Almanya’dan Türkiye’ye “Kuzeydoğu Suriye” Uyarısı

Ankara’da gerçekleştirdiği temaslar sonrası açıklamada bulunan Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, özellikle Kürtlerin güvenliğinin Suriye’nin geleceği açısından kritik olduğunu vurguladı.

Kobani’nin IŞİD’e karşı verilen mücadelenin sembolü haline geldiğini belirten Annalena Baerbock, “Kobani, sadece Kürtler için değil, tüm dünya için IŞİD terörüne karşı direnişin simgesine dönüştü. Kürtler, uluslararası Anti-IŞİD Koalisyonu ile birlikte hareket ederek sadece Suriye’yi değil, aynı zamanda Avrupa’nın güvenliğini de savundu” dedi.

Baerbock Türkiye ziyareti öncesinde Suriyeli Kürtlerle ilgili art arda mesajlar vermiş, Suriye için 8 maddelik bir plan hazırladıklarını belirtmişti.

Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, cuma günü Türkiye’ye gerçekleştirdiği ziyarette Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın’ın ardından Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile bir araya geldi.

Dışişleri Bakanlığında basına kapalı gerçekleşen görüşme sonrasında ortak basın toplantısı düzenlenmezken, Baerbok Almanya’nın Ankara Büyükelçiliğinde Alman basın mensuplarına açıklamalarda bulundu. Baerbock, “Suriye’de Esad rejiminin çöküşünün ardından halk ilk kez yıllar sonra nefes alabildi, ancak sevinç yerini yeniden kaygıya bıraktı” dedi.

Bakan, özellikle Kürtlerin güvenliğinin Suriye’nin geleceği açısından kritik olduğunu vurgularken, Türkiye ile Kürtler arasında olası çatışmaların bölgedeki durumu daha da kötüleştireceğini belirtti.

Baerbock açıklamasında, Kobani’nin IŞİD’e karşı verilen mücadelenin sembolü haline geldiğini belirterek, “Kobani, sadece Kürtler için değil, tüm dünya için IŞİD terörüne karşı direnişin simgesine dönüştü. Kürtler, uluslararası Anti-IŞİD Koalisyonu ile birlikte hareket ederek sadece Suriye’yi değil, aynı zamanda Avrupa’nın güvenliğini de savundu” diye konuştu.

Türkiye’nin meşru güvenlik kaygılarını anladıklarını söyleyen Baerbock, “Türkiye’nin terörizme karşı duyduğu kaygı, meşru bir endişedir. Ankara’da Ekim ayında yaşanan ölümcül saldırı, bu tehlikenin ne kadar somut olduğunu bir kez daha göstermiştir. Ancak Kuzeydoğu Suriye’den Türkiye’ye yönelik bir tehdit olmamalıdır. Güvenlik politikalarımızı bu çerçevede ele alıyoruz” dedi.

Bakan, terör örgütü IŞİD’in yeniden güç kazanmasının Türkiye, Suriye ve Avrupa için büyük bir tehdit oluşturacağına dikkat çekerek, “Türkiye’nin ve Suriye’nin diğer komşularının güvenliği, Suriye’nin toprak bütünlüğü korunarak sağlanmalıdır. Bu kapsamda, silahlı milislerin silahsızlandırılması ve gelecekteki ulusal güvenlik yapısına entegre edilmesi önemlidir. Bu adım, sadece bölge ülkelerinin değil, uluslararası toplumun güvenlik çıkarlarına da hizmet edecektir” diye konuştu. Baerbock, uluslararası toplumun, Suriye’nin güvenliği ve istikrarı için birlikte hareket etmesinin önemini vurguladı.

Hakan Fidan’dan YPG açıklaması

Türk Dışişleri Bakanlığı kaynaklarına göre Fidan, Alman mevkidaşına “PKK/YPG’nin Suriye’deki Kürtleri temsil ettiği anlayışının yanlış olduğunu, PKK/YPG ve DEAŞ gibi terör örgütlerinin Suriye’deki durumu suistimal etmesine asla müsaade edilemeyeceğini, PKK/YPG’nin silahlarını bırakması ve kendisini lağvetmesinin şart olduğunu, Suriye’nin egemenliği ve toprak bütünlüğünün Suriye’deki PKK/YPG dahil tüm terörist unsurların temizlenmesiyle muhafaza edilebileceğini” vurguladı.

Fidan’ın Baerbock’a “Tüm müttefiklerimizden Türkiye’nin güvenlik kaygılarına saygı göstermesini bekliyoruz” mesajı verdiği ve Suriye’nin yeniden inşası için yapıcı bir yaklaşım ile uluslararası toplumdan destek beklentisini ilettiği bildirildi.

Baerbock Türkiye ziyareti öncesinde Suriyeli Kürtlerle ilgili art arda mesajlar vermiş, Türkiye’ye hareket etmeden önce yaptığı açıklamada “Şam, Halep ve Humus’da binlerce insan katil Beşar Esad kaçtıktan sonra sokaklarda dans ederken Kobani’deki insanlar ilk rahatlamadan sonra yine nefeslerini tuttular. Yeni bir şiddetten korkuyorlar. Bu da bize şunu gösteriyor: Daha barışa çok var. Suriye’nin geleceği hala pamuk ipliğine bağlı” demişti. Suriye için 8 maddelik bir plan hazırladıklarını belirten Baerbock, Suriye’nin kendi içinde tüm grupları kapsayan bir diyalog süreci başlatması gerektiğini vurgulamıştı.

Yeşiller partili politikacı Çarşamba günü de Federal Meclis’te yaptığı konuşmada, Ankara’ya Kürtlerin Suriye’deki kalıcı barış sürecinden dışlanmaması çağrısı yapmış, Türkiye’deki temaslarında bu konuyu “çok, çok açık bir şekilde” gündeme getireceğini belirtmişti.

Baerbock Salı günü de sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada “Kobani, Kürtlerin IŞİD’e karşı cesur savaşlarının sembolüdür. Kan dökülmeye devam edilmesi, insanların 14 yıl sonra yaşaması gereken son şeydir. Suriye’nin toprak bütünlüğünün ve barış umudunun korunmasında Türkiye’nin de sorumluluğu bulunmaktadır” ifadelerini paylaşmıştı.

Dışişleri kaynakları, Fidan’ın Baerbock ile görüşmesinde “DEAŞ’lıların bulunduğu kampların ve cezaevlerinin idaresi için alternatifler geliştirilmesi gerektiğini, üçüncü ülkelerin Suriye’de bulunan DEAŞ tutuklusu ve bunların ailesi olan vatandaşlarını geri kabul etmesi gerektiğini” de kaydettiğini aktardı.

Açıklamaya göre Türkiye-AB ilişkilerinin yeniden canlandırılması için AB içinde Almanya’nın öncü bir rol oynamasını beklediklerini belirten Fidan, “İsrail’in Gazze’de uyguladığı soykırıma son verilmesi gerektiğini, Gazze’de acil ateşkes ilan edilmesi ve insani yardımların kesintisiz ulaştırılması için uluslararası toplumun ortak çaba göstermesi gerektiğini” de kaydetti.

Fidan, “Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki barış sürecinin başarıyla sonuçlanması açısından tarihi bir fırsat yakalandığını” belirterek üçüncü tarafların adil ve tarafsız şekilde bu süreci teşvik etmeleri gerektiğini ifade etti.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Kara Delikler Ve Karanlık Enerjinin Gizemi: Birbirleriyle Bağlantılı Olabilir Mi?

Bilim insanları, evrenin hızlı genişlemesini açıklamak için karanlık enerjiye güvenirken, evrenin hızlı genişlemesinin nedeni veya nedenleri kozmolojideki en büyük sorulardan biri olmaya devam ediyor.

Haber Merkezi / Yeni bir teori, şu ana kadar konuya ilişkin teorilere meydan okuyor: Kara delikler karanlık enerjinin kaynağı olabilir mi ?

Araştırmalar, kara deliklerin “kozmolojik olarak eşleşmiş” olabileceğini, yani kara deliklerin büyümelerinin doğrudan evrenin genişlemesine bağlı olduğunu öne sürüyor. Daha basit bir ifadeyle, evren büyüdükçe kara delikler de büyüyor. Bu bağlantı her iki yönde de kabul edilebilir: kara deliklerin genişlemesi evrenin büyümesini aktif olarak yönlendirebilir.

Bu teori, ilk olarak 1960’larda kara delik fiziğinin erken dönem çalışmaları sırasında öne sürülen fikirlere dayanmaktadır: Kara deliklerin karanlık enerji ürettiğini ileri sürülmektedir. Bir kara delik bir yıldız veya yıldızlararası madde gibi bir madde tükettiğinde, yalnızca yoğun kütle çekim etkileri üretmekle kalmaz, aynı zamanda karanlık enerjinin oluşmasına da katkıda bulunur.

Bilim insanları, be teoriyi test etmek için evrenin boyutunu çeşitli zaman noktalarında haritalayan Karanlık Enerji Spektroskopik Aleti’nden (DESI) gelen verileri analiz ettiler. Bilim insanları ardından, bu bilgiyi evrendeki bilinen yıldız oluşumu oranlarıyla birleştirerek, kara deliklerin büyümesinin evrenin genişlemesiyle uyumlu olup olmadığını değerlendirmek için bir model oluşturdular.

Sonuçlar, kara delik büyümesi ile kozmik genişleme arasında çarpıcı bir ilişki olduğunu ortaya koydu ve karanlık enerjinin yıldızların ve geride bıraktıkları kara deliklerin yaşam döngüsüyle bağlantılı olabileceğini düşündürdü.

Kara delikler gerçekten karanlık enerji üretiyorsa, bu kozmolojideki birkaç kalıcı soruyu çözebilir. Birincisi, uzun zamandır genel görelilik teorisi için bir sorun olan kara deliklerin merkezlerindeki tekilliklere (sonsuz yoğunluk noktaları) olan ihtiyacı ortadan kaldırabilir. Ek olarak, evrenin ivmesinin keşfinden beri bir gizem olan karanlık enerjinin kökenine dair bir açıklama sunar.

Teori ayrıca evrenin genişleme oranının ölçümlerindeki bir tutarsızlık olan Hubble gerginliğine de ışık tutuyor. Galaksilere dayalı gözlemler megaparsek başına saniyede 72,8 kilometrelik bir genişleme oranı verirken, Büyük Patlama’nın artçı ışıması olan kozmik mikrodalga arka planından (CMB) gelen veriler megaparsek başına saniyede 67,4 kilometrelik daha yavaş bir oran öneriyor, bu değerler birbiriyle örtüşmüyor.

Ancak, karanlık enerji kara deliklerden kaynaklanıyorsa, CMB’den çıkarılan genişleme oranı megaparsek başına saniyede 70 kilometreye yakın bir değere kayacak ve galaksi tabanlı ölçümlerle daha yakın bir uyum sağlayacaktır. Bu düzenleme, çelişkili verileri uzlaştırabilir.

Bilim insanları, şimdi daha fazla kanıt toplamaya odaklanarak, karanlık enerjili kara deliklerin var olup olmadığını ve evreni nasıl etkilediklerini belirlemeyi amaçlıyor.

Kara deliklerin karanlık enerji için fabrikalar olarak hizmet edebileceği fikri, keşfedilmemiş topraklara atılmış cesur bir adımdır. Çoğu şey teorik olarak kalsa da, yeni teori hem evrenin genişlemesini hem de onu yönlendiren gizemli güçleri anlamanın yeni yollarına kapı aralıyor.

Kara delikler evrenin en büyük gizemlerinden birini çözmenin anahtarı olabilir mi? Bunu ancak zaman ve daha fazla araştırma gösterecek.

Paylaşın

Uluslararası Af Örgütü, Lübnan Hizbullahı’nı Savaş Suçu İşlemekle Suçladı

Uluslararası Af Örgütü, Lübnan Hizbullahı’nın uluslararası hukuku ihlal ettiği belirtildi. Af Örgütü’nün konuya ilişkin hazırladığı rapor, bölgede kaydedilen video ve fotoğrafların analizine dayanıyor.

Uluslararası Af Örgütü Almanya Genel Sekreteri Julia Duchrow, çatışmalarda sivillerin ve sivil yapıların hedef alınamayacağını ve korunması gerektiğini vurgularken, “Sivil yerleşim bölgelerinde veya bu bölgelere yakın alanlarda yapım özellikleri gereği hedef belirleyemeyen silahların kullanımı, insancıl hukukun açık bir ihlalidir” ifadelerini kullandı.

Uluslararası Af Örgütü tarafından Berlin’de yapılan açıklamada, Lübnan Hizbullahı’nın uluslararası hukuku ihlal ettiği belirtildi.

Açıklamada, “belgelerle ortaya konan üç ayrı roket saldırısının savaş suçu kapsamında soruşturulması gerektiği” ifade edilirken, Ekim ayında gerçekleşen söz konusu üç saldırıda sekiz sivilin hayatını kaybettiği ve en az 16 kişinin yaralandığı bildirildi.

Uluslararası Af Örgütü, Hizbullah’ın, uluslararası insancıl hukukun sivillerle silahlı güçler arasında ayrım yapma ilkesini ihlal ettiğine vurgu yaparken, yayınladığı videolarla, Hizbullah’ın çok sayıda sivilin bulunduğu bölgelere defaten düşük hassasiyetli silahlarla saldırılar düzenlediğine ilişkin görüntüleri paylaştı.

Söz konusu roket saldırıları, 29 ve 31 Ekim tarihlerinde gerçekleşti. Af Örgütü, 29 Ekim’de İsrail’in kuzeyine yapılan saldırıda, İsrail vatandaşı 23 yaşındaki bir Filistinlinin hayatını kaybettiğini açıkladı. Açıklamaya göre 31 Ekim’deki saldırıda ise iki ayrı bölgede Hizbullah roketleriyle yedisi sivil olmak üzere toplam sekiz kişi öldü. Ölenler arasında dört Taylandlı tarım işçisinin de bulunduğu ifade edildi.

Uluslararası Af Örgütü Almanya Genel Sekreteri Julia Duchrow, çatışmalarda sivillerin ve sivil yapıların hedef alınamayacağını ve korunması gerektiğini vurgularken, “Sivil yerleşim bölgelerinde veya bu bölgelere yakın alanlarda yapım özellikleri gereği hedef belirleyemeyen silahların kullanımı, insancıl hukukun açık bir ihlalidir” ifadelerini kullandı.

Uluslararası Af Örgütü’nün konuya ilişkin hazırladığı rapor, bölgede kaydedilen video ve fotoğrafların analizine dayanıyor.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Süper Lig: Fenerbahçe’den Zirve Yolunda Puan Kaybı

Süper Lig’in 17. hafta açılış maçında Eyüpspor ile Fenerbahçe, Recep Tayyip Erdoğan Stadyumu’nda karşı karşıya geldi. Hakem Emre Kargın’ın yönettiği karşılaşma, 1 – 1 eşitlikle sona erdi.

Haber Merkezi / Eyüpspor’un golünü 26. dakikada Ahmed Kutucu, Fenerbahçe’nin golünü ise 45+4. dakikada En-Nesyri kaydetti.

Fenerbahçe, bu beraberlik ile puanını 36’ya Eyüpspor ise 27’ye yükseltti.

26. dakikada Caner Erkin’in ortasında ceza yayına yakın bir noktadan Mame Thiam’ın pasında Ahmed Kutucu’nun ceza yayı içinden gelişine vuruşunda meşin yuvarlak filelerle buluştu. 1-0

45+4. dakikada sol taraftan topla çıkan Kostic’in içeri çevirdiği topta En-Nesyri’nin ceza sahası içerisinde dokunuşunda meşin yuvarlak uzak kale direği dibinden filelerle buluştu. 1-1

Ayrıntılar geliyor…

Paylaşın

DEM Partili Temelli’den “Suriyeliler” Açıklaması: Büyük Kısmı Dönmeyecek

Suriye’de yaşanan gelişmelere ilişkin konuşan DEM Partili Sezai Temelli, “Herkes mülteciler geri gidecek sanıyor yeni bir mülteci krizi kapıda. Eğer çatışma devam ediyorsa, demokratikleşememiş bir Suriye varsa, cihatçı politikalara destek veriyorsanız hiç şüpheniz olmasın mülteci krizi kapınızdadır. Buradaki mültecilerin çok büyük bir kısmı gitmeyecek” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkanvekili Sezai Temelli, TBMM Genel Kurulunun 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu kapanış oturumunda konuşma yaptı. Temelli, şunları söyledi:

“Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Türkiye halklarını, kadınları, emekçileri, gençleri ve çocukları selamlıyorum. Onların barış içinde yaşayacakları bir ülke için bugün cezaevinde bedel ödeyen siyasi tutsak yoldaşlarımı, sürgündeki arkadaşlarımı selamlıyorum. Maalesef iki gazeteci katledildi. Nazım Daştan ve Cihan Bilgin. Kınıyorum, lanetliyorum. Artık bunlara bir son verin. Bu savaşa, bu katliama bir son verin. Bu SİHA’ları, İHA’ları durdurun. Yine bugün Êzidilerin Ezi Bayramı. Bayramlarını kutluyorum. Bu vesileyle Şengal’de katledilen ve soykırıma uğrayan Êzidi halkına da selam ve saygılarımı iletiyorum.

Bütçe süreci çok yoğun bir süreç. Birçok arkadaşımızın emeği var. En çok da idari personelin var. Burada sabahtan akşama kadar, bazen günde 15 saate kadar çıkan mesaiyle emeklerini esirgemeyen bütün emekçilere teşekkürü borç biliyorum. Bütçe deyince bütçe hakkı, bütçe hakkı deyince de aklımıza gelen ilk şey Magna Carta. Tam 913 yıl olmuş. 913 yıl önce saraya ve krala karşı verilen mücadele sonucunda bütçe hakkı elde edilmiştir. Burada bütçe tarihi anlatmayacağım ama size ironik bir şey söyleyeceğim. Bu bütçe hakkını tekrardan saraya kaptırdık. Ama herkes emin olsun ki o hakkı yeniden alacağız.

Bütçe hakkı önemli. Çünkü birçok eşiğin temelini oluşturuyor. Bütçenin öyle bir gücü var. Bu gücün farkında olmak lazım. Sayın Erdoğan bunun farkında. O gücü kapmış, kendi lehine ve yandaşlarına çok güzel kullanıyor. Ama o güç halkın çıkarlarına ve yararlarına kullanılmalıdır. Nedir her şeyden önce bütçe hakkı? Bütçe, telafi edici bir güce sahiptir. Toplumdaki eşitsizliklerin, toplumda yaşanan sorunların ve krizlerin ortadan kaldırılması için bütçe işte tam da orada gücünü gösterir. Ekonomik istikrar için bütçe. Evet, gerçekten böyle bir gücü vardır bütçenin. Ekonomik büyüme yolculuğunu belirleyen bir güce sahiptir bütçe. Eşitlikçi bir toplum yaratma gücüne sahiptir.

Makro bir şeydir ama tüm mikro yaşamlara değen bir güçtür. Demokrasiyi bütçesiz düşünmemiz mümkün değildir. Bir ülkenin demokratikleşmede kat ettiği yol da onun bütçe yapım süreçlerinde aslında ortaya çıkar. Oraya baktığınızda anlarsınız bu ülke ne kadar demokratikleşmiş, ne kadar demokratikleşmemiş? Nasıl bütçe yapıyorsak o kadar demokratikleşmişizdir. O zaman bugün buraya bakıp demokratik bir ülkeden söz edebilir misiniz? Salt şekil sathını sağlayan bir bütçe maratonuna bakıp bütçe yaptığınızı söyleyebilir misiniz? Bütçeyi yaptılar, getirdiler, şeklini tamamladılar ve şimdi alıp götürecekler. Dolayısıyla demokrasi ve bütçe ilişkisine baktığımızda hiç de umut vadeden bir durum göremiyoruz.

Hukuk devleti ve adalet mekanizması da bütçeyle ilişkilidir. Bu bütçeye baktığınızda adalet adına ne görüyorsunuz? Adalet Bakanlığının cezaevleri yatırımlarını görüyorsunuz. Yani bir toplumu nasıl topyekün tutsak edeceğini düşünen anlayışı görüyorsunuz. O tecrit anlayışı şimdi cezaevi cezaevi tüm topluma yayılıyor. Oysa bir bütçe gerçek anlamda olsaydı, bütçenin gücünü gerçekten bütçeye yansıtabilseydik, o zaman cezaevi yatırımlarını değil toplumsal suçla mücadelenin nasıl sağlanacağını konuşurduk. Ama biz bunu konuştuk mu? Yok. Anayasal güvence, anayasal bütçe. Bu anlamda da bütçe önemli. Anayasası olmayan devletler var. Evet, anayasa şart değil. Bazen bir cümle olabilir, bazen hiç olmayabilir. Önemli olan toplumsal mutabakatı nasıl sağladığınızdır.

Ama bütçesiz devlet olmaz, bütçesiz toplum olmaz. Bütçe yoksa toplum yoktur zaten. Bütçe bu denli önemli bir şey, önemli bir güç. Peki, 2025 Bütçesi nasıl bir bütçe? Her şeyden önce istikrarlı bir bütçe. Neyin istikrarı? 23 yıldır aynı bütçeleri yapma istikrarı. Bu konuda inanılmaz istikrarlısınız. Ekonomide istikrar yok, hiçbir yerde istikrar yok ama sizin bütçe yapım süreciniz istikrarlı. Neoliberal akla, muhafazakar akla sımsıkı bağlısınız ve en sonunda neofaşist bir yere kadar geldiniz. Dolaysıyla faşizmin ekonomisi, faşizmin bütçesi için bundan dahi iyi bir örnek görmeniz mümkün değil.

Nasıl bir bütçe? Militer bir bütçe. AKP döneminde, en iyi hesaplara göre 1 trilyon dolar, yanlış duymadınız, 1 trilyon dolar bu güvenlikçi anlayışa ve savaş sanayisine ayrıldı. Yine 40 yılı aşkın süredir Türkiye ekonomisinden 4 trilyon dolar üzerinde bir kaynağın buraya ayrıldığını biliyoruz. Bu sene de 47 milyar dolar ayırdınız sadece bütçeden. Bütçe dışı fonları da kattığınızda bu rakam 60 milyar dolara çıkıyor.

Nasıl bir bütçeniz var? Miyop. Evet, bütçeniz miyop. Ne uzağı görebiliyor ne de zamanında ileriye bakabiliyor. Sadece kendi durduğu yere bakıyor ve bütün yaşamın orada şekillendiğini kabul ediyor. Kalkınma planı yapıyorsunuz, kalkınma planına uymayan bütçeler yapıyorsunuz. Sayın Cevdet Yılmaz bu anlamda çok yoruluyor. Hem kalkınma planı hem orta vadeli program hem bütçe yapıyor. Fakat bir sorun var ki bunlar birbirine uymuyor. Sanırsınız ki üç Cevdet Yılmaz var, üç farklı iş yapıyor. Bari bunları uyumlu hale getirin. Destek istiyorsanız hazırız.

Peki, nasıl bir bütçe? Şirket bütçesi. Şirket aklıyla yapıyorsunuz. Oysa sosyal devlet dediğinizde bütçeye bakarsınız. Orada sosyal çıkmış yerine şirket girmiş. Daha önce Cumhurbaşkanı da söylemişti. Devleti A.Ş. gibi yönetmek demişti ve sözünde duruyor. Dolayısıyla bir şirket bütçesi var ve içinde sosyal yok. Nasıl bir bütçenizin olduğunu çok iyi açıklıyor. Finansmanında da bunu görüyorsunuz. Örneğin Hazine ve Maliye Bakanı burada, ‘Cumhuriyet döneminin bütçelerinden ve ekonomisinden ayrıldık’ dedi. Ne yaptınız? Cumhuriyet dönemi boyunca cumhuriyet 4.5 büyümüş, şimdi 5.4 büyümüş. Devasa bir fark, 0,9 puan fark yaratmışsınız. Ne pahasına yaratmışsınız peki? Özelleştirme. Bu ülkenin varını yokunu sattınız. 75 milyarı sattınız. Devasa borçlandınız. Ne pahasına? Topladığınız acımasız vergiler pahasına. Bütün bu bedellere karşılık 0,9 fark yaratmışsınız, bununla da övünüyorsunuz. Bu farkı da nasıl yarattığınıza dönüp baktığımızda hep Allah’ın lütfuyla yarattınız. Orada da acı bir tarih ve hikaye var.

Bugün kur-faiz sarmalından kurtulamamış bir ekonomi var. Cari açık var, bütçe açığı var, tasarruf açığı var. Önce kur korumalı mevduatla yama yapmayı denediniz, tutmadı. Hazine ve Maliye Bakanı değiştirdiğiniz. Şimdi Carry Trade ile yama yapacaksınız. Size üzücü haberi vereyim, o da olmayacak. Taşıma suyla değirmen dönmez. Dönse de bir süre döner sonra aslında daha büyük felaketlerin, daha büyük krizlerin oluşumuna neden olur.

Evet, Türkiye’nin borcu çok az. Bununla övündü Hazine ve Maliye Bakanı. “Bazı ülkelerin borçluluk oranı yüzde 245. Biz de çok düşük” dedi. Bu övünülecek bir şey olsa övünelim. O örnek gösterdiğiniz ülkelerde enflasyon yüzde 5’in altında. O örnek gösterdiğiniz ülkelerde işsizlik yüzde 5’in altında, yaşam standardı bize tur bindirir. Ama siz diyorsunuz ki bizim borcumuz az. Neden borcunuz az biliyor musunuz? Sermayeyi fonladığınız için borcunuz az, halkın yararını düşündüğünüz için değil. Valla biz o kadar borca razıyız, yeter ki bu kadar enflasyon olmasın, bu kadar borçlanma olmasın, bu krizler olmasın. Dolayısıyla işlediğiniz suçları bir de marifetmiş gibi gelip burada anlatmanız kabul edilebilir değil.

Bu sabah Merkez Bankası bir kez daha enflasyon tahminini değiştirdi. Yukarıya doğru. Politika iflas etmiş ama öngörü yok, tahmin yok, hesap yok! Yine yükseliyor enflasyon. Asgari ücret görüşmeleri ya da kamu emekçilerinin zamlarının belirleneceği veya emeklilere verilecek maaşların belirleneceği sırada TÜİK eliyle enflasyonu düşürmeyi başarıyordunuz. Ama bu kez onu da yapamıyorsunuz. Yani durum felaket. Bu 22 yılda, temenni metnini geçmeyen ama bir türlü de bu temennilerin hayata geçmediği 23 bütçe geride bıraktık.

Dolayısıyla 2025 yılında bizi bekleyen şey yine krizdir. Ama bu kriz sadece ekonomiden kaynaklanmıyor, ciddi bir öngörü sorunundan kaynaklanıyor. Hem ekonomide hem siyasette bunu çok net görmemiz mümkün. ‘Türkiye Yüzyılı” denen bir kavram var, çok kullanıyorsunuz, çok seviyorsunuz. Bu kavramı ne zaman ilk defa kullandınız hatırlıyor musunuz? Çözüm Sürecinde. O yıllarda Türkiye’nin 2. yüzyılının projeksiyonunu yapıyordunuz. Barış umudu yükselmişti, müzakere vardı, İmralı’nın kapıları açıktı ama tecrit devam ediyordu, bunun da altını çizelim.

O yıllarda Türkiye Yüzyılı nasıl olacak diye konuşurken, kişi başına gelirin 25 bin dolar olacağını söylüyordunuz. ‘Gayri Safi Yurtiçi Hasılamız böyle olacak’, ‘enflasyon böyle olacak’. İnanılmaz bir fotoğraf ortaya koyuyordunuz. Masayı devirdiniz, şimdi geldiğiniz noktada 12 bin 500 dolar seviyesinde kişi başına gelir. Aslında baskıladığınız dövizden dolayı orada. Dövizi baskılamasanız şu anda kişi başı gelir 9 bin dolardır. Evet, 9 bin dolar. Dolayısıyla sadece temenni metni değil mesele, aslında çarpık bir öngörü ve bir hesapsızlık burada kendini gösteriyor.

“Yapısal sorunları çözmek zorundasınız”

Sadece ekonomiden kaynaklanmıyor bu, ortada bir siyasi kriz var. Siyasi kriz ile ekonomik krizin birbiri üzerindeki etkisi bunu bu hale getiriyor. Siyasi krizin temelinde bulunan birçok sorun dile getirilebilir, ancak en belirginlerinden bir tanesi de yönetim krizi. Bir yönetememe haliyle karşı karşıyayız. Ciddi yapısal sorunları var ülkenin. Geçen yüzyıla ‘Türkiye Yüzyılı’ diyemememizin nedeni, o yapısal sorunları çözememiş olmamızdır. Yani geride bırakılan yüzyıl Türkiye Yüzyılı olamamıştır. Yeni yüzyıla bir umut yüklüyorsunuz, Türkiye Yüzyılı olsun diyorsunuz, olsun. Ancak olması için yapısal sorunları çözmek zorundasınız. Nedir o? Kürt meselesidir. Nedir o?

Cumhuriyetin demokratikleşmesidir. Nedir o? Yoksulluğun yeniden üretimine son verilmesidir. Yani yoksullukla mücadeledir. Peki, siz ne yapıyorsunuz? Oligarşinin tunç yasasını çalıştırmaya devam ediyorsunuz. Bürokratik, siyasi ve iktisadi oligarşi ayakta. Bütün yaşamı bu oligarşik akıl belirlemeye devam ediyor. Burada bir ittifak var. Bu bir suni ittifak. Bu suni ittifak, bu yapay ittifak -ki yapay zekaya da sorabilirsiniz- dağılmaya mahkum. Bu yapay ittifak dağılmadığı sürece de bu yapısal sorunları çözme şansınız yok. Bütçe yaparak, plan yaparak çözemezsiniz. Siyasete bu müdahale yapılmadığı sürece, bu krizleri çözmemiz mümkün değil. Kim yapacak bu müdahaleyi? Tabii ki halk yapacak. Yani bu oligarşik akılla ittifak yapanlar ve oligarşik aklın içine kendini yerleştirenler bu çözümü üretemezler.

Bugün Türkiye’de artı değer üzerinden baktığımızda aşırı bir sömürü var ve bir sömürgeci akıl var. Dolayısıyla hem Kürt meselesinin çözümsüzlüğü hem Cumhuriyetin demokratikleşememesi hem yoksullukla mücadele edemememizin nedeni işte bu sömürü ve sömürge aklıdır. Bu çoklu kriz ortamından çıkmanın yolu da her şeyden önce bu yapısal meselelere gerçekten çözüm üretmekten geçiyor. Kamusal tercihleri dikkate alan ve bunları bütçelere yansıtan bir yaklaşımdan bakmalıyız. Toplumsal barışın sağlanmasında kilit rolün burada olduğuna inanıyoruz.

Hep toplumsal barıştan bahsederken, sanki Kürt halkı ile Türk halkı kavgaya tutuşmuş gibi bir mesele anlatılıyor. Hayır! Türkiye’de Kürt halkı ile Türk halkı arasında bir kavga yok. Suriye’de de yok, Irak’ta da yok. Dünyanın hiçbir yerinde yok. Ama iktidarların toplumla kavgası var. Kendi kavgalarını işte bu toplumsal barışı dinamitleyerek saklamaya çalışıyorlar. Çünkü iktidarlar halklara yabancı. Kürt halkı ile Türk halkının ortak vatanda ortak kaderinde, ortak geleceğinde bir sorun yok ama sizin zihinlerinizde ciddi bir sorun var. Bu sorunu mutlaka aşacağız, bundan da kuşkunuz olmasın.

Sayın Cevdet Yılmaz, konuşmanızı dikkatle dinledim. Meclis’te bir bütçe sunumu yapıyordunuz ve verdiğiniz ilk müjde neydi? “Kırmızı Kitap’ı yeniliyoruz”. Yahu Kırmızı Kitap bir MGK aklı, bir darbe aklıdır! 60 darbesini yapanların aklıdır. 12 Mart muhtırasının aklıdır. 12 Eylül’ün aklıdır. Neden bunu yeniliyorsunuz? Bunu kaldırıp atın ki toplum kendi mutabakatı üzerinden anayasasını ve bütçesini yapabilsin. Kırmızı Kitap’ı salladığınız sürece tahditli demokrasinin, kusurlu demokrasinin ötesine geçemezsiniz. Zaten geçmek de istemiyorsunuz.

Seçim Kanunundan yakındınız. Daraltılmış bölgeyi istiyorsunuz. Yani buradaki temsiliyet sizi rahatsız ediyor. Daraltmak istiyorsunuz temsiliyeti. Kenan Evren, ‘İki buçuk parti yeter’ diyordu. Siz ‘iki parti yeter’ demeye kadar gideceksiniz. Bu temsiliyet krizini, temsiliyet alanları açarak aşmak yerine temsiliyeti daraltarak açmak istiyorsunuz. Siyasi Partiler Kanunu. Demokratikleşmiş, kendi iç yapısını demokratikleştirmiş bir siyasi partiye tahammülüz yok. Eş başkanlığa tahammülünüz yok. Belediye eş başkanlarımızı suçlamanızın nedeni bu. Yani kadın temsiliyetinin eşit şekilde sağlandığı yapılara bile tahammülünüz yok. Aslında yaşama tahammülünüz yok. Anayasadan, anayasa yapmaktan bahsediyorsunuz. Yolu böyle temizlerseniz, o yolun sonunda anayasa yapmazsınız, yapamazsınız. O yolun sonunda başka bir yere gidersiniz ki dilim el vermiyor söylemeye.

Neden böyle oluyor? Evet, oligarşi böyle çalışıyor. Ama küresel ekonomi-politiğe baktığınızda bunun nedenlerini de anlamak mümkün. Üçüncü Dünya Savaşından bahsediyoruz. Çok önceden bu konu dile getirilmişti ki hatta 99 yılında Sayın Öcalan bunu dile getirmişti. ‘Üçüncü Dünya Savaşı kapımızda, büyük risk var’ demişti. Bütün Ortadoğu halkları için ve özellikle Türkiye için ne kadar önemli riskler barındırdığını dile getirmişti. İki kutuplu dünyadan çıktığımız andan itibaren aslında yeni bir dünyanın kendi savaş algoritması oluşmaya başlamıştı. Kutupsuz dünyanın ızdırabıdır bu.

Kutupsuz dünyanın ızdırabında emperyal ilişkiler, yeni dünya düzenini belirlerken kutupsuz kaldı. Kutup lazımdı, bir kutup buldular. O uluslararası kurumlar, uluslararası bürokrasi bir kutup buldu: Terör. Kavram setine terörü yerleştirdiler ve ABD, özellikle Afganistan’dan başlayıp Suriye’ye kadar NATO’yla bütün ülkelerin jandarması oldu. Çünkü bir düşman lazım, çatışma lazım. Kavram setinin içine geldiler terörü yerleştirdiler ve dünya bu kavramı kullanarak aslında geride bıraktığımız onlarca yılı heba etti.

Bunun bedeline en çok da Ortadoğu halkları ödedi. Çünkü Ortadoğu halklarının hepsi terörist ilan edildi. Yoksulların dillerinin ve dinlerinin buluştuğu Ortadoğu coğrafyası adeta ‘Teröristan’a döndü. İnsan bu sözü Ortadoğu’ya söyleyebilir mi? Bütün bu kutsallığın topraklarına dönüp ‘Teröristan’ diyebilir misiniz hiç? Dememeniz lazım. Çünkü siz daldınız o kavram setinin içine, aynı terör kavramını yerleştirdiniz. Terör aşağı, terör yukarı… Sonra da stratejik özerklikten bahsediyorsunuz. Sizinki stratejik özerklik olmaz, sizinki savrulma olur. Bir gün NATO’da, bir gün G7’de, bir gün G20’de, bir gün G8’desiniz. Bir gün Dünya Bankası, bir gün IMF habire dolaşıyorsunuz.

Dolaştığınız bütün bu mekanların kodları değişse de hepsi kapitalist modernitenin bürokrasisidir. O bürokrasinin Ortadoğu’ya biçtiği rol bellidir. Ortadoğu’ya biçilen o rolün içinde mi olacaksınız, yoksa Ortadoğu halklarının yanında mı olacaksınız? Türkiye’nin geleceği mi sizin için önemli, yoksa emperyalistlerin geleceği mi? Türkiye’nin ve Ortadoğu halklarının geleceği mi önemli, yoksa bugün stratejik özerklik olarak önümüze gelen ama aslında IMEC Projesinin hayata geçmesi için araçsallaştırılmış bir dış politika mı önemli? Dış politika deyince bu güncelleme aklımıza geliyor.

Son günlerin moda deyimi, İngilizcesini de söyleyeyim kayda geçsin. Çünkü burada İngilizce söylendi ve söylendiğinde de nedense mikrofon kesilmedi. Update, yani güncelleme. Güncelleme mi istiyorsunuz, tamam güncelleyelim. İç ve dış politikayı güncelleyelim. O zaman dönüp bölgeye bir daha bakalım. Nasıl güncelleyeceğiz? Kavram setimizden bu terörü çıkaralım bir kere. Rojava gerçekliğine dönüp bakalım. Rojava halklarının oradaki seküler yaşamının, oradaki var ettiği demokrasinin sadece bizim için değil bütün Ortadoğu için ne kadar kıymetli olduğunu anlamaya çalışalım. Buradan başlayalım. Bu yeni kavram setidir, yeni bir politik hattır.

Bu hepimiz için iyi olandır. Çünkü hiç kimse bizim için iyi olanı ajandasına yapıp da kalkıp Ortadoğu’ya gelmez. Geliyorsa bilin ki orada hepimiz için bir kötülük vardır. Şimdi bu kötülüğü sonlandırmanın zamanıdır. Samimiyseniz, o zaman doğru yerden başlamanız lazım. Bugün doğru yer Rojava’dır. Rojava’ya kalkıp onların ajandasından bakarsanız, ‘IMEC’i kaçırdık bari inşaat sektörüyle gidelim Suriye’yi yeniden yapılandıralım’ derseniz, o tuzağa düşersiniz. O tuzağa düştüğünüz yerde de aslında sizi büyük riskler bekliyor. Kapınızdaki bu büyük riskler nedir? Savaştır. Savaş kaçınılmazdır.

“Biz öyle zihnini batıya teslim etmiş bir parti değiliz”

Afganistan’da savaş çıktığında, Ruslar Afganistan’ı işgal ettiğinde yazılan makalelere bakın. Daha o gün Suriye yazılıyordu. Kimse tınlamadı. Daha ilk Afganistan işgali sırasında Suriye üzerine makaleler yazılmaya başlanmıştı. Yahu bunları izleyin ya da izleyemiyorsanız bizi dinleyin. En azından bir olumlu adım atarsınız. Çünkü biz izliyoruz. Çünkü biz Ortadoğu halkıyız, biz Ortadoğu partisiyiz. Biz öyle zihnini batıya teslim etmiş bir parti değiliz. O yüzden izlemek, müdahale etmek zorundayız. Bütün bunların gelip yansıdığı yer tabii ki Türkiye. Gabrial Garci Marquez’in ‘Yüzyıllık Yalnızlık’ adlı romanı meşhurdur. Bizim için bir roman yazılsaydı, adı ‘Yüzyıllık Yıpranmışlık’ olurdu.

Çok yıprandık, her yapımızla yıprandık. Bütün bu yıpranmışlıktan çıkmanın yolu, bu risklere karşı ortak bir siyaseti var etmektir. Savaşa karşı barış siyasetini var etmeliyiz. Mutlaka barış siyasetinin gereği neyse bunu hayata geçirmeliyiz. Yeni mülteci riski kapımızda. Herkes mülteciler geri gidecek sanıyor, hayır, yeni mülteciler gelecek. Eğer çatışmalı ortam devam ediyorsa, demokratikleşememiş bir Suriye varsa, orada selefi-cihatçı anlayışı hakim kılacak politikaya destek veriyorsanız, hiç kuşkunuz olmasın ki yeni bir mülteci krizi kapınızda. Buradaki mültecilerin de çok büyük bir kısmı geri gitmeyecek. Kim gider böyle bir çatışmanın içine, bu riskler varken.

Bir başka risk de ekonomi üzerinde. Ekonomide yaptığınız hiçbir planlamanın tutması mümkün değil. Türkiye kırılgan ekonomiler listesinden hiç çıkmıyor, neden düşündünüz mü? Bu kadar fedakarlık, kemer sıkma, yaptırımlar ama ilk 5’te yerimizi kimseye kaptırmadan durmaya devam ediyoruz. Enflasyon, sefalet endeksi, işsizlik ne sayarsanız sayın ilk 5’teyiz, kırılganız. Çünkü bu kırılganlığı aslında kendimiz yaratıyoruz. Çözüm basit. Çok farklı yerlerde bunları aramaya gerek yok. Demokratikleşme. Her şeyin anahtarı bu. Bir demokratik ülkelere bakın, bir de otoriter rejimlerle yönetilen ülkelere bakın, fark kendisini ortaya koyuyor. Bunun için söze gerek yok. Demokratik ülkelere öykünüyorsanız gereğini yapın ama yapmıyorsunuz. Otoriter rejimle demokrasicilik oynamaya çalışıyorsunuz. Bu da sadece krizleri büyütüyor.

Kürt meselesini çözeceğiz, çözmezsek bu yapısal sorunları çözemeyiz diyoruz ama siz kayyım atıyorsunuz. Kayyım atadığınız bir yerde nasıl bir demokrasi programınız olabilir. Bu arada en son kayyım atadığınız Van Bahçesaray. 8 ay kimse gidemiyor Bahçesaray’a. Yol yapacağınıza kayyım atıyorsunuz. İşte sizin haliniz bu. Kayyım da gidemeyecek. O kayyım da 8 ay gidemeyecek, gitse de zaten gelemeyecek.

Peki, ne yapmalı? Her şeyden önce bütçe yapmalı. Bütçe yapacak iradeyi ortaya koymalı. Bütçenin demokratikleşmesi önemli bir role sahip. Bütçe yapabilmeyi başarırsak, bu sorunların birçoğunu aşabiliriz. Siyasi krizi aşabiliriz, kayyımlarla yönetilen bir ülke ayıbından kurtulabiliriz. Özgürlükleri var edebilir, vesayetten kurtulabiliriz. Vesayeti biz 2 saat önce Meclis’in kapısında yaşadık. Basın açıklaması yapacaktık. Yollara düşüp gelen arkadaşlarımızın çözüme dair yapacağı basın açıklaması, Meclis’in kapısında yapılmadı. Neden? Orada Meclis Başkanının ricasına bile saygı göstermeyen bir vesayet aklı vardı. Sayın Başkan, biz sizin hakkınızı orada savunduk. AKP’li bakanlığın yapamadığını biz orada yaptık. Savunmaya da devam edeceğiz. Neden biliyor musunuz? Çünkü seçilmişsiniz. İşte demokrasi burada. Eğer bu hakları birlikte savunacaksak var edebiliriz. Yoksa çözemeyiz.

Yoksullukla mücadele için de bütçe yapmalıyız. Bütçenin demokratikleşmesi bu ayaklar üzerinde olabilir. Bunun için yol gösterici bir program var: Radikal demokrasi, halk için bütçe, ekmek ve adalet için bütçe. Yapıyoruz. Diyeceksiniz ki bu kadar bütçe olur mu? Burada hakikatin sadeliğini görüyorsunuz. Buraya ciltler getiriyorsunuz, işe yaramıyor. Ben geçen sene Hazine ve Maliye Bakanına yaptığımız bütçeyi verdim. Tenezzül edip okusaydı, bu sene bütçe bu kadar kötü olmazdı.

Dolayısıyla hakikate kulak verin. Radikal demokrasi aslında günümüz demokrasisinin önünü açan bir anlayıştır. Katılımcı bütçe yapmalıyız, dolayısıyla demokrasiyi toplumun tüm yapılarında hayata geçirmeliyiz. O yüzden de bütçe dediğiniz şey sadece burada yapılan bir şey olmamalı. Tüm yerellerde yapılabilmeli. Yapılmış yerel bütçeler mutlaka desteklenmeli. O yüzden yerel yönetimler ve yerel demokrasi, demokrasimizin baş köşesine oturmalı. Siz baş aşağı ediyorsunuz, onu en alta alıyorsunuz. O da yetmiyor, Kürt illeri söz konusu oldu mu üzerinde tepinip bir de kayyım atıyorsunuz.

Böyle bir bütçe her şeyden önce sadece Kürt sorununu çözmekle kalmaz ekonominin de sorunlarını çözer. Hem Kürt sorunu hem ekonominin sorunları, demokratikleşme meselesinde zaten bağdaşan meselelerdir. İşsizlik sorunu dediğinizde, orada karşınıza Kürt sorunu çıkar. İşsizlik haritasına baktığınızda Kürt illeri işsizlikte ilk onda. Kürt illeri yoksullukta ilk onda. Göç vermede ilk 10’da. Neden? Çünkü Kürt sorununu çözemediniz. Çözemediğiniz için doğru ekonomik kararlar da alamıyorsunuz. Böylece de bölgesel eşitsizlik, yerinden edilmeler ortaya çıkıyor.

Kolayını bulmuşsunuz, terör! Kavram setiniz değişmiyor, kitlendiniz bir kere. Ancak buradan çıkmanın yolu barış siyasetidir. İşte o barış siyaseti, barışın ekonomisidir aynı zamanda. Bakın öyle kitlenmişsiniz ki bir örnek daha vereceğim. Van’dan bir örnek vereceğim. Bizim Muş, Van, Ağrı oralar nedense bu külfetin en çok çekildiği yerler. Burada Hakkarili arkadaşlarım da diyor ki Hakkari’yi de söyle. Evet, topyekün hepimiz. Kürt illeri söz konusu oldu mu bir farkımız yok. Tatvan’dan Van’a giderken bir tünel var.

Sayın Cevdet Yılmaz siz genelde Bingöl’den öteye geçmiyorsunuz. Bingöl Havaalanı ile Bingöl merkez arasındaki 25 -30 km yol şahane, Cumhurbaşkanı Yardımcımızın orada seyahat ederken rahatsız olmaması için. Fakat Tatvan-Van arasındaki tünelden hiç geçtiniz mi? Marmara otoyolunda dört gidiş dört dönüş tünel var. Tatvan’dan Van’a giderken 2. tüpü bile yapmamışlar. Biri gidişe biri gelişe düşüyor. Bu kadar mı ayrımcılık içinize sinmiş? Bu kadar mı Kürt düşmanısınız? Yahu yola bir tünel daha açacaksınız! Bu kadar olur! O yoldan geçtiğiniz gün ayrımcılık yaptığınızı anlayacaksınız. Bir özür borcunuz olduğunu söyleyeceksiniz.

Borçlanma, enflasyon, vergi yükü, bütün bunlara baktığınızda hepsi yoksulların üzerinde. İnsanlar borçlu ve borçlarını ödeyemiyor. Bölgeye gittiğinizde ise o insanlar 2 kat borçlu. Çünkü borcunu bir nebze ödeyecek ekonomik kaynaklardan da yoksun. Merası yok, tarlası yok, olan tarlasını ekecek parası yok; gübreyi alamıyor, elektrik faturasını ödeyemiyor. Biz bunları burada anlattıkça siz gülüyorsunuz. Gülmeyin. Ciddi şeylerden bahsediyoruz. Sorunu çözecekseniz ciddiyetle ele alın.

Hazine ve Maliye Bakanı, ‘Ben vergiyi tabana yayacağım’ dedi. Tabana yaydınız da yükü de tabana yaydınız. Biraz da tavana yayın vergiyi. Bugün gelir vergisinin yüzde 93’ü stopaj. Yüzde 7 beyana dayalı. Bu mu tabana yaymak? Bu nasıl bir anlayış? Bu vergi yükü yoksulluğun bir diğer nedeni. Enflasyon hiçbir hedefi tutmadı. Şimdi asgari ücreti konuşuyoruz. Asgari ücrete ne kadar zam yapmayı düşünüyorsunuz? Ben size söyleyeyim. En az yüzde 44 yapmalısınız ki tutarlı olasınız. Neden? Çünkü yeniden değerleme oranınız yüzde 44. Bütün vergileri yüzde 44 artırmıyor musunuz? Evet. O zaman maaşları ve ücretleri de artırın, çünkü vergi ödeyeceğiz. Bu mantık zincirini bile kuramıyorsak vay halimize! Dediğimiz gibi, bunu çözmenin yolu bütçeyi demokratikleştirmektir, bütçeyi kapsayıcı kılmaktır.

Yani bütçede engelliler olmalı. Bu bütçede engelliler yok. Bütçede sosyal yardıma muhtaç olanlara verdiğiniz rakam aylık 7 bin 500 lira. 2025 yılında sosyal yardımınız 7 bin 500 lira. Ayıptır! Utanmanız lazım. Bu ülkede sosyal yardıma o kadar çok insan var ki! Rakamını bakanlık açıkladı, 19 milyon insan sosyal yardımla yaşıyor. Yani 4 milyondan fazla aileden bahsediyoruz. Bütçeyi kadınlaştırmak gerekiyor. Toplumsal cinsiyete duyarlı bütçe yapmak zorundasınız, yaşamın yarısı kadın. Yaşamın özgürleşmesi için bütçeyi kadınlaştırmalısınız. Bütçeyi doğallaştırmanız lazım, ekolojik gelişmeye saygı göstermeniz lazım. Doğaya saygı göstermeniz lazım. Orada burada ağaç kesip yerine ağaç dikerek ekoloji olmaz. Doğaya saygı göstermeniz lazım.

Bütçeyi emekçilerin bütçesi haline getirmek lazım. Eşit yurttaşlık temelinde bir bütçe yapmak için her şeyden önce emeğin bütçesini yapmak lazım. Dışlanmış, ötekileştirilmiş, yok sayılmış kim varsa mutlaka bütçede olmalı, temsil edilmeli. Peki, bütçede nasıl temsil edilecek? Burada temsil edilirse edilecek. Seçkinlerin, erkeklerin, sağlamların, sermayenin bütçesini değil halkın bütçesini yaptığınız zaman, işte o zaman bütçe demokratikleşir, ülke demokratikleşir.

Peki, nereden başlamalı? Ne yapılması gerektiğini konuştuk ama ‘Nereden başlamalı?’ sorusuna da bir yanıt vermemiz gerekiyor. İmralı’dan başlamalı. Bu kadar net. Bütün bu hikaye, oradan başlanırsa ancak halkın ve toplumun beklentilerine yanıt verilebilir. Dolayısıyla biliyorum ki şu anda Sayın Öcalan bizi seyrediyor. Ben buradan diyorum ki Sayın Öcalan biz hazırız. Yine bütün parlamentoya ve partilere sesleniyorum: Sizler de bir an önce lütfen hazırlanın.”

Paylaşın

ABD’den “IŞİD Lideri Ebu Yusuf Öldürüldü” Açıklaması

ABD, Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) Lideri Ebu Yusuf ve bir militanın daha öldürüldüğünü açıkladı. Açıklamada öldürülen iki IŞİD mensubu hakkında daha fazla ayrıntı verilmedi.

ABD’nin bu yıl IŞİD’le mücadele kapsamında Suriye’de bulundurduğu asker sayısını iki katına çıkardığı bildirmişti.

ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) Suriye’de 2 bin ABD askeri bulunduğunu, takviye askerlerin IŞİD militanlarına karşı yürütülen misyonu desteklemek üzere gönderilen geçici güçler olarak kabul edildiğini belirtmişti. Bu sayı, ABD’nin daha önce açıkladığı 900 askerin iki katından fazla.

ABD’nin Ortadoğu’daki birliklerinden sorumlu olan Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, Perşembe günü Suriye’nin doğusundaki Deyrizor vilayetinde düzenlenen saldırıda IŞİD lideri Ebu Yusuf ve bir militanın daha öldürüldüğünü bildirdi.

Saldırının “daha önce Suriye rejimi ve Ruslar tarafından kontrol edilen bir bölgede yapıldığı” kaydedilen CENTCOM açıklamasında, “Bu hava saldırısı CENTCOM’un bölgedeki ortaklarıyla birlikte teröristlerin, ABD’den, müttefiklerimizden ve ortaklarımızdan sivillere ve askeri personele yönelik saldırı planlama, organize etme ve düzenleme çabalarını bozma ve etkisiz hale getirmeye yönelik süregelen kararlılığının bir parçası” denildi.

Açıklamada öldürülen iki IŞİD mensubu hakkında daha fazla ayrıntı verilmedi. Washington, Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esat’ın 8 Aralık’ta Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) örgütü tarafından devrilmesinden bu yana yeniden güç kazanmasından endişe edilen IŞİD’e karşı askeri eylemlerini arttırdı.

Esat’ın devrildiği gün CENTCOM’un 75’ten fazla IŞİD hedefine saldırı düzenlediği açıklanmıştı. Bu hafta başında da CENTCOM, “eski rejim ve Rus kontrolündeki bölgelerde” gerçekleştirdiğini söylediği saldırılarda 12 IŞİD militanının öldürüldüğünü duyurmuştu.

CENTCOM Komutanı Erik Kurilla bugünkü açıklamasında, “Daha önce de ifade edildiği üzere, bölgedeki müttefik ve ortaklarıyla birlikte çalışan ABD, IŞİD’in Suriye’deki mevcut durumdan faydalanmasına ve yeniden yapılanmasına izin vermeyecektir. IŞİD’in şu anda Suriye’deki tesislerde tutulan 8 binden fazla üyesini gözaltından kaçırma niyeti var. Suriye dışında operasyonlar yürütmeye çalışanlar dahil bu liderleri ve unsurları yoğun şekilde hedef alacağız” dedi.

Son saldırının duyurulması, ABD’nin bu yıl IŞİD’le mücadele kapsamında Suriye’de bulundurduğu asker sayısını iki katına çıkardığını açıklamasını izledi. ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) Suriye’de 2 bin ABD askeri bulunduğunu, takviye askerlerin IŞİD militanlarına karşı yürütülen misyonu desteklemek üzere gönderilen geçici güçler olarak kabul edildiğini belirtti. Bu sayı, ABD’nin daha önce açıkladığı 900 askerin iki katından fazla.

Pentagon Sözcüsü Tümgeneral Pat Ryder Perşembe günü gazetecilere yaptığı açıklamada sayının ne zamandan beri 2 bin olduğunu bilmediğini ancak muhtemelen aylardır olduğunu ve Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esat’ın düşüşünden önceye dayandığını söyledi. Ryder, “Sayıyı bugün öğrendim… Burada durup size 900 diyen biri olarak, bu konuda elimizde ne olduğunu size bildirmek istedim” dedi.

ABD, 2014 yılında Irak ve Suriye’nin büyük bölümünü ele geçiren ancak daha sonra geri püskürtülen IŞİD’in yeniden güç kazanmasını önlemek için Suriye’de yerel güçlerle birlikte çalışan 900 askeri bulunduğunu birkaç yıl önce kamuoyuna açıklamıştı.

Başkan Joe Biden’ın yönetimi ABD askerlerinin Suriye’de kalacağını söylese de Donald Trump 20 Ocak’ta yeni başkan olarak göreve başladığında bu askerleri çekebilir. Trump ilk yönetimi sırasında ABD askerlerini Suriye’den çıkarmaya çalışmış ancak yetkililerin direnişiyle karşılaşmış ve nihayetinde bazı askerler kalmaya devam etmişti.

(Kaynak: VOA Türkçe)

Paylaşın

Özgür Özel, “Yeni Anayasa” Şartını Açıkladı

“Yeni Anayasa” tartışmalarına ilişkin konuşan CHP Lideri Özgür Özel, “Zehrin üzerine şeker kaplatmaya hiç niyetimiz yok. Erdoğan’la Anayasa yapmanın tek şartı var. A’dan Z’ye Anayasaya aykırılıklar ortadan kaldırılsın, oturalım konuşalım” dedi.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, asgari ücret, erken seçim  ve yeni Anayasa tartışmalarına ilişkin Nefes Gazetesi‘ne açıklamalarda bulundu.

CHP Lideri Özel, asgari ücretle ilgili beklentinin 30-35 bin lira civarında olduğunu gördüğünü belirterek, “İktidar bir ara hedef enflasyon üzerinden vermeyi denedi. O zaman 20 bin liralar konuşuldu. Şimdi gerçekleşen enflasyonla beklenti enflasyonu arasında bir rakam düşünüyorlar o da 23 bin 500 lira civarında. Biz 30’un altında olan her noktada buna sesimizi yükselteceğiz” dedi.

Asgari ücretin taleplerinin altında belirlenmesi durumunda eylem planlarını da açıklayan Özel,  “Geçmiş dönemde 105 miting yaptık. Yerel seçimler olmasına rağmen hepsi düşük ücret karşıtı mitinglere dönüştü. Eğer en düşük emekli maaşı da beklediğimizden düşükse asgari ücretli emekçilerle birlikte yeri göğü inleteceğiz. Ancak bu toplumsal katılımla mümkün. Emekli mitingi emeklilerin katılımıyla çok ses getirmişti. Toplumun sahiplenmesi önemli. Sadece Mecliste değil meydanlarda da ses yükselteceğiz. Emekli ve emekçi mitingleri erken seçimi çağıran protesto mitingleri olabilir. Tekrar söylüyorum, bu vatandaşın katılımıyla mümkün” diye konuştu.

Erken seçim ve Erdoğan’a üçüncü kez adaylık yolu açılmasına ilişkin konuşan Özel, “Kendileri seçim zamanında olacak diyor. Bu da Erdoğan’ın aday olamayacağı anlamına geliyor. Zaten Erdoğan AK Parti’nin adayı değil, MHP’nin adayı. Sürekli ‘Apo’yu da salalım, yeni bir Anayasa yapalım’ diyor. ‘Bu ara da Erdoğan’ı yeniden seçelim.’ Son bir yıl içinde erken seçim derse CHP bir erken seçim kararına imza atmaz. Atan atar, biz atmayız” dedi.

“Erdoğan’la Anayasa yapmanın tek şartı var”

Özel parlamenter sisteme geçiş ile ilgili ise, “Hemen getirsin koysun sandığı. Yeni Meclis’i oluşturalım, o Meclis’te parlamenter sistemi konuşalım. Öyle Anayasa masasına oturalım demekle olmaz. Ben otururum bana oy veren milyonlar oturmaz. Zehrin üzerine şeker kaplatmaya hiç niyetimiz yok. Erdoğan’la Anayasa yapmanın tek şartı var. A’dan Z’ye Anayasaya aykırılıklar ortadan kaldırılsın, oturalım konuşalım” ifadelerini kullandı.

Paylaşın

Gazze’de İsrail Saldırılarında Can Kaybı 45 Bin 206’ya Çıktı

Gazze Şeridi’nde İsrail saldırılarında hayatını kaybedenlerin sayısı 77 artarak 45 bin 206’ya yükseldi. Gazze’de İsrail saldırılarında yaralananların sayısı ise 174 artarak 107 bin 512’ye çıktı.

Haber Merkezi / Gazze’de İsrail saldırılarında ölenlerin yüzde 70’ini çocuklar ve kadınların oluşturduğu aktarılırken, saldırılar sonucu oluşan yıkımdan dolayı çok sayıda kişinin hala enkaz altında olduğu vurgulandı. Sivil savunma ve acil sağlık ekiplerinin bu kişilere ulaşmakta zorluk yaşadığı kaydedildi.

Uluslararası Af Örgütü de “soykırım” dedi

Öte yandan İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) İsrail’in Gazze’de temiz suya erişimi kasıtlı olarak engelleyerek binlerce kişinin ölümüne yol açtığını, bunun yasal olarak soykırım ve imha anlamına geldiğini belirtti.

Perşembe günü yayınlanan 184 sayfalık raporda bazı İsrailli yetkililerin “Filistinlileri yok etmek istedikleri” yönünde geçmişte yaptıkları açıklamalara da yer verildi.

İsrail ise soykırım iddialarını reddediyor, 7 Ekim 2023’teki Hamas baskınına yanıt olarak başlattığı saldırıda uluslararası hukuka saygı duyduğunu savunuyor. Rapora tepki gösteren İsrail Dışişleri Bakanlığı, “HRW bir kez daha İsrail karşıtı propaganda için iftiraları yayıyor. Yalanlarla dolu bu rapor HRW’nin düşük standartları için bile şaşırtıcı” açıklamasını yaptı.

HRW, Uluslararası Af Örgütü’nden (Amnesty International) sonra İsrail’in eylemlerini “soykırım” olarak niteleyen ikinci büyük insan hakları örgütü oldu.

Bu ay başında yayınladığı 300 sayfalık raporunda Af Örgütü İsrail ordusunun kasıtlı olarak savaş suçu işlediğini kaydetmiş, İsrail’e silah sevk eden ülkelere “soykırıma ortak olma riskiyle karşı karşıyasınız” uyarısını yapmıştı.

Her iki rapor da Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında “savaş suçu” ve “insanlığa karşı suç” işlendiğine dair güçlü şüpheler bulunduğu gerekçesiyle tutuklama kararı çıkarmasını izliyor.

HRW Ortadoğu direktörü Lama Fakih rapora ilişkin basın toplantısında, “Bulduğumuz şey İsrail hükümetinin, Gazzelilere hayatta kalmak için ihtiyaç duydukları suyu sağlamayı kasıtlı olarak reddettiği oldu” dedi.

Raporda İsrail’in Gazze’ye su temin etmeyi kestiği; elektrik ve yakıt girişini de engelleyerek Gazze içindeki su tesislerinin çalışmasını önlediği belirtildi. Bunun Gazzelileri, hayatta kalmak için gerekli alt sınır olan günlük 15 litrenin çok altında, sadece birkaç litre su ile idare etmeye zorladığı kaydedildi.

Barış görüşmeleri

Ayrıca Times of Israel’e konuşan ve kimliğinin açıklanmasını istemeyen Arap bir diplomat, İsrail ve Hamas arasında ateşkes ve rehine takası için yapılan görüşmelerde ilerleme kaydedildiğini belirtiyor.

Ancak diplomat, görüşmelerin kısa sürede sonuca bağlanmasına ihtimal vermediğini söyleyerek şu ifadeleri kullanıyor: Gidişat iyi fakat hâlâ görüşülmesi gereken önemli konular ve her iki tarafın da vermesi gereken zor siyasi kararlar var.

Diğer yandan İsrailli medya kuruluşu Walla’ya konuşan İsrailli bir yetkili, taraflar arasında aralık sonuna kadar anlaşma imzalanabileceğini savunuyor.

İsrailli yayın kuruluşu Kanal 12 de bazı önemli konularda anlaşmazlıkların çoğunun giderildiğini aktarıyor. Kanala konuşan İsrailli bir yetkili, “Sürecin sonlarına yaklaştık” diyor.

Görüşmelerde uzlaşmaya varılamayan belirli konular olduğuna dikkat çekiliyor. Bunlar arasında Hamas’ın serbest bırakacağı rehinelerin sayısı, İsrail cezaevlerinden salıverilecek Filistinlilerin kimlikleri, yerlerinden edilmiş Filistinlilerin, Gazze Şeridi’nin kuzeyine geri dönüşü için bir mekanizma oluşturması gibi meseleler yer alıyor.

Ayrıca Hamas, anlaşma kapsamında İsrail’in işgalini sonlandırmasını talep ederken, Tel Aviv yönetimi Gazze’den tamamen çekilmeye yanaşmıyor. Diğer yandan Haaretz’in analizinde Hamas’ın, İsrail’in bazı güçlerini daha uzun süre Gazze’de tutma ısrarında ara yol bulabilmek için esnek davranabileceği yazılıyor.

Hizbullah’a yakın Beyrut merkezli Al Mayadeen’e konuşan bir Hamas yetkilisi, görüşmelerde ilerleme kaydedildiğini söylüyor. Kaynak, İsrail’in kadın ve çocuklardan oluşan 34 kişilik bir rehine grubunun serbest bırakılmasını talep ettiğini aktarıyor. Elinde yaklaşık 100 rehine olduğu tahmin edilen Hamas’ın bu şartları kabul edip etmediği henüz netleşmiş değil.

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, dünkü açıklamasında Gazze’de ateşkese varılabilmesi için son düzlükte olduklarını ve Hamas’ın anlaşmayı onaylamasını beklediklerini söylemiş, İsrail’in Gazze’de kalıcı işgaline karşı çıktıklarını belirtmişti.

Öte yandan Amerikan gazetesi Washington Post, CIA Direktörü Bill Burns’ün çarşamba günkü Katar ziyaretinden ateşkesle ilgili net bir sonuç çıkmadığını aktarıyor. Gazeteye konuşan ve kimliğinin paylaşılmasını istemeyen ABD’li bir yetkili, tarafların ABD Başkanı Donald Trump göreve gelmeden önce ateşkes anlaşmasıyla ilgili önemli mesafe kat etmek istediğini söylüyor.

ABD’nin 47. Başkanı Trump, 20 Ocak’ta göreve gelecek. Cumhuriyetçi lider, bu tarihe kadar tüm rehineleri serbest bırakmaması halinde Hamas’a “cehennemi yaşatacağını” söylemişti.

Paylaşın

Erdoğan’dan Muhalefete “Suriye” Eleştirileri

Suriye’deki gelişmelere ilişkin konuşan Erdoğan, “Ülkemizdeki bazı siyasi partiler, Suriye ile ilişkiler noktasında yakın bir zamana kadar farklı açıklamalar yapıyorlardı. Şu anda onlar herhalde aynı şeyleri söyleme durumunda değiller. Onların da bütün umutları suya düştü” dedi ve ekledi:

“Suriye, bu yeni oluşumla hakikaten istikrarlı bir yapı kurduğu takdirde, İslam dünyasında bana göre çok güçlü bir yer alacaktır. Bugün 30 milyonun üzerinde bir nüfusa sahip bir Suriye, göz ardı edilemez.”

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, D-8 Zirvesi’ne katılmak için gittiği Kahire’de gazetecilerin sorularını yanıtladı. Erdoğan’ın sorulara verdiği yanıtlar şöyle:

Bundan yaklaşık 2 ay önce Tataristan ziyaretinizden dönerken terör örgütü PKK’nın Suriye’deki kolu olan PYD ve YPG’nin özellikle terk edilmeye ve yalnız bırakılmaya mahkum olduğunu vurgulamıştınız. “Amerika terör örgütünü bir süre kucağında taşır ama bu süre dolunca da bunları kendi başına bırakmak zorunda kalacak” ifadelerini kullanmıştınız. Bugün Suriye’de gelinen nokta bu sürenin dolmuş olduğunu gösteriyor diyebilir miyiz? Buna ek olarak “Biz sırtımızı PYD’ye, YPG’ye dayadık” diyenler vardı. Terör örgütünün tasfiye olmaya yakın olduğunu görüyoruz şu an için, o örgüte sırt yaslayanlara neler söyleyeceksiniz?

PKK/YPG’nin umutları boşa çıktı. Esed’in beklentileri farklıydı ama bunlar tecelli etmedi. Yeni bir tablo ortaya çıktı. Esed’in şu anda Rusya’da olması, olayın ne kadar manidar geliştiğinin bir ispatı. Bundan sonraki süreçte Suriye’deki kardeşlerimiz, gelecekleri ile ilgili kararları kendileri verecek. Bizler de onlara devlet yapılanmasının nasıl olması gerektiği hususunda yardımcı olmaya çalışacağız. Bizim tecrübelerimiz oraya nasıl aktarılabilir, yeni bir toplumsal sözleşme çerçevesinde bir devlet nasıl ayağa kaldırılabilir, bu konularda Suriye yönetimine yardım edeceğiz.

Bir devleti ayağa kaldırırken en önemli adımlardan bir tanesi anayasanın inşasıdır. Bu konuda biz, başta Sayın Golani olmak üzere yeni Suriye yönetiminde yer alan isimlerle iletişimi başlatmış durumdayız. Bildiğiniz gibi Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanımızı gönderdik. Dışişleri Bakanımız konunun bütün muhataplarıyla başından itibaren zaten diyalog halinde. Biz Suriye’de mevcut terör örgütlerinin etkisiz hale getirilme zamanının geldiğini de göstereceğiz. Bize sınırlarımızın güneyinden herhangi bir tehdidin bundan sonra gelmemesi için bunu yapacağız. Çünkü böyle bir riski kabullenmemiz mümkün değil. Terör örgütünün tek amacı hizmet ettikleri odaklara yaranmak olduğu için, yalnız kalmaya mahkumlar. Bu dün de böyleydi, bugün de böyle… Ancak yarınları olmayacak. Terör örgütü için yolun sonu görünüyor. Yıllarca bölgemizdeki halklara kan kusturdular. Başta Kürt kardeşlerimiz olmak üzere, Türklere, Araplara, Ezidilere ve nicelerine hayatı zehrettiler. Bölgenin geleceğinde teröristlere yer yok.

Özellikle PKK terör örgütü ve uzantılarının raf ömrü tükenmiştir. Suriye’de sağlanacak güven ortamı, terör örgütlerinin militan teminini de engelleyecektir. Bundan sonra bölgemizde barış ve huzurun tesisi için yollar açıktır. Ülkemizdeki bazı siyasi partiler, Suriye ile ilişkiler noktasında yakın bir zamana kadar farklı açıklamalar yapıyorlardı. Şu anda onlar herhalde aynı şeyleri söyleme durumunda değiller. Onların da bütün umutları suya düştü. Suriye, bu yeni oluşumla hakikaten istikrarlı bir yapı kurduğu takdirde, İslam dünyasında bana göre çok güçlü bir yer alacaktır. Bugün 30 milyonun üzerinde bir nüfusa sahip bir Suriye, göz ardı edilemez.

Amerika Birleşik Devletleri ile Sayın Donald Trump’ın görevi devralmasıyla birlikte yapacağımız görüşmeler çok önemli. Ruslar Suriye’deki büyükelçilik ve başkonsolosluklarını kapatmayı düşünmediklerini söylüyorlar. Bu da Suriye için bana göre bir zenginliktir. Diplomatik misyonların devamında fayda var. Beni en çok sevindiren şeylerden bir tanesi de gerek İslam Dünyası gerekse Batıdan birçok ülkenin artık Sayın Colani ile irtibatlarını geliştiriyor olmasıdır. Bunlar da bir yerde yeni yönetime güvenin işaretidir. Yeni dönemde Suriye, inşallah çok daha farklı bir şekilde ayağa kalkacaktır.

Yeni Suriye yönetiminin bir başka problemi de güneyde İsrail’in işgal alanını bu fırsattan istifade ederek genişletiyor olması. Burada da Gazze’de olduğu gibi uluslararası hukukun işletilmesi konusunda Türkiye’nin de katkı vereceği hazırlıklar var mıdır?

İsrail uluslararası hukuku çiğnemeyi adet haline getirdi. Gazze’de uluslararası hukuku ayaklar altına aldılar, dünya sessiz kaldı. Lübnan’da egemen bir devletin toprağını işgal edip kan döktüler, dünya yine sessiz kaldı. İsrail’in pervasızlıklarına bugün Suriye maruz kalıyor. İsrail’in Golan Tepelerini işgaline yönelik BM Güvenlik Konseyinin 1967’deki 242 numaralı kararı mevcut. Bu kararla İsrail’in Golan Tepelerini işgal etmesi kınanmakla birlikte bölgeden çekilmesi talep ediliyor. Bu kararın yeniden hatırlatılması ve uygulanması için uluslararası toplumun harekete geçmesi önemli. Batılı ülkelerden İsrail işgaline karşı cılız da olsa ses yükselmeye başladı. Halbuki İsrail, sivillerin üzerine ilk bombayı attığında dünya ayağa kalksaydı, İsrail bugün bu işgal adımını atacak cesareti bulamazdı.

Biz o gün sessiz kalmadığımız gibi, bugün de Suriye’nin topraklarını işgale kalkışan İsrail’e karşı sessiz kalmadık, kalmayız. İsrail, uluslararası hukukun kendilerini de bağladığını er ya da geç öğrenecek. Biz her zeminde İsrail’i köşeye sıkıştırmaya, hukuka uygun hareket etmeye zorlamaya devam edeceğiz. Ancak Suriye’deki durumdan kendisine fayda sağlamasının da önüne geçmek için uluslararası tüm mekanizmalar etkin bir şekilde kullanılmalı. Burada İsrail’in durdurulması için ABD başta olmak üzere Batılı ülkelere büyük görevler düşüyor. İsrail’in Suriye’nin topraklarını işgalinin kabul edilemeyeceği en gür şekilde ifade edilmelidir.

Yarın çok geç olmadan bölgemizdeki huzuru ve istikrarı sürekli tehdit eden İsrail saldırganlığına “dur” denilmelidir. Yoksa İsrail bumerangı yarın onları her şartta destekleyenleri de hedef alır. Dün yaptığımız uyarılara kulak tıkayanlar, doğruları söylediğimizi bugün gördüler. Yarın, pişman olmamak için, bugün yaptığımız uyarıları dikkate alıp gerekli adımları atmalarını tavsiye ediyorum.

Lübnan Başbakanı Necip Mikati ile bir görüşme yaptınız ve basın toplantısında Sayın Mikati’nin dikkat çekici bir ifadesi oldu. Mikati ‘Lübnan bir kriz yaşadı ancak şunu öğrendik, önce Allah’a daha sonra da Türkiye’ye güvenmemiz gerektiğini öğrendik.’ dedi. Bu sözleri değerlendirmenizi rica edeceğiz.

Sayın Mikati ile D-8 Zirvesinde beraberdik, kendisine “Önce Allah’a sonra Türkiye’ye güveniyoruz ifaden halkımızın arasında çok ciddi olumlu bir tepki meydana getirdi.” dedim. Sayın Mikati’nin Türkiye’ye güven duyduğunu dile getirmesi de çabalarımızın takdir edildiğinin göstergesidir. Biz, dostlarımız ve kardeşlerimiz için güvenli liman olduğumuzu tarih boyunca defalarca kanıtladık. Biz, yaptığımız uyarılarda da, aldığımız tedbirlerde de, gizli ajandalarda kayıtlı gündemlerle hareket etmeyiz. Mertçe konuşur, mertçe davranırız. Bize güvenen, bizimle yol yürüyen kimseyi de yarı yolda bırakmaz, arkasından kuyu kazmayız.

Anadolu irfanında bu anlayış “Yaratılanı severiz Yaratandan ötürü” şeklinde özetlenir. Bizim yürüdüğümüz yol da, hedeflerimiz de bu istikamet üzerinedir. Ayrımcılık, tefrika bizim kitabımızda yer bulmaz. Hazreti Ali “Gönülleriniz bir olmadıktan sonra sayıca çok olmanın bir anlamı yoktur.” der. Bizim amacımız o gönül birlikteliğini sağlamaktır. Hele hele tarihi, kültürel bağlarımızın bulunduğunu ülkeler ve milletlerle bu birlikteliği oluşturmak için yoğun çaba sarf ederiz. Temenni ediyorum ki Türkiye-Lübnan ilişkilerini güçlendirerek Lübnan’ı kısa zamanda bu bölgede ayağa kaldırırız. Ama önce bu İsrail saldırganlığı meselesini çözmemiz gerekiyor. İsrail bütün bu zulmün, attığı bombaların bedelini ödemesi lazım.

Suriye topraklarında 8 Aralık’ta başlayan devrim süreci devam ederken diplomasi ayağında birçok görüşme gerçekleştirdiniz. Özellikle bu hafta hem yüz yüze hem telefonda yoğun bir trafik vardı. Suriye’nin toprak bütünlüğü konusunda Türkiye’nin söylemlerine destek verildiği ve hakkının teslim edildiğine tanıklık ettik. Muhataplarınızla görüşmede itiraz eden bir görüşle karşılaştınız mı?

Ben doğrusu bu konuda olumsuz bir yaklaşım görmedim. Bölgesel ve küresel her kriz ve gelişme diplomasi trafiğimizi artırıyor. Görüşmelerimiz, Suriye’nin geleceği, barış süreçleri ve uluslararası iş birliği açısından önemli bir dönüm noktası olabilir. Suriye diplomasimiz kapsamında görüştüğümüz liderlere Türkiye’nin, Suriye’nin egemenliği, toprak bütünlüğü için gayret gösterdiğini anlattım. Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumanın yolu öncelikle terör örgütleri ile mücadeleden geçiyor. DAEŞ bahanesi ile PKK ve uzantılarına sahip çıkma anlayışında olanlar var. Bu yaklaşım yakın geçmişte Suriye’yi bölünmenin eşiğine getirdi. Biz en başından beri PKK ve uzantılarıyla da, DAEŞ unsurlarıyla da mücadele ettik, ediyoruz. Batılı ülkelerin caddelerinde, meydanlarında nasıl DAEŞ gösteri yapamıyorsa PKK ve uzantıları da yapamamalı.

Sadece caddeler meydanlar değil, sosyal alanlardan kültürel mecralara kadar her yerde terör yapılanmaları ile mücadele şart. Bizim Suriye ile 900 kilometreyi aşkın bir sınırımız var. Bütün bu sınır hattında Esed’e karşı duvarlardan tutun gidiş-gelişlere kadar ciddi manada engelleme adımları attık. Şu an itibarıyla yeni yönetimin oluşmasıyla inşallah Suriye-Türkiye ilişkilerini biz çok daha farklı bir yere taşıyacağız. Dikkatinizi çeken bir şey herhalde vardır. Halep’teki çarşılar, Halep’teki alışveriş yerleri bir anda hareketlendi. Savaştan önce Esed zamanında oraya yaptığım ziyarette, oradaki kapalı çarşının aynen bizim kapalı çarşılar gibi hareketli bir yer olduğunu görmüştüm. Yani orada tarih var, ticaret var. Şu anda da hareket var. İnşallah bu hareket oraya bereketi getirecektir diye düşünüyorum.

Amerika’nın seçilmiş Başkanı Donald Trump geçtiğimiz günlerde Suriye ve Türkiye ve sizinle ilgili önemli açıklamalar yaptı. Sizinle ilgili övgü dolu sözleri var. Sizin için ‘Çok akıllı bir adam, çok güçlü, çok çetin, iyi anlaştığım biri’ diyor. Bu konularda, bu söyledikleriyle ilgili ne diyeceksiniz? Suriye ile ilgili de ‘Suriye’de olacakların anahtarı Türkiye’dir’ diyor. ‘Suriye’de ilerleyen güçlerin arkasında Türkiye var’ diyor. ‘Ve ben bundan rahatsız değilim’ diyor. Bu konuda ne diyeceksiniz?

Sayın Trump’ın sözleri kendisinin ve önümüzdeki aylarda oluşturacağı yönetiminin Türkiye’ye bakışını özetliyor. Türkiye’nin gücünün ve etkinliğinin bizdeki muhalefet dışında herkes farkında. Aslında onlar da bazı şeylerin farkındalar ancak gerçekleri konuşmaya dilleri alışkın olmadığı için çarpıtıyorlar. Türkiye’nin diplomaside artan gücünü uluslararası düşünce kuruluşlarından medyaya varıncaya kadar herkes yazıp çiziyor. Biz de gücümüzün ve etkinliğimizin farkındayız. Bu gücün kaynağı olan milletimize yaraşır biçimde hizmet etmenin derdindeyiz. Geçenlerde de söylediğim gibi Türkiye, Türkiye’den büyüktür.

Bizim topraklarımızı korumak, ülkemizi kalkındırmak, köklerimize tutunarak ileriye adımlar atmak gibi bir gayemiz var. Bunun yanında dostlarımızın, kardeşlerimizin yanında durma sorumluluğunu omuzlarımızda hissediyoruz. Şam’da büyükelçiliğimizi yeniden faaliyete geçirdik, orada adımızı gören Suriyeli kardeşlerimizin hissiyatlarına bir bakın. Türk beklenendir, sözü öylesine kurulmuş bir cümle değildir. Türkiye’nin gönül sınırları fiziki sınırlarının çok ötesindedir. Gittiğimiz her ülkede, ayak bastığımız her coğrafyada, bunu gördük. Sayın Trump da aslında bir durum tespiti yaparak ülkemizin gücü ve etkinliğinin altını çiziyor.

Doğru söze ne denir? Tespitler yerinde. Aramızda herhangi bir sıkıntı gerçekten yok. Şu an itibarıyla kendisi seçildiği andan itibaren görüşmelerimizi yaptık. Sayın Trump pragmatik bir siyasetçi. Kendi ülkesine ve müttefiklerine maliyet üreten politikaları değiştirme vizyonuna sahip. Devir-tesliminden sonra yine herhalde biz de ilk tebriğimizi yapar, gündemimizde bulunan konuları samimiyetle ele almaya başlarız.

AFAD’ın Esad rejiminin işkence üssü olarak bilinen Sednaya’daki çalışmalarını soracaktım. Orada kayıp Türk vatandaşları var mı?

Yok, öyle bir bilgi getirmediler bize. Bu 6 kat yerin dibindeki cezaevinin nasıl olduğunu ve burada insanların ne hallere sokulduğunu gördünüz. Biz Türkiye olarak bu işi seyretmedik, tribünde kalmadık. AFAD’ımızı tüm teçhizatıyla ekipmanlarıyla birlikte Suriye’ye gönderdik. Orada o çalışmaları yapmaları, o çalışmalarla ilgili raporların oluşturulması, hem bölgeye hem İslam dünyasına güzel bir mesaj vermiştir. AFAD’ımız orada görevini yaptı ve döndü. Oradaki acı tabloları, o tünelleri gördünüz. Tünellerin uzunlukları, oraların içler acısı hali, hepsi birer felaket. Dünya Suriye’nin bu halini görüp, gereken notu gerekli yerlere vermiştir diye düşünüyorum. Bizler de özellikle AFAD’ımızla orada başarılı bir operasyon yaptık, neticesini aldık. Bütün bunlar tarihe çok önemli bir kayıt olarak düşülecektir diye düşünüyorum.

Sednaya Hapishanesi bizim yıllardır söylediklerimizi doğruladı. Oradaki zulümler, işkenceler, yargısız infazlar, Baas Rejimi gerçeğinin en acı fotoğraflarından biridir. Her zulüm gören coğrafyada olduğu gibi, Suriye’de de toplu mezarlara rastlanıyor. Anlaşılan Suriye’de henüz, zulüm ve işkence fotoğrafının tamamını görebilmiş değiliz. Bunun için biraz daha zamana ihtiyaç olacak. Kendi halkına böylesi zulmeden Esed yönetiminin bunların hesabını uluslararası hukuk zemininde vermesi için elimizden geleni yapacağız. Umarım Sednaya fotoğrafı “Türkiye’nin Suriye’de ne işi var?” diyenleri, “Suriyelilere kapılarımızı neden açtık?” diye yabancı düşmanlığını körükleyenleri, “Esed af ilan etti Suriyelileri ülkelerine gönderin” diyerek bizlere akıl verenleri bir nebze olsun utandırmıştır. Hala aynı cümleleri kuranların insani değerlerini Esed’in ölüm preslerinde ezdiğini, vicdanlarını yerin yedi kat altındaki zifiri karanlık hücrelere kapattıklarını düşünmemek elde değil. Suriye’de kayıpların acıları dinmeyecek, ancak Suriye düştüğü yerden kalkacak. Bu zulümler unutulmayacak. Unutulan zulmün tekrarlanacağını biliyoruz. Kardeş Suriye halkı, bugün kanayan bu yaralarını sarıp, yeniden hür ve müreffeh bir gelecek inşa etmek için bir ve bütün olacak. Yanlarında ise hep kardeşleri Türkiye’yi bulacaklar.

Suriyeliler konusunda siz çok ağır eleştirilere tabi oldunuz, her türlü sorunun kaynağı olarak Suriyeliler gösterildi. Seçimlerde de aleyhinizde konuşuldu. Bugün şöyle geri dönüp baktığınız zaman, ‘İyi ki Suriyelilere sahip çıktık, vicdani görevimizi yaptık’ diyor musunuz? Bir de Türkiye’nin bölgedeki gücü arttı. AGİT Genel Sekreterliğine Feridun Sinirlioğlu Bey geldi. Öte yandan Somali ve Etiyopya arasındaki sorunları çözdünüz. Bu konuyla ilgili görüşünüz nedir?

Bölgedeki bütün bu gelişmelerde adımımızı inanarak attık. “Biz Ensar’ız, onlar Muhacir…” derken bizim değişmez kaynaklarımıza, kutsal değerlerimize dayanarak bunları söyledim. Ama muhalefet böyle bakmıyordu. Ensar kavramı ne anlama gelir, Muhacir ne anlama gelir bunları anlamak gibi bir dertleri yoktu. Peki ne oldu şimdi? CHP kendi içinde bölük pörçük, paramparça. Öbür tarafta Dem, onu zaten söylemeye gerek yok. Biz bu süreçte terörle mücadeleyi de çok kararlı bir şekilde yaptık. Elhamdülillah neticeyi de aldık ve alıyoruz. Sınır boylarında bu kadar duvar örüyoruz. Bu duvarları kendi ülkemizi terör tehdidinden koruyalım diye inşa ettik, ediyoruz. Bunun yanında yeni bir adım daha atacağız. Irak’la, Suriye’yle ticari ilişkilerimizi yoğunlaştıracağız. Bu, gerek Suriye için gerek Türkiye için yeni bir hareketlenmeyi her bakımdan getirecek. Bununla birlikte de bölgeye farklı bir hava gelecek. Gaziantep şu anda hareketlendi. Kilis aynı şekilde hareketleniyor ve daha da hareketlenecek.

Biz ülkemize sığınan bu insanları kovmuyoruz. Biz bu insanlara “Evine gidersen git ama gönüllülük esasına göre git. Siz bizim başımızın üstündesiniz. ‘Ben evime gideceğim’ diyorsanız evinize gidebilirsiniz.” diyoruz. Şu anda zaten Suriyeli çocukların okulları devam ediyor. Okullarını bu sene burada bitirecekler. Ondan sonra Suriye’de, Dara’da, Deyrizor’da, Suriye’nin diğer bölgelerinde evleri varsa oraya rahatlıkla gidebilirler. Savunmadan tutun, eğitime, enerjiye kadar birçok alanda iş birliği yapacağız. Suriye’nin şu anda enerjide ciddi sıkıntıları var. Ama biz onların enerjideki bu bütün sorunlarını da inşallah süratle gidereceğiz. Bu konuda da Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığımız oraya her türlü imkanı inşallah sağlayacak.

Etiyopya Somali konusu da önemli. Etiyopya ile Somali arasındaki o barışın adımlarını hakikaten farklı ve kararlı bir şekilde attık. Gerek Etiyopya Başbakanı gerek Somali Cumhurbaşkanı sağ olsunlar bizim bu arabuluculuğumuza olumlu yaklaştılar. Yaptığımız basın toplantısında da bunu ortaya koydular. Zor da olsa anlaşma bir yıllık sürecin ardından sağlanmış oldu. Etiyopya’nın burada bir önemli sıkıntısı var. Etiyopya, topraklarından denize ulaşamıyor. Bunun için Somali’nin egemenliği ve toprak bütünlüğü temellinde bir adım atıldı, Etiyopya’ya denize erişim imkanı tanındı. Etiyopya çok büyük bir ülke. Böyle büyüklükte bir ülkenin böyle bir imkanı yakalaması gerekir. Biz Somalili kardeşlerimize, özellikle Cumhurbaşkanı Hasan Şeyh’e bunu da söyledik. “Artık burada Etiyopya’ya destek vereceksiniz.

Bir adım atalım ve bu buluşmamızın en önemli neticesi de bu olsun, Etiyopya denize açılsın.” dedik. 7 saat sadece üçümüz değil, heyetler de aralarında görüştü. Bazen görüşmeler çıkmaza da girdi. Böylesi anlarda devreye girdik, meseleyi çözdük. AGİT konusuna gelirsek; Türkiye’nin etkinliğini ve sorun çözme kapasitesini bilen AGİT üyesi ülkeler oy birliği ile Sayın Feridun Sinirlioğlu’nu Genel Sekreterlik gibi önemli bir göreve layık gördü. Türkiye hem bölgesinde hem de küresel sorunlara yaklaşım tarzı ile öne çıkıyor. AGİT tüm bu özelliklerimiz nedeniyle ülkemize duyduğu güveni ortaya koymuştur.

Türkiye, Suriye’nin iç savaşı başladığı 2011 yılından beri Suriye’nin toprak bütünlüğüne ve birliğine vurgu yaptı. Bu bağlamda oldukça tutarlı ve yapıcı bir politika izledi. Bugün yeni bir dönem başladı. Aslında kısmen de değindiniz. Bu yeni dönemde geçmişte olduğu gibi Türkiye herhalde Suriye halkının yanında olacak, bunu vurguladınız. Yeni dönemde Türkiye’nin Suriye politikasının çerçevesini ne şekilde çizersiniz?

Yıllardır Esed zulmüne maruz kalan Suriye halkı birliğini ve kardeşliğini yeniden tesis etmeye çok yaklaştı. Önümüzdeki süreçte hiçbir gücün terör örgütleriyle iş tutmaya devam edeceğini düşünmüyoruz. Ülkenin diğer bölgelerinde bulunan DAEŞ, PKK-YPG gibi terör örgütlerinin başı en kısa sürede ezilecektir. Terörden arındırılmış ve halkı tarafından yönetilen bir Suriye’nin inşası için dün olduğu gibi bugün de elimizden geleni yapacağız. Bölge terör örgütlerinden temizlendikten sonra da Suriye’yi ayağa kaldıracak adımlar hızlanacaktır. Suriye’nin kaynaklarının Suriye halkının huzur ve refahı için kullanılması konusu da mühim.

Bugüne kadar Suriye’nin kaynakları terör örgütleri başta olmak üzere bölgede faaliyet gösteren gruplara aktı. Bu musluklar Suriye devrimi ile kapatıldı. Şimdi ülke bütün enerjisini ayağa kalkmak için kullanacak. Türkiye Suriye’nin yeniden imarı ve kurumlarının ihyası için destek olmayı sürdürecektir. Uluslararası toplumun da buna katkı sunması için çalışıyoruz. Suriyeli mültecilerin ülkelerine dönmesiyle Suriye yeniden zenginleşecek, üretime odaklanacak ve kalkınacaktır.

Suriye’de devlet kurumları yeniden ayağa kaldırılacak, anladığımız kadarıyla bunun teknik çalışmaları yapılıyor. Bunun yanı sıra Suriye’nin inşa aşaması da olacak. Suriye’deki yeniden yapılanma sürecinde öncelik verilen sektörleri sormak istiyorum. Türkiye’nin buradaki ekonomik katkıları ne olacak? Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanması için uluslararası aktörlerden hangi somut adımları bekliyorsunuz? Türkiye’nin İdlib’deki insani yardım faaliyetleri konusunda uluslararası toplum yeterince katkı veriyor mu?

Suriye’de çatışmalar ve yıllarca süren savaş, şehirlerin ve devletin altyapısını çökertti. Yaraları sarmak için kentlerin yeniden imarı önemli. Suriyeli mültecilerin ülkelerine gönüllü dönüşü ve sürdürülebilir bir yaşam kurmaları için barınma meselesini halletmek gerekiyor. Yeni evler, iş alanları, üretim ve enerji tesisleri, tarım ve hayvancılığa yönelik tesisler hızla oluşturulmalı. Suriye ekonomisi de çökmüş durumda. Suriye’ye yönelik Esed rejimi nedeniyle konulan ambargo ve kısıtlamaların kaldırılması ülkenin yeniden toparlanması için fayda sağlar. Suriye’nin yeniden uluslararası topluma entegre edilmesi bir başka konu.

Suriye’nin geleceğini temellendirecek, kapsayıcı bir anayasa yapmak ve siyasi sistem inşa etmek de bu adımlar kadar gerekli. Suriye’nin geleceğine Suriye halkının karar vereceği gerçeğini kimsenin aklından çıkartmaması gerekir. İnsani yardımlar konusunda yeterlilik söz konusu değil. Suriye’ye şu anda o beklenen insani yardımın geldiği de yok. Biz Türkiye olarak bugüne kadar Suriye’ye yeni dönem için insani yardım bazında birçok katkılar yaptık. Şimdi de bu devrimden sonra bu insani yardımlarımız devam ediyor, devam edecek. Bu yeni yönetimin özellikle ihtiyacı olan birçok unsur bulunuyor. Bu unsurlar konusunda da onları yalnız bırakmayacağız. Özellikle DAEŞ, PKK/YPG bunlarla mücadelede onların hiç yalnız kalmaması lazım. Gereken neyse bunları yapacağız. Yakında Dışişleri Bakanımız Hakan Fidan da inşallah oraya gidecek. Yeni yapılanmayı birlikte yapacaklar.

Paylaşın

2024 Yılında Kapanan Şirket Sayısı Yüzde 19,7 Arttı

2024 yılının ilk 111 ayında, 2023 yılının ilk 111 ayına göre kapanan şirket sayısı yüzde 19,7 kapanan kooperatif sayısı yüzde 3,1 arttı. Öte yandan kapanan gerçek kişi ticari işletme sayısı yüzde 48,4 azaldı.

Haber Merkezi / Ayrıca 2024 yılının ilk 11 ayında, geçen yılın ilk 11 ayına göre kurulan şirket sayısı yüzde 11,4 kurulan gerçek kişi ticari işletme sayısı yüzde 19,8 kurulan kooperatif sayısı yüzde 15,4 azaldı.​

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), kasım ayına ilişkin kurulan ve kapanan şirket istatistiklerini yayınladı. Buna göre, 2024’ün ilk 11 ayında, 2023’ün ilk 11 ayına göre kurulan şirket sayısı yüzde 11,4 kurulan gerçek kişi ticari işletme sayısı yüzde 19,8 kurulan kooperatif sayısı yüzde 15,4 azaldı.

2024’ün ilk 11 ayında, 2023’ün ilk 11 ayına göre kapanan şirket sayısı yüzde 19,7 kapanan kooperatif sayısı yüzde 3,1 artarken, kapanan gerçek kişi ticari işletme sayısında yüzde 48,4 azaldı. Kasım 2024’te, Kasım 2023’e göre kurulan şirket sayısı yüzde 3 kurulan kooperatif sayısı yüzde 19,6 kurulan gerçek kişi ticari işletme sayısı yüzde 10,1 azaldı.

Kasım 2024’te, kapanan şirket sayısı 2023 yılının aynı ayına göre yüzde 8,9 kapanan kooperatif sayısı yüzde 27,5 oranında artarken, kapanan gerçek kişi ticari işletme sayısında yüzde 83,9 azaldı. Bir önceki aya göre kurulan şirket sayısı yüzde 6,6 kurulan gerçek kişi ticari işletme sayısı yüzde 11 ve kurulan kooperatif sayısı yüzde 11,4 oranında azaldı.

Bir önceki aya göre kapanan şirket sayısı yüzde 7,8 kapanan kooperatif sayısı yüzde 12,1 artarken, kapanan gerçek kişi ticari işletme sayısında yüzde 1,1 azaldı. Kasım 2024’te kurulan toplam 10 bin 301 şirket ve kooperatifin yüzde 86,2’si limited şirket, yüzde 11,7’si anonim şirket, yüzde 2’si ise kooperatifti. Şirket ve kooperatiflerin yüzde 36,8’i İstanbul, yüzde 11,5’i Ankara, yüzde 6,7’si İzmir’de kuruldu. Bu ay Bayburt’ta şirket kurulmadı.

2024 yılında toplam 105 bin 290 şirket ve kooperatif kuruldu. Bu dönemde kurulan toplam 90 bin 896 limited şirket, toplam sermayenin yüzde 64,5’ini, 11 bin 896 anonim şirket ise yüzde 35,4’ünü oluşturdu. Kasım ayında kurulan şirketlerin sermayelerinin toplamı, ekim ayına göre yüzde 18,3 oranında arttı.

Kasım 2024’te şirket ve kooperatiflerin 3 bin 442’si ticaret, bin 520’si inşaat ve bin 266’sı imalat sektöründe kuruldu. Kasım 2024’te kurulan gerçek kişi ticari işletmelerinin; 565’i inşaat, 475’i toptan ve perakende ticaret motorlu taşıtların ve motosikletlerin onarımı, 108’i imalat sektöründendi.

Bu ay kapanan şirket ve kooperatiflerin; 938’i toptan ve perakende ticaret, motorlu taşıtların ve motosikletlerin onarımı, 362’si imalat, 328’i inşaat sektöründendi. Bu ay kapanan gerçek kişi ticari işletmelerinin 594’ü toptan ve perakende ticaret, motorlu taşıtların ve motosikletlerin onarımı, 246’sı inşaat, 153’ü imalat sektöründendi.

Kasım 2024’te kurulan 209 Kooperatifin 147’si Konut Yapı Kooperatifi 37’si İşletme Kooperatifi, 9’u Turizm Geliştirme Kooperatifi olarak kuruldu.

Kasım ayında 599 yabancı ortak sermayeli şirket kuruldu

Kasım 2024’te kurulan 599 yabancı ortak sermayeli şirketin 349’u Türkiye, 26’sı İran, 18’i Azerbaycan ortaklı olarak kuruldu. Kurulan 599 yabancı ortak sermayeli şirketin 77’si anonim, 522’si limited şirketti.

2024 yılında kurulan şirketlerin 873’ü Belirli bir mala tahsis edilmemiş mağazalardaki toptan ticaret, 323’ü İkamet amaçlı olan veya ikamet amaçlı olmayan binaların inşaatı ve 318’i İşletme ve diğer idari danışmanlık faaliyetleri sektöründe kuruldu. Kurulan yabancı ortak sermayeli şirketlerin toplam sermayelerinin %75,9’unu yabancı sermayeli ortak payını oluşturdu.

Paylaşın