1 Mart 1970 yılında Gaziantep’te dünyaya gelen Hüseyin Köse, 1993’te Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünden mezun oldu. 2003’te İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesinde Pierre Bourdieu üzerine hazırladığı teziyle doktorasını verdi.
Haber Merkezi / Erzurum Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Hüseyin Köse; 1995 Ali Rıza Ertan Şiir Ödülleri ve1998 Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri “Mansiyon” ödülleri, 1998 Arkadaş Z. Özger ve 2003 Orhon Murat Arıburnu Şiir ödülleri, 2011 Kuşadası Mavi Güvercin ve Behzat Ay Şiir Ödülleri, 2012 Kıyı-Ruhi Türkyılmaz Şiir Ödülü, 2008 10. Uluslararası Film Festivali “Sinema Kültürüne Katkı Ödülleri” Yarışmasında “En İyi Sinema Makalesi Ödülü”nü almıştır.
Hüseyin Köse, Kara Perde (2014) kitabında; İran filmlerinin sosyolojik ve sinema sanatı açısından tahlilini yapmaktadır. Şovenist İnşa (2014); yeni bir toplum inşa etmenin, aslında toplumsal gerçekliğin televizyon, bilgisayar, vb. iletişim araçlarıyla imhası, yıkılması, hayatın en verimli anlarını televizyon karşısında geçirilmesi, diğerleriyle araya kırılgan ve ışıktan bir duvar örülmesinin maşeri duygusu üzerine yakılmış eleştirel bir ağıt üslubuyla ele alır. Köse, Şair ve Taifesi (2015) kitabı; eleştiriler, söyleşiler, polemikler ve denemelerden oluşmaktadır. Kitapta; şairlerin ruh tahlilleri yapılıyor ve şiirin acıyı bile erginleştiren iklimini ele alır.
Köze bakma durağı”
Denizini yanında götüren ada’ya
Ece Ayhan’ın anısına saygıyla
Odur ki hayatımızdır
Ödünç rüyalarda şaraba doygun kalabalık
Akkordan gecelerde günü odaya yüklemiş som bir baykuş
Merheme yarası olan şairdi, salyangoza toprak
Zorlanmazsa çıkmayacak
Koyu bir de tentürdiyot kokusu hep devlet muhitlerinde
Zinhar binmeyecek faytonlara dehşetengiz ablalar artık
Ölüm nanik yapmayacak
Odur ki hilkatımızdır
Ödünç şiirlerde şaraba doygun tenevvürler
Cinnet başlangıcımız ve sonumuzdur
Gövdesiz yaralar kalır hep şairlerden geriye
Yoluk kuşlar gibi kanatsız dalarak uçan taşra külhanbeyleri
Tünemek hususunda mahir, balkonları yarım aralık
Uykularda bir fasıl hiç düş görülmeyecek
Bir de sabahları bazen açıklara vuran bakışsızlık
Boğulmuş bir kedi şahsiyet duvarlarında
Çok eski adıyladır, bilinir bilinmez bazen
Siz ey artık parmakları yüzüklerden tanıyan çocuklar
Ecegil dehlizlerde pişpirik oynayan fırıldaklar
Dolaşır daha doğmadan tenimizde tırpanıyla zebani günler
Bir,
Kımıldadıkça ama kalbinde temmuzun Kınar Hanım’lı denizler
İki,
Bilin ki
Artık takvimler değiştirilirken bir gün yitmeyecek!
“Sarhoş atlar zamanı”
Yorgundur, atsız halatsız
çıkılmış tepelerin gökyüzü.
Yolda büyüdüm ben, işkilli
obua çalgılarıyla,
yolda büyüdü çıramın
zulme dolanmış fitili.
Sebepsiz yelesi gitmelerde, boyası dökük
yadırgı kamyonetlerin,
sokulurduk sanki biz bize, üstümüzde
çırpınan muşambalarla bir hilkatti,
sanki rüzgarı sakatlayan bir attı
dünden alacaklı yatılmış
gecesi bezirganların.
Sarhoştur,
atsız halatsız
çıkılmış tepelerin
gökyüzü.
Dayanaksız, nüzullü
bir bedenin gündüz çırpınışında
sürmeli bakışlarla
üşüyen kürdevleri,
sürerken sevinç uykuda
taze ellerden yanaklara
doğru,
paslı teneke sesleriyle
uyandırırlardı.
Günışığı dondurulmuş şafakta
gezinen aylar gibi
solgun, sapsarı
neresinden tuttuysam
aydınlığı hep sarhoş
bir günün üzerliği,
acı bir yaprak gibi
önüme durdu.