Ömer Aksay Kimdir? Hayatı, Eserleri
1961 yılında Kahramanmaraş’ta dünyaya gelen Ömer Aksay, Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Resim Eğitimi Bölümünü bitirdi. Aksay, İstanbul’da birçok reklam ajansında grafikerlik yaptı.
Haber Merkezi / Ömer Aksay, andırın’da Mart 1993’ten Ekim 1994’e kadar ‘İkindiyazıları’ dergisinin son altı sayısını yönetti. Yalnızca birinci sayısı çıkan ‘Taşra’nın Dış Duvarı’ dergisini Haziran 2006’da çıkardı. Haruniye’de resim öğretmenliği yapıyor.
Şiirleri, 1982’den 84’e kadar ‘Bilâl Cerîr’ mahlasıyla değişik edebiyat dergilerinde yayımlandı. Daha sonra kendi adıyla; Gergedan, Yedi İklim, Hece, İkindiyazıları, Derkenar, Kırklar, Le Poète Travaille, Kitap-lık, Yom, Mor Taka, Atlılar, Fayrap, Akatalpa, Karayazı gibi dergilerde yayımlandı ve yayımlanmaktadır.
Eserleri;
Eski Bir Yalnızlık Dilinde (Siyahkalem, 2002, İstanbul)
Bahçe’nin Epik Sürgünü (Hece, 2008, Ankara)
“yuhalanan takımdaki yahuda …”
yuhalanan takımdaki yahuda
için kayda değer mi, bilmediğim notlar
tek şey elde edildi bu meçhul yolculuktan
tek işe yarar şey: pensilvanya transatlantiğinin kayalara dank ettiği!
her şey yinelense bile çok açık değil, zaten
basit, amele için fazla bir ikramiye bu, tayfalar kim, niçin ikram
kimilerine göre )kimileri: cemaatin aşırı taraftarları
oynak havalarda sotaya yatanlar, para sayarken
parmağıyla iki dilinin ucuna dokunanlar( malum
onlar için bir kere her şey çok açık, yahuda’nın göğü gibi
açık denizler gibi yetmiş mil açıkta her şey çok.
burada
ter boşanıp duran bir materyale dönüşür hep bir süre sonra
hatta demir yumuşar -hadid- hamur olur, beyaz undan, ümran görmüş
çarşılar dolar durur, çarşılarda dolar durur, dolar dolar olarak durur
çarşılarda, her yanda durur, amerikan pazarı çarşılar, amerikan futbolu
amerikan bezi satılan çarşılar, amerikan mısırı, amerikan donu
amerikan sineması, çarşılarda amerikan arabaları
bir bereketlilik. pırıl pırıl parlar insanlar, güneşin altında durur
som halde terk edilir liman ve çarşı.
tam da bu esnada
sürekli barış kelimesine vurgu yapan bir dışişleri bakanı kadar
sevimsizdir, çok açık bağrışan kalabalık, kale arkasında, geminin
kıçında saldırgan bir tutuma karşılık beklenmedik teyakkuz
üstüme gelişi bildiklerime benzemeyen sarışın kalabalığın
daha önce bir sarışın kalabalıkla karşılaşmamıştık, ihtiyar
babama benzemeyen, akrabalarıma benzemez barışın
kalabalığın üstümüze gelişi, neticede biraz da biz ölelim yani
kanaryamız da ölsün hadi, tek harfli bir tabanca verin, dann!
tam da bu esnada
barışın tehlikede olduğu gece sularında, hükümet yetkilileri
nasıl olsa bizden yana olacaklardır yani bizi bırakacak
düşmana kafire atacak kadar namert değiller yani biz
otoritelerden izin almadık diye otorite bize kızmaz
kabul edin artık, yorulduk, yeter, barışın! nefret etmeyi bırakın
sonu gelmez barış görüşmelerinden usandık be. en büyük fener
sarışın adam çok sinirli; çok çektik yeter, geminin kıçından çekilin!
boşuna daniel guiza’nın aidiyet sorununa dikkat etmişim
ispanya gol kralı yabancı statüsünde oynayacak bir adam değildi
vuruşundan, bakışından, kalenin önünde duruşundan belliydi
topa vururken yerli bir duruş sergileyen guiza’ya rağmen
fener’in yerli futbolcuları biraz yabancılık çekseydi bari, ne gezer
sonuçta kim yerli kim yabancı birbirine karıştı
ne gariptir ki hiç kimse nereye aitse onu kanıtlayamadı.
işte böylece bahar bizi suça icbar eder, devletin kamusal düzenine karşı
birlikte ve ikinci yenilginin getirdikleriyle suça teşvik
yaşlanınca ne söylediklerini bilemeyen avam şairler var
orta halli bir tüketimden üst seviyede bir performans beklentisi gibi
la poetica commedia şairimiz gibi avam olarak nobele aday
yaşlanınca bir tuhaf oluyorlar, uysal, safdil, uz, mutedil
ılımlı, yalıtkan
fazla edilgen, düşmana fazla yaltaklanan barış görüşmeleri
kendisi de onaylıyor bunu zaten “[…] yeryüzünün bütün
yufka yürekli şairleri gibi ben de” diyerek
âkif gibi gayri muaf olamıyorlar artık, yazık, yazık.
keynesyen ekonomi çökeli otuz beş seneyi geçmiş
bahane, kimse umreye giderken bunu göz önüne almadı
sözgelimi büyük ödülü dikkate alarak yardım konvoyuna katılmadı kimse
korkunç öfkeler içinde arıtım sağlandı, içinde-
kini artırmakla meşgûldü sadece
şiir dışı bir kazanımla.
doygun imp.luklar düşle kıyam arasındaydı
suyla toprak, alefle heves
arafla araf arasında meselâ yahya kemal beyatlı vardı
yunus’la yunan
avamla havas arasında arınmayı uman kirli bir fistan
kadar siftahsız
bir imp.luk düşünden sarsılarak uyanan halk şairleri vardı.
bizim sûretimizle birlikte âlemin sûreti sürekli gaybtedir. bu söz
ibn arabî hazretlerine ait bir sözdür, kaybetmek istemem
yani biz hep aynanın arka yüzünde taranıp duran eşhas
hepimizde kaybedilme korkusu bir anda
zulmete maruz kalma korkusu, zalim olma
ne zaman ortaya çıkacak içimizdeki zalim, deccal, kayıp mehdi
ayna bize dönük değil çünkü
biz hep aynanın arkasında taranıyoruz, aynaya baktığımızı sanarak
üstelik nazenin ve nazan, puf koltuklarda kırıtarak
aynaya bazan bile görüntümüz aksetmiyor, aksedemez aslâ
yüzümüze dönük bir ayna, bir tecelli bile yok ara sıra
niçin aynaya özgü değilse bir bunu anlayan olsa zulmette.
köpükten bir köprü üzerinde, yar yüzünde
buzdan ve dahi karanlık gaybe ait cisimden
rahmete yönelik rahmetle, gergin bir deri şeklinde
uzanır eğrilik ve sapma yoktur onda.
tek harfin uğultusu bende, kelimenin içindeki ikilem benim.
bir vesveseyle beni rejiminde zorunlu kıldı nefes
hükümetin nefesini geminin kıçında duyduk
bu yüzden geminin her yanını bayraklarla donattık ki
biz aslında bu işlerin adamı değildik, gemi de bizi tutardı
ama biz gemiyi tuttuk.
sonuçta prefabrik çocuk parkı projesi üzerinden cihat tasarımları da
yapıldı, ne alâ, kara paraları aklama yöntemlerinden biri olarak
armatörlük, kara parçalarını aklama projesi
yer altı tünellerinde konser verilebilir yahudiler çatlasın diye
islâmî bir arge… insanî bir tutum… çok sesli, çok renkli
çok ideolojili, çok psikolojili, çok demokrasili, çok sosyal
çok barışsever, çok entelektüel, çok bilmem ne, çokçokçok
çok uluslu şirketin başında bir işçi, devlet başkanı bir işçi
diktatörlük yapan bir işçi; gerçekleşti bu, oldu yani ütopya değil bu
arka plandaysa sefil ruhlar aleminde beş vakit amele marx
insanî diyalektik budur işte
ve işte sintinedeki kan boşaltıldı çaktırmadan
köpüklü kan, ithal kan, fazla kan, gemi azıya alan.
“ah o gemide ben de olsaydım/ açık denizlere yol alsaydım”
“Kahinle üleştiğim karamsarlık”
İçgüdülerine boyun eğen filbahriler küskün
kime küsüleceği bile meçhul, susmuş bir ormanlık
hafif soluk alıp verişinde suça eğilimli meltemler gizli
dua yön verecek kalemlerimize, karbon salımının
oranına, buzulların erime biçimine
rüzgârın gözetiminde ellerini açan ağaçlara
dua onlara yanaştığında sessiz bekler, öksüz
güneşte soluk bir yakarışla hicvedilen karamsarlık
artan petrol fiyatlarına, ceset torbalarının rengine
bir markus tullyus çiçero daha sürgünden dönerken
dua karar verecek bütçe açığının nasıl kapatılacağına
roma’nın ne zaman saldıracağına
merak etmeyin diyecek tipik bir cemaat.com
ortaklaşa dua edilecek, veto edilecek
ortalama bir düzeyde anlaşılmadan okunaksız
diplomatik mektûbât irtibatı koparacak
buluşma yerinde asılı kalan salâlarsa
kime verildiği anlaşılmadan sürekli okunup duracak.
Kâhin susar
evet beklemesin kimse, herkese küskünüm
kaldıysa eğer hâlâ bir parça bereketli toprak
uzaktaki çocuğa gönderin lütfen bir oyuncak dua
uzaktaki çocuğa, ağrıdan artakalan tepkilerden
esirgemediğiniz bir dua olsun
kabir azabından artakalan uğultu kabilinden
uysal çocukların sanrısı için düşlenen intikam
son ölgün yolculuğuna çıkmadan habil
ezan okunacak, çan çalacak, sirenler ötecek
siyasî coğrafya üzerinde faik reşit unat’ın ismi hâlâ
dünya atlasının dış kısmına bakan yüzünde
pencereden buraya doğru bir yoksunluk içinde
sefil çocuk ölümleri gibi sarkıyor aynı nedenle
ağaçlar üzgün güpegündüz aynı nedenle
çocuk ölüleri gayr-i safî millî hâsıla halindedir.
Düşkün ölü bedenler kaydettim
eğrik, yampiri, kavisli kemiklerle çatışan harflerden
çocukların harfleri
belirgin bir iyimserlik taşıyan mahreçleri çocukların
hep daha olgun ama her tarafına taşra korkusu sinmiş
tahrif olmuş bir mezar taşı gibi geçersiz
çocuklar hep aynı gecenin mürekkebinden dağılan
şehrin kaypak yüzüne çekilen perdahla mahrem
peçesiz ölü yüzler kaydettim, hepsi genç
belki de bu yüzden üzüntüm.
Sütunlardan ürküyor atım, mermer sütunlar somurtkan
çünkü hep hazreti isa iniyor satır aralarına
daha doğmadığı için çok seyrek harfler
uçsuz bucaksız bir boşluk var
binlerce kilometre yıl ötedeki kentten geliyor
bir haber bekliyorum küçük bir haber
antik güneş, yorgun tapınak. duyarsız bir ot yastık
yastığın içinde belir(-siz-leş)en küf
sürekli işleyen pratik bir yasa beynimde
beklendiğine göre her şey değişiyor
toprağın içinde devinen hep şimdiki zaman
toprağın altındayken gelen umarsızlık
erişkin bir temmuzdur merdivenin ilk çağında debelenen
sürgün masalların kahramanı yaşlı avukat
romalı çiçero, markus tullyus o da benden haber bekliyor
isa’dan önce yüzaltı doğum bir bekleyiş
isa’dan önce kırküç ölüm, yinelenen ölüm bir bekleyiş
masalın içinde çok başka duruyordur kesin
bugüne aitse hiçbir valinin ismi yok
bilâd-ı rum aynı roma beldesi olarak
neden markus tullyus çiçero ve neden sürgün
hangi tarih sinsice geçmişe götürecek yolu açar
sürgün yeri selanik irkilten bir soyuntu kadar
soyut kaldı bu sürgün
sonra klikya eyaleti çıktı yani bereketli topraklar
kendince bir sürü antik masal uyduruyor
rahibelerin çıplak ayaklı masallarından
dinsel törenlerden arta kalanlardan
közler üzerinde dans eden rahibe ayaklarından
yanmayan topuklardan parmaklardan aşıklardan.
Neden gösterideki aslanlar birer masal
kurbanını yerken çıkan canhıraş bağırtıdan
etkilenmiyor rahibeler
en çok onlar ağıta müstahak
nereli oldukları bilinmeyen kendilerini adamış kadınlar
garip bir tılsım tadında ergin bilekler
zeytin ağaçları, hafif bir rüzgar
o zamandan beri gözünü dikmiş bakıyor
o zamanlar zorlukla gergin bir temmuzu taşıyor
keçilerin çanları, incir sütünden yayılan esrik koku
yerfıstığının bereketi, yılanın ıslığı kadar taze
düşmanın verdiği korku, garip bir tılsım
sakin kan etkilenmiyor. bence rahibeler bu yüzden güzel
rahibelerin çıplak beyaz ayaklarında izler
güneş lekeleri, toprağın buseleri
ateşin yaladığı şehvetli ılık rüzgar
ırmağın akan gürültüsü ağır ağır
ama sesi var ırmağın izi yok, rüzgar kurutuyor
rahibenin saçını, kaygan ipekten ıslak serin
kıvamlı bir sözcük elimi okşuyor
keten uçuyor gözkapaklarımdan sırtımdan kefen
sıyrılırken güneş uzlete çekiliyor, güneş kendini devrediyor
zaman kendinden emin, ama zillet içinde zillet
ırmak sancılanıp kalıyor usul usul
kabuğuna, kovuğuna çekiliyor, sıcak.