Cemal Süreya Kimdir? Hayatı, Eserleri

1931 yılında Tunceli’nin Pülümür İlçesinde dünyaya gelen Cemal Süreya, 9 Ocak 1990 yılında İstanbul’da hayatını kaybetti. 1938 Dersim katliamı sonrasında ailesiyle birlikte Bilecik’e sürülen Süreya, yedi yaşında, sürgünden altı ay sonra annesini kaybetti.

Haber Merkezi / Şair onun ölümü için “küçük kalbimdeki kuş ölmüştü” der ve hayatı boyunca sevdiği her kadında annesini arar, sevdiği her kadın öbür yarısıyla annesi olur. Bu arayış “Beni öp sonra doğur beni” de doruğa ulaşır. İlkokulun iki buçuk senesini İstanbul’da halasının yanında gizlice okumak zorunda kaldıktan sonra, olayın fark edilmesi üzerine Bilecik’e dönerek eğitimini burada tamamladı.

Bilecik Ortaokulu’nu bitirerek Haydarpaşa Lisesi’ne parasız yatılı girdi. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye ve İktisat Bölümü’nü bitirdi. Maliye Bakanlığı’nda müfettişlik, darphane müdürü, Kültür Bakanlığı’nda yayın kurulu danışma üyeliği, Orta Doğu İktisat Bankası yönetim kurulu üyeliği görevlerinde bulundu. Yayınevlerinde danışmanlık, ansiklopedilerde redaktörlük, çevirmenlik yaptı. Papirüs dergisini üç kez çeşitli aralıklarla çıkardı. Pazar Postası, Yeditepe, Oluşum, Türkiye Yazıları, Politika, Yeni Ulus, Aydınlık, Saçak, Yazko Somut, 2000’e Doğru gibi yayın organlarında şiir ve yazılarını yayımladı.

İlk şiiri 8 Ocak 1958’de Mülkiye dergisinde çıktı. Şiirlerindeki şekil, içerik ve anlatım özellikleri ile İkinci Yeni şiirine katıldı. Bu akımın önde gelen şairlerinden biri oldu. Bireyin iç dünyasının gizli yanlarını ironik bir söyleyişle dile getiren şair, Göçebe’de yoğun bir anlatıma yöneldi. Dil ve biçim oyunlarıyla kurulu daha sonraki şiir çizgisi giderek yalın bir düzeye erişti. Çağrışımsal öğelerle kurduğu akla dayalı şiirlerinin toplumsal eleştiri yönü ağır bastı. İnsan-toplum gerçekliğinin özel durum ve ‘an’larını nükteli bir dil ile yansıttı. Geleneğe karşı olmasına karşın geleneği şiirinde en güzel kullanan şairlerden birisiydi.

Kendine özgü söyleyiş biçimi ve şaşırtıcı buluşlarıyla, zengin birikimi ile, duyarlı, çarpıcı, yoğun, diri imgeleriyle İkinci Yeni şiirinin en başarılı örneklerini vermiştir. Şahsiyetli bir şiir dili vardır. Canlı halk dilini kullanması, onu okuyucuya yaklaştırır. Üslubundaki mizah ve istihza, ona ayrı bir özellik kazandırmaktadır. Ölümünden sonra adına bir şiir ödülü kondu.

Eserleri;

Şiir;

Üvercinka (1958)
Göçebe (1965)
Beni Öp Sonra Doğur Beni (1973)
Uçurumda Açan (1984; Sevda Sözleri içinde)
Sıcak Nal (1988)
Güz Bitigi (1988)
Sevda Sözleri (1990; bütün şiirleri)

Düzyazı;

Şapkam Dolu Çiçekle (1976)
Günübirlikler (1982)
Onüç Günün Mektupları (1990)
Günler (1991)
99 Yüz İzdüşümler/Söz Senaryosu (1991)
Aydınlık Yazıları/Paçal (1992)
Oluşum’da Cemal Süreya (1992)
Folklor Şiire Düşman (1992)
Papirüs’ten Başyazılar (1992)
Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi (1993)

Antoloji;

Mülkiyeli Şairler (1966)
100 Aşk Şiiri (1967)

Söyleşi; Güvercin Curnatası (1997)

Dergi; Papirüs

Paylaşın

Cemal Kırca Kimdir? Hayatı, Eserleri

1918 yılında Yunanistan’ın Selanik Şehri Kayalar Köyünde dünyaya gelen Cemal Kırca, 28 Mayıs 1995 yılında Giresun’da hayatını kaybetti ve bu şehirde defnedildi. 1924 yılında, Lozan Antlaşması’yla belirlenen mübadele doğrultusunda ailesiyle birlikte Türkiye’ye gelerek Sivas Suşehri’ne yerleşti.

Haber Merkezi / İlkokulu Suşehri’nde, ortaokul ve liseyi yatılı olarak Erzurum Lisesinde okudu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini 1941’de bitirdi. Ağırlıklı olarak Ankara’da bulunmasına rağmen Anadolu’nun çeşitli yerlerinde hakimlik görevinde bulundu. Bir ara Suşehri’nde avukatlık yaptı ve milletvekili adayı oldu.

1942’de Varlık dergisinde yayımlanan şiiri ile edebiyat yaşamı başladı. Orhan Veli, Cahit Sıtkı, Avni Dökmeci, Sabahattin Eyuboğlu, Salah Birsel, Necip Fazıl, A. Muhip Dıranas, Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday kuşağı içinde bulunmuş bir şair olmasına rağmen belli bir gruba bağlı kalmadı.

Varlık, Türk Dili, Papirüs, Kaynak, Yeşil Giresun, Samsun Sanat gibi dergi ve gazetelerde şiirleri yayımlandı. Şiirlerini bir kitap haline getirdiği halde bazı talihsizlikler yüzünden yayınlayamadı. Ölümünden sonra İhsan Tevfik tarafından yayıma hazırlanan Geçit – Cemal Kırca Kitabı (2004) ile, çalışmaları kitaplaşmış oldu.

Turgut uyar, şair için, “Cemal Kırca, özenilecek bir sezgiyle, kafiyenin ve veznin ‘Şiirsel ses’e dönüştüğü yeri bulur. Ortaya çıkan, umulmadık, unutulmaz bir bileşimdir. Çünkü duygu tanıdık, eski bir duygudur; bu duygunun verilişi ise şaşırtıcı ve ustaca. Aşinalığı, ‘Han Duvarları’ yla birleşerek Anadolu’nun ve şiirimizin geçmişine uzanır. Böylelikle, Cemal Kırca’nın ve şiirinin başarısını, geleneğe bağlı ve ortaklaşa bir duyarlığı taze bir deyişle söylenmesinde arayabiliriz.” ifadelerini kullanmıştır.

“Develer”

Bir yol uzanır çıngıraktan,
Bembeyaz gecelerin içinde;
Develerdir gelen uzaktan,
Bir eski hatıra halinde…

Taşır ayaklarında zamanı,
Develer sallana sallana…
Sürür peşinde insanı,
Develer gurbete âşina…

Kimi var ki eşi uzaktadır,
Kimi var: Yavrusu gurbettedir;
Develer geçtikçe ağır ağır,
Kimi de yarını düşünmektedir…

Develer gelir sıra sıra,
İnsanları süzerek geçer,
Yumurtayı ezemezmiş amma,
Yüreğimi ezerek geçer…

Develer, bir hazin düşünce,
Örtülen yolların üstünde,
Develer kaybolur sessizce,
Bir eski hatıra halinde…

Paylaşın

Cem Uzungüneş Kimdir? Hayatı, Eserleri

15 Şubat 1962 yılında Bulgaristan’ın Razgrad şehrinde dünyaya gelen Cem Uzungüneş’in asıl adı Şinasi Ahmedov Akaliyev’dir. Çocukluğu Deliorman’da, Razgrad’ın Ezerçe köyünde ve 1970 yılında Tükiye’ye göç ettikten sonra Aydın’da geçti.

Haber Merkezi / İlk ve orta öğrenimini Aydın’da tamamladı. Lise öğrenimini Kuleli Askerî Lisesinde tamamladıktan sonra Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümüne başladı. 1986 yılında buradan mezun olduktan sonra İstanbul’da İngilizce öğretmeni olarak çalıştı. Şiirle uğraşarak yaşamına devam etmektedir.

1988’den itibaren kaleme aldığı şiir ve yazılarının yanı sıra kendisiyle yapılan söyleşileri; Ada, Argos, Mavi Derinlik, Milliyet Sanat, Sombahar, Ludingirra, Varlık, Kaşgar, Defter, E Dergisi, Evrensel Kültür, Üç Nokta, Virgül, Mahfil, Adam Sanat, Yaskmeyve, Duvar, Heves ve kitap-lık gibi süreli yayınlarda belli aralıklarla yayımlamıştır.

Sanatçının Soluğan adını verdiği ilk şiir kitabı 1998’de yayımlanmıştır. Uzungüneş, bu eseri ile aynı yıl Kültür Bakanlığı 75. Yıl Şiir Başarı Ödülü’ne layık görülmüştür. Soluğan adlı şiir kitabını; Arzu Evi (2005), Korkuluk (2012) ve Sessizlik Korkusu (2019) adlı şiir kitapları takip etmiştir. Uzungüneş’in eserlerinden şiirde üretken olduğu görülmektedir. Uzungüneş aynı zamanda Rimbaud: Bir Asinin Çifte Yaşamı (2017) adlı biyografiyi dilimize kazandırmıştır.

“Aldanış”

Kuvars bakışları uğuldayarak
“davul tozu , minare gölgesi” istiyor
dokunulmaz güzelliğiyle — o uğultuyla
hıçkırıklarını boğarak (…..) !

Aktar dede gülümsüyor. Dokunsa
saçlarından altın tozları yağarak
bütün çarşı tarihe gömülecek! (….) “Gel, diyor
sakın ustana söyleme sırrımızı.”

İçerde, düş odasında, çarşının zavallı yalanına
hassas bir aldanış iksiri hazırlıyorlar.
Tozu, gölgeyi ve elbet sır kalacak
baharlı bir duyguyu karıştırarak;
gözyaşlarında kuvars kristalleri! (…)
bilgelikle: saflıkla bakışarak.

Dükkâna döndüğünde
kalfaların kahkahası kaskatı kesiliyor
hınzır bir sezgiyi özenle gizleyen
soylu aldanışının (…..) tılsımıyla.

“Arzu evi”

Feneryolu’nda gölgelerle şakalaşıp yürürken
ölüm (bu kez) uysal bir köpek gibi
beni izliyordu. Ihlamur mahrem
kokuyordu. Bedenin uzağında çın çın eden
bir tramvay. Köpeğe dönüp bakmak
isteğiyle mi, hava’nın kendi merakından mı,
gözüm Arzu Apartmanına kaydı.
Camlardan birinde bir kadın çırılçıplak
gülümsüyordu. Utandım. Ama sanki
onun utanmasız çıplaklığından değil de
az önceki şakalaşmalarımla yakalandım diye.
Acı, ölüme mi yoksa çıplak ölümü
işaret ede ede akan şakacı
zamana mı yakındı? Kadınla
göz göze gelsek… bana, yüzünde bu müstehcen
ıhlamur gölgeleriyle gezen adama,
işaret parmağı ile, “gelsen e!” dese… Beni, arzu evine
çağırsa!.. Ama o; arzunun camlarından
bakan çıplak kadın, bana değil
peşimdeki köpeğe kur yapıyordu.
Gülümseyen yüzünde bir intihar
dinginliği
okudum.

“Ay-kadın dikiş dikiyor”

-Annem için-
çift kişilikli gece: baykuş ve tavşan
korku camdan bakıyor. ama ay var
gecenin fırsatı o
iç odada bir kurtadam ağlıyor
kaçarsa bu ay fırsatı
gece yüzükoyun üstümüze çökecek
susarsa dikiş makinasının sesi. ayın sesi

susmasın. tavşan gece istemiyor bunu zaten
korkusunu ayla gizliyor
susmasın. aksın kumaş. uykumuz. kalp atışımız

biliyor o: gülümsüyor. acıyı avutmayan
öylece saran ay şefkatiyle.
az sonra kurtadam ağlayan elleriyle
yüzüne dokunacak! yüzünde ne çok yüz var!
hangisi annemiz? hangi duygumuzun annesi o?

aksın kumaş.ki baykuş gece kayırsın bizi
kursağında kavisli ötüşler! beklesin bizi

beklesin. biliyor o:
ellerinde yanan fosfor sönüyor
hain belleğimizde.her şey ağlıyor
dikiş makinasının sesiyle. kumaşın. kurtadamın

ağlamak istiyor o da. ama ay var!
gecenin tansığı o!
onu iki ruhuyla
karşılıksız seven gecenin

Paylaşın

Celal Soycan Kimdir? Hayatı, Eserleri

1 Ocak 1948 yılında ‘in Oğuzeli İlçesinde dünyaya gelen Celal Soycan, ilk okulu Gaziantep Şehit Kamil İlkokulu’nda okudu, ortaokulu ve liseyi Gaziantep Lisesinde bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesine girdi ve bu okuldan mezun oldu.

Haber Merkezi / Mezuniyet sonrasında çeşitli illerde orman mühendisliği yaptı, işletme müdürlüğü gibi değişik üst düzey görevlerde bulundu, 1980 darbesiyle bakanlıktaki görevine son verildi, Mersin’de anakent belediye başkan yardımcılığı görevini üstlendi.

Üniversite yıllarında mesleki eğitimi yanında edebiyata ve sanata ilgi duydu ve özellikle edebiyat ve resimle ilgilenmeye başladı. Orman Bakanlığında çalışırken şiirleri Varlık’ta ve değişik dergilerde yayımlandı. Mersin’de belediye başkan yardımcılığı yaparken yayımlamaya başladığı Islık şiir dergisini on yıl süreyle yayımladı (2000-2010). 2010’dan bu yana Metin Cengiz, Yavuz Özdem ve Müesser Yeniay ile yayımlamaya başladığı Şiirden Dergisi’nin editörlüğünü yürütmektedir.

Celâl Soycan şiiri varlık sorunları üzerinde derinleşti, hayatı yeryüzü serüveni olarak gören bir anlayışla işledi. Şiirlerinde resim eleştirisinden kazandığı resim bilgisinden de yararlandı. Halen resim üzerine teorik yazılar yazmakta ve reim değerlendirmeleri yapmaktadır.

Şiirde ise peotik bilincin önemini vurguladı ve şiirin bir dil içi meselesi olduğu bilinciyle yazdı, çağrışıma, göndermeye önem veren çok katmanlı bir şiir yazdı. Şiir üzerine yazdığı yazılarla şiir poetikasını açmaya ve geliştirmeye çalıştı. Yazılarıyla da bu arayışın kuramsal dayanaklarını açığa çıkarmaya çalıştı. Günümüzün şiir üzerine düşünen ve yazan az sayıda şair ve yazarlarından biridir.

Üniversite yıllarından bu yana sürdürdüğü resim ilgisi onu resim üzerine düşünmeye, eleştirel bakmaya ve yazmaya da yönlendirdi. Günümüzün önemli ressamlarının eserleri üzerine yoğunlaşırken resim sanatı üzerine değerli eleştirel metinler yazdı. Ressamları tanıtan ve resimleri üzerine eleştirel düşüncelerini dile getirdiği birçok katalog çalışmalara katıldı.

Şiir ve yazıları Almancaya, Fransızcaya, İngilizceye, İspanyolcaya, İtalyancaya, Japoncaya, Litvancaya ve İbraniceye çevrildi ve Almanya, İtalya, Fransa, ABD, Japonya, Litvanya, İspanya ve İsrail’de yayınlandı.

Şiirden Dergisi editörlerinden olan Celâl Soycan Türkiye’nin en önemli birçok dergisinde halen yazmaya devam ediyor. Mersin’de Islık dergisinin yayımlanmasına editör olarak katkıda bulundu. Mersin’de yaşayan Celâl Soycan on yılı aşkın bir şekilde verilen ve günümüzün en önemli edebiyat ödülü olan Mersin Kenti Edebiyat Ödülü’nün de sekreteridir.

Eserleri;

Şiir;

Öyle Kal (2000)
Cemresiz Günlerde (2001)
Saptım Burçlar Bilgisinden (2002)
Adın Olsam (2006)
Ölüler İçin Oda Müziği (2007)
Azade (2009)
Kün (2011)
Kırım Günlerinde Aşk (2014)
Hünsa (2016)
Kötülüğü Gördüm (2017)
Beyhude (2018)

Eleştiri, deneme, inceleme;

Şiir İçin Notlar (2005)
Şiirin Zamanı/ Zamanın Şiiri (2006)
Mevsimsiz Bir Şair-Özdemir İnce (2005)
Şiir Pençe/ Poetik Okumalar (2016)
Sokak yazıları (2019, Metin cengiz ile birlikte)

Resim eleştirisi;

Tuvalde Oda Müziği (2015)
Anlatmaktan Anlamaya (2006)
Sonsuza Kıvrılmak (2020)
Varlığımın Garip Şarkısı (2020)

Paylaşın

Kovid 19’da Son Veriler Açıklandı: Bakan Koca’dan Uyarı

Kovid 19’da son 24 saatte 72 bin 555 yeni vaka tespit edilirken, 181 kişi hayatını kaybetti. Verileri yorumlayan Bakan Koca, “Maske en pratik ve etkili korunma yöntemidir. Fakat kuralına uygun olarak, ağzı ve burnu kapatacak şekilde takılmalıdır.” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / Sağlık Bakanlığı, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınının Türkiye’deki seyrine ilişkin olarak yeni verileri yayınladı. Açıklanan verilere göre, son 24 saatte, 416 bin 453 test yapılırken, 72 bin 555 yeni vaka tespit edildi. 181 kişi hayatını kaybederken, 87 bin 192 kişi sağlığına kavuştu.

Bakan Koca’dan uyarı

Güncel verilerle ilgili değerlendirmesini sosyal medya hesabından paylaşan Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, şu ifadeleri kullandı; Omicron varyantının yayılma hızı dikkate alınarak maske kullanımında ısrar edilmelidir. Maske en pratik ve etkili korunma yöntemidir. Fakat kuralına uygun olarak, ağzı ve burnu kapatacak şekilde takılmalıdır. Maskenin koruyuculuğundan tam yararlanmak için özenli olun.

Bakanlığın tablosuna göre Türkiye’de en çok aşılamanın gerçekleştirildiği Osmaniye’yi, Ordu, Amasya, Muğla, Kırklareli, Çanakkale, Eskişehir, Balıkesir, Zonguldak ve Manisa takip etti. Bakanlığın tablosuna göre Türkiye’de en az aşılamanın gerçekleştirildiği Şanlıurfa’yı sırasıyla Batman, Siirt, Diyarbakır, Bingöl, Muş, Mardin, Bitlis, Ağrı ve Elazığ takip etti.

Paylaşın

Sancar: Millet İttifakıyla Bir Seçim Birlikteliği Düşünmüyoruz

HDP’nin de aralarında olduğu 8 sol siyasi yapı, seçimlere nasıl girileceği konusunda görüşmelerini sürdürüyor. 8 siyasi yapının son açıklamasında, ortak mücadelenin genişletilmesi için yeniden bir araya gelineceği belirtilmişti.

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, “Parlamento seçimlerine demokrasi ittifakı ile girmeyi hedefliyoruz. Mevcut ittifaklarla herhangi bir seçim birlikteliği düşünmediğimizi pek çok kez ifade ettik. Biz partimizin kuruluşundan bu yana “3. yol” politikası izliyoruz. Parlamento seçimlerine mevcut ittifakların dışında, demokrasi güçlerini kapsayacak en geniş ittifakla girmek istediğimizi ısrarla söylüyoruz” dedi.

Sancar, konuya ilişkin yaptığı açıklamanın devamında, “Cumhurbaşkanlığı seçiminin dinamikleri ise farklı. Bu seçim için temel ilkeler çerçevesinde bütün muhalefet partileriyle açık bir müzakereyi ve doğrudan diyaloğu tercih ettiğimizi dile getiriyoruz. Dolayısıyla ilkeler zemininde ortak aday politikasına açık olduğumuzu vurguluyoruz. Sol-sosyalist yapılarla yaptığımız toplantılarda da bu konuları açık bir şekilde konuşuyoruz.

Nitekim gerçekleştirdiğimiz son toplantıda esas hedefimiz olan mücadele ortaklığı ilkesel bir konusunda mutabakat sağlandı. Aynı zamanda bu toplantıların somut başlıklar altında sürdürülmesi için bir görüş birliği ve birlikteliğin genişletilmesi perspektifi ortaya çıktı. Kat ettiğimiz yoldan memnunuz ve sonraki aşamalar için de umutluyuz.” ifadelerini kullandı.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, +GERÇEK’ten Seda Taşkın’a, sol-sosyalist yapılarla buluşmanın detaylarından ittifak tartışmalarına, bu yapıların geçmişle hesaplaşma eğiliminden son dönemde tekrar gündeme gelen çözüm süreci beklentilerine, AYM’ye seçilen yeni üyenin kapatma davasına etkisinden Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Selahattin Demirtaş’a ilişkin açıklamalarına kadar gündemdeki konuları değerlendirdi. Sancar’ın açıklamaları şöyle;

2 gün önce 7 parti ile bir araya geldiniz. Nasıl geçti? Neler tartışıldı? Size yönelik eleştiriler oldu mu? Sol parti toplantıya katılmayacağını açıkladı. Önder İşleyen’in “Tutum belgesi önümüzdeki dönemde yaşanacak restorasyona eklemlenmiş durumda” eleştirisine ne diyorsunuz? 

Toplantının verimli ve son derece dostça geçtiğini söyleyebilirim. Bütün siyasi yapıların temsilcileri, daha önce konuşulan çerçevede görüşlerini açıkça ortaya koydular. Ortak noktalarda buluşmaya odaklanmış bir toplantı olması özellikle önemliydi. Konuştuğumuz meselelerin ana ekseniyse bundan sonraki sürecin “mücadele ortaklığı” temelinde nasıl yürütüleceğiydi. Bilindiği üzere bizim bir “Demokrasi İttifakı” hedefimiz var. Ancak “demokrasi ittifakı” kavramı hakkında farklı yorumlar yapılabiliyor. Biz bu kavramı çeşitli vesilelerle açıklığa kavuşturmaya çalışsak da kavrama farklı anlamlar yüklendiğine tanık oluyoruz.

Biz, sözünü ettiğim ittifakı konferans kararımız olarak belirledik ve bu karar kongremizde onaylandı.  İttifakın sadece seçimlerle sınırlı bir hedef olmadığını da her fırsatta ve platformda dile getiriyoruz. Omurgası “ortak mücadele” olan bu birlikteliğin çerçevesini 27 Eylül tarihli tutum belgemizde daha da netleştirdik. Seçimlerin önemini yadsıyan bir yaklaşımımız yok ama sadece seçimlere odaklanmış bir ittifak tartışmasının bugünkü ağır şartlarda fayda sağlamayacağını da biliyoruz. Bu birlikteliği öncelikle en geniş mücadele ortaklığı olarak ifade ediyoruz, ancak bunun seçimlere dönük önerileri ve stratejileri içerdiğini de reddedemeyiz.

Parlamento seçimlerine demokrasi ittifakı ile girmeyi hedefliyoruz. Mevcut ittifaklarla herhangi bir seçim birlikteliği düşünmediğimizi pek çok kez ifade ettik. Biz partimizin kuruluşundan bu yana “3. yol” politikası izliyoruz. Parlamento seçimlerine mevcut ittifakların dışında, demokrasi güçlerini kapsayacak en geniş ittifakla girmek istediğimizi ısrarla söylüyoruz.

Cumhurbaşkanlığı seçiminin dinamikleri ise farklı. Bu seçim için temel ilkeler çerçevesinde bütün muhalefet partileriyle açık bir müzakereyi ve doğrudan diyaloğu tercih ettiğimizi dile getiriyoruz. Dolayısıyla ilkeler zemininde ortak aday politikasına açık olduğumuzu vurguluyoruz. Sol-sosyalist yapılarla yaptığımız toplantılarda da bu konuları açık bir şekilde konuşuyoruz.

Nitekim gerçekleştirdiğimiz son toplantıda esas hedefimiz olan mücadele ortaklığı ilkesel bir konusunda mutabakat sağlandı. Aynı zamanda bu toplantıların somut başlıklar altında sürdürülmesi için bir görüş birliği ve birlikteliğin genişletilmesi perspektifi ortaya çıktı. Kat ettiğimiz yoldan memnunuz ve sonraki aşamalar için de umutluyuz.

Çok sade ve yalın bir basın bildirisi yayınladınız. Bu ortak metne bir “uzlaşma iradesi” diyebilir miyiz? Bunun yanı sıra sizin önceki röportajlarınızda belirtiğiniz üzere HDP’nin Kürdi ittifak girişimleri de mevcut.  Bu iki girişim birbirini tamamlayıcı olarak değerlendirilebilir mi?  Yoksa birbirinden bağımsız olarak mı ele almalıyız?

Demokrasi ittifakının çok daha geniş bir çerçeveyi hedeflediğini belirtiyoruz. Yerel seçimlerde ittifak kurduğumuz Kürdî partilerle ilişkilerimiz sürüyor. Bu ittifakı daha da genişletmeye dönük çalışmalar da yapıyoruz. Öte yandan inanç gruplarıyla, kadın hareketleriyle, emek meslek örgütleriyle, yöre dernekleri ve toplumun çeşitli mağdur kesimleriyle de bu çerçevede görüşmeler yürütüyoruz. Bunların birbirini dışlayacağını düşünmüyoruz. Tam aksine, içinde bulunduğumuz bu ağır şartlarda asıl sonuç alacak, etkili olacak politikanın hayata geçirilebilecek en geniş demokratik mücadele birlikteliği olduğuna inanıyoruz. Süreç içerisinde bu çevrelerle yaptığımız görüşmelerde kimi hususlara dair çekinceler ortaya çıkarsa bunları da müzakere ve diyalogla aşabileceğimizi düşünüyoruz.

Peki, her iki buluşma için süreç bundan sonra nasıl ilerleyecek? Heyetler mi oluşturulacak? 

Sözünü ettiğiniz süreç, bundan sonraki görüşmelerle şekillenecek. Görüşmeleri somutlaştırarak yürütme konusunda bir mutabakata vardığımızı hep birlikte imza attığımız basın bildirisinde zaten kamuoyuna duyurduk. Şüphesiz her yapı kendi kurullarında değerlendirme yapacak ve bundan sonrası için tekrar görüşüp netlik kazanmayan konular üzerinde tartışmalarımızı sürdüreceğiz.

Bir yandan da millet ittifakı ile görüşmeleriniz devam ediyor. Şu ana kadar geldiğiniz nokta nedir? Bu görüşmeleri sürdürecek misiniz?

Millet ittifakıyla özel bir görüşme yürüttüğümüzü söyleyemem. Çünkü biz ittifakları değil tek tek partileri muhatap alıyoruz. Ki millet ittifakının da zaten ortak bir mekanizması, ortak sözcülük makamı yok. Bu birliktelik, CHP ve İYİ Parti’nin öne çıktığı bir zemin. İhtiyaç hasıl olduğunda CHP ile heyetler düzeyinde görüşmelerimiz elbette oluyor. Son olarak dört partiyle başkanlar düzeyinde görüştük. DEVA Partisi, Saadet Partisi ve Gelecek Partisi’yle de benzer temaslarımız oldu. Biz bütün muhalif çevrelerle diyalog ve müzakere yürütmeyi temel bir politika olarak belirlemiş bulunuyoruz. Daha önce de dile getirdiğim gibi sadece muhalif parti ve yapılarla değil, toplumun bütün kesimleriyle böyle bir ilişki kurmayı çok önemsiyoruz.

Bizim açımızdan diyalog ve müzakere sadece bir masa etrafında oturarak konuşmayı ifade etmiyor. Bizim politikamız, farklı toplum kesimlerine dokunabilmeyi ve onlarla ilişki kurmayı içeriyor. Bizimle görüşmeye veya bizi dinlemeye kapalı çevrelere de politikalarımızla, üslubumuzla, duruşumuzla seslenmeye çalışıyoruz. Bunun özünde de bütün sorunların müzakere ve diyalogla aşabileceğine dair kabulümüz yatıyor.

HDP’ye yönelik kimi sol yapılardan gelen eleştiriler var. Bu eleştiriler genellikle HDP’nin sınıf meselesine sosyalist perspektiften yaklaşmadığı ve anti-emperyalist bir duruşa sahip olmadığı yönünde. Bu konuda neler söylemek istersiniz? 

Bu tür eleştiriler olabilir. Bazı tartışmaların kökleri yüzyıl öncesine kadar uzanabilir ama en yakın tarihler olarak 1980’leri işaret edebiliriz. Ancak biz mücadele ortaklığı için görüşmeler yürütürken, kamuoyu önünde bu tür tartışmalara girmeyi prensip olarak doğru bulmuyoruz. Yoksa her eleştiri ve değerlendirme için elbette söyleyecek sözümüz var.

Ortak mücadele gibi bir hedefiniz varsa esas itibariyle iki yöntem seçebilirsiniz. Birincisi; tümelden tikele doğru ilerlemektir. Yani önce makro düzeyde ilkeler belirlenir ve bu ilkeler etrafında bir birliktelik için tartışmalar yürütülür. Ancak çok ağır baskı şartlarında, tümelden tikele doğru ilerleyen bir yaklaşımı açıkçası işlevsel ve isabetli bulmuyorum. Kaldı ki mücadele ortaklığı kavramı bir yandan bu tartışmaları yürütürken diğer yandan da halkın sorunlarına somut cevaplar üretecek birliktelikleri hayata geçirmeyi mümkün kılıyor.

Bu bağlamda tikelden tümele doğru ilerlemeyi daha doğru buluyorum. Şunu kast ediyorum: Belli hedefler etrafında ortak mücadele iradesini ortaya koymak, bunun gereklerini pratikte yerine getirmek ve ortak ilkelerde uzlaşmayı hayatın içinde ve birlikte yürürken pekiştirmek…

Önümüze koyduğumuz hedefi böyle belirleyince ilkeler üzerinde uzun uzadıya tartışmalar yürütmek yerine, ilkelere varacak ortak duruşu ve temasları değerlendirmeyi çok daha yerinde buluyorum. Esasen Türkiye ve dünya sol tarihinde bu tartışmaların gölgesinde yitip giden pek çok ortaklık girişimlerine rastlıyoruz. Yani teorik tartışmalarla ve çok parlak ilke iddialarıyla başlayan görüşmeler ve konferanslar sonucunda birlikte mücadeleye dönük bir kararın çıkmadığı örnekler pek çoktur. Bu konular, özellikle 1900’lü yılların başlarında, faşizmin ve Nazizmin korkunç saldırganlığının yaşandığı dönemlerde ziyadesiyle tartışıldı.

O nedenle yöntemi şartlara göre ve hedefi de bu şartlar dahilinde gerçekçi bir perspektifle belirlemek gerekiyor. Şu anda bizim mücadele ortaklığı kavramını öne çıkarmamızın mantığında sonuç alma isteği yatıyor. Ortak ve/veya benzer dertleri, kaygıları ve hedefleri olduğunu bildiğimiz yapıların yan yana gelmeleriyle bir müzakere sürecinin doğalında ortaya çıkacağına ve bu yolla daha verimli tartışmalar yürütüleceğine inanıyoruz.

Türkiye’de sol hareketler on yıllardır benzer hedeflere sahip olsa da ortak bir mücadele hattı oluşturamıyor. Siz de akademik hayatınızı geçmişle hesaplaşma meselesine adamış bir akademisyen/düşünürsünüz. Bu buluşmaları bir nevi geçmişle hesaplaşma, yüzleşme veya özeleştiri olarak ele almak mümkün mü? 

Geçmişle yüzleşmenin, özeleştirinin çok çeşitli imkanları ve yöntemleri vardır. Bu konuda bir katalog çıkarmaya kalkarsanız çok uzun bir liste oluşturabilirsiniz. Geçmişle yüzleşme aynı zamanda bir özeleştiri içerir. Fakat geçmişle yüzleşmenin de içinde bulunulan şartlara ve ortama bağlı olarak değerlendirilmesi gerektiğini unutmamak lazım. Bu kadar büyük bir saldırganlığın, korkunç bir sömürü düzeninin insan hayatını, doğayı, toplumu böylesine tahrip ettiği bir dönemde ortak mücadelenin bizatihi içinde müzakere ve yüzleşme, ortak bir yürüyüş için çok daha sağlam bir zemindir. Birbirimize yönelik eleştirilerimizi birlikte yürürken dile getirip soru işaretlerini gidermeye çalışmak, bana göre çok daha verimli bir yoldur.

Diyalogun kendisi aynı zamanda bir yüzleşme yöntemidir. Yüzleşmeyi de hangi hedefe bağladığınız son derece önemlidir. Geleceği inşa etme konusunda ortak yürüyüş iradesini yaratmaya mı bağlıyorsunuz, yoksa geçmişte yaşananları birbirine karşı üstünlük veya avantaj aracına dönüştürme gibi bir yaklaşıma mı sahipsiniz? Geçmişle yüzleşmek, geçmişe hapsolmak demek değildir. Yüzleşmek, geçmişe bakarak ileriyi inşa etme hedefine yöneldiğinde anlam taşır. Örneğin, HDP de dahil bir araya gelen 8 yapı geçmişte çeşitli karşıtlıklar yaşadılar, hala da birçok konuda fikir ayrılığı var. Esasen bunun olmaması düşünülemez. Çünkü ayrı yapılar varsa ayrı fikirler vardır. Bu durumda bizim müşterekleri belirlemeye dönük bir çalışmayı esas almamız gerekir. Bunu da geleceği inşa için yaptığımızı tekrar vurgulama ihtiyacı duyuyorum.

Önümüzde tarihi bir seçim var. Ortak mücadele arayışımız elbette seçimlere endeksli değildir ancak seçimleri görmezden gelen bir yaklaşımımız da yok. Bu birliktelik girişimi, yeni bir başlangıcı hangi güç, dinamik, ilke ve hedefler temelinde kuracağımıza dair de ortaklık çağrısıdır aynı zamanda. Çünkü bizler, seçimleri kim kazanırsa kazansın yeni dönemin inşasında, belirlediğimiz çerçevenin ve beraber yürüdüğümüz öznelerle mutabakata vardığımız ilkelerin damgasını vurmasını istiyoruz.

İlkeler tek başına hayatı değiştirmeye yetmez, hayatı değiştirecek olan maddi güçtür. Toplumsal gücü büyütebilirseniz, bu gücün o ilkeleri hayatı geçirme dinamiklerini yaratmasını da sağlarsınız. Dolayısıyla biz demokrasi ittifakını önümüze uzun erimli bir politika olarak koyduk. Yapmak istediklerimizin tümü, geçmişin ışığında geleceği ortak bir mücadeleyle kurma iradesine bakarak değerlendirilmelidir.

Seçimlere gelecek olursak… İlkeler bazında uzlaşılırsa cumhurbaşkanı konusunda ortak adaya açık olduğunuzu ifade ediyorsunuz. Bu ilkeleri açabilir misiniz? Ek olarak Türkiye’de bir cumhurbaşkanının yetkilerinin sınırları sizce ne olmalı? 

27 Eylül tarihinde ilan ettiğimiz deklarasyonumuz bu çerçeveyi çiziyor. Kimseye ön şart koşmuyoruz. Cumhurbaşkanlığı seçimleri için bir müzakere istiyoruz ve üçlü bir ayrım yapıyoruz. Seçime kadar olan dönem, seçiminin bizzat kendisi ve seçim sonrası dönem. Seçime kadar olan dönemde, başta seçim güvenliği olmak üzere bütün muhalif güçlerin hak ve özgürlüklerini kullanabilmelerini sağlayacak ortak bir irade ve çaba gerekiyor.

Yapılan saha çalışmalarına bakarsanız toplumun neredeyse üçte ikisi seçim güvenliğinin olmadığına inandığını söylüyor. Yine neredeyse toplumun dörtte üçü, muhalefetin seçim güvenliğini sağlayacağına inanmadığını belirtiyor. Bunlar çok ciddi uyarılardır. Seçim güvenliğini sandık güvenliğiyle sınırlı tutmamak, ortak mücadelenin önemli bir unsuru olarak görmek gerekiyor. Burada da hem toplumsal hem de siyasal muhalefet güçlerine ciddi bir sorumluluk düşünüyor. Eğer ortak çalışma zemini ve yöntemleri oluşturulmazsa seçim güvenliğiyle ilgili çok ciddi sorunlar yaşanacağını bundan önceki süreçte çok açık gördük.

Bir diğer konu ise cumhurbaşkanlığı seçimini muhalefetin kazanması halinde yapılacaklardır. Biz, seçimden sonra geçiş sürecinin nasıl oluşturulacağını bütün muhalefet partileriyle açıkça müzakere etmek istiyoruz. Önerilerimiz, fikirlerimiz ve öngörülerimiz var. Mesele sadece cumhurbaşkanının yetkilerinin sınırlarından ibaret değildir. Yeni dönem nasıl inşa edilecek? Güçlendirilmiş parlamenter sisteme giden yolda nasıl hareket edilecek? Güçlendirilmiş parlamenter sistem sorunları çözmek için yeterli olacak mı? Biz de güçlendirilmiş parlamenter sistemden yanayız ama biz daha fazlasını söylüyor ve istiyoruz. Güçlü bir demokrasi için halkın yerelden başlayarak yönetim süreçlerinde etkili olması gerektiğini vurguluyoruz.  Bu çerçevede yerel demokrasinin çok kilit bir önemi var. Bütün bunları mutlaka konuşmamız gerekiyor. Muhalefet bunları konuşmaya yanaşmazsa, bu ihtiyacı ve talepleri ciddiye almazsa, cumhurbaşkanlığı seçimini muhalefet kazansa bile yeni bir başlangıç yapma imkanının doğacağını düşünmüyoruz.

Açıklamaların tamamı için TIKLAYIN

Paylaşın

DEVA Lideri Babacan: Seçim Yakın, Günler Sayılı

DEVA Lideri Babacan, her an bir seçim kararı alınabileceğini belirterek, “Memleketimizin yarınlarıyla ilgili söyleyeceğiniz bir sözünüz olsun. İşte biz bunu yapıyoruz, bunu gerçekleştiriyoruz. Artık seçim yakın, günler sayılı. Her an seçim kararı alınabilir, ülke her an seçime gidebilir gibi hazır olmamız gerekiyor. Çok çalışmamız gerekiyor” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / Ali Babacan, “Partimizi duymayan kimse kalmamalı. Biz kadrolarımıza güveniyoruz. İnsanlar bir tanısa, bir bilse inşallah yönlerini bize doğru çevirecekler. Ama bilmezlerse, tanımazlarla bu olmaz. Ağırlıklı olarak partimize bakış çok olumlu. Bu olumlu bakışı somut desteğe çevirmek bizim gayretimize bağlı” dedi.

“Seçimlerden sonra ilk 90 dakikanın, ilk 90 günde, ilk 360 günde neler yapacağımızın bütün detaylarını hazırlayıp kamuoyuyla paylaşıyoruz” diyen Babacan, “Gerçekten çok yetkin bir ekiple yapıyoruz. Sadece partimizin mensuplarıyla değil, bize dışarıdan destek veren çok geniş istişare halkalarıyla bunları gerçekleştiriyoruz.” ifadelerini kullandı.

Konya’nın Akşehir ilçesinde partisinin ilçe başkanlığı binasının açılışını yapan DEVA Partisi Genel Başkanı Babacan, burada yaptığı konuşmada özetle şunları söyledi;

Paylaşın

“Millet İttifakı’nda Çatlak Var” İddiasının Nedeni Belli Oldu

Geçen hafta Ahmet Davutoğlu – Kemal Kılıçdaroğlu ve Ahmet Davutoğlu – Meral Akşener arasındaki görüşme trafiği, Ahmet Davutoğlu’nun ittifaka katılmak için bazı talepleri olduğu yönünde kamuoyuna yansımıştı.

Altı muhalefet partisinin ortak masasına ilişkin olarak Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu ile ittifak konusunda çatlak olduğu yönündeki iddialarının perde arkası belli oldu.

CHP, İYİ Parti ve DEVA Partisi’nin temsilcileri geçen 4 Ocak’ta muhalefet masasında oluşturulan ortak metnin ayrıntılarını anlatmak üzere bir televizyon programına katıldı. “Programın, salgın koşulları nedeniyle altı değil üç temsilci ile yapıldığına” ilişkin bilgiye yayında da yer verildi.

Cumhuriyet’ten Sarp Sağkal’ın haberine göre; “kısmi temsilden rahatsız olduğu” belirtilen Davutoğlu’nun CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’i arayıp “sitemde” bulunduğu öne sürüldü.

Kılıçdaroğlu ve Akşener, konu hakkında kurmaylarıyla yaptıkları görüşmelerde, “Programa salgın nedeniyle üç temsilci katıldı. Bu durum yayıncının tercihiydi. Masadaki genel başkan yardımcıları arasında ‘üçlü temsil’ bir görüş ayrılığı ya da kırgınlık yok” bilgisini aldı. Ardından Akşener, 6 Ocak’ta Davutoğlu’nu konutunda ziyaret etti. Kılıçdaroğlu da 11 Ocak’ta Davutoğlu ile akşam yemeğinde bir araya geldi. Liderler arasındaki ikili görüşmeler, kamuoyuna, Davutoğlu’nun ittifaka katılma konusunda bazı şartları olduğu yönünde yansıdı.

Bu gelişmelerin ardından muhalefet masası, bir hafta ertelenen toplantıyı yaparak ortak metne son şeklini verdi. Kaynaklar, “muhalefet masasındaki genel başkan yardımcıları arasında herhangi bir sorun bulunmadığını, dört aylık çalışmanın uyum içerisinde yürütüldüğünü” vurguladı.

Paylaşın

Gülşen: Ataerkil Sistemin Sizi De Boğduğunu Görmüyor Musunuz?

Şarkıcı Gülşen’in sahne kıyafetleri bazı eleştiren yorumlar almış, şarkıcı İzzet Yıldızhan da “külotla sahneye çıkmasınlar” diyerek tepkisini dile getirmişti. Gelen tepkilere sahne kıyafetleriyle cevap vermeyi sürdüren Gülşen, tepkisini bir de yazılı açıklamayla anlattı.

Haber Merkezi / “Çıktığınız bu yolda aslında kendi ayaklarınıza, hemcinslerinizin ve evlatlarınızın ayaklarına takmaya çalıştığınız prangaların farkında mısınız” diye soran Gülşen, instagram hesabından yaptığı açıklamada şunları söyledi:

“Ben bir kadın bedeninde dünyaya gelmiş bir insanım. İsmim Gülşen. 26 yıldır tek başıma ayaklarımın üzerinde duruyor ve arı gibi çalışıyorum. Hiç kimseye muhtaç değilim. Pop müziğe değer ve yenilik katabilmek adına sayısız şarkı yazdım.

Mesleki hayatım boyunca hep zamanın ruhunu okumaya inandım. Müziğimin, bedenimin, zihnimin, kelimelerimin hep özgür ve bağımsız kalabilmesine gayret ettim. Var olanla yetinmeyip yenilenmeye, değişime açık kalmanın mesleğimi en doğru biçimde icra edebilmek için en önemli unsur olduğunu hep bildim. Meğer, insan performansına gösterdiği özeni giyimine de gösterince sanatkarlığı yok oluyormuş. Vazgeçmem istenen şey daha az göze batmak ya da daha çok onay görmek için kendimi, bedenimi, vizyonumu yok etmem mi? Yoksa asla inanmadığım belirli yaftalara ya da yargılara itaaat etmem mi?

Ben de bu satırları tam da o yüzden yazıyorum. Kıyafet üzerinden farklı farklı “ama”larla sırf beni ya da sizden olmayanları nasıl alaşağı ederiz diye düşünerek çıktığınız bu yolda aslında kendi ayaklarınıza, hemcinslerinizin ve evlatlarınızın ayaklarına takmaya çalıştığınız prangaların farkında mısınız? Bir gün gelip “kadını ya da kendinden olmayanı yok saymaya, baskılamaya ve gerektiğinde yok etmeye hevesli bu ataerkil sistemin sizin gibi düşünenlerden de aldığı güçle gelip sizi de boğabileceğini hatta boğmakta olduğunu görmüyor musunuz?

Kadınlara ‘anne olma, evlat olma, eş olma’, Erkeklere ‘erkek olma, hükmetme zorunluluğunda olma, aksi taktirde eksik olacağı’ üzerinden uygulanan tüm tahakkümün nasıl bir cehennem olduğunu ve bu tahakkümün en sonunda erk’lik taşımayanın ya da onun yasalarına uymayanın yaşamdan silinmesini meşrulaştırmaya hizmet etmekte olduğunu ne olur görelim artık hep birlikte. Bir insanın yaşam hakkı, yaşam tercihleri bir başkası tarafından belirlenemez. Bir cins ya da insan bir diğerinden üstün olamaz.

Evet, ben bir anne-babanın kızı, evet bir erkeğin eşi, ve bir yavrunun annesiyim. Babasının kızı, bir erkeğin karısı, bir çocuğun annesi olmaktan öte; ben aklı ve düşünme yeteneği olan özgür iradeye sahip bir insanım. Bu sıfatlardan fazlasıyım. Hiçbir sıfatın kölesi değilim. Kimseye ait değilim. Ben kendimim. Kendime aidım.

Evlatlarımız tecavüze uğrayıp öldürüldüğünde o zehir dolu “ama”larla aynı kaynaktan çıkan “üzerinde ne vardı?” sorusu hangimizin nefesini daraltmadı? Bu zihniyetteki soruların aslında soru değil yargı olduğunu hepimiz maalesef ki biliyoruz. Bu sorular gibi tıpkı eşim Ozan’a yüzlerce kez sorulan; “Gülşen’in kıyafetlerine karışıyor musunuz?” “Eşinizin kıyafetleri çok eleştiriliyor siz ne düşünüyorsunuz?” soruları da aynı zehirli kaynağa hizmet ediyor görmüyor musunuz?

Bana kıyafetim, yaşım, anneliğim, cinsiyetim, eşliğim, ya da sanatkarlığım üzerinden kurulmaya çalışılan tüm baskılar gibi, eğer çeşitli baskıların içine hapsedilmiş nefessiz, umutsuz, çaresiz, bırakılmaya çalışılmış tek bir kişi dahi var ise okuyup nefes bulsun küçük sandığı dünyada aslında yalnız olmadığını, kabul gördüğünü ve çok sevildiğini bilsin istedim. Çünkü yaşam bu zihniyetler kadar küçük değil. Yaşam kocaman ve yaşamak çok güzel.”

Paylaşın

Süper Lig’de 23. Haftanın Hakemleri Belli Oldu

Türkiye Futbol Federasyonu (TFF), Süper Lig’de 23. Hafta karşılaşmalarını yönetecek hakemleri açıkladı. Buna göre, ligin zirvesini ilgilendiren Galatasaray – Trabzonspor maçında Atilla Karaoğlan düdük çalacak.

Haber Merkezi / Atilla Karaoğlan’ın yardımcılıklarını Bahattin Duran, Tarık Ongun ve Onur Özütoprak yapacak. Yine ligde üst sıraları ilgilendiren Yeni Malatyspor – Beşiktaş karşılaşmasını Zorbay Küçük, Demir Grup Sivasspor – Fenerbahçe maçını ise Alper Ulusoy yönetecek.

İşte Süper Lig’de 23. haftanın maçlarını yönetecek hakemler:

22 Ocak Cumartesi

13.30 Yeni Malatyspor – Beşiktaş – Zorbay Küçük
16.00 Adana Demirspor – Fatih Karagümrük – Suat Arslanboğa
16.00 Demir Grup Sivasspor – Fenerbahçe – Alper Ulusoy
19.00 Başakşehir – Göztepe – Arda Kardeşler

23 Ocak Pazar

13.30 Hatayspor – Çaykur Rizespor – Sarper Barış Saka
16.00 Antalyaspor – Gaziantep FK – Abdulkadir Bitigen
16.00 Giresunspor – Alanyaspor – Mert Güzenge
16.00 Altay – Konyaspor – Yasin Kol
19.00 Galatasaray – Trabzonspor – Atilla Karaoğlan

Paylaşın