelerde kızgın bir yaz öğlesi!
Tabak tıkırtıları duyuluyor evlerden…
Uzakta bir satıcı, yahut çocuk sesi…

Susuzluktan bunalmış uçamazken serçeler,
Tozlu sokaklar gibi tutuşup alevlerden
Bodur ağaçlar ile bomboş kalmış bahçeler!

İşte karşıkini de güneş çerçeveledi:
Demin duvar dibinde uyuklayan bir kedi
Sıyrılıyor yavaşça mutfağın loşluğuna…

Bayıltıyor hararet otu, taşı, böceği;
Fazla güneş içmiş de ortada ayçiçeği
Ayaküstü uğramış ışık sarhoşluğuna!

XII.
Ay bir lotüs, kocaman…düşmüş bir berraklığa…
Gök parlıyor durgun bir göl gibi saf ve şeffaf.
Işık dalgalarıyla yıkanıyor her taraf.

Ay, balkonda başını dayadı parmaklığa
Uyuyor…Uzakta bir saat çaldı: Bir…iki!…
Billûr bir hıçkırıktır bu sesin içindeki.

Ay, ışıkla süsleyip örümcek ağını
Minyatür bir cibinlik astı dışardaki cama.
Ses yok…yalnız yukarda, damda bir miyavlama!

Ay, odaya düşürdü solgun bir yaprağını:
Lambasız bir masanın üzerinde şimdi süs
Bir vazonun içinden parıldayan bu lotüs.

Paylaşın

Halim Yazıcı Kimdir? Hayatı, Eserleri

1954 yılında İzmir’in Bergama İlçesinde dünyaya gelen Halim Yazıcı, 1978 yılında Ege Üniversitesi İktisat bölümünden mezun olmuştur. Yazar ve şairliğinin dışında; Denizli, İzmir Çiğli ve İzmir Konak Belediyelerinde Kültür Müdürlüğü görevini yürütmüştür.

Haber Merkezi / Temmuz 2009 – Ekim 2010 tarihleri arasında İzmir Büyükşehir Belediyesi Kültür Müdürlüğü, Kent Konseyi Şube Müdürlüğü, Bornova Belediye Başkanlığı Kültür-Sanat Danışmanlığı yapmıştır.

2004 yılında Ses Sağlık Emekçileri Sendikası Birincilik; 2005 yılında Uğur Mumcu Şiir Birincilik, Homeros Şiir Emek, ve Adnan Yücel Şiir Birincilik; 2008 yılında Sunullah Arısoy Kegev Özel Ödülü, Homeros Şiir Birincilik; 2011 yılında Dil Derneği Ömer Asım Aksoy, Unesco Evliya Çelebi Yılı Şiir İkincilik; 2013 yılında Ceyhun Atuf Kansu; 2016’da ise Berksav (Bergama Kültür Sanat Vakfı) Yılın Sanat İnsanı ödüllerini almıştır.

Dönemeç dergisinin sorumlusu ve sahibi olmasının yanı sıra, Küçücük, Körfez, Akropol, Yamaç, Ünlem gibi dergilerin kuruluşunda görev almıştır. Türkiye Yazıları, Küçücük, Sanat Edebiyat 81 ve Kocatepe dergilerinde yazı hayatına başlayan şairin çok sayıda eseri bulunmaktadır.

Çocuklara da şiirler yazmış ve bu şiirlerini İyi Kediler Çocuklar ve Kuş Oyunları adıyla yayımlamıştır. 2015 yılından itibaren Caz Kedisi Şiir ve Şiir Kültürü Dergisi’ni yayımlamaktadır. “Caz Kedisi” isimli bir de blog ve internet sitesi bulunan şair, eserlerini de bu isim altında toplamaktadır.

“Arkadaşlar”

enginar suyunun, ekmeğin
albatros ruhunun, denizin

ıslak sesleri, ölümleri
çoğaltıncaya kadar yürüdük sizleri

delikli çakıltaşlarından
taç yapraklı kolyeler yaptık

incir yaprağından sütler
kekik sesinden arkadaşlar.

“Gümüş iğnesi guevara’nın”

sen elleri cebinde çocuk
çocuk bahçesinde ahşap düşler peşinde

gümüş iğnesi denizin
fırdöndü şapkan kumruların teleğinde

hasır çantasıyla koşan ölüme
hazır guevara’sıydın şiirin

granit gözlü akbabalar
konsa da üstüne ceylanların

rüzgârda şiirlerin savrulması bu yüzdendir
ince belli ölümleri anımsatır

şiirleri bulutlara yazılıdır çocukların.

“Peki ben şimdi”

topraktan bir çiçek koparıyorum
kanı bulaşıyor ellerime yüreğimin
başımı kucağına yaslıyorum annemin
derin bir mavi oluşuyor kaşlarında denizlerimin
alıp gidiyorum topal şapkasını aşklarımın
çıkarıp soyunuyor martılar gözlüklerini tirşe yalnızlıklara
-soru; ben artık senin denizkabuğun değilim.
-cevap; peki şimdi ben senin neyinim ışığım?

Paylaşın

Halim Şefik Güzelson Kimdir? Hayatı, Eserleri

1913 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Halim Şefik Güzelson, 10 Haziran 1990 yılında İstanbul’da hayatını kaybetmiştir. Babası Ali Şefik, dönemin bilinen İttihatçılarındandı. Babası Ali Şefik’in ve eşi Saynur Hanım’ın ‘İyison’ soyadını kullandı Ancak Halim Şefik, şiirlerinin içeriğine de uygun olarak ‘Güzelson’u tercih etti.

Haber Merkezi / Çocukluk yıllarını, Beykoz’da, Orhan Veli Kanık ile arkadaşlık ederek geçirdi. Camcılık ve kunduracılık gibi çeşitli işler yaptı. Şiirleri 1943 yılında Servetifünun-Uyanış, Aile, Varlık, Yazko Edebiyat dergilerinde yayımlandı.

1950 yılında ressam Saynur Hanım’la evlendi. Gümrük ve Tekel Bakanlığı’nın Haydarpaşa’daki bürosunda çalıştı. Babıâli’de serbest kitap satıcılığı yaptı. “Sokaklarda, vapur ve trenlerde şiir kitabını ‘kırk yılda yazıldı, kırk dakikada okunur’ sloganıyla sattığı söylenir.”

1978 yılında kendi imkânlarıyla Otopsi adlı tek şiir kitabını yayımladı. Bu şiirler, aradan uzun yıllar geçtikten sonra yayımlanmalarına karşın, Garip hareketini devam ettirir niteliktedir. Ancak dergilerde yayımlanma tarihleri Garip ile paralellik gösterir.

60 şiirin yer aldığı Otopsi’de yaşama sevinci, sıradan insanların yaşayışı, aşk, çocukluk, aylaklık, tabiat… gibi temaların ön planda olduğu görülür ve büyük ölçüde Garip anlayışını temsil eden şairlerin temalarıyla benzerlik dikkati çeker.

Bu şiirlerde gündelik hayat, yine gündelik ve sıradan bir konuşma dili ile anlatılır. Otopsi’deki şiirlerde, şairin kendi hayatına dair otobiyografik unsurların fazlalığı söz konusudur. “Otopsi” ve “Gezgin Kitapçının Türküsü”, Halim Güzelson’un kendini dile getirdiği şiirlerdir.

“Otopsi”

Morgda açılınca kafatası
Doktor beyler beyin gördüler
İndirince tenkafesine neşteri
Doktor beyler yürek gördüler
Yürekte ne gördüler dersiniz
Yürekte memleket gördüler
Dünya gördüler
Bir de dost gördüler
Ama bu işte doktor beyler
Doğrusu geç kaldılar
Çok geç kaldılar

“Somut”

Şiir bir emekçidir
Hep güzel şeyler üretir
Bir yerde rastlarsan ona
Gir koluna bize getir

“Özyaşam”

Yapısı has mavi çelik
1913’te doğdu
İstanbul’ludur üstelik

Doğru dürüst okumadı
Girmedik iş de komadı
On iki yıl gümrüklerde
Kamyon plakası yazdı

Hangi birini sayalım
Camda kundurada çalıştı
İşi sevdi ve alıştı
Ekmeğini herkes ile
Güle oynaya bölüştü

Bir suçu var, ama yaptı
Ergeç cezasını çekecek
Koca tanrı durur iken
İnsan oğluna taptı

Azıcık duralım burada
Anacı Naciye Hanım
Her anışta o dilberi
Yüreciği paramparça

Babası Ali Şefik
Ozan, Devrimci, Jön Türk
Ömrü geçmiş bu yiğidin
Sürgünlerde zindanlarda

Belki çirkin, belki güzel
Belki kötü, belki iyi
Bir okuyun otopsiyi.

Paylaşın

Halil İbrahim Polat Kimdir? Hayatı, Eserleri

1981 yılında dünyaya gelen Halil İbrahim Polat, İstanbul Teknik Üniversitesi Deprem Mühendisliği bölümünden mezun oldu. Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesinde doktorasını tamamladı.

Haber Merkezi / Bir süre Fransa’da, Grenoble Mimarlık Okulu’nda mimari ve edebiyat üzerine araştırmalar yaptı.

‘Uzak Su’ adlı şiir dosyası ‘2010 Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü’ne değer görüldü. ‘Sonrası Yaz’ isimli şiir dosyası ‘2011 Homeros Şiir Ödülü’nde ikincilik derecesi aldı. Son şiir verimleri olan ‘Lirik Dualar Kitabı’nı yazdıktan sonra şiiri bıraktığını açıkladı ve bir daha şiir yazmadı.

2014 yılında ‘Viyolonsel’ adlı romanı yayımlandı. ‘Arafta Zaman’ adlı roman dosyası 2017 Tudem Roman Ödülü’ne değer görüldü. Şiir, deneme ve poetik metinleri, Varlık, Yasak Meyve, Akatalpa, Sincan İstasyonu, Eliz, Dize gibi dergilerde yayımlandı.

Yapıtları:

Şiir:

Uzak Su (Şiir, 2010)
Sonrası Yaz (Şiir, 2012)
Lirik Dualar Kitabı (Şiir, 2014)

Roman:

Viyolonsel (Roman, 2014)

Ödülleri:

2010 Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü / Uzak Su
2010 Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülü Adı Anılanlar / Eminönü 22.30
2012 Homeros Şiir Ödülü İkincilik / Sonrası Yaz
2017 Tudem

“Aşkın ihtilâli”

geçkin yazları unutamam

bir albatros uçuşu
mesafelerde düğümlenmiş sesin
gözyaşları yazgı sarmaşığı

farkındalık paranoyası
yaşam
gizi düş kırıklığı

su da yanarmış dokunma!

aşk bir ömre ihtilâl yaşatır…

“Aşkkırığı”

yeryüzüne sürdün

tanrım!
aceleyle böldüm elmayı
sözün alevi asıldı boynuma
tansıktım

meleklerin şiir yazar mı?
yarpuzları, böğürtlenleri, aztekleri
kavimler göçünü, komagene krallığını
yeryüzü atlaslarını

“krallığına git” dedin
incir çekirdeğinde kırıldı dişim
yarın beklemedi dünü

“şaşmaya gerek yok kalbim” derken
sevdiğim kuytusunda gizlermiş rölans

sorguya çekildim zaman varken
jan valjan ve günah
birlikte şamdana sığar mı bilmedim?

yalnızlığın büstüne poz verdiler
tanrım krallığından korkar mı kral?

nereye koysam iğreti düştü tarih
kemerden izi silinmedi valens’in

derin bir uyku için madem bunlar
daha burda ne işim var?

tanrım!
şiirden testiyim
aşkyolunda kırılayım

“Uzak su”

“çevresi yüksek surlarla çevrili bir kent gibidir
bir kaptanın yalnızlığı”
-Ahab-

ay vurduğunda
uykusu kaçar balıkların

su titrer
kıtalar doğurur

sıradağlar rotamın korsanları
nasıl sırnaşırım bilseniz
ahab’ın peşisıra beyaz balinaya

okyanuslar yutar zamanı
karanlığımı kancalayan
kasırga tutuşsun

herkesten sonra kalsam buralarda
su dolarım hacimlere
dolarım da donmam

susun!
bi de kaptan konuşsun…

“Varlık”

VI.

bana “aşk” dediler
var’edildim

azgın okyanusları yuttum, köpükleri yüzdüm
geceyi susmanın kavında erittim
kana susayan uykuları kovup
tutundum bir günah gibi sevabın ayağına

bana ilk seni gösterdiler
sonra hep seni gösterdiler
yüzümü karanlıktan sakladım

ben sonsuzluğun levhasında birikmiş
ve lirik duanın kitabında söylenmiş
ateşte büyütülen bir gül ağacıydım

Paylaşın

Halil İbrahim Özcan Kimdir? Hayatı, Eserleri

1957 yılında Kayseri’nin Talas İlçesinde dünyaya gelen Halil İbrahim Özcan, Kayseri Eğitim Enstitüsü’nden mezun oldu. Kayseri ve Giresun’da üç sene öğretmen olarak çalıştı. Anadolu Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi.

Haber Merkezi / Bir süre Suriye ve Lübnan’da yaşadı. 1981-1991 yılları arasında cezaevinde yattı. Ural Altay Network çalışmaları kapsamında Moğolistan, Kırgızistan ve Kırım’da bildiriler sundu. Editörlük, senaristlik ve sinema oyunculuğu yaptı. 2008 yılında Frankfurt Kitap Fuarı’nda “Onur Konuğu Ülke” olan Türkiye’nin yedi kişilik komitesinde yer aldı. Uluslararası PEN Türkiye Merkezi 2. Başkanlığı’nı ve Hapisteki Yazarlar Komitesi Başkanlığı’nı yapmaktadır.

Şiir, hikâye ve roman türünde eserler yazdı. İlk hikâye, şiir ve yazıları Edebiyat Dostları, Defter, Düşler, Yazıt, Yazın, Nar, Varlık gibi dergilerde yayımlandı. İran, Makedonya, Suriye gibi farklı ülkelerde şiir festivallerine katıldı. Şiirleri İngilizce, Arapça, Romence, Arnavutça ve Farsça dillerine çevrildi. Kırık Zar, Yüzünü Temiz Tut Ecel Her An Gelebilir, Kavgalı Küçük Fener isimli şiir kitaplarını yayımladı.

Kırık Zar isimli şiir kitabıyla, 2007 Orhan Murat Arıburnu Şiir Ödülü’ne layık görüldü. Ejderha Yılları, Çankaya’nın Duvaksız Gelini Fikriye, Rüzgâra Karşı Yürüyen Adam Nâzım, Renklere Son Veda Tarlabaşı, Yıldırım Beyazıt, Küller Arasında Haçin isimli romanları yayımlandı. Belgesel roman tarzında yazdığı Çankaya’nın Duvaksız Gelini Fikriye isimli kitabı Arapçaya çevrildi.

“Denge”

bizlerden dışarı gidemiyor vahşet
kan-tetik ilişkisi: İntikam

ne canlar saklar âh umulmadık efkâr

meydanlarda kovulan replikler arka sokak
resmi tarihle işgüzarlık eskiyen suretlerde
ey nöbetçi: geceyi tutanağa geçir
eskidik
biz

linçlerle tazelenir zifiri karanlık

unuttun mu çılgın çocuk, kalıcıdır bu hile şarkta
deliler
kalemlerini koltuklarında saklarlar

“Sehpa”

kelimeler puslu yollarında hâlâ mürekkeplerini boşaltabiliyor
ipek gürültülü karanlıkta
kilitle kapı bozuyor dili
kaybolan nedenlerin çatık kaşlı geçmişinde

karıştırılarak kanatılan hokka hayatın kendisidir
tescilli hayal kuyularından çekilen
buğu
hatıralar kaybıdır
mecalsiz rüya

kendi mayınına basıp ıslanan gözlerde
ay düşer kaale alınmaz gece ürpertisine
vedayı hedef alan okun ucundan

ölü bulutların ikindisinedir
ıhlamur kokularına uyanan kış
dalgınlık işte sonunda
hepimizin rüzgâr alan bir yanı vardır

“Şaşırtmaca oyunundaki nü”

şişi vurduğumda soluk fotoğrafın örtüsünden içeri
akıl sır ermez neden yeniden doğururum ki
her seferinde ben seni
metruk haritalarda aradığımda yerini
kaçıncı gözü olur bu yalnızlığımın

şilte üstünde topladığım çarşılarda akşam
ses vermez yırtılan zarının aralığından
hadi yarıştıralım kimin elinde toplarsa kuyruğunu
baştan sona giyinik keder ve ağırlığı kırmızının

endişesi çekilmiş mercan çürüğü buz üstünde gözlerim
gönlümün amanında yarama bir çocuk işerken
sirkat silahım olur yaşadığıma el ve karanlık
kar düşer kalır beyaz kalabalığından içeri

Paylaşın

Halil İbrahim Özbay Kimdir? Hayatı, Eserleri

30 Ağustos 1966 yılında Adana’nın Karataş İlçesinde dünyaya gelen Halil İbrahim Özbay, Karadeniz Teknik Üniversitesi Fatih Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu. Öğretmenlik yapıyor. İzmir’de yaşıyor.

İlk şiiri Mavi dergisinde yayımlandı. Şiirleri, öyküleri, yazıları ve söyleşileri Akatalpa, Akköy, Amanos Edebiyat, Askıda Öykü, Beri Gel Oğlan Beri Gel, Evrensel Kültür, İle, Oğlan Bizim Kız Bizim, Öteki-siz, Sincan İstasyonu, Şiirden, Şiiri Özlüyorum,  Varlık, Yeniyazı, Yolcu vb. gibi dergi ve fanzinlerde yayımlandı.

Ödülleri: 2007 yılında “Düşkondu” isimli şiiri ile Ümraniye Belediyesi tarafından düzenlenen ‘Anne’ konulu 3. Geleneksel Şiir Yarışması’nda birinci oldu. “Kül Falı” adlı dosyasıyla 2008 Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülü’nü aldı.

Eserleri;

Şiir;

Kül Falı (2008)
Elmanın İlk Anlamı (2012)

“Ay sesi”

anlayıverdi gölgem ölümün gerçek yüzünü
ve yalanını duvarlarda çivili kitapların
giymeden tenimi girdiği gölde
duymayınca serinliğini balkıyan suyun

çöl kumunu eşeleyen bir kumrunun umudu benimki
görüp göreceğim başka bir kum tanesi
duyup duyacağım karanlık boşluklardan
yeryüzüne bırakılmış kristal bir ay sesi

niçin yavaştı bildim…iştahla batan her kaşığın
çukurumuzu da büyüttüğünü anlayanlar
neden çoğalmıştı yalnızlığımızla bir
bakmayla yüz bulduğumuz aynalar…gördüm

hayat tebdil gezen ölüm dışarda

“Bir sözcük hayat”

aynada görüntüm kadar kısa kaldım
bir göründüm bir kayboldu ayna
camın aklına geldim

gövdemi bağladığım toprağa gölgemi bağışladım
ardımdan döktüğüm sular karşıladı beni
ne çok ses eskittimse
dilinde kaldım neyin

kulağıma üflenen ömürmüş bilemedim
bana kadar ölüm diye gelen
gürültüler içinde bir oyun
kulaktan kulağa oynanan

hayat

kestiğim yerlerinden çoğalan kör solucan
dilimle kanırttığım her sözcüğün altında
ve camdan
yalanıp durduğum yalan

“Ecza”

göz alıştıkça eşyaya karanlığı seçer
çeker tetiği kendini ölümle avutur avcı
hayatı ölümle unutur hayatı gürültüyle
gökyüzüne çarpan kuşların tüyü
duyulur

yer ki iki yüzlüdür gündüz ve gece
tanrısı bekler içinde yürek yerine
çarpan bir tanrı utanmaktan yapılma
esvab ile örterken dünya edep yerlerini
söylenmez en edepsiz yeri tetikteki elleridir

zaman eski cambaz olsa da şaşar
aşağıda nasıl durakaldığına ipsiz
kalabalığın
kalbine her kim kıble ayarlar
yıkadığı ölüden ağır ölü
sulara değdikçe daha kirlidir

su bir de dağılmayı sever
toprak dağ olmayı uzak
bir kapıya sıkışan insan
– yine başka bir duvara açılan kapıya –
tanrının yaralı serçe parmağıdır

her gün geçen
kahverengi bir rengeyiği sürüsü alır
aklın ağrımayışını
üzerimizden

ve denir ki sonsuz uzayan cezadır
iyi olmayan yaraya sürdüğü ecza
yer: yüzünden düşen bin parçayken tanrının

“Gözün sakarlığı”

buğdayın gürültüsü ekmeğe geçiyor
zamana geçiyor her şeyin ölüsü zaman insana
sonunda aleve mumyalanmış ipiz
sonunda yaşamaktan ölmüş her adam
taammüden iyi davranıyor kadavraya

susku: aramızda o derin nehir

sesim bilinsin diye bir ağacın yokuşundan düşüyorum
en çok hangi taş kanatırsa şeytanı oradan
taşlıyorum çünkü en iyisi dil
narkozunu almak unutulmuş her şey densin
densiz ve dengesiz yakalanma korkusuzluğuyla

aslında ölümü en çok cellat ipliyor
daha ilk ilikte parmağı şaşırınca hayat kısa
kalıyor göğsümüzde öbür yarısından
sular tuzla kanatırken kendini mahcup
vurup orada öylece duruyor kıyı

ya da susku: kuyumuzda o rehin nehir

dünya ateşler içinde tanrının sayıklaması
göz kapaklarında unutulmuş bir parça an
bulsam hiçbir şeye vakti olmayan ölülerin
ah inansam boşluk mürekkep lekesi uçurum kenarında
ve ölüm bir kerelik sakarlığı gözün

Paylaşın