Erdoğan’ın Riskli ‘Beşar Esad’ Açılımı
AK Parti iktidarının, Beşar Esad ile yıllar sonra “siyasi diyalog” arayışına girmesi, Türkiye ve Suriye’de olduğu kadar, uluslararası alanda da yakından izleniyor. Erdoğan’ın sürpriz adımının, yaklaşan seçimler öncesinde taktik bir hamle mi olduğu, yoksa gerçekten de dış politikada büyük bir değişim anlamına mı geldiği, uzmanlar tarafından tartışılıyor.
2011 yılında başlayan iç savaşın ardından Esad rejimiyle ipleri koparan, Suriyeli muhalif gruplara her türlü desteği veren, geçmişte “kardeşim” dediği Esad’ı “terörist” ilan eden ve devirmeye çalışan Erdoğan’ın diyalog çabalarının başarılı olup olamayacağı, bunun siyasi çözüm çabalarına nasıl yansıyacağı merak ediliyor.
DW Türkçe’den Değer Akal’ın sorularını yanıtlayan Suriyeli dış politika uzmanı Haid Haid, Erdoğan yönetiminin “diyalog açılımına” ihtiyatlı yaklaşılması gerektiğini söyledi.
Londra merkezli düşünce kuruluşu Chatham House’ın araştırmacılarından olan Haid’e göre son adımlar, yeni bir dış politika anlayışından çok, içeride artan kamuoyu baskısının bir sonucu.
‘Öncelikli hedefi seçimi kazanmak’
Türkiye’nin artık seçim sürecine girdiğini, ekonomideki kötü gidişatın Erdoğan üzerindeki baskıyı daha da arttırdığını belirten Haid, AKP liderinin bugün içeride en çok Suriye politikası ve sığınmacılar sorunu nedeniyle tepkiyle karşı karşıya kaldığına işaret etti.
“Erdoğan’ın öncelikli hedefi seçimleri kazanmak” diyen Suriyeli uzman, şöyle devam etti:
“Erdoğan Esad ile diyalog açılımıyla muhalefet partilerinin en büyük kozunu, seçmende karşılık bulan en güçlü söylemini ellerinden almayı hedefliyor. Çünkü muhalefet partileri, Esad ile diyalog kuracaklarını, sığınmacıların geri göndereceklerini söylüyorlardı. İşte şimdi Erdoğan bu söylemi kendisi de üstlenerek bu kozu ellerinden almayı hedefliyor. ‘Diyalogsa bunu Esad ile ben kurarım’ mesajıyla, muhalefetin elini zayıflatmayı, seçmenleri de kendisine oy vermeleri için ikna etmeyi hedefliyor.”
Ankara’da söylem değişikliği
Erdoğan’ın 5 Ağustos’ta Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Soçi buluşması sonrası verdiği mesajlar, iktidar cephesinden art arda yapılan açıklamalar, Haid Haid’in bu analizini destekliyor.
AKP yönetimi Esad ile diyalog açılımının ilk sinyallerini Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Putin ile Soçi’deki görüşmesi sonrasında verdi. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Soçi buluşmasından bir kaç gün sonra, aslında bundan 10 ay önce, Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad ile Belgrad’daki Bağlantısızlar Toplantısı’nda ayaküstü kısa bir sohbet gerçekleştirdiğini ilk kez açıkladı.
Bu görüşmenin bunca zaman gizli tutulmuş olunması soru işaretlerine yol açmış olsa da kamuoyu, Türkiye ile Esad rejimi arasında, 2011 yılından sonra ilk kez bu düzeyde siyasi bir temasın gerçekleşmiş olduğunu böylece öğrenmiş oldu.
Çavuşoğlu’nun bu açıklamasının ardından MHP lideri Devlet Bahçeli’nin yazılı bir açıklamayla, Esad rejimi ile diyalog çabalarına güçlü destek açıklaması da dikkat çekti. Milliyetçi seçmenlerin Zafer Partisi’ne kaymasından rahatsızlık duyduğu bilinen Bahçeli mesajında, Türkiye’nin Suriye ile görüşme düzeyini “siyasi diyalog mertebesine” çıkarmasını, “ciddiyetle ele alınmaya değer” bir adım olarak nitelendirdi.
AKP Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı da, gündeme damgasını vuran açıklamalarıyla Esad rejimi ile doğrudan diyaloğun “çok doğru bir yaklaşım” olduğunu savundu, ihtilafların çözümünde diyaloğun anahtar öneme sahip olduğunu söyledi. Yazıcı, bir televizyon kanalında, “liderler düzeyinde bir görüşme olabilir mi?” sorusuna da, “Ben hiç olmaz diyecek durumda değilim. Bir yerden başlar, bunun düzeyi yükselebilir, inşallah” karşılığını verdi.
Esad, Erdoğan’a jest yapar mı?
Peki, Ankara-Şam hattında liderler düzeyinde diyalog yoluyla normalleşme sürecinin başlatılması gerçekten mümkün mü?
Suriyeli uzman Haid Haid, kısa vadede normalleşmenin mümkün olmadığı görüşünde.
Ankara’nın şu andaki diyalog sinyallerinin seçim vaadi niteliği taşıdığını, bu vaatlerin de seçimlerden sonra genelde unutulduğunu söyleyen Haid, “Türkiye’deki seçimlere kadar Esad’ın da ‘evet diyaloğu başlatacağız’ demesi olası görünmüyor. Çünkü bunu yaparsa, Erdoğan’ı seçimler öncesinde güçlendirecek muazzam bir jest yapmış olur. Bunu da yapmak istemeyecektir” görüşünü dile getirdi.
Suriyeli muhalifler ikna olur mu?
Türkiye’nin ihtiyatlı adımlarla da olsa, Esad rejimi ile diyalog arayışına girerken, diğer yandan yıllardır her türlü desteği verdiği Suriyeli muhalif grupları da gözardı edemeyeceği belirtiliyor.
Çavuşoğlu’nun geçen hafta “bizim bir şekilde muhalefet ile iktidarı, rejimi anlaştırmamız lazım” ve “muhalif Suriyelilerle rejim arasında bir barışın olması gerekiyor” şeklindeki açıklamaları üzerine Suriye’nin kuzeyinde, Türkiye’nin kontrolü altındaki bölgelerde geniş katılımlı protestolar, bunu gözler önüne sermişti.
Haid Haid’e göre bu gösterilerle Suriyeli gruplar Ankara’ya “biz Esad ile uzlaşmayacağız, el sıkışmayacağız” mesajını vermiş oldu. “Kanımca Türk hükümeti, tepkinin bu kadar geniş bir alana yayılmasını ve bu sertlikte olmasını beklemiyordu” diyen Haid, Erdoğan’ın seçmenlerine mesaj verme kaygısıyla adım atarken, bunun Suriye ve Türkiye’deki Suriyelilerde yol açacağı tepkiyi hesaba katmadığı görüşünde.
Haid, “Ancak yaşananlar, Ankara’nın bu tür hamleler yaparken, iki kez düşünmesi gerektiğini gösteriyor” dedi.
Diyalog Türkiye’ye ne kazandıracak?
Türkiye’nin Esad ile diyalog arayışının, Suriye rejiminin politikalarında ne ölçüde değişiklik getirebileceği, Ankara’nın beklentilerine karşılık bulup bulamayacağı, uzmanların en çok yanıt aradığı sorular arasında.
DW Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Heinrich Böll Vakfı’nın Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölümünün Başkanı Bente Scheller, Erdoğan’ın Esad ile diyalog yoluyla sorunları çözüme kavuşturmasının çok zor olduğu görüşünde.
“Esad rejiminin, PKK ile işbirliği konusunda oldukça kabarık bir sabıka dosyası var” diyen Scheller, Ankara ile Şam arasında normalleşme sağlansa bile Esad rejiminin geçmişte ve günümüzde olduğu gibi gelecekte de, PKK ve onunla irtibatlı yapılarla işbirliğinden vazgeçmeyeceğini söyledi.
Esad rejiminin komşularının içişlerine müdahale ettiğini, bu yolla onları zayıflatmayı amaçladığını, geçmişte de Türkiye’ye karşı PKK’yı bu amaçla araçsallaştırdığını aktaran Scheller, “Türkiye ile ilişkileri normalleşse bile Esad rejimi gelecekte de PKK’yı Türkiye üzerinde baskı aracı olarak kullanabilmek için muhafaza edecektir” görüşünü dile getirdi.
‘Esad, Suriyelileri geri kabul etmez’
Esad ile diyaloğun, Suriyeli sığınmacıların ülkelerine dönmesini de sağlayamayacağını söyleyen Scheller, son dönemde Suriye ile ilişkileri normalleştirme yönünde adımlar atan Lübnan ve Ürdün’ün karşı karşıya kaldıkları sorunlara dikkat çekti.
“Lübnan hükümeti ve Hizbullah, Suriyeli sığınmacıların ülkelerine geri gitmeleri için olağanüstü baskı kurdular. Ama gönüllü olarak geri dönmek isteyenleri bile Esad rejimi geri almadı. Aynı şeyi Türkiye de yaşayacaktır. Çünkü Esad Suriyelileri geri kabul etmeyecektir” diyen Bente Scheller, Esad rejiminin, Suriyelilerin geri dönüşleriyle oluşabilecek ekonomik külfete de katlanmak istemediğini söyledi.
Alman uzman, Ürdün’ün de Esad ile ilişkilerini normalleştirme yoluyla sorunlarını çözüme kavuşturamadığına dikkat çekerken, daha büyük sorunların yaşandığına işaret etti.
Scheller, “Çözüme kavuşturmak bir kenara, Suriye-Ürdün sınırındaki insan, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı sorunu daha da büyüdü. Çünkü Esad rejimi, Ürdün’e uyuşturucu kaçakçılığı faaliyetlerini daha da arttırdı. Özetle, Esad rejimi ile ilişkilerini normalleştirmek, onun yapıcı işbirliği ile karşılık vereceği anlamına gelmiyor. Çünkü Esad, herkesin ona borçlu olunduğuna inanıyor, el uzatanlara da müteşekkir değil. Bütün bunlar Esad ile normalleşme düşünen herkes için teşvik edici olmaktan çok, uyarı niteliği taşıyor” görüşünü dile getirdi.
ABD ve AB’nin geçiş süreci önceliği
Ankara’nın son hamleleri Batılı başkentler tarafından da yakından izleniyor.
Bente Scheller, ABD ve AB’nin Suriye’de iç savaşı sona erdirecek bir “geçiş süreci” başlamadan, Suriye ile bir normalleşmeye karşı olduklarını hatırlattı.
Alman uzman, “Bu barış sürecine de aykırı çünkü Esad ile bir gelecek inşa edilemez, bu nedenle geçiş süreci başlamadan normalleşme çabaları, aslında BM yükümlülüklerine de aykırı” şeklinde konuştu.
Bente Scheller, Türkiye’nin Esad rejimi ile normalleşmeye, diplomatik ilişkiler kurmaya yönelmesi durumunda, bunun hem kendi ulusal çıkarları ve öncelikleri, hem de uluslararası yükümlülükler açısından sıkıntılı bir durum oluşturacağını aktardı.
Türkiye’nin yumuşak gücü
Türkiye’nin Suriye’de kontrolü altında tuttuğu bölgelerde sunulan hizmet ve sağlanan imkanların, Esad’ın kontrolü altındaki pek çok bölgeden daha iyi olduğunu bunun da Esad rejimi üzerinde büyük baskı oluşturduğunu aktaran Scheller, “Bu Türkiye’nin yumuşak gücü. Ve Esad’ın aslında bundan büyük rahatsızlık duyduğu da biliniyor” şeklinde konuştu.
Ancak son günlerdeki açıklamaların, Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin kontrolündeki bölgelerde tedirginliğe yol açtığını hatırlatan Scheller, “Çünkü onlar Türkiye’ye güvendi, bulundukları bölgelerde kendilerini güvende hissediyorlardı. Şimdi ise hayal kırıklığına uğradılar. Türkiye, Esad ile işbirliği yaparsa onlar kendilerini nasıl güvende hissedecekler? Çünkü Türkiye’nin rejimle işbirliği, onların tehlikede oldukları anlamına gelebilir” görüşünü aktardı.
Erdoğan operasyon için düğmeye basar mı?
Ankara’nın Şam ile temaslarını etkileyen bir diğer önemli faktör, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde PKK’nın uzantısı olarak gördüğü YPG’nin de ana omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) karşı atmak istediği adımlar.
Erdoğan, yaklaşık üç ay önce Suriye’nin kuzeyine yeni bir operasyon yapılacağını duyurmuştu. Ankara bu yolla, Suriye topraklarında 30 km derinliğinde oluşturmak istediği “güvenli bölgeyi” tamamlamayı hedefliyor.
Erdoğan geçen hafta yaptığı bir konuşmada, “Suriye’de terör örgütünün yuvalandığı son bölgeleri de temizleyerek, bu güvenlik kuşağının halkalarını inşallah yakında birleştireceğiz” demişti.
Ancak başta ABD ve Batılı ülkelerin itiraz ettikleri bu operasyona, Rusya’nın da vetosunu kaldırmaması, Erdoğan’ı zorlu bir tercihe zorluyor.
Operasyon büyük riskler içeriyor
Chattam House uzmanı Haid Haid, son gelişmeleri değerlendirirken, “Türkiye’nin şu anda önündeki tek seçenek Rusya’nın desteğini almaksızın hareket geçmek. Hava gücünü kullanamayacağı için bu daha büyük kayıp ve risk anlamına gelecektir” dedi. Suriyeli uzman şöyle devam etti:
“Erdoğan’ın şu soruya yanıt aradığını düşünüyorum: Böyle bir harekatın kendine sağlayacağı fayda aldığı risklere değecek mi? Faydanın daha ağır bastığını düşündüğü an harekete geçer. Bugün olmasa da yarın ya da üç hafta sonra… Zaten bu diyalog açılımından önceki önceliği bu operasyondu, bu yolla milliyetçi oyları kazanmayı hedefledi. Ama istediği desteği bulamadı.”
Alman uzman Bente Scheller ise, Türkiye’nin sınır bölgesinde daha geniş bir bölgeyi denetim altında tutmasının kolay olmayacağına işaret etti.
Bu tür operasyonların uluslararası hukuka uygun olmadığını, Türkiye’nin diplomatik baskıyla karşı karşıya kalabileceğini söyleyen Scheller, ancak mevcut uluslararası konjonktür nedeniyle kimsenin Ankara’yı engellemek için olağanüstü bir enerji de sarf etmeyeceğine işaret etti.
Scheller, “Dikkatler Ukrayna’ya ve çok tehlikeli ihtilaflara çevrilmiş durumda. Bu nedenle Erdoğan yeniden bir operasyon düzenlemesi halinde bu gayet tabii ki protesto edilir kınanır ama kimse bunu engellemeye çalışmayacaktır” dedi.
Güvenli bölge planı sorunları çözer mi?
Alman uzman, Türkiye’nin güvenli bölge planı için, bu alanı terörden arındırma hedefini öne sürdüğünü, ancak bunun da çok gerçekçi olmadığını söyledi. Scheller, değerlendirmesini şöyle tamamladı:
“Bizler silahlı grupların, terör örgütlerinin nasıl hareket ettiklerini görüyoruz. Kendilerini coğrafya ile sınırlamıyorlar. Zarar vermek isterlerse veriyorlar, bunun silahlı örgütlerin tarihinde görebiliyoruz. Bu nedenle güvenli bir bölgenin Türkiye’nin gerçekten kendisini teröristlerden koruyabileceği anlamına mı gelir bundan çok da emin değilim. Bu nedenle ilan edilen hedef ile elde edilebilecek sonucun pek de örtüştüğü kanaatinde değilim.”