Kahve Bağışıklık Sistemini Nasıl Etkiler?
Dünya genelinde en çok tüketilen içeceklerden biri olan kahve, içerdiği kafein yoğunluğu, başka bir deyişle uyarıcı etkileri nedeniyle tüketilmektedir. Daha önceden yapılan araştırmalar kahveyi potansiyel bir sağlık sorunu kaynağı olarak lanse etse de, son araştırmalar kahvenin insan sağlığına, özellikle bağışıklık sistemi üzerinde çok çeşitli faydaları olduğunu ortaya koymuştur.
Haber Merkezi / Kahve, içecek olarak hazırlandığında, karbonhidratlar, azotlu bileşikler, lipitler, vitaminler, mineraller, fenolik bileşikler ve alkaloidler dahil olmak üzere uçucu ve uçucu olmayan bileşiklerden oluşur.
Özellikle kahve içindeki belirli bileşiklerin konsantrasyonu, içeceği hazırlamak için kullanılan öğütülmüş kahve miktarına, kavurma ve demleme yöntemlerine, kullanılan suyun kalitesine ve diğer bileşenlerin nihai ürüne katılmasına bağlıdır.
Kafein
Kahvedeki en dikkat çekici kimyasallardan biri, kimyasal olarak 1,3,7-trimetilksantin olarak bilinen kafeindir. Kahve çekirdeklerinde doğal olarak bulunan bu alkaloid, merkezi sinir sistemini uyarır, ayrıca hafıza üzerinde uzun süreli olumlu etkilere sahiptir. Kafein, bağışıklık sistemi üzerinde çeşitli faydalı etkilerle de ilişkilidir.
Tek bir fincan kahvede, kafein içeriği 30 miligramdan (mg) 350 mg’a kadar değişebilir. Kahvenin diğer herhangi bir bileşeni gibi, tek bir fincan kahve içindeki kafein konsantrasyonu, içeceği hazırlamak için kullanılan kahve çekirdeklerinin türüne ve hem demleme hem de kavurma yöntemlerine bağlıdır.
Klorojenik asit
Sade kahve ve yeşil kahve, kahvenin antioksidan aktivitesinde birincil rol oynayan bir polifenol olan klorojenik asit (CGA) bakımından zengindir. Daha spesifik olarak, CGA ve izomerleri, hidroksil radikallerinin süperoksit anyonlarını yakalar, böylece zararlı oksidatif süreçlerin kapsamını ve müteakip etkisini azaltır.
CGA, oksidasyonu önleyerek ve vücuttaki herhangi bir antioksidan eksikliğini destekleyerek, ROS ve diğer reaktif kimyasalların tehlikeli etkilerine karşı bağışıklık sistemini de destekler.
Tek bir fincan kahvede CGA konsantrasyonu 70 ila 350 mg arasında değişebilir. Bir fincan kahve içindeki CGA konsantrasyonu, öncelikle kahve çekirdeklerini kavurmak için kullanılan yönteme ve tüketilen kahve miktarına bağlıdır.
Probiyotik dağıtımı
Tanım olarak probiyotikler, yeterli miktarda tüketildiğinde konakçıya sağlık yararları sağlayan canlı mikroorganizmalardır. Probiyotik türlerin tüketimiyle ilişkili temel sağlık yararlarından bazıları, gelişmiş bağışıklık ve bağırsak fonksiyonlarını içerir.
Probiyotiklerin en yaygın kaynaklarından biri süt ürünleridir; bununla birlikte, süt ürünü olmayan probiyotik gıda kaynakları geliştirmek için çok sayıda çaba sarf edilmiştir. Son zamanlarda, araştırmacılar, probiyotiklerin bir dağıtım kaynağı olarak kahve demlerine baktılar.
Özellikle, fermente edilmemiş probiyotik kahve formülasyonları, kahve demleme işlemi sırasında normal olarak karşılaşılan yüksek sıcaklıklara karşı probiyotiklerin canlılığını korurken, başarılı bir şekilde küratörlüğünü yapmıştır.
Aslında araştırmacılar, başarıyla fermente edilmiş bir probiyotik kahvenin, melanoidinler ve fenolik bileşikler dahil olmak üzere çeşitli endojen kahve bileşenlerinin biyoyararlanımını artırabileceğini varsaydılar.
Otoimmün hastalıklara karşı koruma
Kafein ve CGA’ya ek olarak, kahvenin bağışıklık sistemine çeşitli faydalar sağlayan diğer önemli bileşenleri arasında kahweol, kafetol ve arabinogalaktanlar bulunur.
Kahve, doğal öldürücü hücrelerin aktivitesini artırarak dejenerasyonlarını önleyebilir ve böylece kahve tüketicilerini çeşitli otoimmün hastalıklara karşı koruyabilir.
Nispeten, kazanılmış bağışıklık sistemi içinde, kahve içindeki kafein içeriği potansiyel olarak Th1 ve Th2 hücrelerinin çoğalmasını baskılar. Sonuç olarak kahve, aşırı aktif T ve B hücreleri nedeniyle sitokinlerin salınımının neden olduğu hasarı azaltabilir.
Son yıllarda yapılan çeşitli araştırmalar, kahve tüketiminin bağışıklık sistemi üzerinde olumlu etkileri olduğunu göstermiştir. Bununla birlikte günlük kafein alımı yetişkinlerde 400 mg/gün, hamile ve emziren kadınlarda 200 mg/gün’ü geçmemelidir.