TBMM Genel Kurulu’nda konuşan CHP Lideri Özgür Özel, iktidara ekonomi üzerinden yüklendi ve erken seçim çağrısını yineledi: “Artık sandık milletin önüne konmalıdır. Kararı halk vermelidir. Bu millete daha fazla zulüm edilmemelidir.”
Haber Merkezi / Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, TBMM Genel Kurulu’nda, 2025 Yılı Bütçe Kanunu Teklifi üzerine CHP Grubu adına konuştu. Özgür Özel, şunları söyledi:
“Daha önce bu kürsüden defalarca dile getirdiğim gibi bütçe hakkı, insanlık ve demokrasi tarihi açısından monarşilere ve tek adam rejimlerine karşı zorlu mücadeleler sonunda ağır bedeller ödenerek edinilmiş en önemli haktır. Bu hak, seçilmişlere vergiyi toplayan sağ el ile gelirleri dağıtan şefkatli sol elin dengesini, adalet ve kendi vicdan terazilerinde kurmanın ağır sorumluluğunu yükleyen bir haktır. Bu nedenledir ki milletten bütçe yapma yetkisini almış olan ve bugün bu salonda bulunan milletvekilleri, egemenlik hakkını temsil ettikleri yurttaşlara karşı hiçbir zaman unutulmayacak bir mesuliyeti taşımaktadırlar.
Dolayısıyla bu çatı altında yapılan bütçe görüşmelerini sadece rakamlardan ibaret görmek, el kaldırıp indirilerek geçilecek rutin bir işlem olarak değerlendirmek milletin beklentilerine ve bu millete verdiği yetkiye açık bir istismar olarak kayıtlara geçecektir. Bugün milletiyle birlikte Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ve bu devletin ilk bütçelerini yaparak az zamanda büyük bir kalkınmayı başaran Cumhuriyet Halk Partisi’nin Genel Başkanı olarak karşınızdayım. Geçen sene bugünlerde yeni seçilmiş bir Genel Başkan olarak bu kürsüdeydim. O gün bugünden farklı olarak ana muhalefet partisi ve son seçimlerin ikinci partisiydik.
Şimdi ise milletin iradesiyle 31 Mart seçimlerinde Türkiye’nin birinci partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin Genel Başkanı olarak bu kürsüde olmanın hem gururunu hem de sorumluluğunu taşımaktayım. 1980 darbesi tanklarla bütün örgütlenmelerin, bütün siyasi partilerin, bütün sendikaların üstünden geçtiğinden beri siyaset kalesinin başarı kapısı Cumhuriyet Halk Partisi’ne kapalıydı. Biz bu kapıyı, kurucumuzdan aldığımız ilhamla ve onun mirası olan üç anahtarla; yani daha çok kadınla, gençlerle ve bilimle açtık. Kadınların ve gençlerin enerjisini, bilimin gücünü, partimizin 100 yıllık tecrübesiyle birleştirerek açtık.
Cumhuriyet Halk Partisi, devlet kuran bir partidir. Partimizin ve tüm üyelerinin devlete karşı saygısıyla, devlet çağırdığında askere koşmasıyla, vergisini vermesiyle ve devleti zor duruma düşürecek her durumda doğru yerde durmasıyla övünürüz. İlkelerimizden biri de devletçiliktir zaten. Ama ne zaman ki devleti yönetenler iktidarı şahsileştirmiş, devleti liyakatle ve adaletle yönetmek yerine kendi çıkarlarına alet etmiş, devlet ve parti ayrımını ortadan kaldırmışsa o zaman birileri devleti milletin karşısına dikmiş demektir. Eğer devlet ile millet karşı karşıya gelirse her zaman millet kazanır.
Kenan Evren, asker kökenli bir başbakan adayı işaret ettiğinde milletin onu seçmediği gibi, 15 Temmuz akşamı Atatürk’ün değil Fetullah’ın askerleri olanlara milletin göğsünü siper ettiği gibi 31 Mart seçimlerinin hikayesi de bundan ibarettir. Devleti milletin karşısına dikenler için tarih tekerrür etmiştir.
Atatürk’ün cepheden doğru haberler versin diye kurduğu Anadolu Ajansı ile 86 milyonun vergisi ile hayatına devam eden TRT’nin muhalefet kapalı, tek sesli yayın organlarına dönüştürüldüğü, kaymakamların seçim gezilerine katıldığı, valilerden il başkanı performansı beklendiği, AK Parti’nin seçim kaybettiği illerde valilerin başarısız olsun diye görevden alındığı, gözbebeği ordumuzun mensuplarından hiç yaşamadıkları ve hiç yaşamayacakları beldelerde, ilçelerde oy kullanmalarının istendiği bir dönemde devlet ile millet karşı karşıya getirilmiştir. Cumhuriyet Halk Partisi ise böyle bir ortamda yine milletle aynı tarafta durmuş, devlet ile millet yarışmış ve yine millet kazanmıştır. İçinde siyasi partilerin değil; milletin ta kendisinin olduğu, bölünmeyi, kavgayı, çatışmayı değil; birlik ve beraberliği savunan Türkiye ittifakı kazanmıştır.
Türkiye ittifakını bir araya getiren millet ile devleti yerel yönetimlerimizle buluşturan halkçı ve kamucu yönetim anlayışımızdır. Bunu genel siyasete taşıma iddia ve irademizi de samimi bulan yurttaşlarımız, ülke yönetiminden beklediğinin kalkınmacı, dayanışmacı, refah temelli bir yönetim olduğunun en güçlü mesajını yine o gece vermiştir. İşte biz nasıl ki belediyelerimizde, yerel yönetimlerde bu anlayışla kamu hizmetini götürüyor ve bu hizmetleri merkezine alan bütçelerle yurttaşlarımızın karşısına çıkıyorsak, aynı güçteki bir vizyon ve o vizyonun bütçelerini de merkezi düzeyde yapma iddiasındayız. Ama iktidar, seçmenin sandıkta verdiği mesajı almamış, bundan ders çıkarmamıştır.
İktidar, bu Meclis’e getirdiği bütçe ile yine yanlış tarafta durmakta ve yanlış tarafta durmakta ısrar ettiğini 86 milyona göstermektedir. Bu bütçe kalkınmacı değildir, bu bütçe dayanışmacı değildir, bu bütçe refah temelli değildir. Vergi toplarken adaletli değildir. Yine ve ağır vergi yükü yoksulların ve ücretlilerin sırtındadır. Hakça bölüşüm yoktur. Bütçe imkanları bu toplumun büyük bir bölümünü oluşturan yoksulların değil, zengin bir çevrenin lehine kullanılmaktadır. Siyaset öncelik belirleme işidir.
İktidar siyasi tercihinin ne olduğunu, önlerinizdeki bütçe teklifinin maddelerinde ikrar etmektedir. 31 Mart akşamı seçim sonuçlarını değerlendirdiğim konuşmamda, ‘Her türlü ayrımcılığa karşı birlik ve beraberliğimize sahip çıkıyoruz. Kibir değil tevazu kazanmıştır’ demiştim. ‘Bizim başarımız kimsenin hezimeti olmayacaktır’ demiştik. ‘Bu sonuçları, bizlere rehavete sevk edecek bir galibiyet olarak değil, seçmenin bize açtığı bir kredi olarak görüyoruz’ demiştik. Milletin sandıktaki mesajını doğru okumaya gayret ettik. Millet siyasete ‘Kavgayı bırakın, benim derdimi çözün’ dediği için anormal siyaseti normale çevirmek için mücadele verdik.
Bu sene yeni yıla girerken Türkiye’nin ikinci partisi olarak, Sayın Meclis Başkanımızı ve Meclis’te bizden sonra temsil edilen partilerin genel başkanlarını milletvekili sayılarına göre sırasıyla tek tek aradım ve yeni yıllarını tebrik ettim. O gün Genel Başkan seçildiğimde beni aramayan Sayın Erdoğan’ı aramamıştım. Yerel seçimlerden sonra 10 Nisan’da, Ramazan Bayramı’nda bu kez Türkiye’nin birinci partisi olmanın verdiği sorumlulukla, Sayın Erdoğan dahil 16 genel başkanımızı arayarak, bayramlarını kutladım.
2 Mayıs’ta Sayın Erdoğan’ı Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Genel Merkezi’nde ziyaret ettim. 11 Haziran’da kendisini partimizde ağırladık. Aynı zamanda diğer siyasi partilerin sayın genel başkalarını, sayın eş genel başkanlarını partimizde ağırladık ya da talep ettiğimiz randevularla onları genel merkezlerinde, Meclis’teki makamlarında ziyaret ettik. Yaptığım her görüşmede elbette güncel, sıcak siyasi konuları da konuştum ama ısrarla emeklilerin, asgari ücretlilerin, çiftçilerin, atanmayan öğretmenlerin, adalet bekleyenlerin sorunlarını gündeme getirdim.
Çünkü normali buydu, normal olan zaten buydu. ‘Normalleşme nedir?’ diye soranlara bir kez daha ifade edeyim. Normalleşme, siyasetin kısır kavgalarından, şahsi tartışmalarından ayrılıp sadece milletin gündemine yoğunlaşmaktır. Normalleşme, anormal siyasetin konforuna kapılarak, ülkeyi kutuplaştırıp yerini sağlamlaştırmak isteyenlere karşı milletin konforunu düşünen bir siyaseti var etmektir. Ancak iktidar bu konfordan kurtulmayı, kendi adına maliyetli gördüğü için attığı her adımda bu konuda bir samimiyet ortaya koymamıştır.
Bu Meclis’in emekliye hakkını vermek için mesai yapması normaldir ama onu konuşmayıp kavga edip bu Genel Kurul salonunun mermerlerine kan dökmek normal değildir. Bu Meclis’te emekçiler için, atanmayan öğretmenler için, kadınlar ve çocuklar için önerge verilmesi normal; bunları görmeyip, duymayıp, el kaldırıp reddetmek ise anormaldir.
Hatay’ın seçilmiş milletvekili Can Atalay’ın bugün burada oturması ve aldığı oyları veren Hatay halkını temsil etmesi normaldir ama cezaevinde bir siyasi esir gibi tutulması normal değildir. Tayfun Kahraman’ın serbest kalması, Vera’nın babasına kavuşması, gezi tutuklularının özgürlüğü hukukun gereği olduğu için normaldir. Biz 86 milyonun tamamı için karşımızda ne yapıyor diye bakmadan, bundan kim siyasi menfaat sağlıyor diye düşünmeden bütün millet için normal olanı yapmaya, talep etmeye bunun için mücadele etmeye devam ediyoruz. Biz artık hiçbir suni gündemin, hiçbir çıkar kavgasının milletin sesini bastırmasına izin vermiyoruz, bundan sonra da vermeyeceğiz.
Biz bu anlayışla yerel seçimlerden hemen sonra, bir yandan iktidarın çaresiz bıraktığı vatandaşlarımıza destek olmak için belediyelerimizde var gücümüzle çalışmaya başladık. Bir diğer yandan da mağdur olan ve hak arayan hangi kesim varsa onlara ses olmak için meydanlara çıktık.
İstanbul’da eğitim mitingi, Ankara’da emekli mitingi, Hayrabolu’da buğday, Rize’de Çay Mitingi, Gebze’de Emek, Giresun’da Fındık, Gaziantep’te Fıstık Mitingi, Manisa’da Çiftçi Mitingi, İstanbul Beşiktaş’ta teröre ve şiddete karşı Yaşam Hakkı Mitingi yaptık. Ama bugün iktidarda olanlar, bu sorunları duymaya, görmeye, konuşmaya yanaşmadılar. Adalet ve Kalkınma Partisi, 22 yıl sonra ilk kez seçim kaybetti. Ama ‘Ben neden kaybettim?’ diye düşünmek, milletin sandıktaki mesajını doğru okumak yerine anormal siyasette ısrarı tercih ettiler. Bugün milletimiz kendi menfaatini, Türkiye’nin menfaatinin üstünde gören bir iktidara ve onun adaletsiz politikalarına muhataptır.
Yerel seçimlerden bu yana tam da bu amaçla hem bize hem de millete suni gündemler dayatılmaktadır. Önce ‘yeni Anayasa’ denilerek, gerçek gündeme sis etkisi yapacak yapay bir tartışma başlatıldı. 86 milyon insan, yalnızca tek bir kişinin siyasi ikbalinin anayasal kılıfa uydurulması için meşgul edildi. Bunun için Anayasanın ilk dört maddesi bile hedef alındı, tartışmaya açılmaya çalışıldı. Bu tartışma ile vatandaşın gerçek gündemi ve gerçek sorunların üzerinde bir sis perdesi çekilmek istendi.
Bu nedenle Cumhuriyet Halk Partisi, şekerle kaplanan zehri yutmamış, millete de yutturmamıştır. Cumhuriyet Halk Partisi, mevcut anayasaya uymayanlarla anayasa masasına oturmamıştır, oturmayacaktır. İktidar bundan sonuç alamayınca millet hayat pahalılığı altında ezilirken, kadınlar, çocuklar, bebekler şiddete uğrarken, dikkatleri başka yöne çekmek için ‘İsrail bize saldıracak’ tartışmasını başlatmayı tercih ettiler. Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye’nin nasıl bir tehditle karşı karşıya olduğunun anlatılması için Meclis’te kapalı oturum talep etti. Kamuoyunun bilmediği hiçbir şeyin söylenmediği kapalı oturum ile kurmaca ortaya çıktı. Bu gündem üzerinden vatandaşın sırtına yeni vergiler yüklemeyi de amaçlayan kanun teklifi dahi geri çekildi.
Ardından ‘Türkiye’de Kürt sorunu yoktur’ diyen iktidar, ‘Öcalan gelsin, Meclis’te konuşsun, bu iş çözülsün’ diyerek başka bir tartışmayı başlatmayı tercih etti. ‘Ben yaptım, oldu’ anlayışı ile yeni bir dayatma içine girdiler. Ancak Cumhuriyet Halk Partisi, tarihsel birikimi ile Kürt sorununun çözümünün doğru tarifini Türkiye’nin önüne koymaktadır. Bu sorun demokratik, barışçıl yollarla mutlaka çözülmelidir. Önerimiz samimi, şeffaf, toplumsal mutabakata dayalı bir sürecin hiçbir aktör dışlanmadan, 86 milyonu temsil eden Meclis zemininde yürütülmesidir. Cumhuriyet Halk Partisi, aynı zamanda şehit aileleri ve gazilerin rızasının alınmadığı, onların ‘evet’ demeyeceği hiçbir sürecin de içinde olmayacağını daha ilk günden ifade etmiştir.
İktidar, hiçbir adımdan istediği sonucu elde edemediği için bu kez milletin seçme hakkını elinden alacak, Türkiye’yi yeni bir karanlığa sürükleyecek bir sürece tamah etmektedir. Sandıkta kazanılamayan belediyeler, masa başı operasyonları ile işgal edilmeye çalışılmaktadır. Türkiye’nin en büyük ilçesi Esenyurt’un Belediye Başkanımız Ahmet Özer’e bir şafak operasyonu ile FETÖvari kumpas kurulmuştur. Hiçbir suç, delil olmayan soruşturmada ve elde edilen hukuka aykırı aramadaki belgelerin hiçbir tanesi bir iddianameye temel olacak nitelikte olmadığı için bir gizli tanık üretilmiştir. 200 sanıklı davaya dört günde iddianame yazmakla övünen bir savcı, tek sanıklı davada, 40 gündür iddianame yazamamaktadır. Ardından Ovacık Belediyemize kayyum atanmıştır. 12 yıl önce savcının katıldığı bir cenaze töreninin kılıf yaparak kumpas kurulup ceza verilmiştir.
Her iki örnekte de adalet yoktur, demokrasi yoktur. FETÖ taktikleri vardır, kumpaslar vardır, uydurma deliller vardır. Bizim belediyelerimizin yanında DEM Parti belediyelerine de aynı hukuksuzluklar uygulanarak kayyumlar atanmıştır. Bugün, 31 Mart’ta halkın seçtiği 8 belediyeye siyasi hırslarına yenilen, seçim sonuçlarını tanımayan, devlet gücünü kötüye kullanan bir iktidarın işgali vardır. Yani iktidar, yine yanlış tarafta durmaktadır. Milleti karşısına almaktadır. Ama biz kötülüğe teslim olmadık, olmayacağız. Bugüne kadar iktidarın tüm oyunlarını nasıl bozduysak, millet ile birlikte bu oyunları yine yerle bir edeceğiz. Devletin karşısına diktiğinizde millet kazanmıştı, yine millet kazanacaktır. Kayyum hukuksuzlukları üzerine bu Meclis’in çatısı altında demokrasimiz açısından tarihi bir mutabakata varıldığını ise memnuniyetle kayıtlara geçirmeliyim.
Partimiz Cumhuriyet Halk Partisi, DEM Parti, İYİ Parti, Saadet Partisi, Gelecek Partisi, DEVA Partisi, Demokrat Parti, Yeniden Refah Partisi, Emek Partisi ve Türkiye İşçi Partisi kayyum düzenlemesinin kaldırılması için Meclis’e ortak bir kanun teklifi verdiler. Milliyetçi Hareket Partisi’nin de bu alanda bir düzenleme talebini dile getirmesini çok önemli bulduğumuz ifade etmek isterim. Kanun teklifine verilecek destek ya da amaca matuf yapılacak ortak bir çalışma, bu hukuksuzluğu ortadan kaldıracak ve Türkiye’nin önünü açacaktır. Artık bu demokrasi ayıbına son vermenin zamanı gelmiştir.”
“Bu siyası hazımsızlıktır”
Belediyelerimize yapılan saldırıların en ağırı şüphesiz kayyumlardır ama bununla sınırlı değildir. Milletin gönlünden düşen iktidar, belediyelerimize karşı her alanda topyekun bir saldırı başlatmıştır. Seçim gecesi, 22 yıl sonra ilk defa kaybeden Sayın Erdoğan, balkona çıkıp ‘Dik duracağız ama dikleşmeyeceğiz’ dese de milletin bu beklemediği davranışı ile dikleşmeden bir an bile durmamaktadır. Bu bir siyasi hazımsızlıktır. İktidar bu hastalığını tedavi etmek yerine kendine oy vermeyen seçmenleri cezalandırmayı, millete adeta meydan okumayı tercih etmektedir. Milletin gönlünden düşerseniz geri kazanmanın yolu çalışmaktır. Milletin gönül kapısı, kendini anlayana, çalışana, anlamaya çalışana açıktır. Ama milleti yok sayarsanız, onun kararlarına direnirseniz, gözünden düşersiniz. İşte bunun çaresi yoktur. AK Parti bu yaptıkları ile milletin gözünden düşmüştür.
Geçen hafta Tayyip Bey, ‘Cumhuriyet Halk Partisi nasıl oluyor da bu kadar oy alabiliyor, bu kadar belediye kazanabiliyor?’ demekteydi. Nasıl bu kadar belediye kazandığımızı söylerken derin bir sorgulama içinde olduğunu samimiyetle ortaya koymuştur. Haksız da değildir. Sayın Erdoğan da ölçmektedir, biz de ölçmekteyiz. Tayyip Bey’in şaşırdığı 31 Mart sonuçları değil, 31 Ekim sonuçlarıdır. Vatandaşın belediyelerimizden ortalama memnuniyeti, 7 ayın sonunda yüzde 58’e yükselmiş durumdadır. Çünkü Cumhuriyet Halk Partili belediye başkanları, iyi hizmet ediyorlar. Cumhuriyet Halk Partisi, son seçimlerin birincisi olduğu gibi Sayın Erdoğan’ın önündeki anketlerde de bizdeki anketlerde de açık farkla Türkiye’nin birinci partisidir. Sayın Erdoğan esas buna isyan etmektedir.
Bu isyanın arkasında iktidarın durduramadığı icraatlarımız vardır. 81 ilde sayısı 653’e çıkan, 2025’te bine yükseltme hedefini koyduğumuz kreşlerimiz vardır. Bu kreşler; şehit, gazi çocuklarına ücretsiz, yoksul ailelerin evlatlarına özel sektörün onda biri fiyata hizmet vermektedir. Bunu görüp o kreşleri kapatmak isteyenler suçüstü yakalanmıştır. ‘Hodri meydan’ dedik. Kadınlar, çocuklar, aileler tepki gösterince, ‘Kreşleri kapatın, yoksa gelip biz kapatırız’ diyenler gönderdikleri yazıları inkar edip, geri adım atmak zorunda kaldılar. Buradan bir kez daha söylüyorum: Biz kreş yapmaya devam edeceğiz. Gelin bir garibanın evladını o kreşlerden çıkarın da görelim.
Sayın Erdoğan’ın isyanının arkasında elbette sadece kreşler yoktur. Sayın Erdoğan’ın isyanın arkasında, yurt genelinde dört çeşit yemeği yarım çorba fiyatına sunan, sayısı 76’ya yükselen kent lokantalarımız vardır. Sayın Erdoğan’ın isyanının arkasında, sayıları 70’i bulan öğrenci yurtlarımız vardır. Çünkü iktidar Türkiye’deki öğrencilerin sadece yüzde 13’üne yetecek kadar yurt yapmıştır. Bu rakam İstanbul özelinde yüzde 2.6’dır. Yurt yapma sorumluluğu iktidardadır. Ama belediyelerimiz evlatlarımız tarikatların, cemaatlerin kucağına itilmesin diye sorumluluk almış, ellerini taşın altına koymuştur.
Sayın Erdoğan’ın isyanının arkasında ‘CHP gelirse sosyal yardımlar kesilir’ kara propagandasına karşı, belediyelerimizin sosyal yardımları tam 4.8 kat artıran şefkatli sol elleri vardır. Sayın Erdoğan’ın isyanının arkasında, üreticilere her türlü desteği veren, tarlada kalan ürünleri satın alıp yoksul vatandaşlara dağıtan belediyelerimizin hizmetleri vardır. Sayın Erdoğan’ın isyanının arkasında temelde bir düzenin sona ermiş olması vardır. Sayın Erdoğan, Ankara‘yı parsel parsel satanların, İstanbul’da helikopterle kupon arsaları bulup Arap şeyhlerine pazarlayanların, İstanbul’a ihanet edenlerin düzeninin sona ermiş olmasına isyan etmektedir.
Bugün SGK borçları tartışması adı altında yıllarca AK Partili belediyelerin yediği ve hesaplarını ödemedikleri bu yemeğin faturasını faiziyle ve bir seferde CHP’li belediyelere ödetme gayretinin girişimidir. Belediye şirketlerinin borçlarını, sözde kaynağında kesecek bir işe tenezzül edilmektedir. Cümle alem bilmektedir ki, bu gelirler kesildikten hemen sonra Plan ve Bütçe Komisyonu’na sevk edilecek bir kanun teklifi ile şirketlerin faizleri affedilecek, anapara borçları taksitlere bölünecektir. Burada yapılacak düzenlemeden belediye şirketleri yararlanamasın diye belediyelerin birikmiş, kendi döneminizde de yükseltilmiş, yüksek faizli borçları bir seferde kaynağından kesilmeye çalışılmaktadır.
Milletimiz bilsin ki, iktidarın kastettiği para, belediye işçilerinin çocuklarının rızkıdır. Kastedilen para yoksulların kent lokantasında yedigi yemek, kastedilen para kreşlerde hizmetlerimizdir. Öğrencinin bursu, garibanın sosyal yardımıdır. Yani kastedilen para, milletin parasıdır. Bugün karşımıza milletin parasını milletten kesip millete zulmetmeye çalışan bir anlayış dikilmiştir. Bizim iktidarımızın bütçesinin görüşüldüğü günlerde bırakın var olan kreşlere, yurtlara, kent lokantalarına saldırmayı bunları genel bütçeden yatırım planını alacak ve her mahalleye yayılacak bir büyük dayanışmacı ve kalkınmacı bütçeyi bu salonda hep birlikte görüşeceğiz.
Evet AK Parti yıllarca seçim kazanmış ve kazanmaya alışmıştır. Ama AK Parti’nin zaafı, alışık olmadığı, bilmediği şey seçim kaybetmektir. Kaybetmek aslında hazmetmektir. Bir sonraki seçimi kazanmak için hatayı kendinde aramaktır. Rakibine çelme çakmak, tuzak kurmak, belediye hizmet aracının tekerini geceleyin sinsice indirmek değildir. Bugün yapılan iş siyasi hazımsızlıkla millete meydan okumak, yine milletin karşısında durmaktır.
Millet bunu asla affetmeyecektir. İktidar tüm bu hukuksuzlukları hem muhalefeti sindirmek hem de ülkenin gerçek gündemini konuşturmamak için yapıyor. Ama biz gerçek gündemi konuşmaya inatla devam edeceğiz. Bugün Genel Kurul’da bütçe görüşmelerini gerçekleştiriyoruz. Ancak asgari ücretle çalışan milyonlar, yarın başlayacak Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplantısına kilitlenmiş durumdadır. Asgari ücretlilerin Avrupa Birliği ülkelerindeki toplam çalışana oranı yüzde 9’dur. Almanya’da bu oran yüzde 6‘dır. Çünkü asgari ücret, çalışanın bir yıl kıdem aldıktan sonra hızla uzaklaşması gereken bir ücrettir. Oysa ülkemizde 10 yıl önce asgari ücretle çalışanların oranı yüzde 38’ken, bugün yüzde 57’ye yükselmiştir.
Asgari ücret, kıdemle hızla uzaklaşılması gereken bir ücretken, maalesef tüm emekçileri yutmaya çalışan bir canavar haline gelmiş, asgari ücret temel ücrete dönüşmüştür. Bugün 17 bin 2 lira olan asgari ücret vatandaşın girdiği 1 Şubat gününde, açlık sınırı 16 bin 257 liraydı ve asgari ücret açlık sınırından sadece 745 lira fazlaydı. Seçimden önce ‘Asgari ücrete yılda 3-4 kez enflasyon ayarlaması yapacağız’ diyenler bir yılda bir kuruş zam yapmadılar. Bugün asgari ücretin alım gücü, verildiği güne göre 6 bin lira düşmüş, Ocak ayının 11 bin 4 lirasına gerilemiştir. Bugün asgari ücret açlık sınırının 3 bin 500 lira altındadır. Bir işçinin açlık sınırında maaş alabilmesi için 30 gün değil, ayda 40 gün çalışması gerekmektedir.
11 ay önce asgari ücret 42,5 kilo dana kıyma alırken şimdi 26 kilo almaktadır. Yapılmayan zam nedeniyle her ay 16,5 kilo kıyma asgari ücretlinin sofrasından çalınmaktadır. 11 ay önce asgari ücret 5.5 çeyrek altın alırken, bugün 3 çeyrek altın almaktadır. Hele hele iktidarınızın başına dönersek 2002’de 7 çeyrek altın alan asgari ücret şimdi 3 çeyrek altın almaktadır. Bir emekli bir sefer bir çeyrek altını cebinden düşürse, dönüp bütün gün altını arayacak durumdadır. Ama iktidarınızın 22 yılının sonunda bir emekli değil her emekli, bir kez değil her ay, bir altın değil 5.5 altın kaybetmiştir. Bir şey kaybedildiği yerde bulunur, emekliler kaybettiklerini bir sandıkta, 3 Kasım 2002 sandığında kaybettiklerini bilmekte, önlerinde bulacakları ilk sandıkta kaybettiklerini geri alacaklardır.
Diğer yandan asgari ücrete adaletli bir zam talebi, üç büyük işçi sendikalarının konfederasyonun ortak talebidir. DİSK’in, TÜRK-İŞ’in, HAK-İŞ’in söyledikleri, artık alın terinin daha fazla sömürülmemesine yöneliktir. Bugün için asgari ücretlinin gerçek enflasyonu yüzde 80’i aşmışken, yani bir asgari ücretlinin standart harcamaları bir yıl öncesine göre yüzde 80 artmışken, TÜİK enflasyonuyla bile yüzde 47’yken, işçiye yüzde 25-30 zammın makul olduğunu ifade eden insafsızlar vardır. Aç kalan asgari ücretli, bu rakamlara alıştırılmaya çalışılmaktadır. Biz bu oyuna gelmeyeceğiz. Cumhuriyet Halk Partisi’nin 2025 yılının sadece ilk yarısı için asgari ücret önerisi 30 bin liradır. Bizim asgari ücret teklifimiz 30, bunun altında yokuz demekteyiz.
Asgari ücretle ilgili 2016 yılından bugüne, yani toplumdan bu Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen dengesiz, denetimsiz sisteme bahane olan süreçten bugüne, dünyada asgari ücret ne olmuş, bugün ne olmuş diye bakarsanız: 2016’dan 2024’e kadar Euro bazında Yunanistan’da asgari ücret 693 Euro’dan 969 Euro’ya çıkmış, yüzde 41 zam almıştır. Almanya’da 8 yıllık asgari ücret zammı yüzde 42’dir. Estonya‘da asgari ücret zammı yüzde 91’dir. Savaştaki Ukrayna’da yüzde 250, asgari ücrette en çok kazanç yaşayan Moldova‘da yüzde 474’tür. Almanya gibi sistemi tam oturmuş bir ülkede yüzde 42’lik asgari ücret Euro bazında artarken, Türkiye’deki artış yüzde 6.8’dir.
Euro’nun nasıl baskılandığı düşünülürse gerçek anlamda asgari ücretin dünyada Euro bazında gerileyen tek asgari ücret olduğunu utançla ifade etmek durumundayım. Bir de yıllardır ‘Asgari ücretliyi enflasyona ezdirmedik hamdolsun’ propagandasını yapanlara soruyorum: Hangi enflasyona ezdirmediniz? 2021-2024 arası sadece son üç yılda, asgari ücretin brüt artışı yüzde 459’ken, dana etinin enflasyonu yüzde 738. Kuzu eti enflasyonu yüzde 719. İlaç enflasyonu yüzde 669, kira enflasyonu yüzde 580. Ve bu üç yıldaki karma gıda enflasyonu yüzde 509’dur. Bu durumda sizin asgari ücretliyi hangi enflasyona ezdirmediğinizi TÜİK verilerinden bulup çıkarmanızı bekliyoruz. Benim gördüğüm sadece pinpon topu vardır. Pinpon topu dışında tüm enflasyonlara emekli ezdirilmiştir.
Tabii Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçişte, her şeyin yetkilisi olan Erdoğan’ın önemli bir ekonomik tespiti vardı. ‘Faiz sebep, enflasyon sonuç’ diyordu. Birazdan eleştirilerimizi yanıtlamak üzere bu kürsüye gelecek olan Cumhurbaşkanı Yardımcımız Sayın Cevdet Yılmaz’a soruyorum: Siz hangisine katılıyorsunuz? ‘Faiz sebep, enflasyon sonuçtur’ deyip, bütün dünya enflasyonla mücadele için makul faiz artışları yaparken, inadına faizleri indirip enflasyonu bu noktaya getiren Erdoğan’a mı katılıyorsunuz? Yoksa biraz önce yanınızda oturan Mehmet Şimşek’in ‘Biz geldik bu irrasyonel işleri bıraktık, rasyonaliteye döndük’ demesine mi inanıyorsunuz? Erdoğan mı irrasyoneldir, Mehmet Şimşek mi gerçekleri çarpıtmaktadır? Buradan bu iki tezden hangisine katıldığınızı duymak hepimiz için önemlidir.
Akla ve bilime aykırı bu politika sayesinde bir yandan da seçimler yaklaşırken, tüketici güven endeksini 90’ın üzerine çıkarabilmek, piyasaya para pompalama noktasında bu parayı kredi garanti fonu üzerinden yüzde 8 faizle öyle fevkalade selektif bir şekilde, övündüğünüz bir seçicilikle yandaşlara ve zenginlere dağıttınız. Yatlar alındı, kotralar alındı. Hepiniz biliyorsunuz, her türlü lüks harcamaya gitti bu para. O para şu anda halen yüzde 8’le ödeniyor.
Aynı günlerde zor durumda kalan esnaf, esnaf kefalet kooperatifinden yüzde 9’la kredi kullandı. Taksitleri ödenirken ‘Faizler arttı arkadaşlar’ dendi. Yüzde 9’la alınan esnaf kefalet kredisi yüzde 25’le ödeniyor. Yüzde 8’le alınan kredi garanti fonu, kotra marinada duruyor, yüzde 8 ile geri ödeniyor. İşte bu yapılan büyük bir insafsızlıktır. Bu yapılan, siyaset açısından tercih belirleme işidir. Siz kotracıların, siz zenginlerin tarafındasınız, biz esnafın, gariban vatandaşın tarafındayız.
“Asgari ücret 2025 yılının ilk yarısı için 30 bin lira olmalıdır”
Esnaf demişken, seçimlerden önce meydanlara çıkıp esnafa dönüp ‘9 bin iş günü olan prim gün sayısı sorunuzu biliyorum, inşallah ilk iş 7 bin 200 güne indireceğiz’ diyen Erdoğan’ın o sözünü bir kez daha tüm esnaflar adına size hatırlatmak isterim. Asgari ücret 2025 yılının ilk yarısı için 30 bin lira olmalıdır. Fakat bu, bu parayı ödeyecek olan küçük esnafın sırtına bırakılamaz, KOBİ’lerin sırtına bırakılamaz. Bunun için bir kanun teklifimiz var. Malum, eğer asgari ücret 30 bin liraya çıkarsa SGK‘nın prim tahsilatı bir trilyon lira artacaktır.
Bu bir trilyonun dörtte birini biraz aşan bir tutarda bir teşvik sistemi getirirseniz. Yani 1-10 arası çalışanlar için çalışan başına 6 bin lira, 10-50 arası için 3 bin lira olmak üzere artan noktada azalan bir teşvik sistemiyle bu yük, küçük esnafa yük olmaktan çıkar. Asgari ücretin berberde çalışan kardeşim için 30 bin lira, onu berberde çalıştıran ustası için 24 bin lira olmasını, asgari ücretin lokantada çalışan garson için 30 bin lira, lokantayı işleten küçük esnaf için 24 bin lira olmasını ve bu paranın da devletin cebinden çıkmamasını öneriyoruz. Önerimiz meclis kayıtlarındadır, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin değerli mensuplarına emanettir.
Biz, kamu yararı yaratacak yatırımlarla canlandırıp kalkındıracağımız bir ekonomide, çalışanlar asgari ücrete mahkum olmasınlar, geçim sıkıntısı yaşamasınlar, asgari ücret temel ücret olmasın diye bir büyük mücadelenin içindeyiz. Ciddi bir hazırlığın içindeyiz. Sayın Erdoğan 2024 yılını emekliler yılı ilan etmişti. Etmez olaydı. Emekliye ilk darbe daha yılın ilk başında vuruldu. En düşük emekli maaşı 7 bin 500 lirayken 10 bin liraya çıkarıldı. TÜİK’in 2023 enflasyonu yüzde 64’ken, emekliye yüzde 33 zam yapıldı. Emekliler bu oranla, daha yılın başında enflasyona ezdirildiler. Milyonlarca emekli, altı ay boyunca 10 bin lira maaş aldı.
Yurt dışındaki temaslarımızda Türkiye’de en düşük emekli maaşının 280 Euro olduğunu söylediğimde yabancı liderler, birlikte görev yaptığımız diğer ülkelerin liderleri, yanlış telaffuz ettiğimi düşünüp 2 bin 800 diye düzeltmeye kalktılar. Dedim ki ‘Hayır 280 Euro Türkiye’de en düşük emekli maaşı.’ Bana Alman mevkidaşım ‘2 bin 800 olmasın’ diye soruyor. Aynı şey Sosyalist Enternasyonal’in bir konsey toplantısında ‘280 Euro’ya Türkiye’de emekliler geçinmek zorunda kalıyorlar’ dendiğinde simultane tercümana itiraz yapılarak dile getirildi. Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım, emeklileri geçen yılın ilk 6 ayında mahkum ettiğiniz 280 Euro emekli maaşının yabancı dile, Almanca’ya, İngilizce’ye tercümesi yoktur. Bunu yapmaya hiçbirinizin hakkı yoktur.
İkinci altı ayda ise emeklilerin en düşük emekli maaşı 12 bin 500 liraya çıkarıldı. Sadece yüzde 25 zam yapıldı. Bugün 4 milyon emekli 12 bin 500 lira alıyor. 16 milyon emeklinin ortalama maaşı ise 15 bin liradır. Bu maaşla emekli kira öderse aç kalmaktadır, karnını doyurursa sokakta kalmaktadır. 2002’de en düşük emekli maaşı 1.5 asgari ücretken, şimdi 0.7 asgari ücrettir. Asgari ücretin yüzde 70’indedir. Yani hiç dokunmasanız yılbaşında emekli maaşı 25 bin 500 lira olacaktı.
En düşük emekli maaşı 2002’de 8 çeyrek altın alırken, bugün sadece 2.5 çeyrek altın alabilmektedir. 5.5 çeyrek altın kayıptır. Şimdi emeklilerimize karşı yeni bir ihanet planının içinde olanlar var. En düşük emekli maaşının 13 bin 500 ila 15 bin lira arasında olmasını dillendirmeye kalkıyorlar. 2025 yılında da açlık sınırının altında kalsın istiyorlar. Torununa harçlık veremeyen, yılda bir kez memleketine bile gidemeyen, pazarda dağıldıktan sonra ezilmiş sebze meyveleri toplarken yüzünü kapatan emeklileri görmüyorlar. Cumhuriyet Halk Partisi olarak tartışmasız talebimiz şudur: Emekliye geçim haktır, bir asgari ücret şarttır.
Güzel ülkemiz ne yazık ki her alanda çöküş yaşıyor. Tarımda kendi kendine yetebilen 7 ülkeden bir tanesi olan Türkiye, bugün ithalata bağımlı hale gelmiştir. Mercimek, nohut, kuru fasulye bile tarihimizde ilk kez ithal edilmektedir. Çiftçi sayımız 20 yılda 2.8 milyondan, 2.3 milyona düşmüştür. 20 milyon nüfus artarken, oransal olarak 500 bin çiftçinin artması gerekirken, bırakın artmasını, 500 bin çiftçi kayıptır. 500 bin çiftçi yılmıştır, bırakmıştır. Bugün Türkiye’de çiftçilerin yaş ortalaması 58’e tırmanmıştır.
Bugün her genç dört çiftçiden üçü, ‘Gelecek sene asgari ücretle bir iş bulursam, bu işi bırakmayı düşünüyorum’ demektedir. Bugün Türkiye’de her üç çiftçiden ikisi döndüremez, borçlara sahiptir. Çünkü iktidar yıllardır çiftçinin hakkını vermemektedir. 2025 yılı için öngörülen gayrisafi milli hasıla 61 trilyondur. Kanuna göre yüzde 1’i çiftçiye verilmelidir. Bu para 615 milyar liradır. Bu kanun 2006 yılında Cumhuriyet Halk Partisi ile AK Parti’nin müşterek oylarıyla çıkmıştır.
Ama bugün getirdiğiniz bütçede bu desteklere 135 milyar lira ayrılmıştır. Yani kanun yüzde 1’ken, binde 2 reva görülmekte, çiftçiye hakkının 5’te 1’i verilmektedir. Biz Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında bütçe yaptığımızda yasalara uyan bir hukuk devletini var edecek ve çiftçilere hakları olan yüzde 1’lik desteklemeyi mutlaka vereceğiz. Uyarıyoruz, çiftçi yok sayılırsa millet aç kalır. Fiyatlar çiftçi için ucuz, tüketici için pahalıdır. Burdur’da bizzat girdiğim fasulye tarlasında, sabah kopardığımız fasulye 8 liraya satılmakta, öğleden sonra gittiğim Bursa pazarında 80 liraya satılmaktadır. Aynı fasulye o gün İstanbul’da 120 lira, Bodrum’da 200 liradır.
Çiftçimiz kan ağlarken, besicimiz de adeta can çekişmektedir. Dana etinin kilosu besiciden 345 liraya alınmakta, markette 650 liraya satılmaktadır. Sayın Erdoğan Türkiye’de kırmızı etin pahalı olduğunu fark etmiş, çare olarak da Güney Amerika’dan hayvan ithalatını bulmuştur. Bu yıl 520 baş sığır ithal edilecektir. Bu ithalatlar zaten 2010’dan beri yapılmaktadır. Bu yüzden üretici üretimden kopmakta ve sorun esas olarak buradan kaynaklanmaktadır. Üreticiye destek için kurulan Et ve Süt Kurumu’nu bir ithalat kurumuna dönüştürenleri milletimize şikayet ediyoruz. Biz Et ve Süt Kurumu‘nu gerçek işlevine kavuşturacağız. Kamuya düşen, vatandaşın sağlıklı beslenmesini ve gıdaya erişimini güven altına almaktır. Bunun için de kurumlara ve kurallara ihtiyaç vardır. İktidar o kurumları yıkmıştır, biz kurumları da kuralları da ayağa kaldırmaya kararlıyız.
Çiftçilere hakkını vermeyen iktidar, çocuklara da acımamaktadır. Ülkemizde yaklaşık 10 milyon çocuk yoksulluk içinde, 2 milyon çocuk derin yoksulluk içindedir. Bir et çeşidini günde bir kez tüketebilen çocukların oranı sadece yüzde 12’dir. Türkiye’de üç öğrenciden biri kahvaltı yapmadan okula gitmekte, beş öğrenciden biri okulda hiçbir şey yiyememektedir. Öğrencilere ücretsiz bir öğün yemek verilmesi teklifimizi, seçimlerde sahiplenip seçim sonrası vazgeçmiştiniz. Ama burada Cumhur İttifakı milletvekilleri olarak bu konuda verdiğimiz kanun teklifini de sizler reddettiniz.
Her yandaşa kaynak bulan iktidar, nedense çocuklarımızın karnını doyurmak için kaynak bulamamaktadır. Cumhuriyet Halk Partisi’nin, Türkiye İttifakı’nın ilk bütçesinde o kaynağı bulduğumuzu da, çocuklarımızı doyurduğumuzu da sizler gözlerinizle göreceksiniz. Okul kantinlerindeki fiyatlar çocuklarımızın beslenme sorununu gerçek gündemlerimizden biri olarak önümüze koymaktadır. İstanbul Yenibosna’da pazar yerinde çalışan çocuklar ‘Harçlık için çalışıyorum’ dediler bana. Simit fiyatı kantinde 20 lira, küçük su 10 lira, çay 20 lira, tost 50 lira. Öğrenci su alsa aç kalıyor, simit alsa susuz kalıyor. Hele hele bir öğrenci sabahleyin bir çay, bir simit alsa, öğlen de o tostu değil ayranla, kolayla, suyla kakıtsa toplam verdiği para 100 liradır. Ayda 2 bin 500 liradır.
Sayın Erdoğan’ı dinleyip 3 çocuk yapan babanın, su ile tost yiyen çocuğuna vereceği toplam harçlık 7 bin 500 liradır. Bugün kantinlerde veresiye defteri vardır. İktidarımızda günde 3 kap sıcak yemeği öğrencilerimize verecek bir bütçeyi bu Meclis’ten geçireceğiz. Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı eğer buradan bir talimatınız olursa, Cumhuriyet Halk Partili belediyeler bölgelerindeki, hatta yakınlarındaki tüm okullarda öğrencilere sıcak yemek vermek ve ücretsiz sağlıklı su vermek için göreve hazırdır. Sadece buradan bir talimatınızı bekliyoruz. Bunu yapmak isteyen belediyelerimizin okul kapılarında engellendiğini de milletimize şikayet etmek isterim.
Çocuklara gelecek kuramayan iktidar, gençlere de umut verememektedir. Tüm dünyada NEET kavramı ile ifade edilen ev gençleri vardır. Bu gençler ne eğitimde, ne istihdamdadırlar. Buna Avrupa çok dertlenmektedir; Almanya bu sorun ile çalkalanmaktadır. Almanya’da ne işte, ne eğitimde olan genç oranı yüzde 6’dır. Avrupa’nın kara kara tasalandığı oran yüzde 9’dur. Türkiye’de bu oran yüzde 25’tir. Dört gençten bir tanesi ne eğitimdedir, ne istihdamdadır. Bugün her dört gençten üçü ‘İmkanım olsa yurtdışında yaşamak isterim’ demektedir. Deyim yerindeyse gençlerimizin yüzde 75’i valizleri kafada toplamış durumdadır.
Meclisimizde bazı Sayın Genel Başkanlarımız farklı beka sorunları tarif etmektedir. Şöyle demektediler: Dünyanın gelişmiş ülkeleri üzerimizde hesap yapıyorlar, hayal kuruyorlar. Kursunlar. Bu beka sorununu 100 yıl önce nasıl bertaraf ettiysek, onu bertaraf etmek, bu ülkenin toprakları üzerinde hesap yapanlara haddini bildirmek boynumuzun borcudur. Ama esas beka sorunu gelişmiş ülkelerin bu topraklarda hayal kurması değil, bu ülkenin evlatlarını dörtte üçünün gelişmiş ülkelerde hayal kurmasıdır. İktidarımızda bu ülkenin her görüşten gençlerine Anadolu’da ve Trakya’da hayal kurdurmayı taahhüt ediyoruz, söz veriyoruz.
Öyle bir adaletsiz düzenin içindeyiz ki artık toplumun canına tak etmiştir. Vergide adaletsizlik, bunun doruk noktasıdır. 2025 bütçesi olarak getirdiğiniz bütçede, dolaylı vergilerin oranı yüzde 65’tir. Dolaylı vergiler dünyanın en adaletsiz vergisidir. Zengin ve fakir ayırt etmeyen vergi türüdür. Fabrikatör ile o fabrikada çalışan işçinin, bekçinin mandıraya gidip peynire aynı vergiyi vermesidir. Türkiye’nin en pahalı jeepine binen ile 30 yıllık yorgun bir traktörü sürenin mazota aynı vergiyi vermesidir. Bu oran yüzde 65’tir. Vergilerin yüzde 20’si de kesinti yoluyla maaş alanların eline bile değmeden kesilmektedir. Gerçekten para kazananlardan alınması planlanan vergi, bu bütçede yüzde 14,5’tir. Gerçekleşmelerin ise yüzde 11’lerde olduğunu geçen seneden tecrübe etmiş durumdayız.
Türkiye’nin kaynaklarını emen, hükümetin övündüğü projelerin müteahhidi 44 firmanın 37’si geçen sene hiç vergi vermemiştir. Matrahsız beyannameler bu 37 şirkete aittir. ‘Kırk haramiler’ elini cebine atmamakta ama devlet elini çalışanların, mavi, beyaz, gri yakalıların ceplerinden çıkarmamaktadır. Bu vergi düzeni yoksulu ezen, zengini kollayan bir düzendir. Yine bu bütçede 701 milyar liralık kurumlar vergisi istisnası getirilmektedir. ‘Kaynak, kaynak, kaynak’ diyorsunuz. Sadece beşte biri etkin teşvike giden, beşte dördü birilerinin cebinde kalan yerde aradığınız kaynağı bulabilirsiniz. Biz yaptığımız bütçelerde, yapacağımız etki analizleriyle doğru teşvikleri devam ettirip kalkınacağız, yanlış yapılanları ise doğru alanlara kaydırıp hep birlikte büyüyecek ve zenginleşeceğiz.
Konuşmamın başında Cumhuriyet’in ilk bütçesine atıf yapıp 1924’te Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk bütçesinin görüşmelerini hatırlatmıştım. Maliye Vekili Abdülhalik Bey kürsüden şu açıklamayı yapmıştı: ‘Halkı ezen aşar vergisini hızla kaldıracağız.’ Daha bir yıl olmadan sözlerini tuttular. Üreticinin ürettiğinden onda birini alan aşar vergisini kaldırdılar.
Bugün aşar vergisini kaldırmış bu Meclis’in 100’üncü yılında öyle adaletsiz bir vergi sistemi vardır ki 12 maaş alan beyaz yakalıların 3 ila 4 maaş kadar vergi ödediklerini biliyoruz. 33 bin lira maaş alan bir çalışan, yıl boyunca 3 net maaşını vergi vermektedir. 66 bin lira maaş alan yani yoksulluk sınırında maaş alan bir beyaz yakalı, 4 maaşını vergiye veriyor. Eskiden beyaz yakalılar, ‘Maaşım bu kadar ama 16 maaş alacağım’ derken, bugün 12 maaş alan beyaz yakalı, maaşının 4 tanesini de vergiye vermektedir. Bu Meclis aşarı kaldırmıştır ama çalışanlar Erdoğan’ın aşırı vergisine muhataptırlar. Eskiden 16 maaş alanlar 8 maaşa çalışmakta, 4 maaşlarını Erdoğan’ın aşar vergisine ödemektedirler. Bu vergiye isyan ediyoruz.
Diğer yandan da kaynak dediğimizde kaynak bulamayanlar, kanunda görev kanunun çıktığı günden beri tam 18 yıldır, 2006’dan beri Sayın Erdoğan’da; bir dönem Sayın Binali Yıldırım’da; son 7 yıldır yine Sayın Erdoğan’da olduğu halde vergi cennetlerinin listesini bir türlü yayınlamamaktadır. Oysa kanun açıktır; vergi cennetleri bellidir. Yarın sabah eğer Resmi Gazete’de vergi cennetleri yayınlanırsa o cennetlere giden ve gelen paradan yüzde 30 vergi alınacaktır. Bermuda’ya, Lüksemburg’a, Virjin Adaları’na, Man Adaları’na, Cayman’a, Seyşeller’e kim para gönderiyorsa 18 yıldır kayırdığınız odur. Siz yapmıyorsunuz. İktidarımızın ilk üç kararnamesinde; bakanları atadıktan, üst düzey devlet yetkililerini atadıktan sonra çıkacak ilk kararnamede bu listeyi yayınlayacağız, sizinkileri vergiye bağlayacağız.
İktidar hem alacağı vergiyi almıyor, hem de yoksulluklardan adaletsizce toplanan vergiyi birilerinin cebine aktarıyor. ‘Vatandaşın cebinden bir kuruş çıkmayacak’ dediğiniz kamu – özel işbirliklerine; köprülere, otoyollara, tünellere maalesef bu bütçede 204 milyar lira yatırdınız. ‘Bunların hiçbirine bir kuruş çıkmıyor’ diyenler, onların yerinde yeller esiyor. Yerine oturanlar 204 milyar lira bu yıl için, 3 yıl için 678 milyar lirayı ayırmışlardır. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak asla bu yatırımlara karşı değiliz. Alasını yapacağız, daniskasını yapacağız ama bunu birilerini zengin etmek için bu modelle yapmayacağız.
Siz değil misiniz 10 bin liralık emekli maaşını 12 bin 500 liraya getirirken öfleyen, pöfleyen? 33 milyar lirayı zor bulanlar, vergi ödemeyen yandaşlarına 204 milyar lira kaynak ayırmışlar. Bir diğer yandan da bunlara ödeme yaparken dolar bazında, euro bazında, kendi ülkelerinin enflasyonu da etkilenerek, bir seferde. Ama Çayırhan’daki termik santral; 20 yıl birileri işletmiş, dünyanın parasını kazanmış. Bir mucize olmuş, kesilen altın yumurtlayan tavuk dirilmiş. Bizim küsmese geri gelmiş, ‘Bir daha keselim’ diyorsunuz.
Onu verdiğiniz kişiye kömürü veriyorsunuz, onu verdiğiniz kişiye santrali veriyorsunuz, alım garantisini veriyorsunuz, ‘Parayı öderken TL öde, altı taksitte öde’ diyorsunuz. Utanmasaydınız, bir de üstüne kırmızı fiyonk yapaydınız. Kime veriyorsunuz Çayırhan’ı, kimin malını kime veriyorsunuz? Bu yüzden şu kadarını söyleyeyim ki bu projelerde hem Türk lirasına döneceğiz iktidarımızın ilk gününde. Hukuk gözetilerek buraya kamu yararı gözüyle yeniden bakacağız. Bu kısmı Selin Hanım yazdı. Eğitimli hanımefendi, utanmış diyememiş. Kamulaştıracağız, kamulaştıracağız, kamulaştıracağız.
Ekonomide durum kötüyken, yönetimden ne beklenir? Elbette tasarrufa kendisinden başlaması. Yaptınız bir Tasarruf Genelgesi. Genelgeye göre araçlar sınırlanacak, pek çok sınırlama gelecekti. Bir örneğe değineyim. Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım, 120 bin araca yazı yazdınız; ‘İhtiyaç fazlalarını belirleyin, kiralamayın, geri kalanı da satın’ diye. Belirlenen ihtiyaç fazlası bin araç arkadaşlar, bin araç. 120 bin araçtan 119 bini lazım, bini ihtiyaç fazlası. Bu bin araç daha elden çıkarılmadan bu bütçeye 3 bin 544 yeni araç satın alımı konulmuş durumdadır.
Yani sizler o araçlarla, o uçaklarla, o şatafatlarla devam eder ve tasarruf etmezken Devlet Su İşleri’nden emekli Mithat Amca, bankadan emekli Emel Teyze, asgari ücretli kardeşim Muammer, babadan kalan maaşla idare etmeye çalışan Leyla kardeşim boş buzdolabına bakacak, akşam pazarında ezik ürünler toplayacak. Böyle adalet olmaz. İktidar, tasarrufu yoksuldan ve işçilerden yapıyor. 2 bin 500 engelli öğretmeni atamıyorlar. ‘Tasarruf ettik’ diye övünüyorlar. Zaten iktidarın derdi halka refah sağlamak da değil. Öyle olsaydı Varlık Fonu’na kamu bankalarını, sigorta şirketlerini, limanları, Türk Hava Yolları’nı devredip, sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan Varlık Fonu’nun başına kendisini atayıp, ondan sonra da Varlık Fonu’nu Sayıştay denetiminden çıkarmazdınız. Biz geldiğimizde Sayıştay, Varlık Fonu başta olmak üzere denetimden kaçırılan tüm kurumları denetleyecektir.
Ekonomik kriz derinleşirken iktidar, ülkeyi herkes için güvensiz hale getirdi. Bugün çocuklarımız güvende değil. Yapılan araştırmalarda toplumun yüzde 86’sı çocukların güvende olmadığını söylüyor. Henüz 8’inde bir kız çocuğu, Narin kaybolduktan 19 gün sonra derede bir çuval içinde taşların altında bulundu. ‘Dicle’nin kenarında bir koyunu kurt kapsa sorumlusu benim’ diyen bir kamu yönetim anlayışından geliyoruz. Hz. Ömer’den vasiyettir. 8 yaşında bir kız çocuğunu koruyamadık, katillerini tespit edemedik ama bütün köyün bildiği, ‘O köyde dostlarımız var konuşamam’ diyen milletvekilinizin bildiğini savcılar bilemiyor, bulamıyor. Araştırmalara göre 2 buçuk yılda 64 çocuk Narin gibi yaşamını yitirmiştir.”
“Bu ülkede kadın ve bebekler güvende değil”
Bugün çocukların ve gençlerin karşı karşıya kaldığı bir diğer büyük tehdit ise hepimizin bildiği gibi uyuşturucudur. Emniyetin resmi raporlarına göre 2023’te ele geçirilen kristal denilen metamfetamin miktarı 2019’a oranla yüzde 2 bin artmıştır. Uyuşturucu ne yazık ki okul önlerine kadar inmiştir. Anneler babalar iktidar olsun muhalefet olsun gördüğü her milletvekiline, ulaştığı her siyasetçiye ‘Evlatlarımızı bu beladan kurtarın, uzak tutun’ diye feryat etmektedir. Zaman zaman birbirini çekemeyen sayın Erdoğan’ın sevgisini paylaşamayan halef-selef iki bakanı dört yılda yüzde 2 bin artan uyuşturucu miktarının sorumluluğunu paylaşmaya davet ediyorum. Uyuşturucu kullanımındaki bu artışın sebepleri araştırılmalıdır. Ama yapılan araştırmaların pek çoğunda alkoldeki astronomik ve adı konmamış düşmanca uygulanan, yaşam tarzı vergisinin yüksekliğinin de etkili olduğuna dikkat çekmek istiyorum.
Çocuklar gibi kadınlar da güvende değildir. OECD’ye göre kadına karşı şiddette Avrupa’ya göre maalesef birinci sıradayız. Neredeyse dört kadından biri şiddete maruz kalıyor. Kadınların yüzde 70’i geceleyin sokaklarda güvende yürüyemediklerini söylüyorlar. Ve bu iktidar emeklilere, emekçilere, madencilere, esnafa, çiftçiye verdiği sözleri tutamamıştır. Depremzedelere ‘Bir yılda 650 bin konut yapacağız’ diye seçime iki gün kala ‘Bir yıl sonra hepiniz evlerinize kavuşacaksınız’ deyip iki yıl dolarken sadece yüzde 25, 4 depremzededen 3’ü, örneğin Hatay’da sadece yüzde 12’si.
Dört depremzededen üçü konteynırda, dört depremzededen üçü çadırda ya da gurbettedir Türkiye’de. Hatay’da ise evine kavuşanların oranı sadece yüzde 12’dir. Hiçbir söz tutulmamıştır. Ama bir tek söz tutulmuş, tutulmaya devam edilmiştir. Sadece HÜDA-PAR’a verdiğiniz İstanbul Sözleşmesi’ne dönmeme sözü ısrarla tutulmaktadır. Cumhuriyet Halk Partisi’nin ilk iktidar haftasında İstanbul Sözleşmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yeniden kanunlaşacaktır.
Bu ülkede bebekler de güvende değil. En az 12 yeni doğan yavrumuz ihmalin, denetimsizliğin, para için gözü dönmüşlüğün kurbanı oldu. 19 ay önce bilinen ama bebekler ölmeye devam ederken tedbir alınmayan bir ihmalden bahsediyoruz. Bugün bir kamu görevlisinin dahi ifadesi alınmıyor. Mahkemelerde adeta bir tiyatro oynanıyor. Sistem biliyor ki, sarı öküzü verirsem ucu bize kadar geliyor. Bugün yeni doğanları öldüren, bilmediğimiz yeni doğanların ölümüne sebep olmuş olan, ya da herhangi birimizin yakınlarını, büyüklerini yoğun bakımlarda telef eden sistem, bu iktidarın sağlığı ticarileştiren, denetimsizleştiren sistemidir.
Bu sistemde özel hastaneler ruhsatlar almakta, bonservisler gibi ruhsatlar almakta. İnanabiliyor musunuz, sadece yeni doğan ünitesini istediği birine kiralamakta, o kirayı çıkarmak isteyenler çeteleşmekte, kendi aralarında paslaşmakta, devleti soymakta, bebekleri öldürmektedirler. Sağlığı ticarileştiren, bu vicdansızlığın bu denetimsizliğin hepinizin yüreğini yaktığını biliyorum. Susuyorsunuz, susuyorsunuz ama hepimiz gerçek sorumluları biliyoruz. Sarı öküzü bırakın, vicdanınıza sarılın.
Dış politika üzerinde ciddiyetle durmamız gereken, Türkiye’nin ana meselelerinden bir tanesi. Ülkemizin ve partimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün tüm dünyada bilinen ‘Yurtta barış, dünyada barış’ sözünü hatırlamanın tam da zamanı. Atatürk’ün dış politikada bize nasıl bir miras bıraktığını biliyoruz. ‘Yurtta barış, cihanda barış’ vizyonunu bıraktı. Komşularla iyi ilişkiler bıraktı. Devam eden yıllarda hem Cumhuriyet Halk Partisi hükümetleri ve diğer pek çok hükümet bu vizyona uygun hareket etti. Komşuların iç tartışmalardan uzak durdu. Komşudaki devlet dışı unsurlarla muhatap olmadı. Komşunun toprak bütünlüğünü savundu.
Ancak AK Parti iktidarları, bunun tam tersini yaptı. Dış politikada kurumlar dışlandı, bu parlamento dışlandı. En önemlisi Dışişleri Bakanlığı kadrolarıyla, birikimi ve geleneğiyle dışlandı. Kıbrıs Barış Harekatı sırasında dönemin Başbakan Yardımcısı Erbakan 18 Temmuz günü dönemin Başbakanı Bülent Ecevit 20 Temmuz günü harekat hakkında ilk bilgilendirmeyi kapalı oturumda bu salonda yaptılar. Oysa Suriye’de olan bu kadar olay karşısında parlamento tamamen görmezden gelindi. Suriye’deki maceracı yaklaşım, 2011 yılından itibaren vatandaşlarımızın canına kasteden büyük bir güvenlik tehdidini yarattı. Ve bizi büyük bir göç sorunuyla karşı karşıya bıraktı. Türkiye’nin ödediği maliyeti görmezden gelemeyiz. 13 yılda hiçbir şey olmamış gibi tüm hataların bedelini halkımız ödememiş gibi Aylan bebekler ölmemiş, Ege’de boğulmamış gibi hareket edemeyiz.
Öncelikle geçmişteki hatalardan ders almalıyız, maceracı dış politika yaklaşımından hızla uzaklaşmalıyız. Komşumuz Suriye’yi senelerdir otoriterlikle yöneten Esad dün devrildi. Tıpkı Irak’ta, tıpkı Libya’da olduğu gibi. Atatürk’ün bir tek adam rejimi değil, otoriter bir rejim değil de bizlere demokratik bir cumhuriyet bırakmasının, her ne kadar yıpratılsa, aşındırılsa da ayakta olan kurumları ve kurallarıyla bir demokrasiyi bize emanet etmiş olmasının önemini bir kez daha hatırlamakta fayda var. Yanı başımızda bir ülke paramparça hale geldi. Her parça bir başka küresel gücün elinde oyuncak olma riskiyle karşı karşıya.
Şimdi artık Suriye’de daha fazla kan dökülmeden iç savaşı kesin bir şekilde sonlandırmanın, tüm Suriyelileri temsil eden bir geçiş hükümeti kurmanın zamanıdır. Suriye’de şimdi yaraları sarmanın, demokrasiyi inşa etmenin, insanca bir rejim kurmanın zamanıdır. Biz Suriye halkı için iyi olanın yanındayız. Biz Suriye’nin komşularını, bölgedeki uluslararası aktörleri, iç savaşın bitirilmesine katkı vermeye, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne dayalı, tüm Suriye’yi temsil edecek demokratik bir rejimin kurulmasına yardımcı olmaya çağırıyoruz.
Biz Türkiye’de ana muhalefet partisiyiz, yurt dışına çıktığımızda Türkiye’nin partisiyiz. Temsil edildiğimiz tüm uluslararası kuruluşlarda, kurumlarda Türkiye’nin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin, Azerbaycan’ın haklarını savunduk, savunmaya devam ediyoruz. Biz doğruya ‘doğru’, yanlışa ‘yanlış’ diyen bir noktadayız. Örneğin Rusya – Ukrayna ile ilişkilerinde taraf olunmayıp denge politikası izlenmesini doğru bulduğumuzu her platformda ifade ettik. Suriye ile ilgili dünden beri yapılan açıklamalarda, Suriye’nin toprak bütünlüğüne yapılan vurgu, demokratik ve özgür seçimler noktasındaki sağduyulu açıklamaları dikkatle takip ediyoruz. Bizim de iktidara çağrımızdır.
Türkiye, Suriye’ye maceracılıktan uzak, fetih heveslerinden uzak bir pozisyondan, barışçıl bir pencereden bakmalıdır. Türkiye’nin Suriye politikası, siyasi propagandaların malzemesi olmayacak kadar önemlidir. Trollerin akıl dışı heyecanları olabilir. Sözde yorumcular, sözde uzmanlar, sırtında yumurta küfesi taşımayanlar macera peşinde koşabilirler. Ancak devlet, ciddi olmak zorundadır; soğukkanlı olmak zorundadır. Suriye’de demokratik, kapsayıcı, hukukun üstünlüğüne dayalı bir rejimden yana olmayan kesimlerden uzak durulmalı, terör ve şiddetin son bulması için çözümler üretilmelidir.
Ülkemizdeki Suriyelilerin evlerine dönmelerine yardımcı olacak kapsamlı bir geri dönüş programı hazırlanmalıdır. Bugün ülkemizdeki sığınmacılar, meydanlarda sevinç gösterilerinde bulunuyorlar. Bu sevinç, dönüş sevinci ise buna iştirak ediyoruz. Ancak iktidarın bir an önce yanıtlaması gereken; ‘Meydanlarımızda gösteri yapan bu kadar sığınmacının nasıl gönderileceği?’ sorusudur. Bizim Suriye’ye dair önceliğimiz; oradaki askerlerimizin güvenliği, Türkiye’nin ve yurttaşlarımızın güvenliği, Türkiye’nin çıkarları ve huzurudur.
Ne kimsenin maşası olmayı kabul ederiz, ne de başka memleketlerde yangına maşa ile müdahaleyi doğru buluruz. Cumhuriyet Halk Partisi, Suriye’nin toprak bütünlüğünden yanadır; demokrasi, barış ve istikrar ortamından yanadır; Suriye halkından ve iradesinden yanadır. Aksi halde yanı başımızda istikrarsızlık üretecek, Afganistan gibi bir yapıyla yaşama riskimiz ortadadır. Böyle bir ülkeye Türkiye’deki Suriyeliler dönmeyecektir. Aksine Türkiye, yeni göç dalgalarına da maruz kalabilecektir.
Buradan Türkiye’nin birinci partisinin genel başkanı olarak, Avrupa’ya da sesleniyorum. Cumhuriyet Halk Partisi ilk seçimlerde iktidar olacaktır ve Cumhuriyet Halk Partisi yalnızca sınır komşularıyla değil, Avrupayla da iyi ilişkiler içinde olmayı istemektedir. Cumhuriyet Halk Partisi, yurttaşların esenliğini ve güvenliğini sizden gelecek hiçbir teklife değişmeyecektir, hakkaniyetli olmayan hiçbir pazarlığa oturmayacaktır. İktidarımızda Türkiye komşularının yanında duracak hem de Avrupa sisteminin parçası olduğunu ısrarla savunacaktır. Türkiye, doğu ile batı arasındaki barışçıl köprüdür, öyle olmalıdır.
Kurucumuzun gösterdiği hedef, milletimizi muasır medeniyetler seviyesine ulaşmasıdır. Onun işaret ettiği yerde güçlü parlamentolar, hukukun üstünlüğü, mütevazi liderler, zengin halklar, kişi başına 45 – 50 – 55 bin dolar milli gelirler vardır. Birilerinin gözünü diktiği tarafta ise zengin liderler, fakir halklar, kişi başına 4 bin 500 dolar milli gelir var. Bizim rotamız Atatürk’ün koyduğu hedeftir, çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmaktır, Avrupa Birliği’dir. 32’si Avrupa’da, toplam 81 siyasi partinin üyesi olduğu, Başkan Yardımcısı olduğum Sosyalist Enternasyonel; partimizin Avrupa Birliği üyeliği mücadelesine tam desteğini açıklamış, 85 siyasi parti bu konuda imza atmıştır.
Biz söylediğimiz sözlerin vatandaşa ne etki oluşturduğunu ölçtüğümüz gibi milletin beklentilerini de ölçüyoruz. Bu kürsüye çıkmadan önce halka ‘Bütçe yapma yetkisi doğrudan sizde olsa bu parayı nereye ayırırdınız?’ diye sorduk. Yüzde 37’si tarıma önem vereceğini, yüzde 28,5’i eğitime para harcanacağını, yüzde 19’u sanayiye ve savunma sanayiine, yüzde 14,2’si sağlığa, yüzde 1,7’si çevreye, yüzde 0,3’ü de Diyanet’e para harcayacağını ifade etmiştir. Halkımız tarımı, sağlığı, eğitimi öncelerken; iktidar ise faizi, garanti ödemelerini ve vergi alınmayan zenginleri öncelemektedir. İşte önümüze konulan bütçenin rakamları bunlardır.
Bütçe geliri 12,8 trilyon, gideri 14,7, açık 1,9 trilyon liradır. Ve hükümetin bu bütçeye koyduğu faiz gideri 1,9 trilyon liradır. Uygulanan akıl dışı politikalarla bütçemiz faize rehin verilmiştir. Vatandaş boşuna mı ‘En önemli sorunum ekonomi’ diyor? Cebindeki 200 lira basıldığı ilk gün, tedavüle girdiği ilk gün 1 Ocak 2019’da 132 Dolar alıyordu. Bugün en büyük banknotumuz 6 Dolar etmiyor. 200 lira 2009’da 76 litre benzin alıyordu, bugün 5 litre almıyor. 4.5 litre benzin alıyor. 76 litre, 4.5 litre. 200 lira 2009’da 500 ekmek alıyorken, bugün 20 ekmek alıyor. Bugün PTT’nin sattığı posta pulu 175 lira. Ancak en büyük banknotla bir tane pul alınabiliyor. Paramız pul olmuştur.
“Bu bütçe zenginlerin bütçesidir”
Ve gelelim bütçenin kimin için hazırlandığına. Bu bütçe kimin bütçesi biliyor musunuz? Bu bütçe maaşları asgari ücretle eşitlensin diye 66 milyar bulunamayan emeklilerin değil, 701 milyar lira vergisi silinen zenginlerin bütçesidir. Bu bütçe atanmayan öğretmenler için kaynak yaratma bütçesi değil, ihalelere servet transfer etme bütçesidir. Bu bütçe sözde tasarruf yapmak için bir öğün yemek verilmeyen yoksul öğrencilerin değil, lüks araçların yanı sıra artık uçaklardan konvoy yapanların bütçesidir. Bu bütçe açlık sınırının altında maaşla geçinen emeklinin, asgari ücretlinin değil, bugüne kadar Kur Korumalı Mevduat’tan 1.8 trilyon lira ödenenlerin bütçesidir. Bu bütçe staj ve çıraklık mağdurlarının, emeklilikte adalet isteyenlerin değil, kamuda 3-4 kıyak maaş alanların, yönetim kurulu üyeliği kapanların bütçesidir.
Bu bütçe hakkı olan desteği alamadığı için ürünü tarlada kalanların, ürününü yola dökenlerin değil, adrese teslim ihaleler verilenlerin, teşviklerle semirtilenlerin bütçesidir. Bu bütçe ekmek parası için yerin yüzlerce metre altında ter döken madencilerin değil, ‘Madencilerin fıtratında ölüm var’ diyenlerin bütçesidir. Bu bütçe yoksulluk nedeniyle derme çatma bir barakada yanarak ölen beş kardeşin değil, ‘Yoksulluğa isyan etmeyin, sabredin’ derken lüks makam arabalarından sıra sıra dizenlerin bütçesidir. Bu bütçe depremzedelerin bütçesi değil, rezerv alan uygulamasıyla rant peşinde koşanların, tevazunun değil kibrin ve şatafatın bütçesidir.
Millet 31 Mart seçimlerinde Türkiye’de bir iktidar değişim sürecini başlatmıştır. İktidara düşen, milletin iradesine saygı duymaktır. Saygı duymamanın iktidara da, millete de hiçbir faydası yoktur. Bu yanlış yoldan bir an önce dönülmeli, kayyum atayarak, hukuktan uzaklaşarak, yoksulları ezerek bu ülkeye daha fazla zarar verilmemelidir. Bu ülkenin insanına daha fazla yazık edilmemeli, Türkiye hızla hukuka dönmeli, adalet hakim kılınmalı, Meclis’in seçilmiş bir milletvekili daha fazla hapiste tutulmamalı, gençler konuşmalı, itiraz edebilmeli, kayırmacılığa son verilmeli, mülakat derhal kaldırılmalı, eğitimde bilim esas alınıp her ne kadar ihtiyaç varsa o kadar öğretmen atanmalı, emekli, asgari ücretli, memur artık hakkını almalıdır.
Demokratik bir ülkede iktidardan bunları yapması beklenir. Ama bu iktidar, ilk seçimde tecelli edecek milletin kararına hukuk dışı yöntemlerle direnmeyi amaçlamaktadır. Bu şahsi beka direnişi tarihin hiçbir döneminde başarılı olmamıştır, bundan sonra da olmayacaktır. Bu yüzden artık sandık milletin önüne konulmalıdır, kararı halk vermelidir. Kararı millet vermelidir. Bu millete daha fazla zulüm edilmemelidir. Biz bunları yapmaya geliyoruz. Gülmeyen yüzleri güldürmeye, doymayan karınları doyurmaya, olmayan adaleti getirmeye, eşitliği getirmeye geliyoruz. Bu ülkeyi ayağa kaldırmaya geliyoruz. Yüzyıl önce olduğu gibi yine kurtarmaya, yine halkın iktidarını kurmaya geliyoruz. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.”