Hallux Valgus Nedir, Belirtileri Ve Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Halluks Valgus, ayak başparmağında oldukça sık görülen ve yaygınlığı giderek artan ortopedik bir hastalıktır. Ayak başparmağının iç yanındaki kemik çıkıntısını ifade eder.

Kesin nedeni bilinmeyen bu rahatsızlık zamanında tedavi edilmezse sadece başparmağı değil, tüm ayağı ilgilendirebilecek belirtilerle birlikte iş gücü kaybı, yaşam kalitesi bozukluğu ve estetik sorunlara yol açabilir.

Özellikle ailesinde Halluks Valgus öyküsü olan biri genetik yatkınlığı nedeniyle erken yaşlarda önlem almalıdır.

Hallux Valgusun belirtileri nedir?

Ayak başparmağının ayağa birleştiği bölümde kemiksi bir çıkıntı

Ağrı ve hareket kısıtlılığı da olaya eşlik eder

Bu hafif ancak yaygın sorun kadınlarda daha sık görülür. Bazı kişiler genetik olarak bunyona eğilimli olsa da, daha çok yüksek topuklu ve sivri burunlu dar ayakkabıların giyilmesi sonucu oluşur.

Hallux Valgusun nedenleri nedir?

Hallux valgusun meydana gelmesinde genetik faktörler önemli rol oynamaktadır. Bunun yanında topuklu ayakkabılar, on kısmı sivri ayakkabılar ayaklarda deformasyona sebep olmaktadır. Oluşan deformasyonla başparmak etrafında şişlik meydana gelmektedir. Şişlik büyüdükçe ayakkabı içindeki basınç artmaktadır ve kişi zamanla ayakkabı giyemeyecek duruma gelmektedir.

Hallux Valgusun risk faktörleri nedir?

Ailesinde hallux valgus hikâyesi olanlar, topuklu ayakkabı, sivri burunlu ayakkabı kullanımı, yapılan yanlış spor hareketleri hallux valgus açısından risk oluşturmaktadır. Bunun yanında kadınlarda hallux valgus görülme olasılığı daha yüksektir. Bunda kadınların topuklu ayakkabıları çok fazla kullanması önemli bir rol oynamaktadır.

Hallux Valgusun komplikasyonları nedir?

Ayak başparmağında oluşan deformasyon ayakkabı kullanımı zorlaştırmaktadır. Tedavi edilmediğinde diğer ayak parmaklarında da deformasyonlar oluşmakta ve yürümede sıkıntılara sebep olmaktadır. Bunun yanında ayaklarda şişlik ve bursit gelişimi gibi komplikasyonları da bulunmaktadır.

Hallux Valgus için doktor randevusu öncesi neler yapılmalıdır?

Hallux valgus hastalığında çok fazla vakit kaybetmeden doktora başvurmak gereklidir. Ayak başparmağında şişlik meydana geldiğinde ve belirgin şekilde çıkıntılık olduğunda doktor randevunuzu ertelemeyin. Bununla birlikte şikâyetlerinizi doktorunuza doğru şekilde aktarın.

Hallux Valgusun tetkik yöntemleri nelerdir?

Hallux valgus fizik muayene ile anlaşılacağı gibi ayağın birkaç açıdan çekilmiş grafilerinin radyolojik incelemesi ile teşhis konulmaktadır. İnceleme sonucunda tedavi şekli belirlenmektedir.

Hallux Valgusun tedavi yöntemleri nelerdir?

Ayağınıza iyi uyan ayakkabıların kullanımı çoğu kez en iyi çaredir ve bunyonun yarattığı rahatsızlığı önleyebilir. Eğer bursit gelişirse, eski bir ayakkabının bunyonun üstüne gelen bölümünde açılacak bir delik rahatlama sağlayacaktır.

Bunyonun üstüne konacak yumuşak bir yastıkçık yararlı olabilir. Bazı nadir durumlarda fazla kemik dokusunu çıkartmak ve kemiğe eski biçimini vermek için ameliyat yapılabilir.

Hallux Valgus hastaları için yaşam stili önerileri

Hallux valgusa karşı önlem almak için öncelikle ayakkabı tercihine dikkat edilmedir. Hallux valgusun meydana geldiği durumlarda ise önü geniş ve ortopedik ayakkabılar tercih edilmeli topuklu ayakkabı ve önü sivri ayakkabılardan kaçınılmalıdır. Doktorun tavsiyesi doğrultusunda ayak bileğinizi güçlendirecek egzersizler yapabilirsiniz.

Not: Sunulan bilgilerin amacı herhangi bir hastalığı teşhis veya tedavi etmek, iyileştirmek veya önlemek değildir. Tüm bilgiler yalnızca genel bilginize yöneliktir, tıbbi tavsiye veya belirli tıbbi durumların tedavisinin yerine geçmez. Uygulamadan önce bu bilgileri doktorunuzla görüşün.

Paylaşın

Guatr Nedir, Belirtileri Ve Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Guatr tek bir hastalık olmaktan çok tiroid bezinin az, normal veya fazla çalışmasıyla birlikte görülebilen tiroid bezi büyümelerini ifade etmektedir. Tiroid bezi salgıladığı hormonlar aracılığıyla vücudumuzun ve alışma hızını düzenlemektedir.

Tiroid Bezi, büyümeyi kontrol eden hormonları üretmekle birlikte sindirim sistemi, kalp, beyin ve vücut ısısına kadar vücudun birçok alanında etkin rol oynamaktadır.

Guatrın sebepleri nelerdir?

Tiroid bezinin büyümesine ve guatr tablosunun oluşumuna sebep olan başlıca nedenler şu şekilde sıralanabilir:

İyot eksikliği,
Tiroid bezinin normalden fazla çalışması,
Tiroid bezinin normalden az çalışması,
Tiroid bezinde içinde ve üzerinde oluşan küçük şişlikler (nodüller),
Tiroid kanseri,
Tiroid bezi iltihaplanması.

Guatr bulgu ve belirti nelerdir?

Guatr bazı olgularda hiçbir belirti vermediği gibi hastalar öksürük, yutma güçlüğü, boyunda şişlik, ağrı ve nadiren solunum güçlüğü yakınmaları ile gelebilir. Tiroid bezinin büyümesi sonucunda sözü edilen yakınmalar ortaya çıkabileceği gibi tiroid bezinin salgıladığı hormon düzeylerinin olması gerekenden az veya fazla olmasından kaynaklanan belirtiler de görülebilir.

Tiroid hormonlarının normalden fazla salgılanması durumunda baş ağrısı, baş dönmesi, çarpıntı, titreme, sinirlilik, bulantı, kusma ve ishal görülebilir. Tiroid bezinin salgıladığı hormonların normalden az olması sonucunda ise kilo alma, kabızlık, halsizlik, ciltte kuruma, saç dökülmesi gibi söz konusu olabilir.

Guatr kimlerde daha sık görülür?

Kadınlarda, 50 yaş üzeri kişilerde, iyot eksikliğine bağlı olarak Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgelerinde, radyasyona maruz kalanlarda, lityum gibi bazı ilaçları kullananlarda, sigara içenlerde, bazı enfeksiyonlarda, bağışıklık sistemi sorunları olanlarda, gebelik ve menopoz dönemlerinde ve ailesinde guatr öyküsü olanlarda guatr daha sık görülür.

İç/ dış guatr ve zehirli guatr ne demektir?

Tıbbi terim olarak pek kullanılmamakla beraber özellikle halk arasında muayenede tiroid bezinin büyümediği fakat hormon dengesizliği olan guatr hastalığı “iç guatr”, muayenede saptanabilen guatr olguları ise “dış guatr” olarak ifade edilebilmektedir. Tiroid bezinin normalden fazla hormon salgılaması ile kendini gösteren olgular ise hastalığını “zehirli” guatr olarak nitelendirilmektedir.

Tiroid nodüllerinin sıcak veya soğuk olması ne demektir?

Tiroid nodüllerinin büyük çoğunluğu iyi huylu olmasına karşın, %5 civarında nodül içinde kanser bulunabilmektedir. Nodüllerin soğuk veya sıcak olması sintigrafi ile tespit edilebilmektedir. Soğuk nodüllerde kötü huylu nodül olma ihtimali diğer nodüllerden daha fazladır.

Guatr tanısı nasıl konulur?

Guatr tanısı boyun bölgesinin hekim tarafından muayene edilmesinin ardından kanda tiroid hormon düzeylerinin ölçümü ve ultrasonografik inceleme ile konulabilmektedir. Ayrıca gerektiğinde sintigrafi ve tiroid bezinden yapılacak ince iğne biyopsileri tanıda yardımcı olabilmektedir.

Guatr tedavisi ne şekilde yapılır?

Guatr tedavisinde ilaç tedavisi, radyoaktif iyot tedavisi ve cerrahi tedavi olmak üzere 3 farklı yöntem vardır.
Hormon eksikliği olan hastalar tiroid hormonu ilaç olarak verilmektedir.

Hormon fazlalığı olan hastalara hormon yapımını baskılayacak ilaçlar verilerek hormon düzeyi normale çekildikten sonra ameliyat veya radyoaktif iyot tedavisi yapılır.

Hormon seviyelerinin normal olduğu ve genelde nodüllerin görüldüğü durumlarda genellikle cerrahi tedavi uygulanır.

Cerrahi tedavide tiroid bezinin bir bölümü veya tamamı çıkarılmaktadır. Ameliyatta tiroid bezi komşuluğundaki dokuların korunması önem taşımaktadır. Ayrıca ameliyat bölgesinde iz bırakmamak için özen göstermek gerekir.

Hangi durumlarda guatr hastalığının ameliyatla tedavi edilmesi önerilir?

Guatr olgularında hormon düzeylerinde bozukluk, solunum ve yutma problemleri, kanser şüphesi ve guatra bağlı estetik problem nedeniyle cerrahi tedavi önerilmektedir.

Guatr ameliyatının riskleri nelerdir?

Guatr ameliyatında en önemli riskler ses tellerini çalıştıran sinirlerin zedelenmesi ve tiroid bezi komşuluğunda bulunan paratiroid bezinin zarar görmesidir. Ses telini çalıştıran sinirin tek veya iki taraflı olarak zedelenmesi ses kısıklığı ve nefes darlığı ile sonuçlanabilirken, paratiroid bezinin zarar görmesi kalsiyum seviyesinin düşmesine enden olmaktadır. Kalsiyum gereksinimi karşılanmazsa metabolizma, kalp ve sinir sistemi ile ilgili ciddi problemleri ortaya çıkmaktadır.

Guatr hastalığında kanser görülme olasılığı var mıdır?

Guatr hastalığında altta yatan kanser olup olmadığını net olarak belirlemek ancak ameliyatta çıkarılan dokunun incelenmesiyle mümkün olabilir. Tüm guatr hastaları göz önüne alındığında %15 civarında kanser görülme olasılığı söz konusudur.

Not: Sunulan bilgilerin amacı herhangi bir hastalığı teşhis veya tedavi etmek, iyileştirmek veya önlemek değildir. Tüm bilgiler yalnızca genel bilginize yöneliktir, tıbbi tavsiye veya belirli tıbbi durumların tedavisinin yerine geçmez. Uygulamadan önce bu bilgileri doktorunuzla görüşün.

Paylaşın

Çorum’un Tarihi Camiileri!

Birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış olan Çorum, tarihi yapıları ve doğal güzellikleri ile gezilip görülmesi gereken kentler sıralamasında ilk sıralarda yer almaktadır. Çorum, yolu düşen hemen herkesin görmesi gereken yapılar arasında camilerde önemli bir yer tutmaktadır.

Haber Kaos ekibi olarak Çorum il sınırları içinde bulunan camileri sizler için derledik.

Ulucami (Murad-ı Rabi Camii)

Caminin ilk defa Selçuklu Sultanı III. Alaattin Keykubat zamanında, onun azatlı kölesi Hayrettin tarafından yaptırıldığı değerlendirilmektedir. Cami, bugünkü halini geçirdiği büyük onarımlar sonucu almıştır.

II. Beyazıt zamanında 1446 tarihinde meydana gelen büyük depremde harap olmuş, Mimar Sinan tarafından onarılmıştır. Bu onarım Mimar Sinan’ın Teskiret-i Enbiye isimli kitabında da geçmekte olup, kitapta “Çorum’da Alaaddin Cami’ni müceddeden tamir ve inşaa ettiği” yazılıdır.

III. Murat zamanında cami “Sultan Muradi Salis Cami” diye anılmaya başlamıştır. IV. Murat, Erivan Seferine giderken Çorum-Boğacık Köyünde konaklamış, cami bu dönemde tekrar tamir ettirilerek etrafına medreseler ve akarat yaptırılmıştır.

Cami bu zamanda Sultan Muradı Rabi Cami olarak adlandırılarak Evkaf Dairesi kayıt ve sicillerine bu adla geçmiştir. 1790 yılındaki depremde tekrar harap olan cami, Çapanoğlu oğlu Abdülfettah Bey tarafından 1810 yılında ahşap, tek kubbeli olarak tamir edilmiş, bugünkü görünümünü almıştır. Caminin son cemaat yeri ve üst katı II. Meşrutiyetin ilanından sonra yapılmış, doğu tarafa minare ilave edilmiştir.

Ulucaminin abanoz ağacından yapılan minberi, kitabelerine göre 1306 tarihinde Davutoğlu Ahmed’in emri ile Ankaralı sanatçılar Abdullah oğlu Davut ve Ebubekir oğlu Muhammed tarafından yapılmıştır. Bazı onarımlar görmüş olan minber orjinalliğini büyük ölçüde korumuş olup sanat tarihi açısından önemlidir.

Han Cami (Gülabibey Cami, Ömer Neftçi Cami)

Çorum Gülabibey Mahallesinde yer alan cami, Gülabibey Cami, Han Cami, Ömer Neftçi Cami olarak üç şekilde isimlendirilmektedir. Erken Osmanlı Dönemine tarihlenen cami, Çorum Beylerinden Gülabibey tarafından yaptırılmış, 1579 yılında onarım görmüştür.

Caminin son cemaat revakının orta bölümündeki kapının üstünde yer alan “Han Camii 0310” şeklindeki kitabenin buraya büyük bir ihtimalle Ömer Nehci Efendi tarafından yaptırılan onarımda konulmuş olduğu sanılmaktadır. Dikdörtgen planlı cami, tek kubbeli harim ile kuzeyindeki üç kemer gözlü son cemaat yerinden oluşmaktadır.

Son cemaat yeri üç kemer gözlü olup, orta bölümü aynalı tonozla, iki yan kısım ise kubbe ile örtülüdür. Son cemaat yerinden basık kemerli, iki kanatlı ahşap bir kapı ile kare planlı harime geçilmektedir. Harim büyük bir kubbe ile örtülü olup, kubbeye sivri kemerli tromplarla geçilmektedir.

Yapının alt pencereleri taş söveli, düz atkılı, dikdörtgen şekilli, demir korkuluklu, üst pencereler dikdörtgen şekilli, yuvarlak kemerli ahşap şebekelidir. Minare harimin kuzeybatı köşesinde yer almakta olup, kaidesinde malzeme olarak düzgün olmayan iri kesme taşlarla birlikte devşirme malzeme, diğer bölümlerinde tuğla kullanılmıştır. Papuç ile gövdenin başlangıcındaki bilezik taştan olup, külahla örtülüdür.

Hıdırlık Cami Türbe ve Haziresi

İl Merkezinde, Hıdırlık Tepesinde yer almaktadır. Hz. Peygamberin yakın arkadaşlarından ve ona hizmet edenlerden Suheybi Rumi’ye saygı nişanesi olarak Hıdıroğlu Hayrettin tarafından yaptırılan ilk caminin yapım tarihi bilinmemektedir. Eski caminin yerine Beşiktaş Muhafızı olan Yedi Sekiz Hasan Paşa’nın cami, türbe ve zaviyenin durumunu Sultan II. Abdülhamit’e bildirmesi üzerine onun emir ve yardımları ile yapılmıştır.

Camide üç kitabe bulunmakta olup, birincisi güney cephede mihrabın üstünde yer alan üst pencerenin iç şebekesinin alt bölümündeki Arapça “ Sene 1307” yazılı kitabe, ikincisi son cemaat yerinden harime açılan kapının doğusunda yer alan “Hıdırlık Cami 1307 (1889)” şeklindeki Türkçe kitabe, üçüncüsü ise minber tahtının korkuluğunda yer alan dört satır halindeki Sene 1308/1890 tarihli minberin ve ustanın kitabesidir.

Cami, kıbleye dikey olarak uzanan dikdörtgen bir plana sahip olup, batısında Suheyb-i Rumi ve Ubeyd Gazi’nin sandukaları bulunan bir türbe yer almaktadır. Son Cemaat yerine doğu cephedeki merdivenler çıkılmaktadır. Buradan harime etrafı mermer kaplı, dikdörtgen formlu, basık kemerli iki kanatlı ahşap bir kapıdan geçilmektedir. Dikdörtgen planlı harim, kuzeydeki mahfile kadar büyük bir bağdadi kubbe ile örtülmüştür. Caminin pencereleri yuvarlak kemerli olup, alt pencereler

demir şebekeli, üst pencereler ise alçı şebekelidir. Yapı malzemesi olarak sarı kesme taş, moloz taş ve tuğla kullanılmıştır. Harimin kuzeydoğu köşesinde yer alan minarenin kaidesi, şerefe kısmı kesme taştan, gövdesi tuğladan yuvarlak formlu olarak yapılmıştır.

Caminin içinde yer alan türbede Suheybi Rumi ve Ubeyd Gazi; Caminin batısında bahçe içinde yer alan türbede Elhac Yusuf-u Bahri, bu türbenin batı bitişiğinde yer alan türbede ise Kerebi Gazi yatmaktadır. Kerebi Gazi Türbesinde ayrıca Nakşibendî Tarikatından Hacı Salih Efendi ve eşraftan Zarif Efendi’nin mezarları da bulunmaktadır. Cami etrafında yer alan mezar ve türbelerle bir hazire özelliği taşımaktadır.

Kubbeli Cami

İlimiz merkez Çepni Mahallesi’nde yer almaktadır. 1697-1784 yılları arasında Kubbeli Mescid olarak anılan, 1784 yılında minber konularak camiye çevrilen yapının yerine 1921-1922 yıllarında bugünkü cami inşa edilmiştir. Son cemaat yeri ise 1938 yılında yapılmıştır.

Caminin harime açılan kapısı üzerinde Sene 1340 Kameriye (1921-1922) tarihli kitabe vardır. Cami, büyük tek kubbeli, kare planlı harim ve harimin kuzeyinde üç küçük kubbeli mahfil ile kuzeydeki yamuk planlı son cemaat mahallinden oluşmaktadır. Son cemaat yeri ile doğu cephelerden girilen harim büyük bir kubbe ile örtülüdür. Kubbeye geçiş yuvarlak kemerli tromplarla sağlanmaktadır.

Kubbede bitkisel motifli bir göbek vardır. Caminin alt pencereleri dikdörtgen biçimli, sivri kemerli, demir parmaklıklı, üst pencereler ise dikdörtgen biçimli sivri kemerli alçı şebekelidir. İnşa malzemesi olarak sarı renkte kesme kum taşı kullanılmıştır. Minare, kuzeydoğu köşede yer almakta olup, kesme sarı taşından yapılmış, çokgen gövdeli, tek şerefelidir.

Çakır Cami

Çepni Mahallesi, Kubbeli I. Sokak’ta yer alan, 19yy. ortalarına doğru yapıldığı düşünülen caminin doğu duvarında tamir tarihini gösteren Çakır Cami 1950 yazılı Türkçe bir levha asılıdır. Cami, kare planlı bir harim ve harimin kuzeyindeki üç tarafı kapalı son cemaat yerinden oluşmaktadır.

İki kanatlı ahşap kapı ile son cemaat yerine girilmekte, buradan düz atkılı bir kapı harim kısmına geçilmektedir. Harim, düz ahşap tavanla örtülü olup, göbekli tavan doğu-batı yönüne doğru belirli aralıklarla uzanan uzun ve ince çıtakari dikdörtgenlerle süslenmiştir.

Caminin doğu, batı ve güney cephedeki alt pencereleri düz atkılı dikdörtgen biçimli, üst pencereler ise içeriden sivri kemerli vitraylı, dışarıdan yuvarlak kemerli alçı şebekelidir. Yapı, taş temel üzerine ahşap karkas tekniğinde inşa edilmiştir. Son cemaat yerinin batısında ahşap minaresi bulunmaktadır. Minare gövdesi ahşap çıtalarla çokgen şeklinde düzenlenmiş, gövdenin üst tarafında bir bilezik bulunmakta olup, külahla örtülüdür. Caminin örtüsü kırma çatı olup, alafranga kiremit ile örtülüdür.

Kale Cami

İlimiz merkez Kale Mahallesi, Kaleiçi Mevkiinde yer alan cami, Osmanlı Dönemine ait olup, inşa kitabesi bulunmamaktadır. Batı duvarında üstte bulunan pencerelerden birinde 1217 tarihli onarım kitabesi mevcuttur.

Kareye yakın bir plana sahip, kıbleye paralel uzanan tek sahınlı bir cami olup, harim kısmı, kuzeyde sonradan eklenmiş son cemaat yeri ve balkon minareden ibarettir. Harim doğu,batı ve kuzey olmak üzere üç taraftan mahfillerle çevrilmiştir. Camiye yuvarlak kemerli ahşap bir kapı ile girilmektedir. Tavanda sade bir göbek kısmı bulunmaktadır.

Üst kat pencereleri sivri kemerli olup içerden vitraylı dışarıdan alçı şebekelidir. Alttaki pencereler dikdörtgen şekilli, düz atkılı dışarıdan ahşap şebekelidir. Düz ahşap tavanlı harim, dışarıdan oluklu tuğla ile kaplı kırma çatıyla örtülmüştür. Camide yapı malzemesi olarak alt kısımda taş, üst kısımda kerpiç ve ahşap kullanılmıştır.

Velipaşa (Abdülbaki Paşa) Cami

İlimiz merkez Gülabibey Mahallesi, Velipaşa Caddesi’nde yer alan İnşa kitabesi olmayan caminin kuzey cephesindeki son cemaat yerine açılan kapının üzerinde “Abdülbaki Paşa Camii 1060/1650” yazılı bir levha bulunmakta olup, caminin 17.yy’ın ilk çeyreğinde yapıldığı düşünülmektedir.

Yapı, mihraba tek sahın halinde yatay olarak uzanan dikdörtgen planlı harim ve harimin kuzeybatısındaki bir oda ve kuzeydoğusundaki son cemaat yeri ile birlikte kareye yakın bir plan göstermektedir. Son cemaat yerine kuzey cepheden düz atkılı, çift kanatlı demir kapıyla, buradan da çift kanatlı ahşap kapı ile alt mahfil olarak düzenlenmiş kısma ve harime geçilmektedir.

Kareye yakın dikdörtgen planlı harim kısmı düz ahşap tavanlı olup, dışardan kırma çatılıdır. Caminin alt pencereleri düz atkılı, dikdörtgen biçimli, demir korkuluklu, üst pencereler sivri kemerli, alçı şebekelidir. Yapı, taş temel üzerine ahşap karkas tekniğinde inşa edilmiştir. Caminin minaresi ahşap olup, çokgen gövdeli, tek şerefelidir.

Kunduzhan Cami (Tabak Cami)

İlimiz merkez Kunduzhan Mahallesi, Tabak 2.Sokak No:15’te Osmanlı Dönemine tarihlenen caminin inşa kitabesi olmayıp, kuzey cephedeki giriş kapısının üzerinde H.1284 tarihli onarım kitabesi mevcuttur.Cami, tek sahınlı, mihraba dikey uzanan dikdörtgen planlı harim ve harimin kuzeyindeki son cemaat yerinden oluşmaktadır.

Son cemaat yerine ahşap camekanlı bir kapı ile girilmektedir. Buradan harime yine ahşap camekanlı bir kapı girilmekte olup,harim ahşap düz tavanla örtülmüştür. Göbekli düz ahşap tavanı çıtakari baklava dilimi motifleri ile süslenmiştir. Caminin pencereleri dışardan dikdörtgen şekilli, ahşap korkulukludur.

Harimin kuzeyi ile son cemaat yerinin üst bölümü mahfil olarak düzenlenmiştir. Cami kırma çatılı olup, çatı dört cephede de pahlı geniş saçaklıdır. Yapı, taş temel üzerine ahşap karkas tekniğinde inşa edilmiştir. Son cemaat yerinin batı bitişinde yer alan minare ahşaptan yapılmıştır.Çıtalarla çokgen şekil verilmiş, gövdenin şerefeye yakın bölümünde bir bilezik bulunmaktadır. Minare piramidal bir külahla örtülüdür.

Üçköy Cami

İl merkezine bağlı Üçköy Köyü, Köy içi Mevkii’nde bulunan cami, Osmanlı Devri dini mimari örneklerinden biri olup,camide yer alan mermer kitabeden H.1315 (M. 1897) yılında Ali Paşa tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Dikdörtgen planlı camide temel ve duvarlar moloz taş, duvar köşeleri kesme taştır.

İbadet mekanı dört ahşap sütun üzerine oturan ahşap kubbe ile örtülüdür. Kubbenin ortasında rozet ve lale motifleri bulunmaktadır. Kubbenin dört tarafı ahşap tavanla çevrilmiş, dikdörtgen tablalar halinde olup baklava dilimli motiflidir. Mihrap tarafında göbek kısmı yapılmıştır. Üzeri kırma çatılı ve alaturka kiremitle örtülüdür. Taş şerefeli bir minaresi vardır.

İskilip Ulu Cami

Geç Osmanlı dönemine tarihlenen ve Çorum Ulu Camii örnek alınarak 1839 yılında yapılan caminin içi kufi yazılarla süslenmiştir. Taştan yapılmış minare daha önce yapılan camiden kalmıştır.

İskilip Şeyh Muhiddin Yavsi Cami

İskilip’in en eski camisidir. Kanuni Sultan Süleyman devrinde şeyhülislamlığa kadar yükselen EBUSS’UD Efendi tarafından, babası Şeyh Yavsi adına 16. yy.’ın ortalarında yaptırılmıştır. Cami, EBUSS’UD Efendi’ye ait 1569 tarihli vakfiyeye göre köprü, bedesten, mektep ve handan oluşan külliyenin bir parçası niteliğindedir. Ancak, bugün külliyeden eser kalmamıştır. Cami ters “T” planlı zaviyeli camilere benzemekte olup güneydoğusunda Şeyh Yavsi’nin Türbesi yer almaktadır.

İskilip Yivlik Akşemseddin Hz. Cami ve Türbesi 

İstanbul’un manevi fatihi ve Fatih Sultan Mehmet Han’ın hocası Akşemseddin Hazretleri’nin hayat serüveni Şam’da Başladı. Yedi yaşındayken ailesi ile Amasya’ya göçtüler. Küçük yaştan itibaren dini ilimlerin yanısıra tıp, astronomi, biyoloji ve matematik alanlarında kendini yetiştirdi. Yaşadığı dönemi aşan tedavi metodları uyguladı.

Tarihte mikroorganizmalardan, mikroplardan ve hastalıkların insandan insana mikroplarla bulaştığından bahseden ilk insandır. İskilip, Evlik Köyü’nde bulunan bu camiyi Akşemseddin’in oğlu yaptırmıştır. XV. yüzyıla tarihlenen çivi kullanılmadan yapılan camii yaklaşık 600 yıllıktır. Kare planlı olup, üzeri sonradan ahşap bir çatı ile örtülmüştür. Yanında taş kaide üzerine yuvarlak gövdeli minaresi eklenmiştir.

Kargı Oğuz Köyü Cami

16.yy’ın ilk çeyreğine tarihlenen cami köyün ismiyle anılmaktadır. Cami, dikdörtgene yakın planlı esas mekan ile son cemaat mahallinden oluşmaktadır.
Kargı Örencik Köyü Cami

Kargı İlçesi Örencik Köyü’nde bulunan Osmanlı Dönemi yapımı camiidir. Günümüzde halen hizmet vermektedir.

Yeni Cami

Alaca İlçesi Çorum Caddesi’nde bulunan Geç Osmanlı Dönemine tarihlenen cami, Ardahan göçmenlerinden Şeyh Efendi tarafından H.1311 (M. 1893) yılında yaptırılmıştır. Dikdörtgen planlı camide yapı malzemesi olarak kesme taş kullanılmış olup, taş araları derzlidir.

Camiye taş söveli, yuvarlak kemerli ahşap kanatlı bir kapı ile girilmektedir. İbadet ve son cemaat yerinden oluşan camide ibadet mekanı dört sütun üzerine tromplar vasıtasıyla oturtulmuş tek merkezi kubbe ile örtülüdür. Kubbenin dört tarafı ahşap tavanla çevrilidir. Mihrabı alçıdandır. Minberde, batı cephede ve minarede (H.1317) kitabeler vardır.

Evci Köyü Cami

Alaca İlçesi Evci Köyü’nde yer alan Osmanlı Dönemine tarihlenen cami, kare planlı olup, beden duvarları moloz taştan köşe dönüşleri ise kesme taştan inşa edilmiştir. Girişi kuzeyden sağlanan caminin ön kısmında daha sonra eklenti yapılan son cemaat yeri vardır. Kuzeydoğu köşede yer alan minare tuğladan inşa edilmiş olup, tek şerefelidir.

Osmancık İmaret Cami

Osmancık’ da bulunan bu cami 1431 tarihinde II. Murat’ın başvezirlerinden Koca Mehmet Paşa tarafından imaret olarak yaptırılmıştır. Erken Osmanlı Dönemi karakteristik yapılarından zaviyeli camilerin planını yansıtmaktadır.

Osmancık Akşemseddin Cami

Sarp bir kayalık üzerinde bulunan kalenin kuzeybatı eteklerinde yer alan küçük bir camidir. Yapım tarihi olarak 1410 yılına işaret edilmektedir. Eski Osmancık Medresesinin bir bölümü olduğu bilinmektedir. Osmanlı Dönemine tarihlenen cami ters “T” planlı, geniş avluludur. Osmancık Akşemseddin Cami Osmanlı Kuruluş Dönemine ait bir eser olma özelliği ve kendine has mimarisi ile şirin bir ibadet mekânıdır.

Hacıhamza Sinan Paşa Cami

Hicri 912 (M.1506/07) yılında yapılmıştır. 1943 yılına kadar çeşitli tamiratlar yapılmıştır. Bu tarihte meydana gelen depremde büyük hasar görmesi nedeni ile camii yıktırılmıştır. Yapı tarzı olarak Oğuz Köyü Cami’ne benzediği kaynaklarda belirtilmektedir. Caminin batısında bulunan tarihi minare taş örgülü olup tek şerefelidir. Şerefe altı mukarnaslı, konik gövdelidir.

Paylaşın

Grip Nedir, Belirtileri Ve Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

“İnfluenza” olarak adlandırılan grip virüsünün solunum yollarına yerleşmesi sonucunda meydana gelen Grip, bulaşıcı bir hastalıktır. Toplumda çok sık görülen grip, özellikle kış aylarında ve mevsim geçişlerinde görülmektedir. 

Grip virüsü birkaç gün etkili olduğu gibi, diğer virüslerle etkileşime geçtiğinde haftalarca sürebilir.

Gribin belirtileri nedir?

Grip pek çok belirti göstermektedir. En belirgin özellikleri arasında:

Yüksek ateş
Soğuk ter ve titreme
Burun akıntısı
Hapşırma, kuru öksürük
Baş ağrısı
Eklem ve uzuv ağrıları,
Yorgunluk, bitkinlik hissi
Bulantı, kusma ve ishal (yetişkinlere göre çocuklarda daha sık görülür)

Gribin Nedenleri Nedir?

Gribe neden olan “influenza” virüsü sürekli değişerek vücudun savunma sistemlerini atlatıp vücuda yerleşir ve kuluçkaya yatar. Kuluçka döneminde vücuda yayılır ve grip gerçekleşir. Grip virüsü sürekli değişime uğradığı için kişilerde çabuk yayılmaktadır.

Ancak değişime uğramayan virüslerde vücut daha önce görülen gribe karşı bağışıklık kazanmıştır. Solunum yoluyla bulaşan grip virüsü diğer virüslerle enfekte olduğunda iyileşme süresi uzayabilmektedir.

Gribin risk faktörleri nedir?

Grip, bazı grup ve durumlarda risk faktörü oluşturmaktadır. Risk faktörleri aşağıdaki gibidir:

65 yaş üzeri kişilerde ve çocuklarda grip tehlikeli olabilmektedir.
Sağlık çalışanları sürekli gripli hastalarla ilgilendikleri için risk faktörü taşımaktadırlar.
Huzurevi, askeriye, okul yurtları gibi kalabalık ortamlarda grip daha çabuk yayılmaktadır.
Bağışıklık sistemi güçsüz olanlar gribe daha çabuk yakalanmaktadır. Bunun yanında HIV/AIDS gibi bağışıklık sistemini yavaşlatan hastalıklarda grip çok riskli olmaktadır.
Astım, diyabet ve kalp hastalıkları gibi sağlık sorunları grip riskini artırabilmektedir.
Hamilelikte özellikle 2. ve 3. aylarda gribe yakalanma olasılığı çok yüksektir.

Gribin Komplikasyonları Nedir?

Gribin en sık yaşanan komplikasyonları arasında zatürre gelmektedir. Bunun yanında bronş-akciğer iltihabı, kulak iltihabı, böbrek iltihabı üst çene ve alın kemiği sinüsleri iltihabı diğer komplikasyonlar arasında gelmektedir. Nadir olarak görülse de irinli eklem iltihabı da yer almaktadır.

Grip için doktor randevusu öncesi neler yapılmalıdır?

Ateş, öksürük, hapşırma, burun akıntısı gibi belirtilerle kendini gösteren grip hastalığında, doktor randevusundan önce belirtilerin ve şikâyetlerin iyi gözlemlenmesi gerekmektedir. Ülkemizde grip hafife alınarak çoğu zaman doktor muayenesine gerek duyulmamaktadır. Ancak gelişebilecek komplikasyonlara göre mutlaka doktora başvurulmalıdır.

Gribin tetkik yöntemleri nelerdir?

Grip vakalarında tanı koymak oldukça basittir. Genellikle gözlenen belirtilerle grip tanısı konulmaktadır. Gerekli durumlarda boğaz kültürü ve kan testi de yapılmaktadır. Ancak çoğu zaman yapılan fiziksel muayene sonucunda rahatlıkla tanı konur. Kuru öksürük, ateş, kas ve eklem ağrıları gibi belirtiler tanı koymada yol göstermektedir.

Gribin tedavi yöntemleri nelerdir?

Grip belirtileri ortaya çıktıktan ve tanı konulduktan hemen sonra tedaviye başlanması oldukça önemlidir. Bu şekilde hastalığın süreci ve bulaşma durumu da kısalmış olacaktır. Tedavi yöntemleri arasında yatak istirahati, ateş düşürücü ve ağrı kesici ilaçlar verilmektedir. Bunun yanında beslenme ve bol sıvı tüketimi de büyük önem taşımaktadır.

Grip hastaları için yaşam stili önerileri

Grip hastaları, hastalık süresince istirahat etmeli ve etrafındakilerle çok fazla temas etmekten kaçınmalıdır. Ellerini sık sık sabun ile yıkamalı ve beslenmesine dikkat etmelidir. Sık sık üzerini, yastık kılıfını ve çarşafını değiştirmeleri gerekir. Bu süreçte vitamin takviyesi de etkili olacaktır. C vitamini bakımından zengin olan meyveleri tüketebilirler.

Not: Sunulan bilgilerin amacı herhangi bir hastalığı teşhis veya tedavi etmek, iyileştirmek veya önlemek değildir. Tüm bilgiler yalnızca genel bilginize yöneliktir, tıbbi tavsiye veya belirli tıbbi durumların tedavisinin yerine geçmez. Uygulamadan önce bu bilgileri doktorunuzla görüşün.

Paylaşın

Gebelik Nedir? Belirtileri, Riskleri, Yaşam Stili Önerileri

Gebelik, kadın ve erkeğin üreme hücrelerinin birleşip ana rahmine yerleşmesiyle doğuma kadar geçen 40 haftalık (280 gün) döneme verilen isimdir. Gebelik bir hastalık olmayıp normal bir durum olmasına rağmen, beraberinde getirebileceği değişik durumlar ve tehlikeli neticeler dolayısıyla hamileliğin bir an önce teşhis edilmesi gerekir.

Bunun başlıca iki sebebi vardır:

Birincisi düşüklerin büyük bir kısmının hamileliğin başında olmasıdır. Eğer bir kadın hamile olduğunu bilir, hamileliğin başında gerekli tedbirleri alır ve devamlı tıbbi kontrol altında bulundurulursa, düşüklerin büyük bir kısmı önlenebilir.

İkincisi hamilelikte kullanılması zararlı ilaçların farkında olmadan kullanılma ihtimalinin mevcut olmasıdır. Bebeğin organ taslaklarının büyük kısmı ilk ayda teşekkül eder. Bu sırada alınan ilaçlar veya tedbirsizlik yüzünden hasıl olan hastalıklar, sakat bebeklerin doğmasına sebeb olabilirler. Bu yüzden beklenen veya beklenmeyen adet gecikmesi olan her kadın, hamilelik açısından tedkik yaptırmalıdır.

Gelişmiş gebelik testleriyle hamilelik, son adet tarihinin ilk gününden itibaren 40 gün geçtikten sonra teşhis edilebilir. Kandaki gebelik hormonunun tesbiti ile daha önce de teşhis etmek mümkündür. Fakat, bu zor ve her yerde yapılma imkanı bulunmayan bir testtir.

Gebeliğin belirtileri nelerdir:

En önemli bulgu kadındaki adet gecikmesidir. Ancak her adet gecikmesi kadının gebe olduğu anlamına gelmez. Kadının yaşamındaki değişiklikler, bazı rahatsızlıklar, psikolojik durumu ve stres gibi bir çok etken kadının adet düzeninin bozulmasına ve gecikmelere neden olabilir. Gebelik belirtileri aşağıda listelendiği gibidir:

Adet kanamasının gelmemesi (amenore)
Mide bulantısı ve kusma
İdrar ile ilgili şikayetleri
Yorgunluk ve bitkinlik hali
Fetal hareketlerin hissedilmesi
Göğüslerde beliren değişiklikler
Vajinal mukoza renk değişikliği
Artmış deri pigmentasyonu ve abdominal striaların görülmesi.

Gebeliğin nedenleri nedir?

Erkek ve kadının cinsel olarak birleşmesin sonucunda spermin, yumurtalıklar tarafından atılan yumurtaya yerleşmesi ve bunun rahimin iç kısmındaki endometriuma tutunması sonucunda gebelik meydana gelmektedir. İnsan doğası gereği, diğer canlılarda olduğu gibi üreme ihtiyacı duymaktadır. Bu ihtiyaç doğrultusunda da planlı veya plansız şekilde gebelik meydana gelmektedir.

Gebeliğin risk faktörleri nedir?

Gebelikte öncelikle anne adayının yaşı önem taşımaktadır. İdeal yaş 18-25 yaş arasıdır.
Kilolu ve aşırı kiloluların gebeliği risk taşımaktadır.
Daha önce geçirilen jinekolojik operasyonlar,
Daha önce yaşanan doğum ve düşük durumları,
Kan grubu uyuşmazlığı,
Çoğul hamilelik,
Hipertansiyon,
Şeker hastalığı,
Hamilelik ve anemi (kansızlık durumu),
Hamilelikte enfeksiyonlar,
Hamilelik sırasında görülen kanamalar,
Suların erken gelmesi,
Erken doğum tehdidi,
Kalıtsal faktörler,
Hamilelik ve çeşitli sistemlere ait hastalıklar gebelikte risk faktörü oluşturmaktadır.

Gebeliğin komplikasyonları nedir?

Gebelikte en sık rastlanan komplikasyonlar arasında; düşük, dış gebelik, rahim ağzında yaşanan problemler, şeker hastalığı, kan grubu uyuşmazlığı, üzüm gebeliği, gebelik toksemisi, son üç ayda yaşanan kanamalar, bel ağrısı, karın ağrısı, kabızlık, kramp, gaz, sık idrara çıkma, idrar kaçırma, uykusuzluk, mide bulantısı ve kusma, varis ve çatlaklar meydana gelen hafif ve ağır komplikasyonlar arasında gelmektedir.

Gebelik için doktor randevusu öncesi neler yapılmalıdır?

Gebelik süresi boyunca ayda en az 1 kez doktor kontrolünün yapılması gerekmektedir. Doktor muayenesi öncesinde ise hafta hafta ortaya çıkan belirtiler doktor ile paylaşılmalıdır. Bunun yanında yaşanan problemler de aktarılmalıdır.

Gebeliğin tetkik yöntemleri nelerdir?

Gebelik tanısı koymada pek çok yol bulunmaktadır. İlk başvurulan yöntem anne adayının eczaneden edindiği hamilelik testleridir. Anne adayı bu testi evde kendi kendine yapmaktadır. Ancak bu testler her zaman doğru sonuç vermeyebilir.

Bu yüzden hastane ortamında idrar ve kan tahlili yapılması gerekmektedir. Sperm yumurtalığa yerleştikten sonra yani döllenmeden 5-6 gün sonra rahme yerleşir. HCG (human chorionic gonadotropin) adı verilen gebelik hormonu salgılanmaya başlar.

Kanda ve idrarda bu hormonların (HCG hormonu) tayini ile hamilelik teşhisi kesin olarak konulabilir. Kanda bakılan hormon testi, henüz bir adet gecikmesi olmadan önce bile hamileliği gösterebilir. İdrarda ise sıklıkla 3-4 günlük bir gecikmeden sonra hamilelik teşhis edilebilir

Gebeliğin tedavi yöntemleri nelerdir?

Gebelikte gelişebilecek problemlere karşı gebelik süresinde birtakım takviyelerin yapılması gerekmektedir. Bebekte oluşabilecek sinir sitemi bozuklukları riskini azaltmak için hamile kalmadan en az 1 ay öncesinden folik asit desteği alınmalı ve gebeliğin ilk 3 ayında devam etmelidir.

Bebeğin nörosensöriyal gelişimi için omega-3’den zengin deniz ürünlerinin tüketilmesi gerekmektedir. Bunun yanında kemik gelişimi için dengeli şekilde kalsiyum tüketilmelidir. Bunların dışında gebelik sürecinde;

Tam kan sayımı (Hemogram): Annede kansızlık (anemi) var mı araştırılmalı.
Eşlerin kan grupları: Kan uyuşmazlığı saptanırsa önlem alınması.
Kan uyuşmazlığı varsa IDCT (İndirekt Coombs testi)
Tam idrar tetkiki (Gerekirse idrar kültürü)
TSH: Annede guatr ve troid hormon bozukluğu varsa bebeği etkileyebilir, bozukluk saptanırsa dahiliye uzmanı tarafından tedavi gerektirir.
Hepatit B için HBsAg ve AntiHBs testleri yapılır: Annede Hepatit B saptanırsa bebeğe bulaşmayı engellemek için doğumdan sonra bebeğe antikor iğnesi yapılır.
HCV testi
HIV (AIDS) testi
Sfiliz (frengi) için VDRL testi düzenli olarak yapılabilir ancak şart değildir.
Diyabet açısından riskli hastalarda açlık kan şekeri
Biyokimya (kolesterol, böbrek ve karaciğer testleri v.b) hamilelikte rutin önerilen bir test değildir. Anne yaşı ileri ise veya sistemik bazı hastalıkları varsa yapılmalıdır.

Gebeler için yaşam stili önerileri

Gebelik öncesinde ve sonrasında doktor kontrolünde beslenme, ilaç kullanımı, egzersiz, uyku düzeni kısacası hayatın her anında birtakım noktalara dikkat edilerek bu süreç atlatılmalıdır. Öncelikle gebelikte beslenmeye özen gösterilmeli, vitamini kalsiyum ve omega-3 bakımından zengin bir beslenme programı uygulanmalıdır.

Doğumun ve gebeliğin rahat geçebilmesi için düzenli olarak fiziksel aktivitelere zaman ayırılmalıdır. Ancak bu aktiviteler gebeliği riske sokacak aktiviteler olmamalıdır. Gebelikte önerilen yüzme ve yürüyüş aktiviteleridir. Bunların yanında gebeliği ve anne adayının hayatını riske sokacak olan enfeksiyon ve bulaşıcı hastalıklar gibi olası durumlara karşı önlem alınmalı ve uzak durulmalıdır.

Not: Sunulan bilgilerin amacı herhangi bir hastalığı teşhis veya tedavi etmek, iyileştirmek veya önlemek değildir. Tüm bilgiler yalnızca genel bilginize yöneliktir, tıbbi tavsiye veya belirli tıbbi durumların tedavisinin yerine geçmez. Uygulamadan önce bu bilgileri doktorunuzla görüşün.

Paylaşın

Frengi Nedir, Belirtileri Ve Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Treponema pallidum subspecies pallidum isimli bakteriinn neden olduğu Frengi (Sifiliz), cinsel yolla bulaşan tehlikeli bir hastalıktır. En önemli bulaşma yolu bu hastalığı taşıyan birisi ile cinsel temastır; tokalaşmak veya elbiselerden hastalık bulaşmaz.

Geçmişte, yaygın bir hastalık olan frengi günümüzde etkili tedaviler sayesinde hızla azalmaktadır.

Frenginin belirtileri nedir?

Frengide bakteri vücuda girdikten sonra belirtiler evre evre ortaya çıkmaktadır.

1.evrede; bakteri kan yolu ile vücuda yayılır. 20-25 gün sonra bakterinin vücuda girdiği bölgede ıslak, etrafı kırmızı ancak ağrı yapmayan sivilce şeklinde yaralar meydana gelmektedir. Bu yaralar genellikle vajinada, genital bölgede, ağız ve dudak kısmında oluşmakta ve 2-3 hafta sonra geçmektedir.

2.evrede; tedavi edilmeyen hastalık bu evrede tüm vücuda yayılmaktadır. Yorgunluk, baş ve eklem ağrıları, el, ayak ve vücudun bazı bölgelerinde döküntüler yaşanmaktadır. İştahsızlık ve kilo kaybı görülür. Kaşlar ve saçlar dökülmeye başlar. Hastalığın bu evresi 1 yıldan fazla sürebilir.

Latent evre: Bu evrede yapılan testlerle hastalığın pozitif ve bulaşıcı olduğu görülür. Pek çok organı etkileyen bakteri vücutta olduğu için bu evre 5-10 yıl sürebilir.

Frenginin nedenleri nedir?

Cinsel yolla bulaşan treponema pallidum adlı bakterinin neden olduğu frengi, yıllarca sinsi şekilde kendini gizleyebilen bir hastalıktır. Tedavi yöntemleri gelişmiş olmasına rağmen son yıllarda cinsel ilişki serbestliğinin artması nedeniyle bu hastalıkta artış gözlemlenmektedir.

Frenginin risk faktörleri nedir?

Erken yaşta cinsel ilişki
Korunmasız şekilde cinsel ilişki
Çok eşli cinsel yaşam
Eşcinsel ilişki
AIDS’e yol açan HIV virüsü ile enfekte olmuş olma gibi faktörler frengiye yakalanma riskini arttırır.

Frenginin komplikasyonları nedir?

Tedavi edilmeyen frengi, vücudun pek çok bölümünü etkilemekte ve hasara yol açmaktadır. HIV enfeksiyonu riskini artırmaktadır. İnme, menenjit, sağırlık, görsel sorunlar, demans gibi bir dizi sorunlara yol açmaktadır.

Bunun yanında kalp-damar hastalıklarına ve kalp kapakçığında iltihaplanmalara neden olmaktadır. Son olarak gebelik durumunda doğmamış bebeğe hastalığın taşınma durumu söz konusudur. Düşük ve ölü doğum yapma gibi komplikasyonları da bulunmaktadır.

Frengi için doktor randevusu öncesi neler yapılmalıdır?

Doktor randevusu öncesinde kesin tanı konulabilmesi için her belirtinin iyi şekilde gözlemlenmesi ve doktora doğru şekilde aktarılması gerekmektedir.

Frenginin tetkik yöntemleri nelerdir?

Hasta şikayetlerinin yanında yapılan kan testi ve klinik belirtilerle tanı konulmaktadır. Bunun yanında genital bölgede veya vücudun diğer bölgelerinde meydana gelen akne şeklindeki yaralardan örnek alınarak mikroskobik incelemesi yapılmaktadır. Bakterinin karanlık saha mikroskobik varlığıyla tanı konulmaktadır.

Frenginin tedavi yöntemleri nelerdir?

Pek çok hastalık çeşidinde olduğu gibi frengide de erken teşhis çok önemlidir. Kendini çok iyi gizleyen bir hastalık olduğu için tedavide geç kalmamak önem taşımaktadır. Doktorun hastaya özel uygulayacağı penisilin, doksisiklin, tetrasiklin türü antibiyotiklerle frengi tedavi edilmektedir.

Hastalık sırasında tedavinin işe yarayıp yaramadığını anlamak için testlere devam edilmektedir. Tedaviden 2 gün sonra bulaşıcı olma durumu ortadan kaybolur. Tedavi edilen kişinin ve partnerinin de mutlaka muayene olması gerekmektedir.

Düz Taban nedir, belirtileri ve tedavi yöntemleri nelerdir?

Bariyer yöntemlerin (prezervatif) kullanımı frengi gibi cinsel yolla bulaşan pek çok hastalığın önüne geçmede etkili olacaktır. Bunun yanında tek eşlilik de hastalığa yakalanma riskini azaltacaktır. Kan nakli yapılacak durumlarda kanın uygun testlerden geçtiği mutlaka kontrol edilmelidir.

Not: Sunulan bilgilerin amacı herhangi bir hastalığı teşhis veya tedavi etmek, iyileştirmek veya önlemek değildir. Tüm bilgiler yalnızca genel bilginize yöneliktir, tıbbi tavsiye veya belirli tıbbi durumların tedavisinin yerine geçmez. Uygulamadan önce bu bilgileri doktorunuzla görüşün.

Paylaşın

Düz Taban Nedir, Belirtileri Ve Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Düz Taban (Pes Planus), ayağın içteki ve ön ayak tabanındaki kavislerin azalması veya çökmesidir. Düz Taban olmanın iki türü vardır. Esnek olanı sıklıkla görülenidir ve özel bir tedavi gerektirmez.

Seyrek görülen rijit tipinde kemik, yumuşak doku bozuklukları görülür ve cerrahi tedavi gerektirebilir.

Düz tabanın belirtileri nedir?

Düz tabanlı olan kişilerde çabuk yorulma, uzun süre ayakta kalamama, uzun süre yürüyememe, ayaklarda ağrılar, içe basma, topuğun dışa dönmesi, dizlerinin birbirine çarpması ve bacak ve bel ağrıları en açık belirtiler arasında gelmektedir.

Tedavi edilmeyen ileriki evrelerde ise başparmakta şekil bozuklukları ve kireçlenme gelmektedir. Kişinin kullandığı ayakkabılar da düz tabanlık hakkında belirti vermektedir. Ayakkabıda belli bölgelere yapılan baskılar ve şekil bozuklukları da düz tabanlık belirtisi olarak görülmektedir.

Düz tabanın nedenleri nedir?

Düz taban, özellikle kadınlarda görülen hastalıklar arasında gelmektedir. Düz tabanlık gelişmesine genetik faktörler önemli rol oynamaktadır. Bunun yanında bebeklerde ve çocuklarda düz tabanlık fazla görülmekle birlikte, bu durum çoğunlukla normal olarak değerlendirilmekte ve zamanla düzelmektedir.

Düz tabanın risk faktörleri nedir?

Düz taban hastalığında özellikle bebekler, çocuklar ve 40 yaş üstü yetişkinler risk grubu içinde yer almaktadır. Bunun yanında diyabet hastaları, obezite hastaları da risk grubu içinde yer almaktadır. Kemik kırıkları, sigara ve alkol kullanımı ise düz tabanlıkta riski artırmaktadır.

Düz tabanın komplikasyonları nedir?

Ayakta şekil bozuklukları, yürüme bozuklukları, geçmeyen kronik ağrıları.

Hangi durumlarda doktora başvurulmalıdır?

Ayaklarınız çabuk yoruluyorsa ve uzun süreli ayakta kalmakla giderek artan oranda bacağınıza yayılan ağrılarınız oluyorsa,
Topuk etrafında ağrı gelişiyor ve baldır kaslarında sertlikler ve kasılma oluşuyorsa,
Ayaklarınızdaki ağrı sportif faaliyetlerinize engel olmaya başladıysa,
Ayakkabı iç pençeleri zamanından önce eskiyorsa ve ayaklarınızda güçsüzlük varsa düz tabanlığın değerlendirilmesi açısından hekiminize başvurmanızda fayda olacaktır.

Düz Taban İçin Doktor Randevusu Öncesi Neler Yapılmalıdır?

Ayak şeklindeki ve tabanındaki değişiklikler gözlemlenmeli ve doktora başvurulmalıdır. Doktor randevusu öncesinde ayakların gerekli temizliği yapılmış şekilde randevuya gidilmelidir.

Düz tabanın tetkik yöntemleri nelerdir?

Düz tabanlıkta yapılan fiziksel muayenenin yanında birtakım testler ve tetkiklerle tanı konulmaktadır.

Çocuk ayakucunda ve topukta yürütülür.
Islak ayak testi
Birkaç açıdan çekilmiş ayak röntgeni
Özel fotoğraf
Bilgisayarlı metot
Doktora götürdüğünüz zaman taban düzlüğünün kalıcı (rijit) olduğu veya topukta sertliğe bağlı olarak mı geliştiği araştırılır. Bazı düztabanlıklar çeşitli kas ve sinir hastalıklarına bağlı gelişebilir (bunlar daha ciddi problemlerdir). Bazı nörolojik hastalıklarda düztabanlık vardır veya ailede başka düztaban olup olmadığı araştırılır.

Düz tabanın tedavi yöntemleri nelerdir?

Düz tabanlıkta hastanın şikâyetlerine ve yaşına göre tedavi seçenekleri değişmektedir. Uygulanan tedaviler genellikle hastaların şikâyetlerini ortadan kaldırmaya yöneliktir. Çocuklarda görülen ağrılı düz tabanlıkta ayakkabı değişikliği ve kişiye özel tabanlıklar önerilmektedir. Sonuç alınamadığı durumlarda cerrahi tedaviye başvurulmaktadır. Yetişkinlerde görülen düz tabanlıkta da ise öncelikle düz tabanlığa neden olan hastalık tedavi edilmelidir.

Düz taban hastaları için yaşam stili önerileri

Düz taban olan kişilerin öncelikle ayakkabı seçiminde dikkatli davranmaları gerekmektedir. Ayak çukurunu korumaya alan ortopedik ayakkabılar tercih edilmelidir. Bunun yanında ağrıları engellemek için tabanlıklar düzenli olarak kullanılmalıdır. Doktor tarafından önerilen egzersizlerin doğru ve sürekli yapılmasına özen gösterilmelidir.

Not: Sunulan bilgilerin amacı herhangi bir hastalığı teşhis veya tedavi etmek, iyileştirmek veya önlemek değildir. Tüm bilgiler yalnızca genel bilginize yöneliktir, tıbbi tavsiye veya belirli tıbbi durumların tedavisinin yerine geçmez. Uygulamadan önce bu bilgileri doktorunuzla görüşün.

Paylaşın

Diyabet Nedir, Belirtileri Ve Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Halk arasında şeker hastalığı adıyla bilinen Diyabet, insülin hormonunun eksikliği veya etkisizliği sonucu ortaya çıkan ve kan şekeri yüksekliği ile seyreden, kronik ve ilerleyen bir hastalıktır.

İnsülin, vücudumuzda pankreas tarafından salgılanır, yemeklerle alınan besinlerdeki şekerin hücre içine girerek enerji olarak kullanılabilmesi için anahtar görevi görür. İnsülinin yokluğu veya etkisizliği sonucu hücre içine giremeyen şeker kanda yükselmeye başlar.

Tip 1 diyabet, otoimmün bir hastalıktır yani vücut, pankreasın beta hücrelerine nedeni bilinmeyen bir şekilde sanki yabancı bir dokuymuşcasına onları hedef alarak saldırır ve beta hücrelerini yok eder. Sonuç olarak vücutta insülin eksikliği ortaya çıkar ve kan şekeri yükselir.

Tip1 diyabette insülin salgısı hiç yoktur veya yok denecek kadar az olduğundan tedavisinde mutlaka insülin kullanılır. Tip 1 diyabetin belirtileri hızla ortaya çıkar ve hemen insülin başlanmazsa ciddi sonuçlara yol açabilir.

Tip 2 diyabette ise vücutta insülin salgısı yetersizdir, salgı bozukluğunun yanısıra insülin direnci vardır. Bu nedenle de tedavisinde her zaman insülin gerekmeyebilir. Bazen beslenme tedavisi ve egzersizin yanısıra ağızdan şeker düşürücü ilaçlarla tedavi edilebilirken, ilerleyen dönemde insülin kullanılması gerekmektedir. Tip 2 diyabet en sık görülen tip olup tüm diyabetlilerin %90-95’ini oluşturur.

Diyabetin belirtileri nedir?

Diyabet pek çok belirtiyle kendini göstermektedir. Bu belirtiler arasında:

Çok su içme
Sık idrara çıkma
Çok yemek yeme
Ani kilo kaybı veya kilo problemi
Kadınlarda vajinal kaşıntı
Bulanık görme
Halsizlik, yorgunluko
Yaraların geç iyileşmesi
Sık sık enfeksiyon gelişmesi gibi belirtiler gelmektedir.

Diyabetin Nedenleri Nedir?

Diyabet, şeker hastalığı ömür boyu süren kronik bir hastalıktır. Aile yakınlarında diyabet öyküsünün olması, pankreasın yeterli miktarda insülin üretememesi veya hiç üretmemesi diyabete neden olmaktadır. Tip 2 diyabet, here yaşta ortaya çıkabileceği gibi genellikle yaşlılarda ve çocuklarda ortaya çıkmaktadır. Bu diyabet türünde pankreas çok az insülin üretir ya da hiç üretmez. Tip 1 diyabetin nedeni ise tam olarak bilinememektedir. Aile geçmişi tip 1 diyabette önemli bir faktördür.

Diyabetin risk faktörleri nedir?

45 yaş üstü kişiler
Ailesinde şeker hastalığı olanlar
Kilolu ve obez kişiler
Sağlıksız beslenenler
Gebelik şekeri geçirenler
4 kg’dan büyük bebek doğuran kadınlar
Spor yapmayan ve hareketsiz bir yaşama sahip olanlar

Diyabetin Komplikasyonları Nedir?

Diyabet zamanla kalp, damar, böbrek göz ve sinir sisteminde pek çok komplikasyona neden olmaktadır. Diyabetik ayak ülserlerinde geçmeyen yaralar meydana gelir ve düzenli bakımı yapılmadığında amputasyon işlemi uygulanmaktadır. Diyabetik retinopatide yüksek şekere bağlı olarak retina damarlarındaki tahribat körlüğü kadar yol açmaktadır.

Diyabetik nefropati olarak adlandırılan komplikasyonlarda böbrek yetmezliği ve böbrek kaybı gibi problemler yaşanmaktadır. Diyabetik nöropatide ise sinirlerde meydana gelen komplikasyonlar söz konusudur. Sinirlerde meydana gelen tahribatla özellikle ayaklarda karıncalanma ve his kaybı yaşanmaktadır.

Diyabetin için doktor randevusu öncesi neler yapılmalıdır?

Diyabet için doktor randevusu öncesinde ölçülen kan şekeri verilerinin düzenli olarak kaydedilmiş olması gerekmektedir. Bunun yanında beslenme programının ve tüketilen gıdaların kaydedilmesi de faydalı olacaktır.

Diyabetin tetkik yöntemleri nelerdir?

Diyabet teşhisi koymak için ortaya çıkan belirtilerle birlikte açlık kan şekeri ölçümü (AKŞ) ve Oral Glikoz Tolerans Testi (OGTT) yapılmaktadır. AKŞ ölçümü 100-125 mg/dl olması gizli şeker şüphesi uyandırmaktadır.

Bunun yanında AKŞ ölçüm sonucunun 126 mg/dl veya daha fazla olduğunda diyabet tanısını koymak kolaylaşmaktadır. Şeker yükleme testinden 2 saat sonraki kan şekeri değeri önem taşımaktadır. Ölçüm sonucunda 140-199 mg/dl ise gizli şeker, 200 mg/dl veya daha yüksek ise şeker hastalığı tanısı konulur.

Diyabetin tedavi yöntemleri nelerdir?

Şeker hastalığı tedavisinde ilaç tedavisi, insülin tedavisi, beslenme ve fiziksel aktivite önemli bir rol oynamaktadır. İnsülin üretimin yetersiz olduğu tip 2 diyabette genellikle ilaç tedavisiyle birlikte tıbbi beslenme tedavisi uygulanmaktadır.

Tip 2 diyabetli kişiler genellikle kilolu kişilerdir. Bu yüzden tedavide kilo kaybı önemlidir. Kilo kaybıyla diyabette de önemli bir yol kat edilmektedir. Tip 1 diyabette ise insülin üretimi hiç olmadığı için ömür boyu insülin kullanımı söz konusudur. Hastanın durumuna göre insülin miktarı ve sıklığı ayarlanmaktadır.

Bunun yanında beslenmede de birtakım noktalara dikkat edilmesi gerekmektedir. Diyabette pankreas adacık hücre nakli gibi cerrahi tedaviler de yer almaktadır. Bu ameliyat soncunda hastaların %80’inde ilk bir yıl içinde insüline bağlı kalmadan yaşama söz konusudur. Ancak ilerleyen yıllarda şeker hatalığı tekrar gün yüzüne çıkacaktır.

Diyabet hastaları için yaşam stili önerileri:

Şeker hastalarının özellikle beslenmelerine dikkat etmeleri gerekmektedir. Alınan gıdalar kan şekerini doğrudan etkilemektedir. Bu yüzden glisemik indeks tablosuna göre kan şekerini yavaş etkileyen gıdalar tüketilmelidir. Uzun süre aç kalınmamalı, sık sık ama az az gıdalar tüketilmeli ve ara öğüne mutlaka yer verilmelidir.

Bunun yanında egzersizler ve fiziksel aktiviteler önem taşımaktadır. Diyabette gelişebilecek ayak yaralarına karşı ayaklar sık sık kontrol edilmeli, pamuklu çoraplar tercih edilmeli ve diyabet ayakkabıları kullanılmalıdır.

Not: Sunulan bilgilerin amacı herhangi bir hastalığı teşhis veya tedavi etmek, iyileştirmek veya önlemek değildir. Tüm bilgiler yalnızca genel bilginize yöneliktir, tıbbi tavsiye veya belirli tıbbi durumların tedavisinin yerine geçmez. Uygulamadan önce bu bilgileri doktorunuzla görüşün.

Paylaşın

Uygarlıkların Kesişme Noktası Çorum’un Kaleleri!

Birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış olan Çorum, mutlaka gidip görmesi gereken kentler arasındadır. Çorum’da gezilip görülmesi gereken yerler arasında özelikler kaleler öne çıkmaktadır.

Haber Kaos ekibi olarak Çorum il sınırları içinde bulunan kaleleri sizler için derledik.

Çorum Kalesi:

Şehrin güneyinde, alçak bir tepe üzerinde, ovaya hakim bir konumda kurulmuş olan kalenin kesin yapım tarihi bilinmemektedir. 17. yy. da Çorum’a gelen Evliya Çelebi kalenin Sultan Kılıç Arslan tarafından inşa edilmiş bir Selçuklu yapısı olduğunu anlatır.

Kalenin asıl girişi, kuzey cephede ortada bulunan dikdörtgen şeklindeki çıkmadan içeri açılan kapı ile sağlanmaktadır. Kapıdan girildiğinde sağ ve sol taraflarda birer oda bulunmaktadır. Bu odalardan soldaki kale muhafızına ait olup, sağdaki ise zindan olarak kullanılmıştır.

Selçuklu mimari özelliği taşıyan Çorum Kalesi’ne ait ilk yazılı belgeler M. 1571 (H. 979) tarihlidir. M. 1577 (H. 985) tarihli belgeden ise kaleden “ Sultan Süleyman Hayratı” olarak söz edilmektedir. 16 yy. da Çorum’a gelen Evliya Çelebi şehrin kıble yönündeki kalenin Sultan Kılıç Arslan tarafından inşa edilmiş bir Selçuklu yapısı olduğunu söyler.

1842 yılında Çorum’da W. F. Ainsworth kalenin eski malzeme ile inşa edilmiş yeni bir yapı olduğunu, yapılırken eski planın büyük olasılıkla korunduğunu gözlemlerinde aktarmıştır. Yine aynı yıl gezgin W.J. Hamilton ise kentin güneydoğusunda bir tepe üzerine inşa edilmiş kare planlı kale yapısının Sultan Süleyman tarafından inşa edildiğinin söylendiğini belirtmektedir.

Yapı malzemesi olarak düzgün kesme taş, moloz taş ve Roma-Bizans dönemlerine ait devşirme taşlar kullanılmıştır. Kale içinde küçük bir cami ile konutlar yer almaktadır.

İskilip Kalesi

İlçe merkezinde bulunan ve Osmanlı Dönemine tarihlenen kalenin üç yanı sarp kayalık olup, sadece kuzeybatıdan çıkış mümkündür. Kalenin inşa edildiği sarp kayalığın eteklerinde Roma Devrine ait kaya mezarları bulunmaktadır.

İlçe Merkezinde Kızılırmak’ın kuzey kenarındaki tabii kayalığın üzerine inşa edilmiştir.  Selçuklu Dönemine tarihlenen kale içinde ikinci bir kapı daha bulunmaktadır.

Kale, İstanbul’dan Amasya’ya uzanan ticaret yolu üzerindedir. Kalenin güneyinde Roma Dönemi kaya mezarları yer almaktadır. Kalenin inşa edildiği sarp kayalığın eteklerinde Roma Devrine ait kaya mezarları bulunmaktadır.

Osmancık Kandiber Kalesi

İlçe Merkezinde Kızılırmak’ın kuzey kenarındaki tabii kayalığın üzerine inşa edilmiştir. Selçuklu Dönemine tarihlenen kale içinde ikinci bir kapı daha bulunmaktadır. Kale, İstanbul’dan Amasya’ya uzanan ticaret yolu üzerindedir.

Hacıhamza Kalesi

Hacıhamza Beldesindeki İncesu Deresi’nin kuzeyinde yer alan kale ikizkenar yamuk planlıdır. Şeriye Sicil kayıtlarında III. Ahmet tarafından 1723 yılında yapıldığı anlaşılan kale, 1940’lı yıllara kadar kasaba halkını içinde barındırmıştır. Kalenin içinde, cami, medrese, han ve hamamdan oluşan külliye mevcuttur.

Kale duvarları moloz taştan yapılmış, taş aralarında harç kullanılmıştır. Kale kapılarından günümüzde kuzeydeki kapı ayakta kalmıştır.

Halk arasında Küçük Kapı olarak bilinen kapı, boyutları nedeniyle insanların geçişi amacıyla yapılmış olmalıdır. Doğu kapısı yıkılmış olup, yerine evler yapılmış bulunmaktadır. Kale, yer yer yıkılmış, üzerlerine evler yapılmış olmasına rağmen varlığını bugüne kadar koruyabilmiştir.

Çorum kısa tarihi

Boğazkale kazılarında elde edilen eserler ve çevredeki mağaralar Çorum ve çevresinin çok eski bir yerleşim alanı olduğunu göstermektedir. Binlerce yıllık medeniyet üstüste gelmiş bir târih şehridir.

Boğazkale ve çevresinde yapılan kazılarda M.Ö. 4000-5000 yıllarına âit olduğu tesbit edilen kalıntılar bulunmuştur. M.Ö. 1700 yıllarında kurulan Hitit Devleti ve bundan sonra kurulan devletler pekçok târih mîrâsı bırakmışlardır. Başkenti Hattuşaş olan ilk Hitit Devleti, M.Ö. 1200 yıllarına kadar hüküm sürmüş, sonra Frigler Devleti kurulmuştur.

Güneye çekilen Hititler, bir müddet daha yaşamış ve târih sahnesinden silinmiştir. Hititlerden daha ileri olduğu tesbit edilen Frigler de M.Ö. 676 târihine kadar Çorum’a birçok târih mîrâsı bırakmışlardır. Kafkaslardan Anadolu’ya gelen Kimmerler, her yeri yakıp yıkarak Frigler devrine son vermiş ve bölgeyi yağmaladıktan sonra çekip gitmişler, daha sonra Çorum ve çevresine Asurlular hâkim olmuştur.

Bu sırada doğuda büyüyen Medler M.Ö. 612 yılında Asurluları yenerek buraları ele geçirmişlerdir. M.Ö. 585 yıllarında parçalanan Medlerin yerine Persler hâkimiyet sürmüştür. M.Ö. 332’de Makedonya imparatoru İskender, Anadolu’yu almış, İskender’in ölümünden sonra M.Ö. 276 yıllarında Galatlar Çorum’a hâkim olmuştur. Pontus Rum tehdidi altında kalan Galatlar, Roma İmparatorluğu’na bağlanmış, böylece Bizanslılar hâkimiyet sürmeye başlamıştır.

Bu târihten sonra 1071 yılına kadar Çorum, Bizanslıların prensliği olarak uzun yıllar kalmış, bu arada İslâm orduları zaman zaman buralara seferler düzenlemiştir. Emevîler zamânında İstanbul’u kuşatan İslâm ordusu, geri dönerken Eshâb-ı kirâmdan Kereb-i Gâzi, Süheyb-i Rûmî ve Ubeyd-i Gâzi’nin Çorum civârında şehîd oldukları ve mübârek kabirlerinin Hıdırlık mevkiinde olduğu rivâyet edilir.

Büyük Türk sultânı Alparslan’ın 1071’de Malazgirt Muhârebesiyle Anadolu kapıları Türklere açılmış, Bizans hâkimiyeti son bulmuştur. Dânişmend Ahmed Gâzi, Amasya’yı aldıktan sonra, o zamanki adıyla Nikonya olan Çorum’u almak üzere amcasının oğlu Çavlı Beyi gönderdi. Yapılan çetin muhârebeden sonra 1075’te Çorum fethedildi.

Alayuntlu boyundan Çorumlu oymağının başı İlyas Bey, buraya vâli tâyin edildi. Daha sonraları Anadolu Selçukluları, bu bölgede Dânişmendlileri yenerek hâkimiyet kurdular. 1243 yılında Baycu Noyan komutasındaki Moğol saldırısına uğrayan Selçuklular, Çorum ve çevresinden çekilmiş, böylece Çorum bir süre başsız kalmış, ferdî mücâdeleler olmuştur. 1308’de kurulan İlhanlılar bölgeye hâkim oldular.

Daha sonra da Eratna Beyliğinde kalan Çorum, 1398’de Yıldırım Bâyezîd Han zamânında Osmanlı topraklarına katılmış, bundan sonra bir daha Osmanlılardan çıkmamıştır. Selçuklular ve Osmanlılar tarafından birçok eserlerle îmâr edilen Çorum’da sık sık meydana gelen zelzelelerden dolayı pekçok eser tahrib olmuştur.

Osmanlı devrinde Çorum, Sivas-Rum beylerbeyliğine bağlı 8 sancaktan biriydi. Tanzimâttan sonra Ankara eyâletinin 5 sancağından biri oldu. Cumhuriyet devrinde ise il hâline getirildi.

Paylaşın

Difteri Nedir, Belirtileri Ve Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Difteri (Kuşpalazı), Corynebacterium diphtheriae adlı mikroorganizmanın boğaz, burun, göz ve deriye yerleşmesiyle ortaya çıkan ciddi sonuçlara, ölümlere yol açabilen bir hastalıktır.

Yaklaşık 3 ay kadar devam eden bu hastalık genellikle 2 ile 5 yaş aralığındaki çocuklarda görülmektedir. Bulaşıcı bir hastalık olan difteri, solunum yoluyla kişiden kişiye kolayca bulaşabilmektedir.

Difterinin belirtileri nedir?

Difteri, mutlaka tedavi edilmesi gereken ciddi bir hastalıktır. Bulaşıcı olmasının da etkisiyle tedavi edilmediği takdirde salgın riski daha fazla artarak çeşitli tehlikeleri de beraberinde getirebilir. Tedavi edilmeyen difteri kana karışmanın yanı sıra kalp sağlığı ve sinir sistemi bakımından da oldukça önemlidir. Yapılan araştırmalarda 5 yaşın üzerindeki çocuklarda ve 40 yaşının altındaki yetişkinlerde ölüm riski %20’dir.

Boyunun iki tarafında şişlik
Cilt rengindeki solukluk ve dudaklarda morluk
Kusma
Karın ağrısı
Yutkunmada zorluk
Solunum zorluğu
Damak şişmesi
Boğuk ses veya kısık ses
Kalp ritminde artışı

Difterinin nedeni nedir?

Difterinin etkeni Corynobacterium difteri adlı bir bakteridir. Kişiden kişiye bulaşan bu bakteri bulaştığı kişide solunum yolunda üremeye başlar, kana geçmez, ancak toksinleri kana karışır. Hastalık bakterinin salgıladığı toksinlerle meydana gelmektedir. Bu toksinler sinir, kalp kası ve böbrek dokusunu hedef alır ve bu dokularda tahribata sebep olur. Dolayısıyla sinirlerde felç, böbrek ve kalp tutulumu olabilmektedir.

Difterinin risk faktörleri nedir?

Aşısız bir topluluğun olması, bu hastalığa yakalanmış kişilerle temas, 2-5 yaş arasındaki çocuklar ve hijyenin kötü olması difteride risk faktörlerini oluşturmaktadır.

Difterinin komplikasyonları nedir?

Difteri toksinin kana karışması klinik olarak hastalığı ortaya çıkarır. Toksinler ilave olarak birçok komplikasyona yol açabilir. En sık görülen komplikasyonlar bölgesel felçler (özellikle yumuşak damak felci gibi), kalbin sinir sisteminde arızalarla aritmi, kalp kası yıkımı (myokardit), zatürre ve solunum yetmezliği olarak sıralanabilir.

Difteri için doktor randevusu öncesi neler yapılmalıdır?

Özellikle küçük çocuklarda boğulma riskine karşı dikkatli olunmalı ve hekime başvurmakta acele edilmelidir. Akut tonsilit ile karıştırılabildiği için belirtiler iyi tarif edilmelidir. Doktorun doğru tanı koyması için bu önemli olabilir. Evde başka hassas kişi varsa bulaştırmamak için hijyene önem verilmelidir.

Difterinin tetkik yöntemleri nelerdir?

Difteri, tedavisine acil başlanan bir hastalıktır. Tanı; hikâye, fizik muayene ve gerekirse ek laboratuvar testleri ile konulmaktadır. Boğazda asimetrik, gri, yapışkan bir membranın varlığı, büyümüş lenf nodları ve yumuşak doku şişliği ile birlikte hastanın toksik görünümlü oluşu kolayca difteriyi teşhis ettirebilir. Ses kısıklığı ve hırıltılı solunumun varlığı laringeal hastalığı düşündürür. Bu tablo tek taraflı yumuşak damak paralizi ve eksudayla birlikteyse difteri kuvvetle muhtemeldir.

Laboratuvar teyidi özellikle karar verilemeyen hafif olgularda yapılmalıdır. Gram boyama fazla yardımcı olmasa da boğaz ve cilt lezyonlarından yapılan metilen mavisi boyamalar iyi incelenirse yardımcı olabilir. Boğaz kültürü de tanıya yardımcı olur.

Difterinin tedavi yöntemleri nelerdir?

Tanı konulduktan sonra acilen tedaviye başlanmalıdır. Tedavide antibiyotik verilmesi esastır. Böylece bakterilerin daha fazla toksin salgılaması önlenir. Ayrıca kan dolaşımına karışmış olan toksinleri bertaraf etmek için difteri serumu uygulanmalıdır.

Antibiyotik tedavisinde penisilin iyi bir seçenektir ancak direnç olduğu biliniyorsa etkili başka bir antibiyotik seçilmelidir. Özellikle çocuklarda boğazda oluşan ve nefes yolunu tıkayabilen gri renkli zar uygun şekilde doktor tarafından alınır.

Difteri hastaları için yaşam stili önerileri

Difteri olan hasta ilaçlarını tarif edildiği şekilde kullanmalı ve dinlenmelidir. Tedavinin ilk üç gününde bulaşma riskine karşı dikkatli olmalıdır. Özellikle gelişebilecek komplikasyonlara karşı dikkatli olmalıdır. Çevrede aşısız kişiler varsa onlar da aşılanmalıdır.

Not: Sunulan bilgilerin amacı herhangi bir hastalığı teşhis veya tedavi etmek, iyileştirmek veya önlemek değildir. Tüm bilgiler yalnızca genel bilginize yöneliktir, tıbbi tavsiye veya belirli tıbbi durumların tedavisinin yerine geçmez. Uygulamadan önce bu bilgileri doktorunuzla görüşün.

Paylaşın