“Yeni Çözüm Süreci” Tartışmaları: Bakırhan’dan Dikkat Çeken Açıklamalar

TBMM Genel Kurulu’nda konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Türkiye Cumhuriyeti bu ülkede yaşayan bütün vatandaşların olduğu gibi Kürtlerin de kendini ait hissedeceği bir devlet olmalıdır. Devletten beklentimiz, tüm vatandaşları ayrımsız kucaklayan, farklılığını kabul eden demokratik ve kapsayıcı bir kerim devlet olmasıdır” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Gerçek ve demokratik Türkiye böyle inşa edilir. Gerçek Türkiyelilik kimliği de bu değerler etrafında oluşturulur. Geçmişteki hatalardan ders çıkarmak ve bu hatalar üzerinde ısrar etmemek zayıflık değil, gerçek bir olgunluk göstergesidir. Bu yaklaşım, yalnızca tarihsel ittifakımızı derinleştirmekle kalmaz, aynı zamanda barışı güçlendirmek ve kalıcı bir uzlaşıyı inşa etmek için de sağlam bir zemin oluşturur.”

Tuncer Bakırhan, konuşmasının devamında, “İşte bu sağlam zemine sigorta sunan bir açıklama İmralı’dan geldi. Sayın Abdullah Öcalan “Tecrit devam ediyor” dedi ama peşinden de “Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim” dedi. İktidara soruyoruz? Çözüm konusunda teorik ve pratik gücünüz var mı? Bu soruyu günlerdir tüm Türkiye merakla bekliyor.

Madem derdiniz Kürt meselesini çözmek ve bunun adresi olarak Öcalan’ı gösteriyorsunuz. Bu doğru bir tercihtir. O halde neden İmralı’nın kapılarını kapalı tutmaya devam ediyorsunuz? Neden barışa tecrit uyguluyorsunuz? Barışta ısrar etmek, toplumsal dayanışmayı büyütmek ve geleceğimizi kardeşlik temelinde inşa etmek hem bugünü anlamlandırmanın hem de yarınları kurtarmanın en doğru yoludur” ifadelerini kullandı:

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’ın 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi üzerine TBMM Genel Kurulu’nda konuştu. Tuncer Bakırhan, konuşmasında şunları söyledi:

“Sayın Başkan, siyasi partilerin sayın genel başkanları, çok değerli milletvekilleri hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Bizleri ekranları başında izleyen değerli halklarımıza selam ve sevgilerimi gönderiyorum. Yine cezaevinde haksız hukuksuz yere tutulan bütün yol arkadaşlarıma da buradan selam ve sevgilerimi gönderiyorum. Bugün Isparta’da yaşanan helikopter kazasında yaşamını yitirenlere Allah’tan rahmet, ailelerine başsağlığı diliyorum. Artvin’de de bir heyelan yaşandı. Orada yaşamını yitiren yurttaşlara Allah’tan rahmet, ailelerine başsağlığı diliyorum.

Ortadoğu’da tarihi anlara tanıklık ediyoruz. Suriye’de 61 yıldır iktidarda olan Baas rejimi dün itibariyle çöktü. Suriye halkı hem öncesinde hem de 2011 yılından sonra yaşanan iç savaşta büyük acılar, zulümler ve katliamlar yaşadı. Suriye, insanlık tarihinin medeniyet merkezlerinden biri olmasına rağmen baskı, zulüm, yok sayma, ölüm ve şiddetten bir türlü kurtulamadı. Bugün Suriye’de yeni bir döneme girme fırsatı var. Artık kin, öfke ve intikam duygularıyla değil demokratik bir düzen yaratma isteğiyle hareket etme zamanıdır.

Suriye’de demokratik bir yönetimin ülkeyi yönetmesini arzuluyoruz. Suriye’de kurulacak geçici hükümet, demokratik bir sürece geçişin hazırlıklarını yaparak bunu dünyaya deklare etmelidir. Suriye, Suriyelilerindir; Suriye halkının ortak iradesine bütün güçler saygı göstermelidir. Suriye’de yaşayan bütün halkların ve inançların hakları demokratik bir anayasayla güvence altına alınmalıdır. Suriye’de geçmiştekine benzer bir siyasal iktidara dönüşün yolu artık kapanmalıdır. Demokrasi, siyasal çözümün harcıdır.

Suriye’de Baas rejiminin devrilmesinden sonra atılacak her kurşun, iç karmaşayı büyütecek; Suriye’yi daha derin bir savaş ve istikrarsızlık adasına dönüştürecektir. Hızla ateşkes sağlanmalı, bitimsiz savaşların adresi olan yeni bir Lübnan veya Libya’nın ortaya çıkması engellenmelidir. 61 yıllık Baas rejiminin devrilmesinden sonra oluşacak psikolojik ve siyasal enerjinin, yeni fay hatlarını tetikleyerek hemen sınırımızda büyük bir karmaşa yaratması, Ortadoğu’nun ve Türkiye’nin istikrarsızlaşmasını getirecektir.

Suriye’nin yeni döneminde halkların bir arada yaşamı konuşulurken, Minbiç’e saldırmak Suriye ve Türkiye’de çözüm arayışlarını baltalama girişimidir. Bu bir akıl tutulmasıdır. Bundan vazgeçilmesi gerekiyor. Türkiye olan biten gelişmelerden azade değildir. Bu sebeple, AKP iktidarının Kürt kazanımlarına dönük yeni bir saldırısı, Suriye’de istikrarı başka bahara bırakacak ve Ortadoğu’daki ateşi harlayacaktır. AKP iktidarını, Suriye’ye dönük barış ve çözüm politikası yürütmeye ve Kuzey-Doğu Suriye Yönetimi ile diyalog içerisine girmeye çağırıyoruz.

Radikal selefi gruplardan Arap Alevilere, Dürzilere, Süryanilere, Hıristiyanlara, Kürtlere, Ermenilere, Türkmenlere, Çerkeslere yönelik herhangi bir saldırı olmaması için başta Birleşmiş Milletler olmak üzere bölgede bulunan bütün güçlere büyük bir sorumluluk düşüyor. Suriye’nin geleceği, halkların ve inançların demokratik katılımıyla inşa edilmeli, ortak irade esas alınmalıdır.

Başta Türkiye olmak üzere dünyanın her bir yerinde yaşamak zorunda bırakılan ve ülkesine dönmek isteyen Suriyelilerin geri dönüşlerinin güven içinde gerçekleştirilmesi ve mal, sağlık ve yaşam güvencelerinin sağlanması için uluslararası kamuoyuna ve güçlere çağrı yapıyoruz.

Dünyada ve bölgede tarihsel kırılmaların yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Bu tarihsel kırılmalar döneminde küresel istikrarsızlığı körükleyen çoklu çatışmalar hızla yayılıyor. 2025 yılına, başta ABD-Çin arasında artan jeopolitik gerilimler olmak üzere, küresel güvenlik ve askeri yarışın, iklim değişikliğinin, darbelerin ve göç hareketliliğinin gölgesinde giriyoruz. Siyasal ve sosyal açıdan birçok kıyamet fragmanı belirmeye başlıyor. Küresel güçlerin devasa tehditlere karşı çözüm üretmekte çaresiz kaldığı bir dönemi yaşıyoruz.

Ortadoğu’da tanık olduğumuz tablo bu dönemin özeti ve gerçeğidir. Genel tabloyu, ABD ve İngiltere istihbarat şeflerinin uluslararası bir gazete için kaleme aldıkları ortak makalede görmek mümkündür. Her iki şef “Dünya düzeni son 40 yıldan bu yana en büyük savaş tehdidi ile karşı karşıya” dediler. Neyin olacağını aslında itiraf ettiler? Avrupa güvenlik mimarisini ve küresel ekonomik dengeleri değiştiren Ukrayna Savaşı bütün yoğunluğuyla devam ediyor. Son NATO toplantısında Rusya açık düşman ilan edilmiş, savaşa kaynak artırımına gidilmiştir.

Afrika’dan Asya’ya, Amerika’dan Ortadoğu’ya birçok alanda sıcak savaşlar sürüyor. Sistemler ve değerler de değişime uğruyor. Egemenlerin tam tekmil “dibe doğru” yarış haline geçtiği bu dönemde, her şey adeta yeniden resetleniyor. Büyük güç rekabeti, jeo-ekonomik rekabet, dijital egemenlik, kültürel kutuplaşma, demokrasi ve otoriterizm şeklinde tezahür ediyor. Tüm ülkeler yeniden çok kutuplu dünyaya çekiliyor. Böylece tarafların oluştuğu, kamplaşmanın yükseldiği bir dönem hayal ediliyor. Tüm yaşananların sonucu olarak kültürel ve politik kutuplaşmalar üzerinden aşırı sağ popülizm güçleniyor. Göçmenlik, azınlık hakları, İslamofobi, cinsiyet ve kimlik politikaları gibi meseleler birer yönetim aracına dönüşüyor. Nefret ve ırkçılık üzerinden yönetimler tahkim ediliyor.

Birleşmiş Milletlere göre yükselen savaş ve şiddet, dünya çapında 160 milyon kişiyi yerinden etti. Demokrasi ile otoriterlik arasındaki mücadele, dünyanın her yerinde çatışmayla devam ederken, otoriter rejimler neden oldukları krizleri fırsat olarak tanımlıyorlar. Sonuç olarak tüm bu olay ve olguların cereyan ettiği yer Ortadoğu olmaktadır. Dünyaya ne söylediğiniz değil Ortadoğu’da ne yaptığınız belirleyicidir.

Küresel ve bölgesel güçler arasındaki sancıların bedelini maalesef Ortadoğu halkları ödüyor. Suriye’de bitmeyen çatışmalar, İran’daki teyakkuz hali, Irak’taki belirsizlik ve hepsinin ortasında İsrail’in saldırıları altındaki Filistin ve Lübnan var. Ortadoğu’da taşlar yerinden oynarken, Türkiye’nin bundan etkilenmeyeceğini düşünmek büyük bir yanılgıdır. Bir yandan küreselde, diğer yandan Ortadoğu’da yaşanan gelişmelere bakıldığında, etrafımızı saran ve yaklaşan “büyük fırtına” görülmelidir. Hepimizi etkileme potansiyel olan bu yangından nasıl kurtulabiliriz? İşte siyaset bütün kurumlarıyla buna yoğunlaşmalı ve bir yol bulmalıdır. Bu yolu ortak bir akılla bulabiliriz. Bu fırtınadan, devlet aklı, onarıcı ve adaletli bir geçiş dönemiyle çıkabilir. Bu, evrensel bir çözüm yoludur. Ya toplumsal birlikteliğimizi, demokrasi, hak ve özgürlükleri güçlendireceğiz ya da bu ateş çemberinin büyüyerek bize doğru gelmesini bekleyeceğiz.

Dünyada paylaşım savaşları, Ortadoğu’da büyük çalkantılar yaşanıyor. Ortadoğu kimliğe dayalı gerilimler, ideolojik çatışmalar ve stratejik rekabetle sarsılıyor. Yüz yıllık düzen yeniden kurulurken, iç barışı ve ekonomisi güçlü olan ülkeler sonuca doğrudan etki edecek. Tarih boyunca savaşta ordular yer alır ama kazanan iç barışı ve ekonomisi güçlü olan ülkelerdir. Bugün Türkiye, Ortadoğu’da yüz yıllık kırılmaların yaşandığı bu dönemde, ekonomi ve iç barış konusunda en kırılgan dönemini yaşıyor. Kırılgan ekonominin temel nedeni AKP’nin yanlış politikalarıdır. Emek ve sermaye, yoksul ve zengin, aç ve tok arasındaki uçurumu büyüten iktidar yüzünden toplumsal barış gittikçe imkânsız hale geliyor.

Yoksulluk sınırının 70 bin TL’yi geçtiği bu dönemde, 50 milyon insan yoksullukla mücadele etmeye çalışıyor. Bir yandan sadece bir haftada 1,5 milyar TL kredi takibe düşerken, diğer yandan bir haftada 1,5 milyar TL kazanç elde edenler var. Ekonomik iç barışın altına döşenen dinamit, günün sonunda büyük bir çürüme getiriyor. Sistem çürüdükçe toplumsal yaşam daha fazla zarar görüyor. Bir halkın belli kesimlerine yönelik yürütülen yoksullaştırma, yok sayma, inkâr politikaları bumerang etkisi gibi yönetim sistemine ve toplumun tümüne bir çürütme dayatıyor.

2025 Bütçesine baktığımızda sosyal yardım ve destekler için bütçeden ayrılan pay 651 milyar TL iken sadece faize ayrılan pay bunun 3 katı, yani 1 trilyon 950 milyar TL’dir. Şimdi bu bütçe yoksulun, işçinin, kadının, emekçinin, memurun, dezavantajlı grupların bütçesidir diyebilir misiniz? Elbette diyemezsiniz. 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi Teklifiniz bu çürümeyi büyütme pusulasıdır. Milyonlarca insan açlıkla mücadele ederken, kredi borçları ve icralar alıp başını giderken, esnaf siftah bile yapamazken teklif ettiğiniz bu bütçe sorunları derinleştirecektir.

Bu bütçe teklifinde büyük çoğunluğu aç, yoksul, işsiz halktan toplanan 12 trilyon 800 milyar TL gelir bekleniyor. Yoksulun ve emekçinin alın terinden alınan bu kaynak üç kıyak kesime aktarılıyor. Faize 1 trilyon 950 milyar TL; savaş ve güvenlik harcamalarına 1 trilyon 608 milyar TL; teşvik, istisna, muafiyet ve garanti ödeme adı altında sermayeye 3 trilyon TL aktarılıyor. Yani halkın bahçesinden toplanan 12 elmanın 6 buçuğunu faiz lobilerine, zenginlere ve savaş baronlarına aktarıyorsunuz. Geriye kalan 5 buçuk elmayı 85 milyon insan paylaşsın istiyorsunuz.

Öyle bir düzen ki, erkek egemen sistem toplumsal yaşamın kılcal damarlarına kadar etki ediyor. Özellikle iktidarın politikalarıyla ataerkil tahakküm her gün kadınlara sömürü, yoksulluk ve katliam dayatıyor. Dünyada yükselen sağ, erkek, cinsiyetçi siyaset rüzgarının yelkenleri en çok AKP iktidarı tarafından şişiriliyor. Kadın düşmanlığı, iktidar siyasetinin temel kodları olarak hayata geçiriliyor. Haksızlık, hukuksuzluk en çok kadınlara karşı uygulanıyor. Yoksulluğu en derinden kadınlar yaşıyor.

Siz yoksulluğun kökünü kazımıyorsunuz, aksine köklerini derinleştiriyorsunuz. Kurduğunuz sadaka düzeniyle halk yetinsin istiyorsunuz. Düşünün ki bir ülkede insanlar birbirine iyi haber olarak artık sadece marketlerdeki indirimleri söylüyor. Bu korkunç tabloya son vermenin yolu, güçlü iç barışın ve güçlü ekonominin kurulmasıdır. Türkiye halklarının daha fazla faiz ve savaş politikasına değil; güçlü bir toplumsal barış ve demokrasiye ihtiyacı vardır. Bunun yolu da gelir ve servet dağılımında adaletten, baronlar ve lobiler yerine yoksul ve emekçilerin esas alınmasından geçer. Bu yola girilmediği takdirde, ne yazık ki, 2025 yılı içerisinde yeni bir ek bütçe yapılmak zorunda kalınacaktır. Ek bütçe demek zaten sefalet içerisinde yaşayan halka yeni vergiler ve ek maliyetler getirmek demektir.

DEM Parti olarak en sonda söyleyeceğimizi en başta ifade edelim: Bu ülke hepimizin ortak vatanıdır. Bu ortak vatanda eşit ve özgür birer vatandaş olarak yaşayabilir; bütün halkların, inançların huzur ve barış içinde yaşayacağı bir yeni Türkiye’yi hep beraber kurabiliriz. Türkiye’nin sınırları dışındaki Kürtler, Araplar ve Türkmenler Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının akrabaları, soydaşlarıdır. Bunlarla iyi ilişkiler kurulması uzun vadede bölge barışı için son derece önemlidir. Konjonktürel güç dalgalanmalarını ve dönemsel değişim zeminlerini bölgesel barış arayışlarının önüne koymak, orta ve uzun vadede bu topraklara ve halklara yapılmış en büyük kötülük olacaktır.

Türkiye, sınırları dışında yaşayan Kürtler ile hasımlık değil hısımlık yapmalıdır. Hasımlık Türkiye’ye kazandırmaz, hısımlık kazandırır. Suriye’de siyasal denklemin yeniden kurulacağı bir süreçte Kürtlerle diyalog, emin olun ki Türkiye’ye de büyük kazandırır. Türkiye, izleyeceği barışçıl politikalarla Ortadoğu’da örnek olabilir. Türkiye’nin sınırları dışındaki Kürtler, Türkiye için bir tehdit değil bir barış imkanıdır. Bunu Türkiye Cumhuriyeti Devletinin değerlendirmesi gerekir. İnkâr ve dışlama bir siyaset olamaz, olmamalıdır. Ortadoğu’da barışın sağlanması adına bölgesel bir ittifak, sosyal, ekonomik ve kültürel etkileşim şarttır. Bu konuda iktidarın atacağı adımlara her türlü desteği vermeye hazırız.

Bakın, Kürtler son 20 yılda demokratik çözüm için toplam 10 çözüm ve yol haritası sundu: “Demokratik Çözüm Bildirgesi”, “Kürt Sorununda Çözüm ve Çözümsüzlük İkilemi”, “Demokratik Çözüm ve Barış”, “Büyük Barış Çabası”, “Özgür Birliktelik ve Barış Hamlesi”, “Barış Planı”, “Toplumsal Barış ve Demokratik Katılım Yasası”, “Barış İçin Yol Haritası”, “Yol Haritası”, “Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşam Süreci”

Bu başlıklar önerilen çözüm projeleridir. Bu çözüm metinlerinde bugünkü tüm krizler için reçeteler bulunmaktadır. Hepsi devletin arşivlerinde mevcuttur. Maalesef bu çözüm fırsatları değerlendirilmedi, dikkate bile alınmadı. Aksine, Kürt meselesini çözümsüzlüğe sevk eden bastırma raporları hazırlandı.

Bakın, sadece bizim değil devletin de Kürt hafızası çok canlı ve süreklidir. Bugüne kadar hazırlanan raporlarını bazılarını hatırlatalım:

Abdulhalik Renda Raporu, Cemil Uybadın Raporu, Hamdi Bey Raporu, Ali Cemal Bardakçı Raporu, Şark Islahat Planı Raporu, Şükrü Kaya Raporu, Hüseyin Alpdoğan Raporu ve daha adını sayamadığım onlarca rapor Kürt sorununun inkârı için yazıldı.

Yani Kürtler çözüm için yol haritaları ve raporlar hazırlarken, maalesef Kürtleri inkar eden raporlar hazırlanıyor. Peki, sormak istiyorum: Bu raporların hangisi başarılı oldu? Bu raporlar sorunu büyütmenin dışında bir işe yaradı mı, ne işlev gördü? Hep birlikte yaşıyoruz ve şahidiz.

Bakın, bu ülkenin hafızasında inkarın dışında çözüm arayışları da var. Bu çözüm arayışlarına sahip çıkmak gerekir. Devlet 93’te Özal üzerinden temasta bulundu. 96’da Başbakan Necmettin Erbakan temas kurdu. 97’de Genel Kurmay doğrudan ilişki kurdu. 99’da Genel Kurmay devlet tarafından yüz yüze temas kurdu. 2000-2005 yılında askeri kanat sürekli görüşme yaptı. 2005’ten sonra da 2010 ağırlıklı olmak üzere yürütme erki görüşmeler yaptı. 2013-15 arasında yaşanan süreç, Dolmabahçe Mutabakatı gibi tarihi bir noktaya geldi. Yani 93’ten bu yana onlarca çözüm şansı doğdu. Bu imkanlar maalesef barışa evrilmedi. Barış imkânı her ıskalandığında, maalesef inkâr devletin resmi dili olmaya devam etti.

Bir tarihsel anekdot aktarayım. 1964 yılında Meclis’te kürsüye çıkan Adalet Partisi Edirne Milletvekili İlhami Ertem “Türkiye’de hiçbir iktidar doğu ve batı ayrımını yapmamıştır” deyince emekli milletvekili Mustafa Remzi Bucak kendisine bir mektup yazar ve şöyle der. “Birkaç safdili aldatabilirsiniz ama tarihi asla” der. Biraz önce çıkıp konuşan arkadaşlar da yine benzer bir ayrımın olmadığını söyledi. Ancak ne bizi ne de tarihi asla aldatamazsınız.

60 yıl önce söylenen sözün aynısını bu kürsülerden halen duyuyoruz. Peki, yok demekle sorun çözüldü mü? Ayrım yok demekle sorun ortadan kalktı mı? Cumhuriyet yüz yıldır Kürt meselesinde patinaj yapıyor. Bütün dünya yüz yıl öncesinden bambaşka bir yere evrildi. Ama bu akıl, yüz yıldır bir arpa boyu yol alamadı. Kürtler yüz yılda çok değişti, çok dönüştü. Peki, siz neden bir milim değişmiyorsunuz? Yine ortada çok basit bir soru var: Kürt sorununun barışçıl ve demokratik bir şekilde çözümünden yana mısınız, değil misiniz? Bunu gerçekten Türkiye hakları merak ediyor.

Meşhur hikayedir. 1950’lerde Kahire Radyosu ilk Kürtçe yayına başlayınca Türkiye Büyükelçisi apar topar devlet erkanına çıkıp Kürtçe yayın yapamazsınız der. Bunun üzerine yetkililerin “Türkiye’de Kürtler var mı?” sorusuna “Yok” deyince. “Madem Kürt yok, o zaman neyi sorun yapıyorsunuz?” cevabını gülerek verir. Bunun üzerine Büyükelçi sessiz sedasız ayrılır konuşmadan.

İşte Kürt sorununu inkâr, Kürtlerin haklarını inkâr bu çağda sizi sadece gülünç duruma düşürür. Dünya halklarının tanıdığı, IŞİD karanlığına karşı aydınlığın sembolü olan ve bin yıldır ortak kader etrafında yaşadığınız bu halkı inkâr etmeniz sizleri tarif edemediğimiz durumlara sokar.

Biz bu mesele demokratik yollardan çözülsün, bu tarihi hatadan dönelim dedikçe, derdest edilmekle tehdit ediliyoruz. Diyalog dedikçe tüm çalışanlarımız tutuklanıyor. Belediye alıyoruz, zoraki el konuluyor. Seçilmişlere saygı diyoruz, kayyım yoluyla milyonların onuruyla oynanıyor. Böylesi bir gerçekle karşı karşıyayız.

Yüz yıllık hafızası olan ve hayatını şiddet, açlık ve göç yollarında harcamış, yakınlarını kaybetmiş bir Kürt düşünün. Çatışmalı süreçte çocuğunu kaybetmiş bir Türk düşünün. Bu Kürt, bu Türk hala barış istiyorsa, yapmanız gereken, bu insanların uzattığı barış eline sopayla vurmak değildir. Yapmanız gereken, bunca acıya rağmen barış istiyor diye önünde bu insanların önünde saygıyla eğilmek ve gerekeni yapmanızdır. Biz tüm yaşamımız, hafızamız, mücadele geleneğimizle buradayız. Biz barıştan yanayız. Zapatista’ların dediği gibi “Ayaklarımız tarihin çamuruna batsa bile başımız aydınlık yarınlara bakıyor!”

1 Ekim’den itibaren Sayın Bahçeli’nin başlattığı tartışmaları olumlu ve önemli gördüğümüzü belirttik. Türkiye’nin barışı için elimiz açık dedik. Biz DEM parti olarak bu konuda üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmeye varız. Muhalefet partilerinin büyük çoğunluğu demokratik çözüm ve barış konusunda çok kararlı bir biçimde irade ortaya koydu. Belki ilk defa büyük bir ortaklaşmaya şahitlik ediyoruz. Bu oldukça kıymetli bir tutumdur, tarihi bir fırsattır. Bu fırsatı heba etmeyelim. Türkiye’nin gerek Filipinler-Moro başta olmak üzere dış dünyadaki deneyimleri gerekse de 1993’ten bu yana içerideki barış arayışları kapsamlı bir barış külliyatı oluşturmuştur.

Yine ana muhalefet partisinin hem 90’lardaki Kürt raporları hem de bugünkü tutumu çok önemlidir. Ana muhalefette de önemli bir çözüm hafızası bulunuyor. Aslında bu birikimle birlikte Kürt meselesinin çözümüyle ilgili külliyat oluşmuştur. Teşhis konulmuş, reçete yazılmıştır, şimdi barış zamanıdır.

Bulunduğumuz bölgede emperyalistlerin halkları birbirine kırdırma politikasına karşı Türk-Kürt ittifakını demokratik bir zemine çekerek barış ve kardeşlik projesini başlatmamız gerekiyor. Bugün tarihi Türk-Kürt ittifakının test alanı Rojava’dır. Rojava’da Kürt’ün kazanımlarını kendisine düşman olarak gören anlayış, bu tarihi ittifaka en büyük zararı verir.

Gelin Qamişlo’dan, Kobanî’den Ankara’ya tarihi birlikteliği eşit ve adil temelde yeniden kuralım. Bu konuda iktidara bir görev düşmektedir. Özellikle Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’a yapıcı bir görev düşüyor. Sayın Erdoğan; Kürt meselesi, Türkiye’nin çözüm bekleyen en tarihsel meselesidir. Bu meseleyi çözerek tarihe geçme fırsatı sizlerin önünde beklemektedir. DEM Parti olarak bu konuda üzerimize düşeni yapacağımızı Meclis huzurunda bir kez daha ifade etmek istiyorum. Meclis bir çözüm ile anılmalı ve yüzünü başka yere çevirmeden “Ankara Çözümünü” sunmalıdır. Şayet Ankara Vizyonu varsa, Ankara Çözümü de olmalıdır. Eğer gerçek ve köklü bir çözüm arayışında samimiysek, bu çözümü dışarıda değil Türkler ile Kürtlerin ortak geçmişinde ve geleceği birlikte inşa kararlılığında bulmalıyız. Başka ülkelerin başkentlerinden güç devşirmekten kaçınılmalı. Bu kritik süreçte fırsatçılık arayışına girmek kimseye kalıcı bir çözüm sunmaz.

11.yüzyılda, 16. yüzyılda ve 20. yüzyılda Türkler ile Kürtler tarihin en kritik kavşaklarında ittifaklar yapmış, birlikte hareket etmişlerdir. Malazgirt Savaşından beri olan bin yıllık tarihsel ittifakı hep beraber yeni yüzyıllara taşıyabiliriz. Gelin, Malazgirt ruhundan Eşme ruhuna uzanan tarihsel ittifakı hep beraber yeni yüzyıllara taşıyalım. Yüz yıldır başkaldırı-bastırma ikileminde acı dolu bir tarih yaşadık. İnsanlar öldü, göç yollarına düşürüldü, köyler yakılıp yıkıldı. Ekonomik kaynaklar şifa getirmek yerine dert getirmeye kullanıldı. Bin yıl boyunca kazandıran “ortak kader” düşüncesi, geçen yüzyılda kaybettiren bir inkarla karşılandı. Yüz yıldır geriye gidiyoruz. Kazandığımız hiçbir şey yok ama kaybettiğimiz canlarımız, ekonomik kaynaklarımız var. Bu yüzyıllık parantezi kapatmak, başkaldırı-bastırma ikileminden kurtulmak için hızlıca adım atmalıyız. Türk-Kürt ittifakında kazan-kazan siyasetini esas alalım, kader ortaklığımızı güçlendirelim. Türkler ile Kürtler arasındaki bin yıllık birliktelik bir tesadüfün değil, ortak bir kader birliğinin sonucudur. Bu birliktelik mecburiyetin değil, gönüllü bir dayanışmanın ve tarihsel bir ittifakın ürünüdür.

Bugün, bu köklü bağların ışığında, dönemsel fırsatçılıkların ve paranoyaların ötesine geçerek, geleceği birlikte kurgulamak zorundayız. Bugün iktidar aklı, hala sınır güvenliği paranoyasını gidermek için sonuç üretmeyen çabalar içerisindedir.

Sizi 500 yıl öncesine götürelim. Kanuni Sultan Süleyman Kürtlerle birlikte yaşamayı hem sınırların hem imparatorluğun güvencesi olarak gördüğünü ifade etmiştir. 500 yüz yıl önce çizilen reçete, bugün hala geçerlidir. Bugün Türk’ün güvenliği Kürt’le eşit ve demokratik bir yaşam kurmasından geçer. Bölgesel karmaşadan korunmanın temeli, eşitlik ve demokrasiyle güncellenmiş bir Türk-Kürt ortaklığıdır. Önemle altını çizmek isterim ki Kürtleri eski Kürt olarak gören, onları yönetme sevdası ile yanıp tutuşanlar bir yanılgı yaşıyor. Bu yanılgı herkes için bir yenilgidir.

Böylesi bir yanılgıda ısrar, tarihi Türk-Kürt ittifakına büyük zararlar verecektir. Türkiye Cumhuriyeti bu ülkede yaşayan bütün vatandaşların olduğu gibi Kürtlerin de kendini ait hissedeceği bir devlet olmalıdır. Devletten beklentimiz, tüm vatandaşları ayrımsız kucaklayan, farklılığını kabul eden demokratik ve kapsayıcı bir kerim devlet olmasıdır. Gerçek ve demokratik Türkiye böyle inşa edilir. Gerçek Türkiyelilik kimliği de bu değerler etrafında oluşturulur.

Geçmişteki hatalardan ders çıkarmak ve bu hatalar üzerinde ısrar etmemek zayıflık değil, gerçek bir olgunluk göstergesidir. Bu yaklaşım, yalnızca tarihsel ittifakımızı derinleştirmekle kalmaz, aynı zamanda barışı güçlendirmek ve kalıcı bir uzlaşıyı inşa etmek için de sağlam bir zemin oluşturur.

İşte bu sağlam zemine sigorta sunan bir açıklama İmralı’dan geldi. Sayın Abdullah Öcalan “Tecrit devam ediyor” dedi ama peşinden de “Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim” dedi. İktidara soruyoruz? Çözüm konusunda teorik ve pratik gücünüz var mı? Bu soruyu günlerdir tüm Türkiye merakla bekliyor.

Madem derdiniz Kürt meselesini çözmek ve bunun adresi olarak Öcalan’ı gösteriyorsunuz. Bu doğru bir tercihtir. O halde neden İmralı’nın kapılarını kapalı tutmaya devam ediyorsunuz? Neden barışa tecrit uyguluyorsunuz? Barışta ısrar etmek, toplumsal dayanışmayı büyütmek ve geleceğimizi kardeşlik temelinde inşa etmek hem bugünü anlamlandırmanın hem de yarınları kurtarmanın en doğru yoludur.

Türkiye’nin bütün vatandaşlarının barış ve kardeşlik içinde yaşayacağı ülkeyi demokratik bir anayasayla kurabiliriz. İkinci yüzyıla herkesi kapsayan bir anayasa ile girebiliriz. Konuşmama son vermeden önce önemli bir çağrıda bulunmak istiyorum: 2025 yılında, Cumhuriyetin 103. yılında yeni bir başlangıç yapabiliriz. Bu Meclis, Demokratik Cumhuriyetin kuruculuğunu üstlenme şansına sahiptir. 85 milyonun kendisini ait hissedeceği bir ülkeyi var etme onuru bu Meclis’e ait olsun. Yüz yıldır bu toprakların hasret kaldığı, yerle göğü dolduran barış sesini duymanın zamanıdır. Ufukta asılı duran barışı bu topraklara indirmenin zamanıdır. Bu duygularla hepinizi selamlıyorum. Ekranları başında bizleri izleyen tüm halklarımıza selam, sevgi ve saygılarımı yolluyorum.”

“İktidarın bütçesinde işçi, emekçi, yoksul, esnaf, çiftçi ve kadın yok; yandaşların, 5’li Çetenin kazancı var”

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları da 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi üzerine TBMM Genel Kurulu’nda konuştu. Tülay Hatimoğulları, konuşmasında şu ifadeleri kullandı:

“Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri ve ekranı başında bizleri izleyen değerli halklarımız, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Buradan bir selamı da düşüncelerinden dolayı hapsedilmiş olan değerli arkadaşlarımıza gönderiyorum. Yine buradan bir selamı da bu ülkenin aydınlık yüzü olan, çektiği acılara rağmen barış demekten bir adım bile geri durmayan Barış Annelerine gönderiyorum. Her gün şiddete maruz kalan ama her şeye rağmen hakları için müdahale etmekten geri durmayan sevgili kadınlara binlerce kez selam olsun.

İnsanlığa bir gelecek sunmayan kapitalizmin krizinin bedelini ne yazık ki bütün dünya ölçeğinde halklar, yoksullar, işçiler ve emekçiler ödemektedir. Kendi krizini aşamayan kapitalizm, devlet şiddetiyle bu krizi aşmaya ve insanları susturmaya çalışıyor. Normal koşullarda sürdürülemez olduğunu bildikleri için muhalefetten korkuyorlar. Burada, bu salonda da korktukları gibi. İşçiler ya haklarını isterse, emekçiler ve yoksullar ya örgütlenirse, sendikalar ya grev kararı alırsa, kadınlar ve gençler “bu ülkede demokrasi olsun, karnımız doysun” diyerek sokağa çıkarsa diye bu iktidarın da aklı çıkıyor. Türkiye’de küresel sermayenin ve onu koruyan bütün devlet aklının aklı başından gidiyor. Bundan korkuyorlar. Kürt’ün ve Alevi’nin eşit yurttaşlık talebinden korkuyorlar. Bunun için egemenler her yerde olduğu gibi Türkiye’de de çok tedirginler. Olası bir durumu engellemek için her türlü zorbalığı uygulamaktadırlar.

Kapitalizmin neoliberal politikalarını en iyi uygulayanlardan biri AKP olmuştur. Türkiye’yi küresel sermayenin ihtiyaçlarına göre dizayn etti ve yurttaşını adeta aslanın ağzına attı. Bundan dolayı AKP iktidarına emperyalistler madalya takmalıdır. Türkiye’de en fazla özelleştirme yapan, en fazla kamuya ait malları satan, KİP’leri özelleştiren bu iktidarın ta kendisidir. Yerli ve yabancı sermayeye satmaktan geri adım atmadılar. Sonra çıkıp “Biz yerliyiz milliyiz” gibi yalanları ortaya atıyorlar. Erdoğan, “Ben bu ülkeyi şirket gibi yöneteceğim” dedi ve gerçekten de şirket gibi yönetti. O şirketi de batırdı. İflasın üzerini örtmek için de “açız yoksuluz” diyen insanlara terörist yaftasını yapıştırdılar ve hapishanelere koymaya başladılar.

Konuşmamın başında da belirtmiştim. İnsanlık ve dünyamız bir çağ dönüşümünün eşiğindedir. Şimdi yeni bir dönüşüme daha hazırlanıyor. Geliştirilen yapay zekayla ve 5G teknolojileriyle dijital dünyada dünyanın bütün geleceğini değiştirecek yepyeni bir uygarlığın kapılarını aralayan devrimler sürecinden geçiyoruz. Şayet teknolojinin bu gelişimini dünyadaki susuzluğu, açlığı ve yoksulluğu gidermek için; barışı ve huzuru tesis etmek için kullanacak olsalar büyük insanlık kazanır. Ama ne yazık ki bunu böyle kullanmıyorlar ve yapay zekayı ve 5G teknolojisini bu ülkede ve bütün dünyada insanlığı yok etmek için kullanıyorlar. Silah üretiminde kullanıyorlar, üretim ilişki ve biçimini bozmak için kullanıyorlar.

Küresel sermaye, krizini sadece yurttaşın üzerinde kemer sıkma şeklinde uygulamıyor, aynı zamanda dünya ölçeğinde savaş ve çatışmaları kışkırtarak bu krizden çıkmaya çalışıyor. 11 Eylül’de ikiz kulelerin bombalanması ve akabinde Afganistan’ın işgali, 2010’da Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya yayılan Arap Baharına müdahaleler ki Arap Baharını emperyalist güçler Arap Kışına çevirmiştir. Savaş her yerde. Rusya ve Ukrayna’ya baktığımızda savaşın batıya yayıldığını görüyoruz. Çin-Tayvan denklemine baktığımızda savaşın diğer bölgelere yayıldığını görüyoruz.

Ama savaş bu koşullarda ne şekilde yayılırsa yayılsın, emperyalist güçlerin paylaşım savaşlarının bölgesel suretini en nihayetinde Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde görmekteyiz. Çok açıktır ki Suriye’deki gelişmelere de baktığımızda bölge yeniden dizayn ediliyor. Ortadoğu’da süren savaşların nihai amaçları ortadadır: İran’ı etkisizleştirmek ve yapabilirlerse savaşa çekmek, Rusya’yı sınırlamak, Çin’in “Bir Kuşak Yol” projesinin önünü kesmek ve bunun küresel sermayeye karşı başka bir bloktan yükselen bir tehlike olarak açığa çıkmasını engellemek. Tüm bunların sonucunda Asya-Pasifik hattını engellemek ve gerekirse savaşları bu anlamda büyütmek. Bütün hedefleri bu.

Suriye’deki gelişmeleri biz bunlardan bağımsız ele alamayız. Buradan TBMM’ye şunu hatırlatmak istiyorum. Türkiye’nin neden iç barışa ihtiyacı olduğunu hep birlikte daha çok anlayalım diye şunun altını kalın kalın çiziyorum. Henüz yeterince gündeme gelmemiş gibi gözükse de Kuzey hattından daha güneyde Kızıldeniz, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’a varacak gerilimin dinamiklerinin taşları döşenmektedir. Böylesi bir süreçte İsrail’in Gazze’ye müdahalesini de bundan bağımsız düşünemeyiz.

Bugün Gazze’de Filistinliler katledilirken, başta Türkiye’deki mevcut iktidar olmak üzere ne yazık ki bütün dünya sınıfta kaldı. Gazze’de çocuklar ve siviller katledilirken, bu saldırıları durdurabilecek yeterli adımı ortaya koyamadınız. Koyamadı bütün dünya. Ulus devletlerin bitimsiz çözülmeyen sorun yumağı ile karşı karşıyayız. Ulusçuluk, siyasal İslam, mezhepçilik, erkek egemen ideoloji milyonları yerinden yurdundan etmiş durumdadır. Emperyalist güçlerin müdahaleleri sonucunda uzunca bir zamandır Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da devam eden çatışmalar doğrudan Türkiye’yi de etkilemektedir. İçinde İran’ın da olduğu daha büyük bir savaşın ortamının ve koşullarının yaratıldığının altını çizmek isterim.

Bunun üzerinde özel olarak çalışıldığını belirtmek gerekiyor. Bu planları aklımızdan bir an bile çıkarmadan Suriye’deki son gelişmeleri değerlendirmeliyiz. Daha büyük bir savaşın kapılarının açılacağını bilen bir yerden değerlendirmeliyiz. Emperyalist güçlerin imalatı olan El Kaide, El Nusra ve Suriye’deki uzantıları olan HTŞ dahil olmak üzere çok sayıda irili ufaklı örgütün buradan türediğini biliyoruz. Bu gruplar şimdi bir kez daha sahne almış durumdadır. Daha önce Özgür Suriye Ordusu olarak bilinen ve Suriye Milli Ordusu olarak ismi değişen, Türkiye’de eğitilip donatılan bu çete örgütü şu anda Suriye’de yine faaliyet yürütmektedir. Suriye’de bir vekalet savaşı yürütmektedir. Kimlere saldırmaktır?

Kuzey ve Doğu Suriye’deki Kürtlere ve Suriye haklarına karşı kullanılmaktadır. Bu iktidarın Türkiye’ye ve bölgeye yaptığı en büyük kötülük, Kürt sorununda çözümsüzlüğü sürdürmek, Neo Osmanlıcı hayallere kapılmak ve bunun peşinden giden bir dış siyaset izlemektir. Bunun için Selefi ve cihatçı örgütlerle işbirliği yapmak ve desteklemektir. Bunların ülkemize geri dönütleri nasıl oldu? Türkiye’yi bölge ülkelerinin neredeyse tamamıyla kavgalı hale getirdi. Türkiye’de Ankara Gar Katliamını, Suruç ve Reyhanlı ve Antep katliamlarını ve burada sayamadığım çok sayıda katliamı bu eğitip donattıkları, destekledikleri, sınırı açtıkları örgütler gerçekleştirdi.

Yani bu iktidarın eğitip donattıkları, Türkiye’deki yurttaşların katili oldu. Maaşlarını kıstığınızda, vaktiyle Esad’la görüşme teklifinde bulunduğunuzda Reyhanlı sınırında Türk bayrağını yaktılar, sesinizi çıkaramadınız. Suriye savaşı başladığından bugüne kıyasladığınızda, Türkiye’nin kuruluşundan bugüne kadar Türkiye’nin sınırları hiçbir zaman bu kadar güvensiz olmamıştı. Kuzey ve Doğu Suriye’de yaşayan Kürtler demokratik, farklı haklarla ortak yaşam kültürünü benimsemiş, kadın özgürlükçü bir anlayışa sahiptir. Sekülerdirler aynı zamanda. Biz bu kürsüden defaatle söyledik: Bu özelliklere haiz olan Kürt halkı mı komşumuz olsun, IŞİD ve türevi örgütler mi komşumuz olsun?

Kamuoyunda Rojava diye bilinen Kuzey ve Doğu Suriye’yi ve orada yaşayan insanları bu kürsüye çıkan insanlar biraz önce öyle bir anlattı ki sanki orada yurttaş yok, sivil yok, herkes eli silahlı beklemekte. Milyonlarca insanın yaşadığı kentlerden bahsediyoruz. Ankara’nın göbeğinde siz çocuklarınızı nasıl okula gönderiyorsanız, hastaneye gidiyorsanız, işe gidiyorsanız; işte orada da böyle sivil insanlar yaşıyor. O coğrafyayı iyi bilmek, iyi anlamak gerekiyor. Ortadoğu’nun soykırım kıskacında Suriye ile ilgili tavrımız çok nettir: Çetelerin kimi bölgelerde devam eden müdahaleleri derhal son bulmalıdır, silahlar susmalıdır.

Suriye’nin kaderini Suriye halkları demokratik bir zeminde belirlemelidir. Orada demokratik bir anayasa yapım sürecine katkı verilmelidir. Dış müdahaleler derhal bitmelidir. Bu mesajı bugün burada herkes verdi. Demokratik bir Suriye’den bu kürsüden herkes bahsetti. İktidar ve ortağı da “demokratik Suriye” dedi ama arkasından ne yaptı? Bugün elimize ulaşan haberlere göre Ayn İsa’da çoğu çocuk 12 sivil TSK güçlerinin SİHAlarıyla katledildi. Minbiç günlerdir bombalanıyor. Orada sivillerin olduğu yerler bombalanıyor. Türkiye’de iç barış barış diyeceğiz ama Minbiç, Eyn İsa, Tel Rıfat’ı vuracağız.

Böyle bir dünya yok, olamaz. Buradan çağrımızdır: TSK orada gerçekleştirdiği saldırılara son vermelidir. Suriye’de yaşayan Araplar, Kürtler, Ermeniler, Türkmenler, Dürziler, Arap Aleviler, Nusayriler, İsmailililer, Asuriler, Asurlar ve burada sayamadığım tüm farklı halklar ve inançlar bir arada yaşam kültürüne sahiptir. Herkesin temsil edildiği ortak, kapsayıcı, demokratik bir anayasanın oluşması için katkı vermeliyiz hep beraber. Kürtlerin statüleri mutlaka ve mutlaka tanınmalıdır. Demokratik Suriye, demokratik Ortadoğu diyorsak oradaki Kürt kardeşlerimizden korkmayacağız, çekinmeyeceğiz; oradaki Kürt kardeşlerimizle ortak yaşamın yollarını bulacağız. Onun için de bu parlamento çalışmalıdır.

Ne yazık ki bu baş döndürücü yapısal dönüşümler içinde Türkiye dış siyasette rotasını kaybetmiş bir ülke konumuna gelmiştir. Dış siyasetin iç siyasetle oldukça ilintili ve birbirini çok yoğun etkilediği bir dönemden geçiyoruz. Bu sadece bizim ülkemiz için değil bütün dünya ülkeleri için böyledir. Türkiye’nin dış politikası şu an rasyonel değildir. Batı ile Avrasya arasında sıkışmış durumdadır. Bir sarkaç siyaseti yürüttüler. Aradaki çatlaklardan faydalanmak için çalıştılar ama Türkiye’nin geldiği hal ortadadır. Bölgesel riskleri genel anlamda değerlendirebilmeliyiz.

Bu ülkeyi yönetenler tercihlerini mutlaka ama mutlaka halklardan yana yapmalıdır. Demokrasi karşıtı güçlerle, insanlık karşıtı güçlerle işbirliğine mutlaka son verilmelidir. Tarihin çöplüğünde çürümüş fikirlerle beslenen neoliberal Osmanlıcı ideolojiye eklemlenen hamasi siyasetle yol gidilemeyeceği açıktır. Bu hakikatle barışık olunmalıdır. Ortadoğu’da Kürt halkının kazanımları, Türk halkının ve bütün Türkiye halklarının kaybı değil kazancı olur. Kürtlerin ve Türklerin demokratik zemindeki ittifakı, Ortadoğu halklarına model olacaktır. Çok söyledik. İçeride Kürt sorununu çözmüş bir Türkiye’nin Ortadoğu’da barış rolü üstlenebileceğini ve bunun samimi olabileceğini söyledik.

Yeryüzü ve özellikle coğrafyamız gerçekten savaştan ve kandan çok yoruldu. Bütün dünyaya sesleniyorum: Bakın, dünya nükleer silahların tehdidiyle karşı karşıya. Dünya üçüncü büyük dünya savaşının eşiğinde. Böylesi biz zamanda barışın sesi çok daha gür, çok daha cesur yükselmelidir. Bütün dünyada savaş karşıtı güçlerin bir barış hareketini oluşturması şu an her şeyden çok elzemdir ve acil bir biçimde bunun oluşması gerekiyor. Dünya ve bölgede kaosun derinleştiği bu tabloda Türkiye’nin de üzerine düşeni yapması gerekir.

Bugün bütçeyi konuşuyoruz. Bütçeyi konuşurken, savaşın ve çatışmaların, özel harp politikalarının maliyetini de konuşmalıyız. 40 yılı aşkın süredir devam eden savaş ve çatışmalarda, sadece Kürt sorunu odaklı harcamalara baktığımızda, 3 trilyon dolardan daha fazla para harcanmış. Neye harcanmış bu paralar? Mermiye, tanka topa, İHA’Lara, SİHA’lara harcanmış. Bu kadar büyük bir bütçe halklar, işçiler ve emekçiler için kullanıldığında, Konya’daki ve Trabzon’daki işçi kardeşimizin karnı doyacaktı. Diyarbakır, Batman, Şırnak, Ağrı, Muş ve Siirt ekonomi endeksinde en yoksullar sıralamasında yer almayacaktı. Vakit kaybetmeden hem siyasetin hem de toplumun bu konuda çok büyük görev ve sorumluluk üstlenmesi gerekiyor. DEM Parti olarak, onurlu bir barışın hem içeride hem dışarıda sağlanması için hiçbir fedakarlıktan kaçınmadan çalışacağımızı bir kez daha ilan ediyoruz.

Bütçe soğuk rakamların değil tamamen siyasi tercihlerin planlanması ile ilgilidir. Biz her fırsatta söyledik. Cumhur İttifakının bütçesinde milyonlarca yurttaşımız yok. İşçi, emekçi, yoksul, esnaf, çiftçi yok; kadınlar, çocuklar, engelliler yok. Bir avuç yandaşın kazancı var, 5’li Çetenin kazancı var. Ülke parsel parsel satıldı. Kamuya ait hiçbir şeyi bırakmadılar. Şimşek geldiğinde enflasyon yüzde 38,21 idi. Şimdi düştü dedikleri enflasyon rakamlarına baktığımızda, Saray’da hazırlanan TÜİK verilerine göre enflasyon 47,09 ama gerçek enflasyon yüzde 80. Faiz yüzde 8,5’ti, şimdi yüzde 50 oldu. Dünyadaki en yüksek faizlerden biri. Dolar kuru 21,14 idi, şimdi 35 TL’ye dayanmış durumda bütün baskılamalara rağmen.

Değerli Türkiye halkları, Türkiye’yi bu anlamda ikiye bölmüş bu iktidar. Bir tarafta yüzde çoğunluk, yani toplumun yüzde 81’i; diğer tarafta zengin azınlık. Bu Beytü’l Mal’a yapılan en büyük ihanettir ve bu ihanet tarihe bu şekilde geçecektir.

DEM Parti olarak, yaz boyunca Ekmek ve Adalet Buluşmaları gerçekleştirdik. Aynı zamanda Kadın Meclisimiz ile beraber “Eşit ve Özgür Bir Yaşamda Israrcıyız, Derinleşen Kadın Yoksulluğuna Karşıyız” kampanyasını yaptık. Türkiye’nin çok farklı yerlerine gittik. İşçilerle, emekçilerle, yoksullarla, ev emekçisi kadınlarla buluştuk. Bir dokun bin ah işit. Sebze halinin kapısında çürük sebze ve meyveyi evine götürmeyi bekleyen kadınları gördük. Günde 10 saat çalışıp 600 TL yevmiye alan mevsimlik tarım işçilerini gördük. Merdiven altı atölyelerde güvencesiz ve karın tokluğuna çalışan işçi ve emekçiyi gördük.

Hem maddi hem manevi hiçbir güvencesi olmayan ev emekçisi kadınları gördük. Karadeniz’de topladığı çayın, Urfa ve Antep’te topladığı fıstığın, Antalya ve Manisa’da ekilen domatesin maliyetini çıkaramayan üreticileri gördük. AKP’nin ülkenin bütün varlıklarını peşkeş çektiği 5’li Çeteyi Karun kadar zengin eden, hormonlu ekonomik büyümenin verilerini veren inşaat sektöründe çalışan işçileri gördük. MESEM aracılığıyla sermaye için ucuz işgücü olarak kullanılan çocukların çocukluğunun ve emeğinin nasıl çalındığını gördük. Samanın bile ithal edildiği bir yerde hayvancılığın bitmeye yüz tutan halini gördük. Depremzedeleri gördük. Biraz önce burada Cumhurbaşkanı Yardımcısı sunumunu yaparken, “Bütçe açığı vermemizin temel nedenlerinden biri deprem” dedi.

Pandemi zamanında da pandemiydi. Pandemiden önce de Allah bilir neydi? Hatırlamıyorum, ne demiştiniz? 2 sene geçti depremin üzerinden ve halen depremzedeler aynı yerlerdeler. Hala atılmış doğru düzgün adım yok birkaç yer haricinde. İktidarın sunduğu bir çözüm önerisi yok. Özellikle Hatay’da, her daim 3’üncü insan muamelesi gören Hatay’da hala konutlar yıkılmayı bekliyor ve insanlar konteynerlerde yaşıyor. Rezerv alan tartışmaları ve şimdi de deprem bölgesinde mücbir sebep halinin 30 Kasım’da bitirilmesi. Buradan bir kez daha çağrımızı yineliyoruz: Depremin yaralarını sarmak için bu bütçede en büyük pay zaten buna ayrılmalıdır. Buna ayırdığınız için bütçe açık vermiyor, zenginlerin vergilerini affettiğiniz için bütçe açık veriyor. Bunu buradan hatırlatmak istiyorum.

Bakın, Türk İş 2024 Kasım Raporunda açlık sınırını 21 bin 561.65 TL, yoksulluk sınırını 66 bin 976.07 TL olarak belirlemiş. Asgari ücret 2024’te bir kez arttırıldı ama asgari ücreti artırmaktan imtina edenler bu açlık ve yoksulluk sınırını görmeden, yurttaşın haline bakmadan hareket ediyorlar. 50 milyon yurttaşımız açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır ve bu çok zor bir süreç. Şunu iyi bilelim ki bu bütçede emekli yok. Bu bütçede geçinemediğinden dolayı Konya’da inşaatta çalışmak zorunda kalan ve çatıdan düşüp yaşamını yitiren yaşlı amcamız yok, üniversiteliler yok, moto-kurye işçileri yok. Soma’da kaybettiğimiz 301 işçimiz yok. İliç’te kaybettiğimiz 9 maden işçimiz yok. Canice katledilen, istismara uğrayan çocuklar yok. Narinler, Şirinler yok bu bütçede. Çocuklarını çalışmak zorunda olduğu için barakada bırakan ve 5 çocuğunu yanarak kaybeden kadın ve yanarak giden o çocuklar yok. Engelliler bu bütçede yok. Emeği görünmeyen kadınlar bu bütçede yok. Yok yok yok! Bu bütçede halk yok. Bu bütçede, sermayenin çıkarları, zengin bir avuç sınıfın çıkarları var. 2025 Bütçesinin de hikayesi budur.

Bu bütçede en çok olmayan bizleriz. Bu bütçenin toplumsal cinsiyete duyarlı bir bütçe olması için biz DEM Parti olarak her fırsatta mücadele ettik. Kadınlar her gün şiddete uğruyor, katlediliyor. Ayşenur Halil, İkbal Uzuner ve IŞİD’vari yöntemle canice katledildi. Türkiye’de kadına yönelik şiddetin haddi hesabı yok ama kadınlar bu bütçede yok. Kadına yönelik şiddeti önleyecek caydırıcı yasalar yok. Olan yasaları da mevcut olan erkek yargı, erkeklerin lehine kullanıyor. İstanbul Sözleşmesinden çekildiniz. 6284 Sayılı Kanunu tartışmaya açtınız. Kadınların en önemli kazanımlarından olan nafaka hakkını tartışmaya açtınız. Sığınma evi yok, gündeme bile gelmiyor. Bu bütçe asla kadın bütçesi olamaz.

Kadınların toplumsal ve kamusal alana etkin katılımını oldukça önemsemekteyiz. Bunun için de DEM Parti olarak eş başkanlık ve eşit temsiliyeti önemsiyoruz. Özellikle belediyelerimizde kadın müdürlükleri ve kadın daire başkanlıkları başta olmak üzere kadın destek evleri, sığınma evleri ve burada sayamadığım çok önemli çalışmalar var. Ancak bu iktidar ne yapıyor, biliyor musunuz? Kadının adını belediyeden silmek için, eş başkanlık sistemimizi yok saymak için ne yapıyorlar? Halkın iradesini, Kürt’ün iradesini, seçme ve seçilme hakkını ortadan kaldırmak için kayyım atıyorlar.

Oysa olması gereken bu kadın kurumlarının desteklenmesidir. Atanan kayyımın ilk işi belediyelerimizdeki kadın kurumlarını kapatmak oldu. Ancak bizler enseyi karartmayacağız. Bütçemizi kendimizin yapacağı günler elbette gelecek. Kadın Bakanlığımızı kuracağımız günleri göreceğiz. Bakanlığımızın en önemli faaliyeti kadına yönelik şiddetle etkin mücadele olacaktır. Ulaşılabilir nitelikte anadilinde kreş ve bakım merkezlerini kuracağız. Biz kadınlar bedenimiz, emeğimiz ve kimliğimiz için mücadele etmeye devam edeceğiz. Sizler yasaklasanız da Jin, Jiyan, Azadî demeye devam edeceğiz.

Bu bütçede ne olmalı ya da halktan yana bütçede ne olmalı? “Ekmek ve Adalet İçin Bütçe” şiarıyla hareket etmeliyiz. Geliri olmayan ya da belli gelirin altındaki hanelere insan onuruna yaraşır bir yaşam için temel gelir sağlamalıyız. İhtiyaç sınırına kadar elektriği, suyu, doğalgazı ve interneti ücretsiz kamu hizmeti olarak sağlamalıyız. Acil müdahale olarak temel gıda ürünlerinin üzerindeki  KDV’yi kaldırılmalı ve raflardaki temel gıdaların fiyatları sabitlenmelidir. Vergiler işçinin, esnafın ve küçük ölçekli işletmelerin belini bükmüş durumdadır. Esnaf kepenk kapatıyor. Büyük sermaye sahipleri vergi kaçırıyor. Servet vergisi olmalı. Azdan az, çoktan çok vergi alınan bir sistem inşa edilmelidir. Yoksul ailelere kira desteği sağlamalıyız.

Ataması yapılmayan öğretmenlerin atamasını yapmalıyız. KHK’lıların maddi ve manevi tazminatlarını karşılamalı, görevlerine iade etmeliyiz. Asgari ücret için DEM Parti olarak ifade ettiğimiz rakam 35.000 TL’dir ama bunun da enflasyon karşısında eridiğini biliyoruz. O nedenle 3 ayda bir yükselen enflasyon oranına göre de güncellenmesi gerektiğinin altını özellikle çiziyoruz. Türkiye’de tarım bitirildi. 2002’de AKP iktidara geldiği günden bu yana, uyguladığı tarım politikasıyla Türkiye’yi ihracatçı bir ülkeden ithalatçı bir ülke konumuna getirdi. Eti ithal ediyoruz, buğdayı ithal ediyoruz. Türkiye bu hale mi gelmeliydi? Ama siz getirdiniz ne yazık ki!

Toprağıyla, havasıyla, suyuyla; Çukurovasıyla, Harran ve Konya ovalarıyla, meralarıyla dünyanın en önemli tarım ülkesi olan Türkiye’de bizler söz veriyoruz: Bu ülkenin yönetimine geldiğimizde, radikal bir tarım politikasıyla tekrar eski pozisyonumuzu da aşan bir yere geleceğimiz kesindir. Bunun için kaynak yok demeyin. Vergide adaleti sağlayarak, kamulaştırma yaparak, hayali ekonomik büyüme yerine reel üretimi önemseyerek, savaş ve çatışma politikalarına para ayırmaktan vazgeçerek, kamu özel işbirliği projelerine giden garanti ödemeleri durdurarak, Türkiye Varlık Fonunu kapatarak, Örtülü Ödeneği ortadan kaldırarak ve daha başka birçok çözüm yoluyla elbette bu bütçenin kaynağı yaratılabilir.

Ekmek ve adalet için bütçe yapmak mümkün. Yeter ki bütçe yaparken merkezimize insanı, doğayı, barışı ve adaleti alalım. Bunu yapmak mümkün. Ama Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile bunu yapmak mümkün değil. Dolayısıyla bu sitemin kökten değişmesi gerekir. Bu sistemle hukukun üstünlüğü olacak dediniz, üstünlerin hukukunu yarattınız. Askeri vesayetten kurtulacağız dediniz, Saray’ın vesayeti bütün kurumların üzerinde. Bu sebeple diyoruz ki Türkiye’nin içinde bulunduğu toplu krizi, yani ekonomik, sosyal ve siyasi krizi aşmak elbette mümkün. Ama bunun için radikal, köklü değişikliklere ihtiyaç var. Bu sistem bu haliyle artık daha fazla gidemez, bunu götüremez. Bu çoklu krizlerin çıkış yolu demokratik bir akılla mümkündür. Tekçi değil çoğulculukla mümkündür. Demokratik bir Türkiye’yi inşa etmekle mümkündür.

Türkiye’de yaşayan farklı halkları ve inançları, şu bu kökenli diye ifade etmeden -nasıl ki Türk kökenli demiyorsak- bu ülkenin eşit yurttaşı görmekle mümkün. Türk, Kürt, Arap, Laz, Çerkes herkesin kendi dili ve inancıyla eşit şekilde yaşadığı ve bu eşitliğin demokratik bir anayasa ile garanti altına alındığı bir Türkiye elbette bu sorunları aşabilir. Demokratik bir cumhuriyeti hep beraber inşa edebiliriz. Demokratik cumhuriyeti inşa etmemiz için 85 milyon yurttaşımızı kucaklayan bir politika yürütmek zorundayız. Cesur olmak zorundayız. Sorunlarımızla yüzleşmek zorundayız. Aksi takdirde bunları başarmak mümkün değildir. Bunun için de radikal bir demokrasi mücadelesi vermek zorundayız.

Ekranları başında bizi izleyen değerli yurttaşlarımız, bizler bu sorun yumağına rağmen asla enseyi karartmayacağız. Baskılara rağmen toplum bu gidişata, bu sisteme, bu rejime rızalık vermiyor, vermeyecek. Fabrikalardan, alanlardan ve sokaklardan yoksulların, işçilerin, emekçilerin, kadınların doğa ve insan hakları savunucularının seslerini hep beraber duyuyoruz. Biz onlarla birlikte aktif olarak mücadele yürütüyoruz. Türkiye halkları olarak köklerimizden aldığımız gelenekle, bilinçle, mücadele kültürüyle ve birikimle yolumuza devam edeceğiz.

Umut her gün büyüyorsa, mücadelemize olan sarsılmaz güvenimizdendir. Bize dayatılan değil, hak ettiğimiz özgür ve onurlu bir yaşamı hep birlikte kuracağız. Bunun sözünü de burada bütün Türkiye halklarına, 85 milyon yurttaşımıza veriyoruz. Bizler mücadeleyle kazanacağız. 77 1 Mayıslarında özne olmuş bir toplumuz, 15-16 Haziran işçi direnişlerinde başarmış bir toplumuz. Tekel direnişinde, barış mücadelesinde ve kadın mücadelelerinde başarmışız. Bu köklerimizi ve birikimimizi asla unutmadan demokratik bir Türkiye, demokratik bir cumhuriyet için mücadele etmeye devam edeceğiz.”

Paylaşın

İklim Krizi Derinleşiyor; 2024’ün Kayıtlardaki En Sıcak Yıl Olması “Kesin”

Veriler, 2024 yılının kayıtlardaki en sıcak yıl olma ihtimalinin neredeyse kesin olduğunu gösteriyor. 2024 yılı ayrıca, sanayi öncesi seviyelerin 1,5 derece üzerinde ortalama sıcaklığa sahip olacak ilk yıl olacak.

2024 yılının 11 ayına ait verileri değerlendiren bilim insanları, yılın ortalamasının 1,60 derece olmasının beklendiğini ve 2023 yılında kırılan 1,48 derece rekorunu aştığını söyledi.

AB’nin Copernicus İklim Değişikliği Servisi’nden (C3S) Samantha Burgess, “Yılın sondan bir önceki ayına ait Copernicus verileriyle, 2024’ün kayıtlardaki en sıcak yıl ve 1,5 derecenin üzerindeki ilk takvim yılı olacağını artık kesin olarak teyit edebiliriz” dedi.

Geçtiğimiz kasım ayı kayıtlara geçen en sıcak ikinci kasım olurken, 2024’ün kayıtların tutulmaya başlamasından bu yana en sıcak yıl olacağı beklentileri de doğrulandı.

Avrupa Birliği’ne bağlı İklim Değişikliği Gözlemleme Ajansı’na (Copernicus) göre, küresel sıcaklıklar kasım ayı için 1991-2020 ortalamasının ortalama 14,10 derece – 0,73 derece üzerindeydi.

Genel olarak, Kasım 2024 sanayi öncesi seviyelerin 1,62 derece üzerindeydi. Bu, küresel ortalama sıcaklıkların sanayi öncesi dönemlerin 1,5 derece üzerine çıktığı son 17 ayın 16’ncısı olarak kayıtlara geçti.

Copernicus Direktör Yardımcısı Samantha Burgess, “Yılın sondan bir önceki ayına ait Copernicus verileriyle, 2024’ün kayıtlardaki en sıcak yıl ve 1,5 derecenin üzerindeki ilk takvim yılı olacağını artık kesin olarak teyit edebiliriz,” dedi.

Burgess, “Bu Paris [İklim] Anlaşması’nın ihlal edildiği anlamına gelmiyor, ancak iddialı iklim eylemlerinin her zamankinden daha acil olduğu anlamına geliyor,” diye ekledi.

2024 yılının Ocak ayından Kasım ayına kadar küresel ortalama sıcaklıklar 1991-2020 ortalamasının 0.72 derece daha üzerinde seyretti. Bu derece, bu dönem için kaydedilen en yüksek sıcaklık olurken, 2023’ün aynı dönemine göre de 0,14 derece daha sıcak oldu.

Bu noktada Copernicus, aralık ayındaki sıcaklıklar olmasa bile 2024’ün kayıtlardaki en sıcak yıl olacağına kesin gözüyle bakıyor. Veriler, sanayi öncesi seviyelerden de neredeyse kesinlikle 1.5 dereceden daha yüksek olacağını gösteriyor.

Ekim ayında C3S, 2024’ün en sıcak yıl olmaması için küresel ortalama sıcaklıkların yılın son iki ayında neredeyse sıfır santigrat dereceye düşmesi gerektiğine işaret ettiğinde rekor neredeyse doğrulanmış oldu.

Geçtiğimiz ay Azerbeycan’ın başkenti Bakü’de düzenlenen COP29 zirvesinde, Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) bilim adamlarının hazırladığı bir raporda, dünyanın tehlikeli bir şekilde aşırı ısındığı uyarısında bulunuldu. Küresel sıcaklıkların sanayi öncesi ortalamaya kıyasla şimdiden 1.3 derece arttığı da belirtildi.

Dünya son yıllarda artış gösteren eşi benzeri görülmemiş deniz yüzeyi sıcaklıkları, buzulların erimesi, kuraklıklar, ölümcül fırtınalar ve şiddetli seller ile karşılaşıyor.

WMO Genel Sekreteri Celeste Saulo BM iklim konferansında, “Bu bir sürpriz değil. Bilim insanlarının bunu uzun yıllardır – aslında 30 yıldan fazla bir süredir – işaretlediğini ve sürpriz olanın tepki vermekteki yavaşlık olduğunu kabul etmeliyiz,” dedi.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

Erdoğan’dan “Suriye” Açıklaması: Aydınlık Dönem Başladı

Suriye’deki gelişmelere ilişkin konuşan Erdoğan, “Suriye’de aydınlık dönem başlamıştır. Türkiye billurlaşan devlet aklıyla hadiseleri okumakta, Suriye’deki duruma çok geniş perspektiften bakmaktadır. Türkiye’nin başka bir ülkenin toprağında ve egemenliğinde gözü yoktur” dedi ve ekledi:

“Sınır ötesi harekatlarımızın yegane amacı vatanımızı ve vatandaşlarımızı terör saldırılarından korumaktır. Ne PKK ve Suriye’deki uzantıları ne DEAŞ ülkemizin muhatabı değildir. Suriye dini, mezhebi kimlikleriyle Suriyelilerindir. Suriye’de karar verecek olan Suriye halkıdır. Bize düşen ülkelerini yeniden toparlama, ayağa kaldırma çabalarına güçlü şekilde destek olmaktır.”

Erdoğan, konuşmasının devamında, “Arap, Türkmen, Kürt, Sünni, Alevi, Nusayri, Hristiyan fark etmeksizin Suriyelilerin tamamının sulh içinde yaşadığı Suriye Türkiye’nin en büyük özlemi, hayali ve hedefidir” ifadelerini kullandı.

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kabine toplantısının ardından açıklamalarda bulundu. Erdoğan’ın açıklamalarından öne çıkan bölümler şöyle: “Bu sabah Isparta Keçiborlu’da eğitim uçuşu esnasında kaza kırıma uğrayan şehit olan 6 kahramanımıza Allah’tan rahmet niyaz ediyorum. Milletimizin başa sağolsun.

Türkiye Yüzyılı’nı içeride ve dışarıda attığımız adımlarla gün be gün gerçekleştiriyoruz. Hem bugün halkımızın hem de yarın ruzi mahşerde Hakk’ın huzuruna görevini layıkıyla yerini getirmiş, eserler bırakmış olarak çıkmanın derdindeyiz, bunun peşindeyiz. İnsanımızın şöyle içinden gelerek söylediği bir ‘Allah ondan razı olsun’ cümlesi bizim için en büyük payedir, şereftir, gurur ve mutluluk kaynağıdır.

Diplomatik temaslarla, iyi hesaplanmış stratejik hamlelerle açılışını yaptığımız hizmet ve eserlerle Türkiye’yi her alanda yüceltmenin gayretindeyiz. Türkiye ayağına ve iradesine vurulan zincirleri tek tek parçalamaktadır. Özgüvenli, kararlı ve sabırlı bir şekilde hedeflerini gerçekleştirmektedir. Güçlü demokrasisi, büyüyen ekonomisi, köklü kurumlarıyla dünya meselelerinin seyrini değiştiren barışçı ve aktif politikalarıyla tarihe yön vermekte hem kendi hem insanlık tarihini yeniden yazmaktadır.

Bugün dünden daha güçlü, özgür, itibalı, daha özgüvenliyiz. İnşallah yarın her alanda çok daha iyi yerlerde olacağız. Milletimizi sığ sulara hapsetmek isteyen vizyonsuzlara inat umudu büyütmeye devam edeceğiz. Aziz milletimize mahçup olmayacak, milletimizi sukutu hayale biiznillah uğratmayacağız. Son 22 yıl olduğu gibi Türkiye’yi başarıdan başarıya koşturak, yeni rekorları, yeni sevinçleri yeni heyecanları yaşatacağız.

85 milyon olarak biz muazzam ve muhteşem bir aileyiz. Hepimiz daha mutlu daha müreffeh daha kudretli bir Türkiye hayal ediyoruz. Gerçekleştirdiğimiz her hedefi daha büyük hedeflerin mihenk taşı, başlangıç noktası olarak görüyoruz. Her eser yeni hizmet ve projeler için azmimizi kamçılıyor heyecanımızı artırıyor.

Kalbimizdeki vatan ve millet aşkı gökte bir şimal yıldızı gibi parlıyor. Büyük ve güçlü Türkiye davasında yolumuzu aydınlatıyor. Allah’ın izniyle bu millet her engeli aşacak millete ziyadesiyle sahiptir. Kardeşliğimize sıkıca sarıldığımız, istikrar ve güven ortamını koruduğumuz iç cephemizi aşılmak bir kale gibi sağlam tuttuğumuz müddetçe çok daha güzel günler göreceğimizden asla şüphe duymuyoruz.

Son kabine toplantımızdan bu yana iç siyasette ve dış politikada yoğun bir gündemle çalışmalarımızı sürdürdük. Diyanet İşleri Başkanlığımızın her 5 yılda bir düzenlediği din şuralarının 7’incisinde hocalarımız ve kanaat önderlerimizle bir araya geldik. Dijitalleşen dünyada Diyanet İşleri başlığıyla gerçekleştiren dünyada yapay din tehdidi ile mücadelede bir uyanışa vesile olmasını umut ediyoruz.

28 Kasım’da Umman’dan ülkemize devlet başkanı seviyesinde ilk resmi ziyareti gerçekleştiren Umman Sultanı Heysem bin Tarık’ı Türkiye’ye misafir etmekten özellikle bahtiyar olduğumu söyleyebilirim. Bu farklı ziyareti farklı alanda gerçekleştirdiğimiz 10 anlaşma ile taçlandırdık.

30 Kasım Cumartesi günü Kahramanmaraş’taydık. Maraş’ta hem il kongremizi yaptık hem de deprem konutların kura ve anahtar teslimini icra ettik. Toplamda 24 bin 559 yuvamızı daha hak sahibi kardeşlerimize teslim ettik. 2024 sonuna kadar 11 ilimizde toplam 201 bin 688 bağımsız bölümü afetzede kardeşlerimize teslim edeceğiz. Bir depremzedenin elinden tutmak yerine kimi zaman hakaret ederek kimi zaman afaki sözler vererek bu sürece köstek olanları tarih affetmeyecektir. ‘Erdoğan bu enkazın altında kalır’ diyerek tüm umudunu milletin sıkıntılarının çoğalmasına bağlayan kifayetsizleri hayal kırıklığına uğratmaya devam ediyoruz.

Bu sene Japonya ile diplomatik ilişkilerimizin tesisisin 100. yıldönümünü kutluyoruz. Bu anlamlı yıldönümü münasebetiyle Japonya Veliaht Prensi Akishinove refikasını ülkemizde misafir ettik. 6 Şubat deprem felaketinin ardından Japon hükümeti ve halkının milletimizle sergilediği dayanışmayı her zaman şükranla yâdediyoruz.

Gaziantep’te 5 bin 113 konutun anahtar ve tapu teslim törenini yaptık. Ardından partimizin 8. olağan il kongresini büyük bir coşkuyla gerçekleştirdik. Türkiye’nin ikinci büyük kütüphanesi olan Şahinbey Millet Kütüphanesi’ni açarak gençlerimizle hasbıhal ettik.

2024-2025 akademik yılında üniversite öğrencilerine verilen burs ve kredi oranında yüzde 50 oranında artışa gittiğimizin müjdesini paylaştık. Yeni burs miktarlarının üniversiteli öğrencilerimize ve ailelerine hayırlı olmasını temenni ediyorum.

“Baas diktarörlüğü tamamen çöktü”

Bölgemiz ancak demokrasi ve bunun için de bir dönüm noktası ifadesiyle tarif ve tahlil edilebilecek evsafta kritik gelişmelere sahne oluyor. Suriye’de 13 yıldır devam eden iç savaş dün itibarıyla yeni bir boyut kazandı. Halep, Hama, Humus ve son olarak Şam, asıl sahiplerinin kontrolüne geçerken, Baas diktarörlüğü tamamen çöktü.

Yıllardır bölücü örgütün işgali altında bulunan Tel Rifat ve Münbiç’in teröristlerden arındırılmasını memnuniyetle karşılıyoruz. Eski rejimin kimi şehirleri bölücü terör örgütünün Suriye uzantılarına bırakması aralarındaki kirli ittifakı bir kez daha teyid etmiştir. Ülkemizdeki ana muhalefetin son ana kadar umudunu kesmediği Esed rejimi son ana kadar umudunu terk etmemiştir. Çağrılarımız eski rejim tarafından küstahça reddedilmiş, değeri bilinmemiş, manası anlaşılmamıştır.

Esed birçok şehri enkaza dönmüş bir Suriye bırakarak kaçmıştır. Zulüm ile abad olunamayacağı hakikati Suriye’de bir kez daha tecelli etmiştir.

Türkiye Suriye ihtilafının başından beri komşuluk hukukunu ve büyük devlet olmanın icaplarını harfiyyen yerine getirmiştir. Barış, özgürlük, diyalog, adaletten, Suriye’nin bir an önce huzura kavuşmasından yana olduk. Devrik rejimin hasmane tutumuna rağmen her şart altında Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve üniter yapısını savunduk. Haksız, hukuksuz, baskıya, zulme karşı sesimizi yükseltmekten hiçbir zaman çekinmedik.

Türkiye Suriye ihtilafının başından beri komşuluk hukukunu ve büyük devlet olmanın icaplarını harfiyyen yerine getirmiştir. Barış, özgürlük, diyalog, adaletten, Suriye’nin bir an önce huzura kavuşmasından yana olduk. Devrik rejimin hasmane tutumuna rağmen her şart altında Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve üniter yapısını savunduk. Haksız, hukuksuz, baskıya, zulme karşı sesimizi yükseltmekten hiçbir zaman çekinmedik.

Bunu açık bir düşmanlığa, kör husumete dönüştürmedik. Suriye’deki hadiselerin 13 yıllık serencamını bilen herkes Türkiye’nin verdiği hasbi mücadelenin en yakın şahididir. Suriye ile ilgili hassasiyetimiz hiçbir zaman menfaat eksenli olmamıştır. Bu konuya hep vicdan penceresinden baktık, merhamet nazarından yaklaştık. Bugün de aynı yerde sapasağlam duruyoruz. Suriye halkı bizim kardeşimizdir. Tüm kesimleriyle tüm inanç gruplarıyla can dostumuzdur. Bir uçtan diğer uca Suriye’yi karış karış süsleyen türbeler, köprüler, çeşmeler, hanlar, camiler bizim ezelden ebede uzanan kardeşliğimizin nişaneleridir.

Sınırlar ülkeleri fiziken birbirinden ayırabilir ama kalplere hangi güç sınır çizebilir? Asırlardır birlikte yaşadığımız aramızdaki sınır uzunluğu 910 kilometre. 910 kilometrelik sınırı paylaştığımız komşularımıza sırtımızı dönmemizi bizden kim bekleyebilir. Kalbimizin bir yarısı Antep, Hatay, Şanlıurfa ise diğer yarası Afrin, Hama, Humus, Şam’dır.

Tarihin ve coğrafyanın bize hatırlattığı bu gerçekleri son 13 yıldır ülke ve millet olarak bizzat yaşadık, bilfiil tecrübe ettik. Komşumuzun evinde yangın çıktığında ilk koştuğu yer biz olduk. Devrik rejimden kaçan Suriyeli kardeşlerimiz canlarını kurtarmak için ilk önce bizim kapımızı çaldı. Az değil, 4,5 milyon Suriyeli bizim evimizde misafir oldu. Bir dönem nüfusu 3 milyon 700 bine ulaşan ancak şimdi sayıları 2,9 milyona düşen Suriyeli muhacirlere 13 yıl boyunca ensarlık yaptık.

İnancımızın ve komşuluk hukukumuzun gereği olarak memnuniyetle yerine getirdik. Biz muhalefetle bu konuda ne kavgalar verdik. Onlar iktidar olur olmaz ‘sizi kovacağız’ derken biz tam aksine ‘Biz ensarız onlar muhacirdir’ demek suretiyle onları evimizde misafir etmenin erdemine ulaştık. Bu ülke Allah’a hamdolsun Suriyeli mazlumlara da güvenli, korunaklı, müşfik bir liman oldu. Bu misafirperverlik insanlık tarihine altın harflerle yazılacaktır.

Türk milleti kara günlerinde Suriyeli mazlumlara kucak açmasının izzetini şeref payesi olarak ebediyyen taşıyacaktır. Bugün bir kez daha muhalefetin kışkırtmalarına aldırmadan mazluma kol kanat geren necip milletimin her birine şahsım ve milletim adına teşekür ediyorum. Birlikte yol yürüdüğümüz ortaklarıma merhametli duruş için şükranlarımı sunuyorum. Oy hesabıyla nefret söylemlerine başvuran ırkçı lümpenleri, vicdan fukaralarını, sırf Meclis’te 3-5 koltuk kapabilmek uğruna faşizmin en pespaye biçimine haftalarca sessiz kalanları önce Allah’a sonra haklarına girdikleri Suriyeli mazlumlara ve elbette maşeri vicdana havale ediyorum.

Ülkemizde mülteci düşmanlığını körükleyen necis zihniyet de kaybetmiştir. Suriye’yi etkisi altına alan kuvvetli değişim rüzgarının başta muhacirler olmak üzere tüm Suriye halkı için hayırlı sonuçlara vesile olacağına inanıyorum. Onurlu, güvenli geri dönüşler de artacaktır. Suriyeli kardeşlerimizin 13 yılan vatan hasreti artık yavaş yavaş son bulacaktır. Yığılmaları önlemek, trafiği kolaylaştırmak amacıyla Yayladağı hudut kapısını geçişlere açıyoruz. Muhacirlerin gönüllü geri dönüş sürecini tarihimize, kültürümüze, ev sahipliğimize yaraşır şekilde yöneteceğiz.

Hiç kimsenin bu insani sürece leke bulaştırmasına müsaade etmeyeceğiz. Suriye krizi ile politikası dün itibarıyla iflas eden ana muhalefet kendilerini hesaba çekmek, hatalarıyla yüzleşmek yerine çirkin ve ırkçı dille yeni istismar alanları oluşturmaya çalışıyor. Ana muhalefetin eski ve yeni yönetimine devrik Şam rejiminden vazgeçip, Suriye halkının sevincine ortak olmalarını tavsiye ediyorum. Cam faunustan çıksınlar, dünyada olanlara kubak kabartsınlar. Bir kez olsun hadiseleri Ankara merkezli okumaları denesinler. Yoksa partilerini traji komik duruma düşürmeye devam ederler.

Dün itibariyle artık Suriye’de aydınlık dönem başlamıştır. Türkiye billurlaşan devlet aklıyla hadiseleri okumakta, Suriye’deki duruma çok geniş perspektiften bakmaktadır. Türkiye’nin başka bir ülkenin toprağında ve egemenliğinde gözü yoktur. Sınır ötesi harekatlarımızın yegane amacı vatanımızı ve vatandaşlarımızı terör saldırılarından korumaktır. Ne PKK ve Suriye’deki uzantıları ne DEAŞ ülkemizin muhatabı değildir. Suriye dini, mezhebi kimlikleriyle Suriyelilerindir. Suriye’de karar verecek olan Suriye halkıdır. Bize düşen ülkelerini yeniden toparlama, ayağa kaldırma çabalarına güçlü şekilde destek olmaktır.

Arap, Türkmen, Kürt, Sünni, Alevi, Nusayri, Hristiyan fark etmeksizin Suriyelilerin tamamının sulh içinde yaşadığı Suriye Türkiye’nin en büyük özlemi, hayali ve hedefidir.

İstikrara kavuşmuş bir Suriye hem kendi vatandaşları hem de bölgedeki diğer ülkeler için güven kaynağı olacaktır. Bölücü örgütün Suriye uzantısının kargaşayı fırsata çevirmeye dönük aşırı heveskâr tutumunu dikkatle takip ediyoruz. Atalarımız güzel söylemiş, çakal ne kadar hile bilirse kurt da o kadar yol bilir. Türkiye sınırlarının ötesinde yeni terör çıban başlarının ortaya çıkmasına göz yummayacaktır.

13 yıldır her türlü zulme maruz kalan Suriyeli kardeşlerimize yeni acılar yaşatmaya kimsenin hakkı yoktur. Aziz Suriyeli kardeşlerim, Türkiye ve Türk milleti dün olduğu gibi bugün de yarın da yanınızdadır. Siz tüm imkansızlıklara rağmen kanınızla, canınızla, dişiniz, tırnağınızla destan yazdınız. Zulme ve zalime asla boyun eğmediniz. En zor zamanlarda dahi yeise kapılmadınız. İlk günden itibaren hep Allah büyüktür dediniz. O rahman ve rahim olandır dediniz. O alemlerin Rabbidir dediniz. Yalnız ona güvendiniz ondan yardım dilenidiz. Düştüğünüz yerden çok daha güçlü şekilde ayağa kalktınız.

Yenilgi yenilgi büyüyen bu şanlı zaferin asıl sahibi sizlersiniz. Sizleri ülkem ve milletim adına saygıyla selamlıyorum, zaferiniz hayırlı mubarek olsun diyorum, inşallah kalkınma mücadelenizde de tüm imkanlarınızla sizi destekleyeceğiz, gönül gönüle verecek, zorlukların sıkıntıların üstesinden birlikte geleceğiz. Hama katliamından beri Suriye’nin özgürlüğü yolunda can veren şehitleri bugün bir kez daha rahmetle yadediyorum. Esaretten kurtulan şehirlerinde dua eden, şükür secdesine kapanan, yıllar sonra evlerine, yuvalarına, ailelerine, sevdiklerine kavuşan mutluluğunu yaşayan tüm kardeşlerime selam ediyorum.

Bugün enerjiden, eğitime ve sağlığa çeşitli konuları da ele aldık. Eğitimin altyapısına yaptığımız devasa yatırımların eğitimin kalitesine olumlu yansıdığını görüyoruz. Matematik ve fen bilimlerinde 4. ve 8. sınıf öğrencilerimizin sürekli yükseliyor. Eğitim modelimiz özellikle süratle gelişiyor. Bu iyileşme inşallah hızlanacaktır. Koronavirüs döneminde güçlü sağlık altyapımızın önemini tecrübe etmiştik. Koruyan, geliştiren ve üreten sağlık modeli ile sağlıklı Türkiye Yüzyılı programını hayata geçiriyoruz. Üçlü sarmal modelimiz ile TÜSEB öncülüğünde üniversite ve özel sektörümüzü buluşturuyoruz. Kritik ilaç, aşı, kit ve tıbbi cihaz ürünlerimizi belirledik.

Yeni modelimizin şimdiden hayırlı uğurlu olmasını diliyorum, yarından itibaren Asgari Ücret Tespit Komisyonu görüşmelerine bağlıyor. Çalışanlarımızın beklentisini gözetecek ülkemiz ekonomisine taşınması ağır gelecek anlayışının geliştireceğine şiddetle inanıyorum.

Muhalefetin de SGK’ya olan borçlarını ödemeye davet ediyorum. Sayın Bakan kendilerini bu konuda çok daha silkelemede fayda var. Tip 1 diyabet hastalığı ile mücadele eden evlatlarımız ve ailelerine yönelik olarak glikoz takibi için gerekli cihazlar geri ödeme kapsamındaydı. Buna ilave olarak artık 15 yaş altındaki Tip 1 diyabet hastası evlatlarımız için sensörlü cilt altı glikoz izleme cihazlarını geri ödeme kapsamına alıyoruz.”

Paylaşın

Hüseyin Çelik: AK Parti’nin Kürt Meselesini Çözmek Gibi Bir Derdi Yok

AK Parti kurucularından Prof. Dr. Hüseyin Çelik, “AK Parti’nin samimi şekilde Kürt meselesini çözmek gibi bir derdinin olduğunu düşünmüyorum. AK Partililer de meseleye pragmatik bir şekilde bakıyor” dedi ve ekledi:

“Yani örnek olarak, ‘Bundan sonraki Cumhurbaşkanlığı seçimi için anayasa değişikliği yapılırsa biz nasıl DEM Parti’nin desteğini nasıl alırız, Güneydoğu’da kaybolan oyları nasıl toparlarız, burada hangi taktikleri uygulayabiliriz’ gibi bir eğilimler var.”

AK Parti kurucularından, eski Kültür ve Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Hüseyin Çelik, Karar TV’de Yıldıray Oğur’un ‘Bi’ Karar Ver’ programında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Suriye’de yaşanan gelişmeleri değerlendiren Hüseyin Çelik, insanlık adına sevindirici olayların geliştiğini söyledi, Esad’ın yargılanmasını gerektiğine dikkat çekti, “Bütün diktatörlerin akıbeti bu şekilde olmuştur. Diktatörler gelir zulmederler, kendilerine oluşan muhalefeti yok etmeye çalışırlar. Gerekirse askeri silah gücü kullanırlar. Ama eninde sonunda yıkılmaya mahkumdurlar. Bu açından baktığımızda başta Suriye halkı ve insanlık adına sevindirici bir olay olmuştur. 61 yıllık BAAS rejimi ve 53 yıllık Esad saltanatı sona ermiştir. Keşke bu yapılanların hesabı verilebilse, elinde yüzbinlerce insanın kanı bulunan Esad’ın Rusya’da hayatını sürdürmesi adil değil. Mutlaka adil ve uluslararası bir mahkemede yargılanmalı.” dedi.

Suriye’de muhaliflerin tutumuna ihtiyatlı yaklaşılmasının önemini vurgulayan Çelik, kısa vadede büyük beklentiler içerisine girilmemesini söyledi, “Şimdiden çok sevindirici olmanın ve romantik iyimserliğe kapılmanın anlamı yok. Bu tür meselelerde realist iyimserlik daha tutarlı olur. ‘Esad gitti her şey güzel olacak, Türkiye’deki Suriyeliler gidecek’ söylemlerinin çok doğru olmadığını düşünüyorum. İran devrimi olduğu zaman da herkes çok sevinmişti. Tabi İran Şahı çok acımasız politikalar uygulamıştı ama günün sonunda mollalar geldi ve o rejim de çok zulümler uyguladı. Özellikle düşman müşterek olunca farklılıklar bir süre rafa kalkar. Abdülhamit dönemi büyük bir istibdat yarattı ve karşısında tüm kuvvetler birleşti. Sonra ne oldu, İttihat ve Terakki işleri tamamen eline alınca Ermeni Taşnak komiteleri ile İttihatçılar düşman haline geldiler. Bu açıdan bakınca Suriye’de her şey ‘süt liman’ olacak gibi bir beklenti içerisine girilmemesi gerekir. Muhalifler şu an farklılıklarını problem etmiyor gibi görünüyor. Ama Suriye’de şu an 36 tane silahlı örgüt var. HTŞ dediğimiz örgütte El Nusra’nın isim değiştirmiş halidir. El Nusra’da El Kaide ile çok yakındır.” diye konuştu.

‘Kısa vadede Suriye’nin istikrarlı hale gelmesini beklemiyorum’ ifadelerini kullanan Hüseyin Çelik, yaşanılan sürecin İsrail’e fayda sağlayacağını kayda geçirdi, “Bence burada en çok endişe etmemiz gereken durum, İsrail’in konumu ve tutumudur. İsrail, Golan Tepelerini uzun yıllardır işgal altında tutuyor. Şimdi Dürzi bölgelerini de içerisine alacak yeni bir yayılmacılık planına girmiş durumda. Biz Suriye’yi konuşurken Gazze unutuldu gitti. İsrail bundan yararlanmak isteyecektir. Esad’ın devrilmesini ben de çok sevinçle karşılıyorum ama şu an yaşananlar İsrail’e hizmet ediyor. Suriye’nin paramparça olması günün sonunda İsrail’e yarayacaktır. Bunun sebebi ise, İsrail’e en büyük engellerden birisi Saddam’dı. Saddam’da çok zalim bir insandı ama Irak, İsrail’e karşı bir tehdit unsuruydu. Amerikalılar Irak’ı kendi kuklaları haline getirdi ve İsrail için tehdit olmaktan çıkardı. Ardından Suriye, Türkiye’nin de yanlış politikalarıyla istikrarsız hale geldi ve İsrail’e tehdit olmaktan çıktı. Mısır’da da ABD destekli Sisi darbe yapıp yönetimi devraldı. İsrail’e yönelik herhangi bir yaptırımı olmayacak hale geldi. Lübnan’a girdiler ve Hizbullah’ı çökerttiler. Kaddafi’de İsrail için caydırıcı kişilerden biriydi, ortadan kaldırırdı. Suudi Arabistan prensi ‘Filistin meselesi için benim için problem değil, halkım ilgileniyor’ dedi. Ürdün ise hep ABD güdümünde olan bir ülkeydi. Yani uzun sözün kısası bölgede İsrail için caydırıcı olacak İran var. Ama onlarda bu konularda hiçbir zaman samimi olamadı. Eğer İsrail, Suriye’nin içlerine doğru ilerlerse bu en büyük sıkıntılardan birisi olur. Umarım muhalif gruplar bir araya gelip demokratik bir yönetim kurar. En azından bütün etnik unsurların varlığını kabul eden bir tarz olur. Suriye’de muhalifler iç savaşa girerse ve orada büyük devletlerin güç savaşı devam ederse, ki devam edecek gibi duruyor. Rusya, Lazkiye’de denize açılma imkanlarını bırakmak istemeyecektir. ABD, YPG üzerinden varlığını sürdürmeye devam edecektir. Trump’da Pentagon’a uyum sağlayacaktır. Türkiye’nin SMO üzerinde bir emeği ve iddiası var. Yani ben açıkçası kısa vadede Suriye’nin istikrarlı hale gelmesini beklemiyorum.” diye belirtti.

Hüseyin Çelik, ‘Türkiye’de yaşanan Suriyeliler memleketlerine geri döner mi?’ sorusunu da yanıtladı. Çelik, “Bu olaylar gelişince iyimserliğe kapılıp Suriyelilerin tek taraflı gönderileceği söylemleri başlatıldı. CHP’li Belediyelerin yaptıkları açıklamalar komik ve ironik şeyler, onların ayıplanması gerekiyor. Bu insanlar uzun yıllardır burada. Zaman içerisinde aşama aşama tabi ki gitmeleri gerekiyor. Ben de gitmelerini istiyorum ama bu şekilde rencide edici şekilde olmaması gerekiyor. Birde onların gitmesini ekonomik yansıması ne olacak? Bu durum konuşulmuyor. Birkaç sınıfta değerlendirmek gerekiyor bunu. Birincisi, gelip Türkiye’de yatırım yapan Suriyeliler var. Ben Gaziantep’i biliyorum, burada ciddi sayıda üretim atölyeleri ve işletmeler kuran Suriyeliler var. Türkiye’nin birçok tarafında bu tarz örnekler var. Suriye, ‘süt liman’ olmadan bu insanlar yaptıkları yatırımı Suriye’ye götürmezler. Vatandaşlık almak adına gayrimenkul satın alan Suriyelilerin de hepsi geri dönmeyecektir. Onlar da Suriye’deki yeni yönetimin faaliyetlerini izleyecektir. Diğer yandan yüzbinlerce Suriyeli bir anda çıkarsa şu anda Suriyelileri ‘ucuz iş gücü’ olarak gören birçok iş verenin durumu çok zorlaşacaktır. Maliyetler artacaktır, çünkü yerliler Suriyelilerin çalıştıkları maliyetlere çalışmayacaktır. Tabi Türkiye, Suriyelilere yaptığı harcamalardan kar edecektir. Ama diğer taraftan Suriyelilerin ekonomiye olan etkisini de göz ardı etmemek gerekir.” ifadelerini kullandı.

Çelik, MHP lideri Bahçeli’nin çözüm söylemleri ile Suriye’deki gelişmelerin ilişki olmadığını söyledi, Cumhurbaşkanlığı seçimlerini işaret etti, “Ben Suriye’de olacak olaylar sebebiyle bu söylemlere girişildiğini düşünmüyorum. Cumhur İttifakının kurulması sonrasında AK Parti, MHP’lileşti. Küçük parti, büyük partiyi kendisine benzetti. Ben AK Parti’nin samimi şekilde Kürt meselesini çözmek gibi bir derdinin olduğunu düşünmüyorum. AK Partililer de meseleye pragmatik bir şekilde bakıyor. Yani örnek olarak, ‘Bundan sonraki Cumhurbaşkanlığı seçimi için anayasa değişikliği yapılırsa biz nasıl DEM Parti’nin desteğini nasıl alırız, Güneydoğu’da kaybolan oyları nasıl toparlarız, burada hangi taktikleri uygulayabiliriz’ gibi bir eğilimler var. Yoksa Kürt meselesinin çözümü son derece basittir. Türkiye’de gerçek manada bir demokratikleşme yapılırsa tüm problemler çözülür. Kuzey Irak için federasyon bir çözüm oldu. Ama Türkiye için federatif yapı da derde deva değil. Çünkü Türkiye’deki Kürt nüfusunun 3/2’si batı illerinde yaşıyor, sadece 3/1’i Güneydoğu illerinde yaşıyor. Doğu da 13-14 ile ‘Kürdistan’ adını verip federatif yapıya dönüştürdüğünüz zaman bu durum Türkiye’nin derdini çözmez. Yapılması gereken tepeden tırnağa batı standartlarında bir demokratikleşmedir.” dedi.

Paylaşın

İmamoğlu’ndan “Suriye” Açıklaması: Libya Ve Irak’ta Yaşanan Süreçlerden Farklı Değil

Suriye’deki gelişmelere ilişkin açıklamalarda bulunan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti güçlü bir devlet olmak zorunda. Bulunduğu coğrafya olarak olmak zorunda. Ama bu bölgede olmanın bazı koşulları ve şartları var” dedi ve ekledi:

“Komşularınızın iyi bir yönetime sahip ülke-devlet olmalarına destek olmak gibi bir sorumluluğu var. Bugün, Suriye’de yaşanan olaylar baktığımızda aslında, yakın tarihe geri dönelim, Libya’da Kaddafi veya, Irak’ta Saddam Hüseyin’in yaşadığı süreçlerle çok farklı, çok birbirinden uzak süreçler değil.”

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, Halk TV’de İsmail Küçükkaya’nın sorularını yanıtladı, gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.

Suriye’de Beşar Esad’ın devrilmesi ve cihatçıların yönetimi ele geçirmesine ilişkin değerlendirmelerde bulunan İmamoğlu, “Çok yönlü bakılması gereken Suriye meselesi bugün başka bir döneme evrilmiş durumda. İlk bakışta çoklu tepki okuyabiliyorum ya da çoklu tepkileri görebiliyorum. Ama, çok temkinli olmamız gereken, bizim ülke olarak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak, kurumlarıyla birlikte çok tarihsel sorumluluklarla yüklü bir döneme daha giriyoruz” diye konuştu.

“Türkiye’ye 82-83 plakaları ekleniyor. Sanki bir zafer narası atılırcasına bazı sosyal medya içerikleri üretiliyor” diyen İmamoğlu, “Bu zihnin altına itilen zaman içerisinde, o bilinçaltına verilen o kavramların bugün aslında su yüzüne çıkması hali. Türkiye Cumhuriyeti Devleti güçlü bir devlet olmak zorunda. Bulunduğu coğrafya olarak olmak zorunda. Ama bu bölgede olmanın bazı koşulları ve şartları var. Komşularınızın iyi bir yönetime sahip ülke-devlet olmalarına destek olmak gibi bir sorumluluğu var. Bugün, Suriye’de yaşanan olaylar baktığımızda aslında, yakın tarihe geri dönelim, Libya’da Kaddafi veya, Irak’ta Saddam Hüseyin’in yaşadığı süreçlerle çok farklı, çok birbirinden uzak süreçler değil” dedi.

“Gelişmeleri takip ediyoruz”

İmamoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “İç çatışmalar, halkını hiçe saymak, ve belli bir kesimi koruyucu bir mekanizmanın altında tutup, kendi halkının farklı kesimlerine aynı derecede eşitlik hissini göstermemek, otoriter aklın, sonrasında geldiği sürecin özeti. Bugün Suriye’de de benzer bir şey yaşanıyor. Dolayısıyla, süreç çok hassasiyetle incelenmeli ve takip edilmeli ki biz de takip ediyoruz süreci. Baktığınızda, yüzde 90 oy alsanız ne olur yani? Esad yüzde 90’a yakın oy alarak seçiliyordu. Bugün bir anda pat diye ortada, bir Esad yok,  farklı gelişmeleri takip ediyoruz bölgede.”

“2011 yılından beri yapılan dış politika sürecimiz, gerçekten Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarihinin ne yazık ki en kötü yönetilen dış politika sürecidir” diyen İmamoğlu, “Özellikle Suriye için söylüyorum.  Esed’dı, Esad oldu. Sonra tekrar Esad oldu. Şimdi tekrar Esed oldu. Yani başka bir tarafına bakalım. Şam’da Emevi Camii’ne gitmekten bahsedildi burada. Ya bizim kültürümüzde yok. Bizim bakış açımızda yok. Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1923’teki kuruluş değerleri açısından bütün komşularıyla iyi ilişki geliştiren, dostluk ve barış içerisinde olması ama aynı zamanda o devletlerin de kendi hak ve hürriyetleri kadar, kendi içinde yaşayan halkların da haklarının ve hürriyetlerinin korunduğu mekanizmalarla güçlendirilmesi gerektiği, ben hemen bir flash bellekle yaparım, yani geçmişe dönerim” dedi.

“Bu hassas davranılması gereken bir konudur”

Ekrem İmamoğlu’nun eşi Dilek İmamoğlu’nun İtalya gezisinde arkadaşlarıyla beraber şarkı söylediği anlar sosyal medyada paylaşıldı. Eski Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, sosyal medya hesabından Dilek İmamoğlu’nun İtalya’da çekilen görüntülerine ilişkin paylaşımda bulundu. Gökçek, “Dilek İmamoğlu, İtalya’da kafası iyi ortalığı dağıtıyor. Ekrem gurur duymuştur. Ya İstanbullular ne düşünüyor” dedi.

İmamoğlu, eşi Dilek İmamoğlu’na yöneltilen eleştirilere ilişkin, “Çamura batmış bazı insanların, iktidarı temsil eden cümleler kurabilmesi ya da o temsiliyetle bazı siyasi görevlere gelmiş olması o kadar acı ki. Onların ‘rakip’ diye gözlerinin önüne koydukları bir insanın ailesini, eşini dahil bu tarz bir gündeme oturtmanın ne kadar büyük bir ayıp ve çirkinlik olduğunu görmemek mümkün değil. Benim eşim iyi yetişmiş bir Türk kadını. Kadınlar sokakta özgürce yürüyüp, şarkı söyleyebiliyor mu? Türkiye’nin her köşesinde bunu sağlayabildik mi? Ne yazık ki Sayın Cumhurbaşkanı dahil dönem dönem bu özel yaşamın parçası olacak söylemlerle kadınları da rencide ettiği anlar olmuştur, aileleri de… Bu hassas davranılması gereken bir konudur” ifadelerini kullandı.

Paylaşın

Türkiye’de Her 10 Gazeteciden 9’u 25 Bin Liranın Altında Ücret Alıyor

Derinleşen yoksulluk ve kötü çalışma koşulları pek çok sektörde olduğu gibi medya sektöründe de görünür hale geldi. Her 10 gazeteciden 9’unun 25 bin liranın altında ücret aldığı belirlendi.

Türkiye’de doğrudan 7 milyon işçiyi, dolaylı olarak tüm çalışanları ilgilendiren asgari ücrete ilişkin tartışmalar sürüyor. Ekonomik krizle birlikte derinleşen yoksulluk ve kötü çalışma koşulları pek çok sektörde olduğu gibi medya sektöründe de görünür hale geldi.

Başta gazeteciler olmak basın emekçilerin neredeyse tamamı düşük ücretle çalışmak zorunda bırakılıyor. Türkiye Basın Yayın Matbaa Çalışanları Sendikası (DİSK Basın-İş), sermayenin gazetecileri mahkum ettiği şartlara ilişkin bir araştırma gerçekleştirdi.

Sendikanın “2025 Basın Çalışanları Taban Ücret Araştırması” başlığıyla yayımladığı raporda, 53 farklı medya kuruluşundan 82 gazeteciyle yapılan ücret araştırmasının sonuçlarına yer verildi.

BriGün’ün aktardığı araştırmaya göre, medya sektöründe maaş ortalaması 23 bin 378 TL. Raporda yer alan verilere göre, her 4 gazeteciden biri asgari ücretle çalışmak zorunda bırakılıyor. Raporda, her 10 emekçiden 9’unun 25 bin TL’nin altında ücret aldığı, sektörde ortalama ücret beklentisinin 42 bin 134 TL olduğu belirtildi.

Araştırmaya göre, ücret ortalaması en yüksek olan 10 yıl üstü çalışanların yüzde 90’ın üzerinde artış beklediği, özellikle bir iş yerinde 1-5 yıl arasında deneyimi olanların asgari ücret beklentisi ise yüzde 65’e düştü.

Raporda, DİSK Basın İş’in medya sektöründe yaşanan düşük ücret sorununa ilişkin talepleri ise şöyle sıralandı: “Belirli bir mesleki yeterlilik gerektiren, sürekli olarak zamana karşı yarışan, bir anlamda ağır fikir emekçisi olan kesimlerin asgari ücret ve civarında çalıştırılması kabul edilemez. Bundan dolayı talebimiz, asgari ücret değil ‘taban ücret’tir.

Önerimiz; meslek hayatına yeni başlayan bir basın çalışanı için asgari ücretin en az iki katı ‘taban ücret’ belirlenmesidir. Tüm basın emekçileri, aldıkları güncel ücretten bağımsız her yıl en az asgari ücret zammı kadar zam almalıdır.

Bununla birlikte, taban ücrete her deneyim yılı için yüzde 3 oranında zam eklenmeli; tüm bunlara ek olarak aynı kurumda devamlılık sağlayan basın emekçileri için, kurumda geçirdiği her yılbaşında ayrıca en az yüzde 5’lik zam yapılmalıdır.”

Paylaşın

ABD, Suriye’de SDG’yi Desteklemeye Devam Edecek

Üst düzey bir ABD’li yetkili, Beşar Esad rejiminin devrilmesinin, Irak Şam İslam Devleti’ne (IŞİD) karşı mücadelede Washington’ın en sadık müttefiklerinden birine verdiği desteği etkilemeyeceğini söyledi.

ABD Başkanı Joe Biden da, dün yaptığı açıklamada, Washington’un Suriye’yi ya da SDG’yi bu zorluklarla tek başına yüzleşmeye bırakmaya niyeti olmadığını söylemişti.

VOA Türkçe’de yer alan habere göre; Üst düzey Amerikalı yetkililere göre Suriye’de Esat rejiminin düşmesi, Washington’un terör örgütü IŞİD’e karşı mücadelede en sadık müttefiklerinden birine verdiği desteği en azından şimdilik etkilemeyecek.

Rus yetkililerin, eski Suriye lideri Beşar Esat’ın Şam’dan kaçarak Moskova’ya sığındığını doğrulamasından birkaç saat sonra ve isyancı güçlerin Suriye’nin başkenti Şam’a girmesinden bir gün sonra konuşan Amerikalı yetkililer, çoğu ülkenin kuzeydoğusunda Kürtler’in liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile birlikte çalışan yaklaşık 900 askeri bulunan ABD’nin, Suriye’deki askeri varlığını değiştirmeyi planlamadıklarını söyledi.

ABD yönetiminden üst düzey bir yetkili Pazar günü yaptığı açıklamada, hassas bilgileri tartışmak için isminin açıklanmaması kaydıyla gazetecilere bilgi verirken, ABD’nin Suriye’nin doğusundaki mevzilerini korumasının “yapmayı sürdürecekleri bir şey” olduğunu söyledi.

Yetkili, “ABD’nin varlığının o bölgelerin istikrarı ve IŞİD’in yeniden dirilme çabalarının engellenmesi ve aynı zamanda SDG’nin ve Doğu’da istikrarı korumak için birlikte çalıştığımız grupların bütünlüğü için kritik öneme sahip olduğunu düşünüyoruz” dedi.

Kürt ve Arap milislerden oluşan bir ittifak olan SDG, 2015 yılında kuruldu ve 30 bin ila 40 bin savaşçıdan oluşan bir güç toplayarak DAEŞ olarak da bilinen terör örgütünün Suriye’de kendine başkent ilan ettiği Rakka dahil geniş toprak parçalarında hakimiyetini bozmada kilit rol oynadı.

Kuruluşundan dört yıl sonra, Mart 2019’da SDG, IŞİD’in Suriye’deki son kalesi olan Bağuz kasabasının düştüğünü duyurdu. Ancak IŞİD’in Suriye’de ilan ettiği hilafetin yenilgiye uğratılmasının bir bedeli oldu. SDG yetkilileri yıllarca süren operasyonlarda yaklaşık 11 bin savaşçının öldüğünü tahmin ediyor. Terör örgütünün kalıntılarıyla çatışmalar da devam etti.

“IŞİD faaliyetlerinde artış” uyarısı

Bu yılın başlarında hem ABD hem de Birleşmiş Milletler üyesi devletler tarafından paylaşılan istihbarat, özellikle Suriye’nin orta kesimlerindeki çöllük bölgede küçük hücrelerin IŞİD faaliyetlerinde bir artışa işaret ediyor ve burayı terör örgütü için büyüyen bir lojistik merkez olarak tanımlıyordu.

Çeşitli tahminler Suriye ve Irak’taki IŞİD savaşçılarının sayısının 2 bin 500 ila 5 bine ulaştığı yönünde. Suriye ve Irak’taki ABD güçlerini denetleyen ABD Merkez Komutanlığı (CENTCOM), geçen Temmuz ayında, IŞİD’in “2023 yılında üstlendiği toplam saldırı sayısını iki katından fazla arttırma” yolunda olduğu uyarısı yaptı.

IŞİD ayrıca, Suriye’nin kuzeydoğusunda idaresi SDG’de olan 20 kadar hapishanede tutulan ve üst düzey bir Amerikalı yetkili tarafından “dünyadaki en büyük terörist savaşçılar topluluğu” olarak tanımlanan 9 bin kadar savaşçısını serbest bırakmak için defalarca girişimde bulundu.

SDG bir yandan da çoğu IŞİD’e sadık aileler ve 12 yaş altı çocuklardan oluşan yaklaşık 30 bin kişiyi barındıran El Hol ve El Roj gibi, yerlerinden edilmiş Suriyeliler’in yaşadığı kampların güvenliğini sağlamakla görevlendirildi.

ABD Başkanı Joe Biden Pazar günü yaptığı açıklamada Washington’un Suriye’yi ya da SDG’yi bu zorluklarla tek başına yüzleşmeye bırakmaya niyeti olmadığını söyledi. Başkan, “IŞİD savaşçılarının esir olarak tutulduğu gözaltı tesislerinin güvenliği dahil, IŞİD’e karşı görevimiz sürdürülecektir” dedi.

Biden, “IŞİD’in herhangi bir boşluktan faydalanarak kabiliyetlerini yeniden tesis etmeye ve güvenli bir sığınak yaratmaya çalışacağı konusunda gözümüzü dört açıyoruz. Bunun olmasına izin vermeyeceğiz” diye konuştu. Biden, ABD güçlerinin Pazar günü IŞİD kamplarına ve mensuplarına karşı onlarca hava saldırısı gerçekleştirdiğini söyleyerek, Washington’un kararlılığının altını çizdi.

CENTCOM, operasyonda uzun menzilli bombardıman uçakları, savaş uçakları ve yakın hava desteğinin birarada kullanılarak 75’ten fazla hedefin vurulduğunu açıkladı.

“IŞİD savaşçıları ve liderlerinden oluşan önemli bir topluluğu hedef aldık” diyen üst düzey yönetim yetkilisi, Pazar günü erken saatlerde onaylanan saldırılar sırasında ABD savaş uçaklarının yaklaşık 140 mühimmat attığını da sözlerine ekledi. Yetkili, “IŞİD’lilerin o bölgede toplanması ve alanın büyüklüğü göz önüne alındığında bunun önemli bir saldırı olduğunu düşünüyorum” ifadelerini kullandı.

Ancak ABD’nin istikrarsızlıkla ilgili kaygıları IŞİD’den kaynaklanan tehdidin ötesine uzanıyor. SDG ile Türkiye arasında süregelen gerilimin de ek istikrarsızlık ve tehlike getirebileceğine dair korkular var. Daha şimdiden Suriye’nin kuzeyinde Türkiye destekli güçler ile SDG arasında çatışmalar yaşandığına dair haberler geliyor.

Türkiye ayrıca ABD’nin Kürtler’in öncülüğündeki SDG ile ittifakına uzun süredir itiraz ediyor ve savaşçıların birçoğunun hem Ankara hem de Washington’un terör örgütü listesindeki PKK’nin Suriye kolu olan PYD/YPG birlikleri olduğunu savunuyor. ABD, SDG ve YPG’yi farklı oluşumlar olarak görse de Türkiye’ye göre aynılar.

Amerikalı yetkililer Pazar günü yaptıkları açıklamada ABD Savunma Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı yetkililerinin Türk mevkidaşlarıyla üst düzey görüşmeler gerçekleştirdiklerini ve bu görüşmeleri “yapıcı” olarak nitelendirdiklerini belirttiler. İsmini vermeyen yetkili, “Ek çatışmalar, ek cepheler açılması kimsenin çıkarına değil” dedi.

Ancak bazı analistler, Biden’ın Pazar günü ABD’nin Suriye’nin diğer komşularına ulaşma yollarını tartışırken Türkiye’den bahsetmemesine işaret ederek, Türk-Kürt geriliminin bu kadar kolay çözülmeyeceğinden endişelerini dile getirdi.

Suriye ve Irak’ta ABD öncülüğündeki IŞİD karşıtı koalisyonun eski sözcüsü Myles Caggins, “Bu da perde arkasında Amerikalı diplomatlar ile Türk yetkililer arasında Suriye’nin kuzey ve doğusundaki bazı bölgeleri işgal etme amaçlarına yönelik entrikaların devam ettiğini gösteriyor. Bu da Suriye Demokratik Güçlerini ve Kürtler’in liderliğindeki özerk yönetim altında yaşayan sivilleri tehlikeye atmak anlamına geliyor” dedi.

Çalışmalarını New Lines Enstitüsü’nde sürdüren Caggins, VOA’e yaptığı açıklamada, “Başkan Biden, ABD güçlerinin IŞİD karşıtı misyonu sürdürmek için öngörülebilir gelecekte Suriye’nin kuzeyinde ve doğusunda kalacağını çok açık bir şekilde ifade etti. ABD hükümeti, SDG’ye ve Kuzeydoğu Suriye halkına verdiği güçlü desteği sergileme ve vurgulama fırsatına sahip” diye konuştu.

Paylaşın

Isparta’da Askeri Helikopter Düştü: 6 Kişi Hayatını Kaybetti

Milli Savunma Bakanlığı (MSB), Isparta’da Kara Havacılık Okulu’na ait UH-1 tipi helikopterin eğitim uçuşu sırasında kaza kırıma uğraması sonucu 6 personelin hayatını kaybettiğini bildirdi.

Haber Merkezi / Hayatını kaybedenlerden birinin Isparta Kara Havacılık Okul Komutanı Tuğgeneral İsa Baydilli olduğu belirtildi.

Milli Savunma Bakanlığı (MSB), Isparta’da düşen bir askeri helikopterdeki 6 kişinin hayatını kaybettiğini duyurdu. MSB’den yapılan açıklamada, şu ifadelere yer verildi:

“Isparta’da eğitim uçuşu yapan bir UH-1 tipi helikopterimiz kaza kırıma uğramış, 5 personelimiz şehit olmuştur. Kazada 1 personelimiz de ağır yaralanmış ve derhal hastaneye sevk edilerek tedavisine başlanmıştır. Şehitlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine ve Türk Silahlı Kuvvetlerimize başsağlığı, yaralı personelimize de acil şifalar diliyoruz.”

MSB daha sonra hastaneye kaldırılan bir personelin de hayatını kaybettiğini duyurarak, şu ifadeleri kullandı: “Isparta’da meydana gelen helikopter kazasında ağır yaralı olarak hastaneye sevk edilen personelimiz kurtarılamayarak şehit olmuştur. Şehitlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine ve Türk Silahlı Kuvvetlerimize başsağlığı diliyoruz.”

Hayatını kaybedenlerden birinin Isparta Kara Havacılık Okul Komutanı Tuğgeneral İsa Baydilli olduğu belirtildi.

Isparta Belediye Başkanı Şükrü Başdeğirmen, Keçiborlu ilçesinde bir askeri helikopterin düştüğü bilgisini aldıklarını belirterek, belediyenin itfaiye ve arama-kurtarma tüm ekiplerinin bölgeye yönlendirildiğini açıkladı. Başkan Başdeğirmen, arama-kurtarma ekiplerinin yola çıktığını ve bilgi beklediklerini de kaydetti.

Isparta Valisi Abdullah Erin ilk açıklamasında olayda 5 askerin hayatını kaybettiğini söyledi. NTV yayınına bağlanan Erin, eğitim uçuşu sırasında bir askeri helikopterin düştüğünü, olay sonucu 5 askerin öldüğünü bildirdi.

TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, sosyal medya hesabından taziye mesajı yayımladı. Kurtulmuş, “Isparta’nın Keçiborlu ilçesinde askeri helikopterin düşmesi sonucu şehit olan kahraman askerlerimize Allah’tan rahmet; ailelerine, yakınlarına sabır ve başsağlığı diliyorum. Şehitlerimizin ruhları şad, mekanları cennet olsun” ifadelerini kullandı.

CHP Lideri Özgür Özel sosyal medya hesabından taziye mesajı yayımladı. Özel, “Isparta Keçiborlu’da eğitim uçuşu sırasında askeri helikopterin düşmesiyle şehit olan 5 askerimize Allah’tan rahmet, ailelerine ve milletimize başsağlığı diliyorum” dedi.

İYİ Parti Lideri Müsavat Dervişoğlu, sosyal medya hesabından taziye mesajı yayımladı. Dervişoğlu, “Isparta’da Kara Havacılık Okulu’na ait askerî helikopterin düşmesi sonucunda ne yazık ki 5 şehidimizin olduğunu büyük bir üzüntüyle öğrendim. Şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet, kederli ailelerine sabırlar diliyorum. Ruhları şad, mekânları cennet olsun. Milletimizin başı sağ olsun” ifadelerini kullandı.

Paylaşın

DEVA Partisi Lideri Babacan’dan Erdoğan’a Emeklilik Çağrısı

DEVA Partisi Lideri Ali Babacan, “Erdoğan’ın ülkeyi tek imzayla yönettiği 7 yıl oldu. 7 yılda gerçekten ülke bambaşka, adaletin hukukun olduğu, ekonominin parladığı bir yıl olsa anlarız. Öyle bir şey de yok” dedi ve ekledi:

“İş başında olduğun sürece artık son 10 yıldır bu ülke kötüye gidiyor. Yeter artık. Doğru değil yani. Bunun yönetim ilkesi açısından da baktığımızda, tarihi gerçeklere de baktığımızda, şu andaki diğer ülkelere de baktığımızda artık Erdoğan’ın emekli olması lazım. Keşke bunu 2014’te yapsaydı.”

Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Now TV’de İlker Karagöz’ün sorularını yanıtladı. Babacan, Esad rejimi sonrası Suriye’deki genel tabloyu, asgari ücret zammını, TÜİK rakamlarını ve bütçe görüşmelerini değerlendirdi.

“Geçiş döneminin çok iyi tasarlanması gerekiyor”

“Suriye’yi yakından takip eden herkes gerçekten bu rejimin gittiğine seviniyor. Ama bu sevincin kimsenin kursağında kalmaması lazım. Özellikle Suriye vatandaşlarının kursağında bu sevincin kalmaması lazım. Bunun için ne yapılması gerekir? Bunun için acilen bir geçiş yönetiminin oluşturulması gerekiyor. Şimdi bu tür durumlarda bir rejim çöküp yeni bir sistem kurulana kadarki süreye geçiş dönemi denir. Bu geçiş döneminin çok iyi tasarlanması gerekiyor.

Geçiş dönemiyle ilgili bir adil temsile dayanan yönetim oluşturulması gerekiyor. Yani Suriye’de yaşayan bütün insanların temsil edildiği, farklı farklı grupların sesini ifade edebildikleri bir geçiş yönetimine ihtiyaç var. Bunun acilen yapılması gerekiyor. Çünkü bir atasözü var biliyorsunuz. ‘Su uyur, düşman uyumaz’. İşte ne oldu bu sabah? İsrail askeri birlikleri Suriye sınırını geçtiler ve Suriye içine doğru yürümeye başladılar. Suriye içerisinde bombalamalara başladılar. Fırsat bu fırsat deyip, İsrail bakalım nereye kadar gidebilecek, ne yapacak bunu dikkatle izlememiz gerekecek.

Rejimin devrilmesi, çökmesi çok önemli. Ama böyle bir zafer sarhoşluğuna girmemek lazım. Ben şu andaki bu tabloya bakıyorum, biraz zafer sarhoşluğu var. Allah korusun tarihimizde çok örneği vardır. İslam tarihinde çok örneği vardır. Böyle erken zafer sarhoşluğu hata yaptırır ve büyük yenilgileri arkasından getirir. Sevinelim ama sevincimiz kursağımızda kalmasın. Çok dikkat etmek gerekiyor ve adım adım izlemek gerekiyor. Keşke, keşke diyorum, Türkiye daha itibarlı bir aktör olabilseydi. Keşke Türkiye sözüne daha çok güvenilen bir aktör olabilseydi.

Nihai hedef çok önemli. Buradaki hedef toprak bütünlüğüdür. Siyasi birliği ve egemenliğine sahip bağımsız bir Suriye görmek istiyoruz. Bu Suriye nasıl yönetilmeli? Kendi sınırları içinde yaşayan bütün vatandaşlarının Arap, demeden, Kürt demeden, Türkmen demeden, Sunni-Alevi ayırt etmeden, Hristiyan demeden etnisitesi, mezhebi, dini ne olursa olsun yönetimde adil bir şekilde temsil edildiği bir yapıyı hedeflemek zorundayız Suriye’de. Fakat bu adil temsil mutlaka aynı zamanda eşit vatandaşlık ilkesine dayanmalı ve azınlık haklarının da korunmasına dayanmalı.

Biliyorsunuz, Baas rejimi aslında bir azınlık rejimiydi; bir azınlığın çoğunluğa tahakküm ettiği bir tablo vardı Suriye’de. Evet bir Nusayri azınlık var Suriye’de ve rejim de o Nusayri azınlık tabanına dayanan bir rejimdi. Yeni yapıda, Yeni Suriye’de mutlaka Nusayriler de dahil her azınlığın haklarının da sağlamca korunduğu bir yapı inşa etmek zorundayız. Yoksa sürdürülebilir olmaz. Herkesin ben bu ülkenin vatandaşıyım dediği, sahiplendiği ve hukukun üstünlüğüne dayanan bir yapı; eşit vatandaşlığa dayanan bir yapı…

Bizim coğrafyada bazı zihinlerde seçim değil de iş başında olmanın doğal bir hak, iş başında olmanın adeta ilahi bir gücün onlara verdiği bir hak olarak görme eğilimi çok kuvvetlidir. ‘Bu benim hakkım canım, seçim ne demek’ denilebilir bizim coğrafyada. Bu seçenek oldukça geniş bir sahiplenmeye de sahiptir. Dolayısıyla burada mutlaka seçimin tasarlanması gerekiyor. Daha önceki BM çalışmalarında 18 aylık bir sürede Suriye’de seçimin yapılacağı öngörüldü, 18 ayda ve bu seçim içinde Suriye dışında yaşayan Suriye vatandaşlarının da oy kullanmasına imkân veren bir seçim olması gerekiyor. Çünkü şu anda baktığımızda Suriye’den kaçan, göç etmek zorunda kalan, ağırlıklı olarak Sünni ve ağırlıklı olarak Arap insanlar. Sünni Arapların temsil edilmediği, yeterince adil bir şekilde oy kullanamadığı bir seçim de olmamalı bu.

Şu andaki HTŞ de Birleşmiş Milletler’in tanımladığı terör örgütlerinden bir tanesinin, Nusra Cephesi’nin devamı niteliğinde. Dolayısıyla bununla ilgili çok hızlı bir karar almak gerekecek. HTŞ bir terör örgütünün uzantısı mıdır yoksa artık meşru bir muhatap mıdır? bunun çok hızlı çözülmesi gerekiyor. Hukuk önemli, uluslararası hukuki zeminin sağlam oluşturulması gerekiyor. Bir örgütün terör örgütü olup olmadığı genelde eylemlerine bakarak ölçülür. Şu ana kadar HTŞ’nin şu son iki haftadır yaptığı operasyonlar ve kontrolü ele aldığı şehirlerdeki uygulamalara baktığımızda gayet makul uygulamalar olduğunu görüyoruz.

“Sınırlarımızın hemen ötesindeki yapılanmaları da çok dikkatli izlemek gerekiyor”

Türkiye açısından hudut, sınır güvenliği çok önemli. Sınırlarımızı güvenlik altında tutmamız çok önemli. Dolayısıyla sınırlarımızın hemen ötesindeki yapılanmaları da çok dikkatli izlemek gerekiyor. Onlarla nasıl diyalog süreçleri oluşturulacak, onlar Suriye içerisindeki sürece nasıl katılacaklar; bunları da böyle nakış işler gibi ince ince işlemek gerekiyor. Bunu yapmak için de itibarlı bir Türkiye lazım, bunu yapmak için de sözünün gücü olan bir Türkiye lazım. Ben de tam o konuda biraz tereddütlüyüm. Mevcut yönetim uzunca bir süre, özellikle belli bir tarihten sonra Suriye meselesine ideolojik bir prizmadan baktı. İdeolojik bir prizmadan baktığınızda da doğru kararlar alamazsınız.

60 yılı aşkın bir zamandır devam eden ve bir azınlığın çoğunluğa hükmettiği çok zalim bir rejim… Ve dün itibariyle artık bitti, çöktü. Buna sevinelim ama bu sevinç kimsenin kursağında kalmasın. Bundan sonraki süreci akıllı bir şekilde istişareyle yönetelim. İstişare, istişare, istişare. Özellikle de Dışişleri Bakanlığı’nın teknik birikiminden istifade. Bu yapılmıyor, hâlâ yapılmıyor. Başka kurumların etkisi dış politikada Dışişleri Bakanlığı’dan daha fazla olabiliyor. Dışişleri Bakanlığı yapmış birisi olarak ben bunu söylüyorum. Oradaki binlerce sapasağlam, pırıl pırıl yetişmiş bir kadro var. Biraz kulağınızı eğin ve o teknik kadrolar ne söylüyor dinleyin.

Siviller için can emniyetinin sağlanması ve bu geçiş dönemleri, ben az önce de söyledim, çok risklidir. Çünkü karşılıklı rövanşist hisler vardır. İntikam duyguları olabilir. Şam’a bakıyorsunuz; Şam’da yaşayan farklı farklı etnik gruplar var. Farklı mezhepler var. Diğer şehirlerde öyle. Dolayısıyla bu rövanşist ya da intikam hisleriyle olabilecek fevri olayların da önlenmesi lazım. Bunun için de çok acilen, bu geçiş döneminde yani bir buçuk yıllık, on sekiz aylık geçiş döneminde, çok hızlı bir şekilde millî polis ve millî ordunun oluşturulması lazım.”

“Sayın Bahçeli’nin söylediği her şey kendi kalemi değil”

Sayın Bahçeli’nin durup dururken, hiçbir şey ortada dururken, pat diye böyle bir konuya girebilmesi, kendi partisinin yıllarca devam ettirdiği çizginin, tutumun tam tersine istikamette sözler ifade etmesi; bu normal bir şey değil, bu sıra dışı bir şey. Burada bazı akademisyenlerin çalışmaları önüne konmuş olabilir. Bizim bazı devlet birimlerinden gelen bazı raporlar da önüne konmuş olabilir. Bunların hepsi ihtimal dahilinde. Çünkü bu konuyla ilgili Sayın Bahçeli’nin söylediği her şey kendi kalemi değil. Kendi ekibinden gelen metinler de değil. Çünkü cümleler farklı, ifadeler farklı.

Çatışma çözümü dediğimiz çok önemli bir alan var artık dünyada. Çatışma çözümünü bilen ve başarılı örnekleri gören ve oralarda bu işler nasıl yapılmış, onu bizim örneğimize taşıyan bir sürü cümle var Bahçeli’nin konuşmalarında. Onun için biz bunu ciddiye aldık. Onun için dedik ya, ‘Burada %5 bile burada bir ihtimal olsa biz destek veririz, bu çok önemlidir’ dedik.

Amerika nasıl bir gün Afganistan’ı aniden terk etti gitti… O Kabil’de son havalanan askeri uçağın kanatlarına insanlar nasıl yapıştı; tekerleklerine nasıl tutundu; uçak havalandıktan sonra insanlar nasıl patır patır döküldü öldü; nasıl bir anda terk ettiler; nasıl Afganistan’da insanları kendi halinde bıraktılar… Bunu unutmasınlar. PYD-YPG de unutmasın. PYD-YPG’ye belki sempati besleyen Suriye’de yaşayan Kürtler de bunu unutmasın. Amerika bugün vardır, yarın işine gelir bir anda yok olur.

Biz bu coğrafyada yaşayan insanlar olarak hep yan yana olacağız. Suriye’de yaşayan Kürtler de, Suriye’de yaşayan Araplar da, Sünniler de, Aleviler de… Biz bu coğrafyanın insanlarıyız, biz hep beraber olacağız. Onun için elin adamını şöyle bir ellerinin tersiyle itip, biz bu coğrafyanın insanları olarak, bu geniş coğrafyada yüzyıllarca yıldır beraber yaşayan insanlar olarak, kendi coğrafyamızın, kendi bölgemizin kaderini kendimizin tespit etmesi gerekiyor.

Bir insanlık dertleri olsa, Gazze’de yapılan o zulme, Gazze’deki o insanlık suçuna, savaş suçuna karşı dururlardı”
ABD’nin dış politikası, demokrasiymiş, insani değerlermiş, bunları bir kenara bıraktılar. Böyle bir dertleri yok. Bir insanlık dertleri olsa, Gazze’de yapılan o zulme, Gazze’deki o insanlık suçuna, savaş suçuna karşı dururlardı. İşlerine ne geliyorsa o. Suriye’de işlerine ne geliyorsa onu yapacak Amerikalılar, unutmayalım. Ama asıl bizim çıkarımız nerede? Bütün bu coğrafyada yaşayan halkların güvenliği, huzuru, refaha nasıl sağlanacak? Biz buna bakacağız yani.

“Asgari ücretle açlık sınırı arasındaki fark koptu gitti”

Bizim dönemimizde enflasyon çok düşükken bile 1 Temmuz’da mutlaka asgari ücrete ara zam verildi. Asgari ücretle açlık sınırı arasındaki fark koptu gitti. Açlık sınırı ne demek? Sadece gıda. Evin kirası yok hesapta. Üst baş yok. Çocukların okul masrafları yok. Sadece karın doyurmak için gereken para 20 bin lira, asgari ücret 17 bin lira.

Son bir yıldır Merkez Bankası’nda ve TÜİK’te bir çaba var. ‘Yıllarca yalan söylemişler, bari biz bundan dönelim’ diyorlar ama yıllarca yalan söyleyen bir kurumun birdenbire düzeldiğine, birdenbire doğru şeyler söylemeye başladığına da kimse güvenmez, inanmaz. Onun için biz dedik ki ‘Bakın TÜİK’in yönetimini değiştirin, atın bunları’. Çünkü bu adamlar talimata göre yalan rakam açıklayabiliyor. Böyle bir ekip. Bu da ispatlı yani. Hükümetin talimatıyla yalan rakamlar söylemişler.

TÜİK’in yönetimini atıp pırıl pırıl tertemiz bir ekip koymak lazım ve TÜİK’i de dışarıdan denetletmek lazım. Yani TÜİK ölçecek, birileri de arkadan denetleyecek. Çünkü atasözü ya, ‘Doğru hesaptan kaçmaz’. Doğru hesap vermekten kaçmaz. Bu kadar basit. Allah aşkına, Ali Babacan döneminde TÜİK Enflasyon sepetinde kullandığı ürünlerin fiyatını tek tek açıklarken; diyordu ki TÜİK o zaman; ‘Peynirin kilosu şu, sütün litresi şu. Elmanın fiyatı bu, biber bu, domates bu, fiyatlar bu’ diyordu. ‘Ben bu fiyatları alıp enflasyon hesabı yapıyorum’ diyordu. Millet de bunu görüyordu. Hangi akla hizmet siz o sepeti kapattınız?”

“Erdoğan’ın artık emekli olması lazım”

Erdoğan’ı emekli olmaya çağıran Babacan, şu ifadeleri kullandı: “Şimdi bu karar meclisin kararı. Ama Erdoğan’ın dönemi çoktan doldu. Benim siyasete beraber başladığım, AK Parti’nin kurulcusu olduğum dönemdeki Erdoğan ne diyordu? ‘Üç dönem kuralımız var’ diyordu. ‘Üç dönemden fazlası lider sultasıdır’ diyordu. 2014’te sayın Erdoğan’ın üç dönemi doldu. 2014’ten sonraki her görev yılı 2001’deki akitleşmeye aykırıdır. Üç dönemden fazla ben genel başkan olmayayım deyip de bütün ahaliye söz verip, yemin edip, akitleşip, yazılı olarak 2014’ten sonra hala devam, devam, devam diyorsa, bu 2001’deki aktine, sözüne aykırıdır.

Zaten Türkiye’deki sorunların bir kısmı da Erdoğan’ın gerekenden fazla uzun sürede iş başında olmasının getirdiği sıkıntılardır. Çünkü devlet gücünü uzun süre kullanmak güç zehirlenmesine yol açıyor. Mutlak güç mutlaka yozlaştırıyor. Dolayısıyla artık Erdoğan’ın makul bir geçiş süreciyle yeni nesillere ve yeni bir yönetim anlayışına ülkeyi bırakmanın hazırlığını yapması lazım. O zaman erken seçim… Şimdi diyor ki, ‘bir ben bir Putin kaldık. Demek ki bir sorun var. Türkiye’de her şey güllük gülistanlık olsa, her şey çok daha iyiye gidiyor olsa…

Erdoğan’ın ülkeyi tek imzayla yönettiği 7 yıl oldu. 7 yılda gerçekten ülke bambaşka, adaletin hukukun olduğu, ekonominin parladığı bir yıl olsa anlarız. Öyle bir şey de yok. İş başında olduğun sürece artık son 10 yıldır bu ülke kötüye gidiyor. Yeter artık. Doğru değil yani. Bunun yönetim ilkesi açısından da baktığımızda, tarihi gerçeklere de baktığımızda, şu andaki diğer ülkelere de baktığımızda artık Erdoğan’ın emekli olması lazım. Keşke bunu 2014’te yapsaydı.”

Paylaşın

ABD’den Suriye’deki IŞİD Hedeflerine Geniş Çaplı Hava Saldırısı

ABD, Beşşar Esad’ın devrilmesiyle oluşan “boşlukta” Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) yeniden toparlanacağı gerekçesiyle Suriye’deki IŞİD hedeflerine yönelik hava saldırıları düzenledi.

Hava saldırıları sonrası ABD’den yapılan açıklamada, IŞİD’le mücadele konusundaki kararlılık vurgulandı. Hava saldırılarında B-52 bombardıman uçakları, F-15 savaş uçakları ve A-10 saldırı uçakları da dahil olmak üzere çok sayıda ABD Hava Kuvvetleri unsuru kullanıldı.

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Merkez Kuvvetler Komutanlığı’dan (CENTCOM) yapılan açıklamada, CENTCOM güçlerinin Suriye’nin orta kesimlerinde IŞİD’in bilinen kamplarını ve militanlarını hedef alan onlarca hassas hava saldırısı düzenlediği bildirildi.

Saldırıların “IŞİD liderlerine, militanlarına ve kamplarına yönelik” olduğu belirtildi. “Terör örgütünün dış operasyonlar yürütmesini ve IŞİD’in Suriye’nin merkezinde yeniden yapılanmak için mevcut durumdan faydalanmaya çalışmasını engellemek amacıyla” yapılan operasyonun “Bozma, geriletme ve yenilgiye uğratma misyonunun bir parçası olarak düzenlendiği” kaydedildi.

ABD Hava Kuvvetleri’ne ait B-52, F-15 ve A-10 uçaklarıyla bölgede 75’in üzerinde hedefi vurduğu ve hasar değerlendirmelerinin sürdüğü belirtildi, “Sivil kayıp olduğuna ilişkin herhangi bir belirti bulunmuyor” denildi. Örgüte yönelik operasyonların devam edeceği de açıklandı.

“Hiç kimsenin şüphesi olmasın ki IŞİD’in yeniden yapılanmasına ve Suriye’deki mevcut durumdan faydalanmasına izin vermeyeceğiz” diyen General Michael Erik Kurilla sözlerini şöyle sürdürdü: ”Suriye’deki tüm örgütler, IŞİD’le herhangi bir şekilde ortaklık kurmaları ya da IŞİD’e destek vermeleri halinde kendilerinden hesap soracağımızı bilmelidir.”

Öte yandan ABD Başkanı Joe Biden, Beşar Esad’ın devirmesinin ardından yaptığı açıklamada, ABD’nin Suriye’deki ortakları ve taraflarla birlikte çalışarak bir fırsatın değerlendirilmesine ve riskin yönetilmesine yardımcı olacağını söyledi.

Beyaz Saray’da açıklamalarda bulunan Biden, ABD’nin geçiş dönemi boyunca Suriye’nin komşularını destekleyeceğini ve isyancı grupların söz ve eylemlerini değerlendireceğini belirtti; önümüzdeki günlerde bölgedeki liderlerle konuşup bölgeye yetkililer göndereceklerini söyledi.

Biden, ABD’nin Esad’ın nerede olduğunu resmi olarak bilmediğini ancak Moskova’ya kaçtığı yönündeki haberlere dikkat çekti ve Esad’ın “sorumlu tutulması gerektiğini” vurguladı. Biden, Suriye’nin risk ve belirsizlik döneminde olduğunu ve yıllardır ilk kez ne Rusya ne İran ne de Hizbullah militan örgütünün Suriye’de etkili bir rol oynadığını söyledi.

ABD Başkanı, “Yıllardır Esat’ın ana destekçileri İran, Hizbullah ve Rusya oldu. Ancak geçtiğimiz hafta içinde, üçünün de desteği çöktü çünkü üçü de bugün benim göreve geldiğim zamana kıyasla çok daha zayıf durumda” şeklinde konuştu.

ABD güçlerinin Suriye’de IŞİD militan grubunun kamplarını ve militanlarını hedef alan bir düzine hassas saldırı düzenlediğini de söyleyen Biden, “Suriye’nin uzun süredir acı çeken halkının gururlu ülkeleri için daha iyi bir gelecek inşa etmeleri açısından tarihi bir fırsat anı. Bu aynı zamanda bir risk ve belirsizlik anıdır” dedi.

Biden, “Hepimiz bundan sonra ne olacağı sorusuna yanıt ararken, ABD ortaklarımız ve Suriye’deki taraflarla birlikte çalışarak riskleri yönetme fırsatını yakalamalarına yardımcı olacak” dedi. Biden ayrıca gazeteci Austin Tice dahil Suriye’de Amerikan vatandaşlarının olduğunu dikkate aldıklarını ve Tice’in hayatta olduğuna inandıklarını da ekledi.

(Kaynak: VOA Türkçe)

Paylaşın