Babacan: Şimşek’in Görevi “Erdoğan Harcasın” Diye Para Bulmak

Mehmet Şimşek için “en yakın arkadaşım” ifadesini kullanan DEVA Partisi Lideri Ali Babacan, Şimşek’in görevi ‘Sayın Erdoğan harcasın’ diye sağdan soldan para bulmak olduğunu söyledi.

Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, gündeme ilişkin T24’ten Murat Sabuncu‘ya açıklamalarda bulundu. Babacan’ın ekonomiye ilişkin yaptığı açıklamalardan öne çıkan bölümler şöyle:

“Freni olmayan bir sistemden bahsediyoruz”

Babacan, “Mehmet Şimşek Türkiye’yi nereye kadar götürebilir ve taşıyabilir?” sorusuna şu şekilde cevap verdi: “Mehmet Şimşek’in öyle Türkiye’yi taşıma, Türkiye’yi bir noktaya getirme öyle ne yetkisi var ne sorumluluğu var. Yani şu anda sadece yaptığı, “Sayın Erdoğan harcasın” diye sağdan soldan para bulmak. Yaptığı o. Faizi yükseltip döviz bulmak, daha yüksek vergilerle para toplamak. Harcama üzerinde bir kontrolü var mı? Yok. Eskisi gibi değil. Eskiden ödeneği maliye serbest bırakırdı nakdi de hazine serbest bırakırdı. Harcama ondan sonra gerçekleşirdi. Tüm bu yetki şu anda Külliye’de. Bakanların herhangi bir harcamayı yapma dur deme yetkisi yok.

Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın görevi borç para bulmak ve Külliye’nin eline teslim etmek. Ya da vergi toplayıp Külliye’nin eline teslim etmek. Freni olmayan bir sistemden bahsediyoruz. Onun için bütçe açığı artıyor, onun için fren tutmuyor. Ve bu yapılan vergi artışları da piyasanın gerçekleriyle uyumlu artışlar değil. Biz vergi oranlarını düşürdük ve daha fazla vergi topladık. Katma Değer Vergisi’ni hatırlarsanız radikal bir kararla ihtiyaç piramidindeki gıda için giyim için, eğitim için, sağlık için yüzde 8’e indirdik radikal bir kararla. Maliye bürokrasisi o zaman epey bir itiraz etti. Ben bastırdım. Bu sektörlerin hepsi küçük küçük firmalardan oluşan sektörler.

Zaten denetleyemiyorsunuz. Denetlenemeyen ve küçük küçük firmalardan oluşan sektörde zaten kayıt dışı var. Hiçbir şey olmaz dedim. Ve yaptık, indirdik. Vergi tahsilatı düşmedi tam tersine arttı. Bakanlıklar icra birimidir dendi. Külliyede politika kurulları oluşturuldu. Kurulların hepsinin başkanı da cumhurbaşkanı. Çünkü ne diyor? Her şey benim diyor. Bakanlıklar sadece uygulayacak bunu diyor. Politika kurullarının hangisine kaç defa başkanlık yapmış? Kaç defa oturmuş eğitim çalışmış şimdiye kadar? Yok. O kadar sahipsiz ve o kadar başıboşluk var ki gerçekten çok üzücü.

“Türkiye’deki riskleri nasıl görüyorsunuz?” sorusuna Babacan şu ifadelerle cevap verdi: Öncelikle enflasyon, açıklanan enflasyon gerçek enflasyon mu diye oralardan başlamak gerekiyor. Belki bilirsiniz belki bilmezsiniz ama biz bir noktadan itibaren Erdem Başçı döneminde Merkez Bankası’nda da enflasyon ölçmeye başladık. TÜİK ayda bir ölçüyordu Merkez Bankası ayda üç defa ölçüyordu. Açıklamıyordu ama TÜİK’in rakamlarıyla karşılaştırılıyordu. Çünkü erken uyarı sistemi kurmuştu kendi içerisinde. Daha TÜİK’ten veri gelmeden tedbir almak gerektiği zaman en azından bilelim hazırlanalım diye. Ve rakamlar üç aşağı beş yukarı tutuyordu. Fark olduğu zaman da otururlar konuşurlardı.

Mesela tahmin çalışması yaptırırdım ben Hazine’ye, Merkez Bankası’na, Planlamaya. Aşağı yukarı rakamlar tutuyorsa sorun yok ama rakamlar tutmuyorsa hemen komisyon kurulur, bir bakın niye tutmuyor diye. İki üç gün sonra gelirlerdi tamam tutturduk çünkü işte şu kurum şunu şöyle yapmış fala. Ben bunu bildiğim için geçen bizim milletvekilimiz Burak Dalgın Bey’e Plan Bütçe Komisyonu’nda Merkez Bankası’na bunu sorun dedim. Merkez Bankası olarak siz hâlâ enflasyonu ölçüyor musunuz? Ölçüyorsanız TÜİK’in açıkladıkları rakamlarla tutuyor mu?

Bunu sordu. Ne cevap verdi başkan dedim. Bu son başkan ama. Benim görevde olduğum sürece rakamlar birbirine yakın dedi. Plan Bütçe Komisyonu’nda Merkez Bankası başkanının verdiği cevap. Benim görevde olduğum dönemde rakamlar birbirine yakın. Şimdi bu şunu da gösteriyor. Demek ki TÜİK’te de “En azından artık doğruyu söyleyelim bari” gibi bir tavrı var, ya da aldığı bir talimat diyelim. TÜİK’in kendi çabası olacağına inanmıyorum. Çünkü geçen başkanı ilk defa gördün. Yani konuştuğu anda dökülüyor. Nereden başkan olmuş ne yapmış acayip bir şey.

Enflasyon 45 olsa ne olur 75 olsa ne olur cümlesi? Bu ne lakayıt tavırdır. Sen bir sefer enflasyonu doğru ölçmekle sorumlusun. Onu konuş. Kafa karışık. Dehşet. Şimdi onun için hangi enflasyondan bahsediyoruz? Şu enflasyonu doğru ölçme konusunda bir irade koymaları lazım. Başka türlü güven olmaz. Yani TÜİK’e dış denetim demiştik. Lütfü Bey’i hatırlıyorsanız kısa bakanlık döneminde bunu açıkladı. Kurdu. On gün sonra kurulu dağıttılar, Lütfü Bey de gitti zaten.

Çünkü bunu kendilerine karşı yapılmış bir operasyon olarak gördüler. Vay sen bizim enflasyon açığımızı mı ortaya çıkaracaksın haddine mi? Aileden birileri var ya sen kimsin? Şimdi bu onun için hangi enflasyon? Velev ki doğru enflasyon. Kuru sabit tutarak ve döviz kurunda tabii geçişkenlik var döviz kurundan enflasyona. O geçişkenlik payını en azından belli noktada tutup kur yoluyla enflasyonu düşürme gibi bir şey olabilir şu anda izledikleri yol.

Bunu açıklamıyorlar hiçbir zaman. Şu anda kur rejimi nedir kimse bilmiyor. 32’de mi tutmaya çalışıyorsunuz yoksa böyle 33, 34, 35 diye yol mu var? Bunu yapabilmek için ne kadarlık döviz alıyorsunuz? Arada bir satıyor musunuz? Tamamı karanlık, tamamı. Onun için bu enflasyondan bahsediyorsak ve yöntem de sadece bu ise o zaman hem ihracatta hem de turizmde Türkiye gittikçe sıkışır. Döviz kurundaki artışı tutuyorsun da enflasyonu tutamıyorsun işte. Yıl sonu düşse düşse 40’a düşecek diyorsun.

“Yeterli bir başlangıç değil mi ne anlama geliyor bu?” sorusu sonrası Babacan, şu değerlendirmelerde bulundu: Bu ne demek? Turizmin ve ihracatın içerdeki maliyeti artacak. Ama kuru satış fiyatına yansıtamayacak. Nereye kadar devam eder? Satış fiyata yansısa ihracatı vuracak. Kaldı ki işte ihracat geçen seneki artış yüzde 0,5- 1 bile değil. Bu yılın ilk altı ayındaki artış da yüzde 2 civarında. Hani 500 milyar dolar ihracat hedefi ne oldu? Kuru yükselteyim ihracat da artsın. Ben ona da inanmıyorum ama bir doğal akışta gitmeli her şey. Doğal akışına set koyuyorsun engelliyorsun. Ondan sonra da diyorsun ki ihracat şöyle olsun böyle olsun.

Olmuyor. Bir de enflasyonla mücadelede mikro politikalar gerekiyor, sektör bazlı çalışmalar gerekiyor. Mesela tarım çok önemli, gıda çok önemli. St. Petersburg’un kapanışına Putin geldi, 3 saat 45 dakika. Bir saat konuştu. İki saat 45 dakika soru cevap. Arada bir şey söyledi. Üzüldüm. Dedi ki et üretimimiz arttı bu yılki tüketimimizde de kişi başı 80 kilo. Bu ne demek? Her Rus vatandaşı ortalama günde 220 gram et tüketiyor demek. Her Rus vatandaşı Allah’ın her günü kundaktaki bebekler dahil günde 220 gram et tüketiyor. Savaşta bir ülke. Enflasyon yüzde 3,8. Ne dedi Putin? Ben dedi, “Merkez Bankası başkanıma talimat vermem, yoksa Türkiye gibi oluruz” dedi.

Mikro politikalarla ilgili hiçbir şey yapılmıyor. Mesela biz zamanında karkas et fiyatı 12 liradan 13 liraya çıktı diye olağanüstü ekonomi koordinasyon kurulunu topladık. Bütün bakanlar ne oldu dedi nasıl artar bir lira. Bir lira demek yüzde 8,3 12’den 13’e çıkması yüzde 8,3. Zaten enflasyon tek hanelerde dolaşıyor. Bir tek etten gelecek enflasyon bütün her şeyi bozar. Ne oldu? Yemde mi sorun var, arzda mı sorun var, kanal mı işlemiyor? Ya da rekabeti engelleyen bir durum mu var ne oldu? Bir şey mi var? Şu anda bunlara falan bakan yok. Yani hiç ilgilenen yok.

Gübre fiyatı neymiş, çiftçi ne yapıyormuş falan. Sahipsiz diyorum ya sahipsiz. Şimdi Külliye’de politika kurulları olduğu halde bakanı görevlendiriyor, politika kurullarında bir şey yapmıyor. Çünkü kendi yapması lazım Cumhurbaşkanının kendi. Tutarsa tutuyor tutmazsa bakana sen git diyor öbürünü koyuyor. Türkiye’de hayvan popülasyonu azalıyor. En temel gıda maddelerini ithal eder hale geldik. Koskoca coğrafyada koskoca topraklarda. Temel gıdalarda ithalatçı haline geldik. Şimdi bu da tabii enflasyonu etkiliyor.

“A’dan Z’ye bütün tarım ürünlerine zam demek”

Şimdi tuttular bu vergi yasasında gübreye, yeme KDV getiriyorlar. Gübreye KDV demek, A’dan Z’ye bütün tarım ürünlerine zam demek. Yeme KDV demek, A’dan Z’ye bütün hayvan ve ürünlerine zam demek. Tam tersine daha fazla senin oraya destek vermen lazım. Yeme ve gübreye destek ver, destek verince maliyeti aşağıya çek ki desteği katma değer zincirinin ne kadar altlarında verirsen o kadar destek ucuza mal olur. Bitmiş ürüne verilen destek pahalıdır. Ama maliyet kalemlerine daha katma değer oluşmadan çok daha düşük destekte maliyeti düşürürsün ve fiyatları aşağı çekersin ya da enflasyonu düşürebilirsin.

Gıda temel bir iş. Gıdada enflasyonu düşürdüğün anda bu Hazine faizine yansır. 1 trilyon 254 milyar faiz ödeneği var. Tarım desteği 91 milyar. Tarıma 90 milyar değil de ver 200 milyar- 300 milyar. Zaten bu enflasyonu aşağıya çekecek. Dönecek dolaşacak devletin faiz harcamasını da düşürecek aşağıya. İşte bunlar çok önemli. Şimdi mesela vergi, eklediğin vergi fiyatı doğrudan artan bir vergiyse çok dikkat etmek gerekiyor. Bir de insan çok önemli. Bir örnek vereyim Mehmet Yörükoğlu. Şikago Üniversitesi’ndeydi. Ondan sonra geldi burada Sabancı’da hocalık yaptı, oradan Merkez Bankası’na aldık. Büyük katkısı oldu.

Ali Babacan, “Önümüzdeki süreçte ekonomi alanında nasıl riskler görüyorsunuz?” sorusuna verdiği yanıtta şunları söyledi: Herhalde en önemli risk Erdoğan’ın bir gün vazgeçtim demesi. Bunun önünde de hiçbir engel yok. Yani vazgeçtim demesi ne demek? Faizi zamansız bir şekilde indir demesi ya da bu kadar vatandaşın canını yaktı bu bakanı değiştiriyorum demesi. Yani en önemli risk herhalde Erdoğan’ın bir anda bir U dönüşü daha yapması ekonomide. Piyasanın da bana göre fiyatladığı en büyük risk bu. Çünkü hiç konuşmuyor faizle ilgili.

“Ben nas var dedim Merkez Bankası’na baskı yaptım, kaç tane Merkez Bankası başkanı değiştirdim, enflasyon daha çok düşükken faizin bir iki puanlık faiz artışıyla bu yoluna sokulabilecekken ben tam tersine faiz indirttim bu da enflasyonu patlattı, hata yaptım, kabul ediyorum. Onun için de şu anda yüzde 50 faiz uygun bir faizdir böyle olmalıdır.” Erdoğan bunu demediği sürece güven oluşmaz. Her an acaba dönecek mi korkusu var. Onun için para kısa vadeli geliyor.

Onun için bir yandan Merkez Bankası’nın brüt rezervi 150 milyar doları geçti ama kısa vadeli borcu da ülkenin 235 milyar doları buldu. Kısa vadeli ne demek? Bir yıl içerisinde vadesi dolacak borç demek. Yani mevcut rezerv 7- 8 ay gidecek. Dolayısıyla bu riskin orada duruyor olması, gelen kaynağın kısa vadeli olması, her an geri çıkma riski. En ufak bir güvensizlikte geri çıkma riski. Bu geri çıktığı anda Merkez Bankası’nın bunu nasıl yöneteceği, bununla ilgili Merkez Bankası’nın açıklanmış bir planı yok. Bir kur rejimi yok. Yaptığı alımlarda satımlarda şeffaflık yok. Tamamı arka kapı operasyonuyla yapılıyor. Makro taraftaki riskler bunlar.

Ama mikroda özellikle bu politikanın uygulanması sonucunda artan maliyetler ve arttırılamayan fiyatlarla beraber ihracat ve turizmin gittikçe daha fazla, daha fazla, daha fazla sıkışması sektörlere baktığımızda. Bir de sosyal hayata baktığımızda da insanların fakirleşmeye devam etmesi. Gittikçe derinleşen fakirlik, yoksulluk, bu sadece böyle temel gıda yoksulluğu falan değil. Her kademeden insanın göreli yoksullaşması.

Yani her gelir grubundan insanların yoksullaşması. Sadece kırsalda şehirlerin çeperinde değil şehirlerin tam da merkezinde orta sınıfın yoksullaşması, orta direğin çökmesi. Yani şu andaki gidişat tamamen o yöne doğru. Yani yüksek faizle bu milletin bu ülkenin kaynakları toplanıyor. Ya yabancıya veriliyor ya zaten parası olana veriliyor. Dolayısıyla zengin daha zengin ama yoksul daha yoksul oluyor. Bu toplumsal psikolojide iyi bir şey değil gerginlik artıyor, insanlar öfkeli.”

Söyleşinin tamamı için TIKLAYIN

Paylaşın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir