Cihan Oğuz Kimdir? Hayatı, Eserleri
18 Nisan 1963 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Cihan Oğuz, Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümünden “Türk Sosyo-Kültür Yapısı İçinde Arabesk” konulu teziyle mezun oldu (1987). Aynı üniversitede Antropoloji dalında “Değişme Sürecindeki Türk Toplumu ve İsmet Özel’de Ulusal Kimlik Arayışı” teziyle yüksek lisans yaptı (1992).
Haber Merkezi / İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Anabilim Dalında “Türk Basını’nda Etik Sorunu ve ‘Tetikçilik’ Kavramı” teziyle doktorasını tamamladı (2007). Anadolu Ajansında muhabir, CNN TÜRK’te , tv8de ve Doğan Haber Ajansı’na (DHA) editörlük yaptı. 1996-2000 yıllarında Akademi İstanbulda gazetecilik dersleri verdi.
2011-2012 öğretim yılında Beykent Üniversitesi / İletişim Fakültesi / Televizyon Haberciliği ve Programcılığı bölümünde Yrd. Doç. Dr. olarak görev yaptı. 2014 yılından itibaren de İstanbul Esenyurt Üniversitesinde çalışıyor. Halen üniversitede Radyo, TV ve Sinema Bölüm Başkanıdır.
İlk şiir kitabı Ay Işığı Karanlığı Yırtarken (1983) henüz 20 yaşındayken yayımlandı Yeni Gündem dergisinde kitap tanıtma yazıları yazdı. Şiir ile eleştiri yazılarını birlikte sürdürdü. 1987-1990 Edebiyat Dostları dergisinin yazı kadrosunda yer aldı. Milliyet Sanat Dergisinin 1987 Abdi İpekçi Öykü/Roman Eleştirisi Yarışmasında Murathan Mungan’ın “Cenk Hikayeleri” kitabıyla ilgili incelemesiyle üçüncülük ödülü kazandı.
Cihan Oğuz, şiirlerinde; kapitalizme, küreselleşmeye, politikacıların basiretsizliğine ve bunların doğal sonucu olarak günden güne yozlaşan/yozlaştırılan toplumlara karşı duruşunu kendine has diliyle işler. Şiir, eleştiri ve deneme yazıları, başta Edebiyat Dostları, Yeni, Varlık, Yazko Somut, Milliyet Sanat, Parantez, Promete, Virgül, Ütopiya, Ludingirra, Sombahar, Pencere, Şiir-lik, Su, Nitelik, Üç Nokta, Şiir Ülkesi, Yeni Biçem, Akatalpa, Rüzgâr, Yom Sanat ve Düzyazı Defteri olmak üzere pek çok dergide yayımlandı.
“Bir çingene ağıdı”
Kınından zor çıkan bir bıçaktır bazen hayat
Dönmez geriye hiçbir yıldızın alın yazısı
Haydi o zaman rakıyı susuz dipleyelim
Çalsın tefler deli edene kadar polis devriyelerini
Dadak Hüseyin klarnetten bir ömre meydan okuyan nidâ çıkarsın
Değil mi ki gece de gündüz de hep aynı öksüzü doğuruyor
Sonra bir köşeye pusulasız notsuz terkediyoruz onu
Salın işte her oyun havasında
Bir bıçağı kınından çeker gibi okşayarak
Önüne bir düello konuldu sen daha bir karışken
Ya ebenin duasıyla dünyalar senin olacak
Ya ebeninkini göreceksin bu dünyada.
Kıpti ile kirmanç bu cümbüşün akortsuz iki teli
Hayatı bir ucundan yakalıyor kırık parmaklar
Sızlaya sızlaya itiraf ediyor nasıl geç kaldığını.
Atları hazırlat Çeribaşı, kilimleri hepten kaldırt
Çıtası eksik kalmasın toplarken çadırları
Şopar aşkı neymiş görsün namussuz coğrafyalar
“Ay tutulması”
Benim bir kalbim vardı
Kusursuz inciler döker yağmur dilenirdi
Sular akar gider, günışığı şaşkın
Her gazete sayfasında bir bulmaca bahanesi
Önce ömrümüz sarsıldı, sonra tek sıra kuyruğa girdik acının önünde
Ardından yapraklarını döktü aşk :
Kimse anlamadı sonbaharın geldiğini…
Hep yıldızları sayıklayan güzel kız
Yengeç bir umut kıskacıdır bilmez misin?
Burçlar bazen zamansız mevsimlere işaret
Onu uğursuz sağanaklara göstermez misin?
Serin bir sonbahar gecesi
Ben, kalbim ve yıldızlar
Hepimiz hayata deli gibi bağlanacak kadar yalnız kaldık
Hepimizde aşkın çınlayan nefesi…
Benim bir kalbim vardı
Gölcük’te yağmur var
Kırık bir gökkuşağı varlığını duyurmaya çalışıyor
Her şey paramparça olacak bir süre
Tanrı’nın sözü bile.
Düşlerimin kış uykusundasın
Hiç bitmeyecek bir mevsimin ortasında
Bu yüzden her dem sürecek anıların tazeliği
Gözlerin toy bir badem olarak kalacak…
Söz bazen zavallı şarkı,
Bazen şiir boşluğa atılan kırık taş.
Benim bir kalbim vardı
Coşkulu işkenceler yaşayan
Her çığlıkta içindeki yarayı kahramanlık nişanı sanan
Artık umursamıyorum mu sanıyorsun susan çığlıkları?
Taş devriydi: Önce anılar gömüldü, önce yazılmamış mektuplar,
[önce şarkılar.
Bu sessizlik haksız bir kıyamet değil de ne?
Benim o kalbim suskunluğu bozan klarnet,
Yivli tüfeğin teptiği omuz,
Bir ömrü sıfırlayan sırat köprüsü…
Söylenmedik ne mi kaldı bu mevsimde?
Bir şeyler kaldı mutlaka : Mahcup bir ıslık,
es geçilen bir demet anı.
Artık hepsini elbirliğiyle saklıyoruz
küçük bir çocuğun maymun resimli çantasında
Yıllar sonra meraklısı çıkıp açarsa
Kendi hüznünü de bulsun diye.
Ömrümüz bir ay tutulmasıydı
Kendine sarıldıkça kayboldu rengi
Aşk için maviydi diyorlar, denizi andırıyor en çok
Gemiler uzaklaştıkça o da eskiyor
Kocamış bir kurdum artık değneksiz köylerde
Çocuklar kuyruğuma teneke bağlayıp hazrolda şiir okuyor
Hayır çıldırmadım, en az deli dumrul kadar yokuşun başındayım
Elimde hangi parçalanmış şarkı varsa dağıtıyorum çocuklara
Gölgesi kırık bir ömre düşen aşk nasılsa ganimet sayılır
Benim bir kalbim vardı
Taşımadı bunları.