2023 Seçimi 2002 Etkisinde Olur Mu?
2002 seçimi çok sayıda ve farklı gelişmelerin yaşandığı bir 20 yılın kapısını açarken yaklaşan seçimlerin de aynı şekilde çok kritik sonuçları olacağına dikkat çekiliyor. Prof. Dr. Menderes Çınar, Haziran 2023 seçiminin Türkiye’de otoriter rejimin konsolide olup olmaması ile ilgili olacağını söyledi ve ekledi:
“Eğer AKP kazanırsa kendi rejimini konsolide etme fırsatını yakalamış olacak. Kaybederse belki hemen demokrasiye dönmeyeceğiz ama demokrasiye dönme imkanını yakalamış olacağız. O açıdan kritik bir seçim olacak.”
Eski Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ise, Türkiye’nin 2015 seçiminin ardından koalisyon ihtimalinin ortadan kalkmasıyla 2017’ya kadar fiili, 2017’den sonra da hukuken bir tek adam rejimi ile yönetildiğini belirterek şunları not düşüyor:
“Kuruluşundan ve ilk 10 yıllık yürüyüşünden çok farklı bir yere savrulan bir AK Parti ile Erdoğan ve Türkiye hikayesi var karşımızda. Yoksullukla, yasaklarla savaşacağız diye gelen bir parti 20 yıl sonra yasakçı, yoksulluğu ve yolsuzlukları göz ardı eden bir yapıya dönüştü. Bu gidecek. Bunun gitmesi tabiatın gereği. Halkın kendi çıkarlarını koruması içgüdüsüdür de. Biz Kuzey Kore değiliz. Ne öyle bir geçmişimiz var ne de öyle bir geleceğimiz olabilir, olmayacak.”
Türkiye yaz aylarında kritik iki seçime hazırlanıyor. Bu yıl yapılacak cumhurbaşkanlığı ve meclis seçimlerini önemli hale getiren siyasi gelişmelerin başlangıcı ise bundan tam 20 yıl önce, 3 Kasım 2002’de yapılan genel seçime uzanıyor. Türkiye için bir dönüm noktası olan bu seçimlerin gerek siyasetteki gerekse toplumsal hayattaki etkileri hâlâ devam ediyor.
3 Kasım 2002 seçiminde Refah Partisi’nden ayrılan yenilikçilerin kurduğu Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), oyların yüzde 34,3’ünü alırken, yüzde 10 baraj nedeniyle CHP dışındaki partilerin Meclis’e girememesiyle tek başına iktidar oldu ve TBMM’nin yaklaşık yüzde 66’sına karşılık gelen 363 milletvekilliği kazandı.
1999-2002 arasında iktidar olan koalisyon hükümetinin ortakları DSP, MHP ve ANAP’ın yanı sıra muhalefetteki DYP, Saadet Partisi ve Yeni Türkiye Partisi barajı aşamayarak TBMM dışında kaldı ve böylelikle oyların yüzde 46,3’ü ise TBMM’de temsil edilemedi.
Türkiye’nin son 20 yılına şekil veren 3 Kasım seçiminin yıldönümünde uzmanlara ve AKP’de eskiden siyaset yapan isimlere göre AKP geçen zaman içinde ortaya çıkan farklı etkenlerle bir taraftan kendisi “tek adam partisi” haline gelirken diğer taraftan Türkiye’yi de daha kutuplaşmış bir toplumsal yapıya ve otoriter bir yönetime dönüştürdü.
3 Kasım sonucu “geliyorum” demiş miydi?
Peki sonuçlarıyla 2002’de deprem etkisi yaratan 3 Kasım seçimleri hangi açılardan önemli ve öncesinde böyle bir sonuç çıkacağı tahmin edilebilmiş miydi?
DW Türkçe’den Gülsen Solaker’e konuşan siyaset bilimci Prof. Dr. Menderes Çınar, 3 Kasım seçimlerinin aslında 1990’lı yıllarda yaşanan bir dizi krizin sonucu olduğunu belirtiyor ve bu krizlerin toplam sonucunun 3 Kasım’daki kırılma olduğunu söylüyor.
Susurluk skandalı, 1999 depremi, ekonomik kriz, Sivas katliamı ve buna benzer pek çok sorunun “merkez siyasetlerin erimesine ve uç siyasetlerin yükselmesine” yol açtığını söyleyen Çınar, seçim öncesindeki atmosferi şu sözlerle anlatıyor:
“3 Kasım’da Refah Partisi’nin içinden çıkarak AKP’yi kuran yenilikçilerin güçlü bir şekilde geleceği aslında anlaşılıyordu. AKP’yi kuranlar da siyasetin içinden geliyordu ve boşluğu gördüler. Zaten onlara Refah Partisi’nden ayrılma motivasyonu veren faktörlerden biri de Türkiye siyasetinin bir temsil krizi içinde olduğunu görmekti.”
AKP’ye 2007 de katılan ve 2013’e kadar Kültür ve Turizm Bakanlığı yapan deneyimli siyasetçi Ertuğrul Günay da 3 Kasım öncesi dönemi şöyle aktarıyor:
“1999 depreminde devletin bütün kurumlarının sergilediği acziyet ve ardından gelen ekonomik kriz gibi nedenlerden ötürü genel görüntü parlamentonun iktidarıyla ve muhalefetiyle ülkeyi yönetemediği görüntüsüydü. Bu ortamda Adalet ve Kalkınma Partisi bir yeni parti görüntüsüyle ve başka kesimlerden de gelen kadrolarıyla ortaya çıktı. O nedenle seçim sonucu aslında sürpriz değildi.”
Bu kapsamda Çınar’a göre 3 Kasım seçimi Türkiye siyasetinin o döneme kadarki CHP dışındaki tüm yerleşik aktörlerini “oyun dışı bırakması” açısından önemli ve seçim sonuçları bir açıdan “merkez sağ partilerin krizi” olarak da okunabilir.
Merkez partilerin 1990’larda meydana gelen bir dizi kriz ve bunlara karşılık uyguladıkları yanlış politikaların etkisiyle inişlerinin ardından son 20 yılda halen bu boşluğun tam olarak doldurulmadığına da dikkat çekiliyor.
Çınar, “AKP merkez sağ partilerin bıraktığı boşluğu işgal ediyor olabilir ama bir merkez sağ parti değil” diyerek partinin hem ideolojik olarak hem de geldiği köken itibariyle merkez sağ gelenekle uyuşmadığını kaydediyor. Çınar’a göre AKP’nin başından beri iddiası zaten bir merkez sağ parti olmak değil Türkiye’nin merkezini yeniden kurmaktı.
Seçimden sonra ilk dönem ve kırılma noktaları
AKP’nin isminde de yer verdiği şekilde topluma o dönemin kanayan yaraları olan adalet ve kalkınma için vaatler vererek iktidara geldiğini hatırlatan Günay, şöyle devam ediyor:
“İtiraf etmek gerekir ki ilk sıralarda dönemin şartlarına uygun da hareket edildi. Yani Türkiye’nin ihtiyacı neydi? Adaletti, eşitlikti, toplum kesimleri arasındaki gelir uçurumunun azaltılmasıydı, AB yürüyüşünün pekiştirilmesi ve 12 Eylül’den kalma Kürtçe yasakları gibi yasakların kaldırılmasıydı. Bütün bunlar yapıldı ilk dönemde.”
Bunun yanı sıra AKP ilk dönemlerinde merkez sol ve sağ siyasetçilere de kapısını açtı. İslami siyasetten gelen Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Arınç gibi isimlerin yanı sıra Cemil Çiçek, Abdülkadir Aksu, Köksal Toptan, Yaşar Yakış gibi merkez sağ ya da Ertuğrul Günay, Haluk Özdalga gibi merkez sol isimler de 20 yılın ilk yarısında partide yer aldı.
Ancak içlerinde Günay’ın da olduğu bu isimlerin çoğuyla şu anda yollar ayrılmış durumda.
Günay, 2008’de AKP için açılan kapatma davası ve ardından yaşanan Ergenekon süreci, AB içinde Türkiye’nin üyeliğine karşıtlığın gelişmesi gibi bazı etkenlerin belli başlı kırılma noktaları olduğunu belirterek ancak asıl 2011’de AKP’nin üçüncü kez seçimi kazanmasının ilk dönemki çizgisinden ayrılmasında belirleyici olduğunu şöyle ifade ediyor:
“Bütün bu tartışmalı ortam içinde 2011’de AKP oylarını yine arttırarak seçimi kazandı. Bu bizim demokrasi tarihimizde bir ilktir. Üçüncü seçimini oyunu artırarak kazanan yoktur. Bundan sonra Sayın Erdoğan’da aşırı bir özgüven belirdi. Güç zehirlenmesi denilen şeyi ben somut olarak gördüğümü rahatlıkla ifade edebilirim.”
20 yılın önemli dönüm noktaları
2010 referandumu ve 2011 seçimlerinin yanı sıra son 10 yılda gerek AKP için gerek Türkiye için çok sayıda dönüm noktası sayılabilecek gelişme yaşandı.
2002’de iktidara geldiğinde sadece 14 aylık bir parti olan AKP’nin kimliğinin her ne kadar muhafazakâr demokrat olarak zikredilse de ilk başta tam oturmadığını belirten Çınar, “AKP’nin bugünkü hale gelmesi biraz aşama aşama oldu. Zaten Türkiye’nin otoriterleşmesi de aşama aşama oldu” diyor.
Çınar, AKP’nin aslında 2005’te yani AB ile tam üyelik müzakerelerinin başlamasıyla reform gündemini bıraktığını belirterek o dönemdeki süreci şöyle özetliyor:
“Ordu zaten Ergenekon gibi davalarla pasifize edilmişti. 2010 referandumu ile de yüksek yargıda kontrol sağlanmış oldu. 2011 seçimini kazanmasının ardından 2012’de düzenlenen parti kongresi bence dönüm noktasıdır. Bu kongrede Erdoğan iki şeyi ilan etti; birincisi partinin muhafazakâr demokrat kimliği artık terk ettiğini gösterdi. İkincisi de başkanlık sistemine mutlaka geçilmesini içeren 2023 Vizyon Belgesi yayımlandı.”
Çınar, 2011’den itibaren de AKP’nin demokratikleşme diye bir gündemi olmadığını, çözüm süreci adı altında başlatılan inisiyatifin de aslında Kürtlerden başkanlık için destek alma amacını taşıdığını da ifade ediyor.
Arap Baharı, Gezi olayları ve Gülen Cemaati’nden kopuş
Dönemin önemli gelişmeleri o günlerde sadece içerde yaşanmıyordu. Günay, AKP’nin demokratikleşme ve AB hedefinden uzaklaşmasında Arap Baharı olaylarını da önemli bir etken olarak görüyor ve o günlerde AKP’ye egemen olan durumu şöyle aktarıyor:
“Arap Baharı bazı çevrelere AB kapısında boşuna uğraşmak yerine Arap dünyasında yeni demokratikleşme rüzgarının önüne geçme ve orada lider olma gibi olmayacak bir hayal kurdurdu. Bilhassa Sayın Erdoğan da bu hayali biraz tercih etti. Bu da bir eksen kırılmasına, Batı’dan ve çoğulcu demokrasiden içeriye dönük bir yere savrulmaya yol açtı.”
Günay, Suriye savaşının ilk zamanları, kendisi henüz bakan iken bu hayalin yanlış olduğu eleştirisini açıkça yaptığını belirterek Erdoğan’ın ise kendisine “Kaygılarınızı anlıyorum ama sizden rica ediyorum 6 ay dişinizi sıkın, 6 ay sonra böyle bir sorun kalmayacak” dediğini aktarıyor.
Bakanlığının son döneminde Gezi Parkı’na yapılaşma projelerine karşı çıkan Günay, Erdoğan’ın 2013 Gezi olaylarını da çevre duyarlılığı kapsamında değil bir çeşit Arap Baharı’nın da parçası olan kitlesel eylem gibi okuduğunu söylüyor.
20 yılın ikinci yarısının önemli gelişmelerinden birisi de Fethullah Gülen Cemaati ile kopuş oldu. “Uzun süren iktidarlar bir süre sonra yorulurlar, yorulmakla kalmaz, yıpranırlar. Yıpranmakla da kalmaz kirlenmeye başlarlar” diyen Günay, AKP’deki yolsuzlukların Gülen Cemaati tarafından deşifre edilmesinin partide “kırılma, kime güveneceğini bilememe, içe kapanma ve kendi kadrolarına çekilmeye” yol açtığını söylüyor ve şunu ekliyor:
“Bütün bunlar üst üste geldikten sonra Erdoğan artık kimseye güvenmeyen, kendi içine kapanmış, en yakınlarıyla siyaset yapmaya çalışan bambaşka bir yere savruldu. Ama kendisiyle birlikte partiyi de savurdu.”
Yaklaşan seçim 2002 etkisinde olur mu?
2002 seçimi çok sayıda ve farklı gelişmelerin yaşandığı bir 20 yılın kapısını açarken yaklaşan seçimlerin de aynı şekilde çok kritik sonuçları olacağına dikkat çekiliyor.
Menderes Çınar Haziran 2023 seçiminin Türkiye’de otoriter rejimin konsolide olup olmaması ile ilgili olacağını düşünüyor ve şöyle konuşuyor:
“Eğer AKP kazanırsa kendi rejimini konsolide etme fırsatını yakalamış olacak. Kaybederse belki hemen demokrasiye dönmeyeceğiz ama demokrasiye dönme imkanını yakalamış olacağız. O açıdan kritik bir seçim olacak.”
Günay ise Türkiye’nin 2015 seçiminin ardından koalisyon ihtimalinin ortadan kalkmasıyla 2017’ya kadar fiili, 2017’den sonra da hukuken bir tek adam rejimi ile yönetildiğini belirterek şunları not düşüyor:
“Kuruluşundan ve ilk 10 yıllık yürüyüşünden çok farklı bir yere savrulan bir AK Parti ile Erdoğan ve Türkiye hikayesi var karşımızda. Yoksullukla, yasaklarla savaşacağız diye gelen bir parti 20 yıl sonra yasakçı, yoksulluğu ve yolsuzlukları göz ardı eden bir yapıya dönüştü. Bu gidecek. Bunun gitmesi tabiatın gereği. Halkın kendi çıkarlarını koruması içgüdüsüdür de. Biz Kuzey Kore değiliz. Ne öyle bir geçmişimiz var ne de öyle bir geleceğimiz olabilir, olmayacak.”