İnsan Ömrünün Doğal Sınırı 115 Olabilir Mi?

Birleşmiş Milletler’e (BM) göre, 100 yaş ve üzerindekilerin sayısı on yıl önce 353 bin iken, 2021 yılında 593 bin kişinin bu eşiği geçtiği sanılıyor. İstatistik sitesi Statista’ya göre, önümüzdeki on yıl içinde bir asrı deviren nüfusun iki katından fazla artması bekleniyor.

Bazı bilim insanlarına göre insan ömrü katı biyolojik sınırlara bağlı. Çalışmaları 2016 yılında bilimsel nature dergisinde yayınlanan genetikçiler, 1990’ların sonlarından bu yana insan ömründe gelişme olmadığını ileri sürdü.

Küresel demografik verileri analiz eden araştırmacılar, dünyada daha fazla yaşlı insan olmasına rağmen Calment’in ölümünden bu yana maksimum insan ömrünün azaldığını tespit etti.

Bulguları AP’ye değerlendiren Fransız nüfus bilimci Jean-Marie Robine “İnsan ömrünün doğal bir sınırı olduğu ve uzun yaşam süresinin yaklaşık 115 yılla sınırlı olduğu sonucuna vardılar” diye açıkladı.

Ancak INSERM tıbbi araştırma enstitüsünde asırlık yaşlılar konusunda uzman olan Robine’e göre bu hipotezin kısmen tartışılıyor.

Fransız rahibe Lucile Randon’un 118 yaşında hayata gözlerini yumması üzerine 115 yaşındaki İspanyol Maria Branyas Morera dünyanın en yaşlı insanı olarak Guinness rekorlar Kitabı’na girdi.

Bugüne kadar kırılan en uzun ömür rekorunun, 120’inci doğum gününü 1995 yılında kutlayan Fransız Jeanne Calment’e ait olduğu biliniyor. 122 yaşında yaşamını yitiren Calment şimdiye kadar bilinen en yaşlı insan unvanını elinde tutuyor.

Ancak 18’inci yüzyılda Comte de Buffon olarak bilinen Fransız doğa bilimci Georges-Louis Leclerc, kaza veya hastalık geçirmemiş bir insanın teorik olarak en fazla 100 yıl yaşayabileceği teorisini ortaya atmıştı.

O tarihten bu yana yaşam koşullarının iyileşmesi ve tıbbi gelişmeler insan ömrünün uzamasının önünü açtı.

Bugün “süper 100” olarak ifade edilen 110 yaş ve üzerini gören insan sayısının artmaya başlamasıyla birlikte bilim dünyası “Sağlıklı bir insanın ne kadar uzun yaşayacağının sınırı var mı?” sorusunu yeniden tartışmaya başladı.

Süper 100’e ulaşan sayısında rekor yaşanabilir

2018 yılında yapılan bir araştırma ölüm oranının yaşla birlikte artarken, 85 yaşından sonra yavaşladığını ortaya koydu. Ölüm oranı 107 yaş civarında ise her yıl yüzde 50 – 60 ile zirve yapıyor.

Bu teoriye göre, 110 yaşında 12 kişi varsa, altısı 111, üçü 112 yaşına kadar hayatta kalması ve bunun böyle devam etmesi bekleniyor. Bu durumda süper yüzüncü yaşayanların sayısının artması halinde rekor yaşlara erişenlerin sayısının da artması olası.

Bu durumu 100 süper yüzüncü yaşa ulaşan kişi varsa, “50’si 111, 25’i 112 yaşına kadar yaşayacaktır” diye açıklayan Robine “‘Hacim etkisi’ sayesinde artık uzun ömrün sabit sınırı yok.” diye konuştu.

Öte yandan Robine ve ekibi bu yıl, ölüm oranının 105 yaşından sonra da artmaya devam ettiğini ve bu aralığın daha da daraldığını gösteren bir araştırma yayınlamaya hazırlanıyor.

“Her zaman olduğu gibi keşifler yapmaya devam edeceğiz ve en yaşlı insanların sağlığı da yavaş yavaş iyileşecek” diyen Robine, bu çalışmanın insan ömrünün üst sınırı olduğu anlamına gelmediğinin altını çizdi.

Henüz istatistiksel tahmin yapmak güç

Başka uzmanlar ise insan ömrüyle ilgili tartışmalara temkinli yaklaşıyor. Fransız Demografik Araştırmalar Enstitüsü’nden France Mesle, “Şu an için kesin bir cevap olmadığını vurguladı.

Görüşlerini AFP’ye açıklayan Mesle, çok ileri yaşlara ulaşan insan sayısı artıyor olsa bile bu sayının hala çok az olduğuna ve bu nedenle hala önemli bir istatistiksel tahmin yapılamadığına dikkat çekti.

Dolayısıyla, Mesle’e göre “hacim etkisini” test etmek için süper yüzüncü yaş grubunun sayısının artmasını beklemek gerekebilir.

Genetik manipülasyon

Öte yandan kimi uzmanlar gelecekteki bazı tıbbi buluşların “ölüm hakkında bildiğimiz her şeyi altüst edebileceğini” belirtiyor.

Yaşlılar konusunda uzman doktor Eric Boulanger bu görüşü savunanlardan Boulanger’ye göre, “genetik manipülasyon” bazı insanların 140 hatta 150 yıl yaşamasına olanak sağlayabilir.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

Ağaçların hem saygıya hem de korumamıza ihtiyacı var

Yaprak döken ağaçlar istemiyoruz, yeşil alanlarımızda böcek istemiyoruz (balkonda, çatıda ya da yerde), kuşları sevmiyoruz, kertenkele ve yılanları sevmiyoruz, çamur ve toprağı sevmiyoruz. Bu nedenle kentsel alanın her santimini betonla döşüyoruz. Öyleyse, Doğa Ana’nın tam olarak nesini seviyoruz?

Haber Merkezi / Ağaçların önemini açıkça göz ardı etmenin suçu, yalnızca hükümetin yetkileri ve kurumlarına bağlanamaz. Büyüyen ve genişleyen kentlerde her gün sayısız ağaç kesilir. Daha da kötüsü, motorlu testerelerden kaçan birkaç ağaç çimentoyla kaplı zeminlerin içerisinde kalır.

Kökleri yağmur suyundan mahrum… Bu durum hayatta kalmak için sadece su isteyen ve karşılığında bize gölge, çiçek, meyve veren bu yeşil varlıklar için nihai işkence olmalı. Bunları betondan kurtarmaya yönelik adımlar nadiren atılır.

Yeşilliğin simgesi, saksılı palmiyeler, çiçekli çalılar, diğer süs bitkileri ve küçük saksılardaki zavallı bitkilerden oluşan, hayatta kalmaları için başkalarının sulanmasına bağlı olan ve en ufak bir ihmalde solan sözde ‘yeşiller’. Bu bitkiler, ağaçlar gibi kendi kendine yetmiyor; kendimizi yeşili sevdiğimiz yalanımıza ikna etmek için verdiğimiz mücadele.

Öte yandan yaşadığımız kentlerde yetkililer, bölgeye ve şehir manzarasına uygun olduklarından emin olmak için ağaçları bile seçiyorlar. Burada yaptığımız gibi kesilmiş ağaçların yerine fidan adına süs bitkileri dikiyorlar.

Bu, Dünya ile artan kopukluğumuzu gösterir. Yaprak döken ağaçlar istemiyoruz, yeşil alanlarımızda böcek istemiyoruz (balkonda, çatıda ya da yerde), kuşları sevmiyoruz, kertenkele ve yılanları sevmiyoruz, çamur ve toprağı sevmiyoruz. Bu nedenle kentsel alanın her santimini betonla döşüyoruz. Öyleyse, Doğa Ana’nın tam olarak nesini seviyoruz?

Devletin yerleşim alanlarında ağaçların kesilmesinden rahatsız olanlar bile kendi mahallelerinde onları kurtarmak için ne yapacaklarını bir an önce düşünmelidir. Bir an önce “sadece bir ağaç” zihniyetini değiştirmeliyiz. Ağaçların hem saygıya hem de korunmaya ihtiyacı vardır.

Paylaşın

Zorluk doğanın nezaketidir!

İyilik, kişinin düşmanlarına karşı düşünceli olma yeteneği olarak tanımlanır. Doğa kibar bir düşman mı? İnsanları rahatsız eden bir soru şudur: ‘Neden dünyada, hayatta bu kadar çok kabalık olsun?’ Gizli bir amaç mı var yoksa hayat bir dizi kaza mı? Hayat, rastgele bir kaza dizisi olarak değil, amaçlı bir fenomen olarak görülüyorsa, zorlukların yaşamdaki yerini ve anlamını anlamalıyız. Küstahlığı silmenin tek yolu nazik olmaktır. Bu silgiyi kaybetmemeliyiz.

Haber Merkezi / Bu zorlukları nasıl sileriz? Hayatın bizim sevdiğimiz ve sevmediğimiz şeylere göre olmayacağını anlamalıyız. Nehir bizim isteklerimize göre akmayacak. Deniz dalgalarının yükselişi ve alçalması, sularını kullananların istekleri tarafından belirlenmez. Güneş bizim hayal gücümüze göre doğmayacak veya batmayacak.

Bilgelik, gündüz-gece döngüsüyle uyum içinde çalışmayı ve dinlenmeyi seçmede yatar. Diğer hayvanlar uyurken gecenin yaratıkları güneşsiz gökyüzünün karanlığında sinsi sinsin avlanır ve çiftleşir. Doğa kendi başına ne naziktir ne de zalimdir. Zorlukları doğanın iyilik eylemleri olarak görebiliriz. Zorluklar karşısında, ağırlık antrenmanındaki ter ve yorgunluk kasların güçlenmesine yol açtığı gibi, aksi takdirde uykuda kalacak hayatta kalma becerilerini geliştiremeyiz. Aslında, her şey önceden yazılmış bir senaryoya göre ilerleseydi hayat çok sıkıcı olurdu.

Zorluklarla ilişkilendirdiğimiz olumsuz duyguların çoğu kendi yarattığımız şeylerdir. Bir durumu zor olarak algılıyoruz ve bu yüzden durum zor görünüyor.

Bir zamanlar aptal bir oğlu olan bir kral vardı. Gelecekteki rolü için onu yetiştirmek için elinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştı, ancak genç prens sadece daha da kötüye gitti. Bir gün kendini bir tavuk olmayı hayal etti. Bir masanın altına oturdu ve dışarı çıkması istendiğinde, “Ben bir tavuğum” dedi. Bir aziz, prensin kimlik krizini çözmeyi teklif etti. O da masanın altından prense katıldı. Prens, “Ben bir tavuğum. Yanıma oturma. ” Aziz cevap verdi, “Ben de bir tavuğum, ama oradaki insanlar bizim tavuk olduğumuzun farkında değiller.” Prens ile bir ilişki kurdu. Yavaş yavaş, aziz yemek masasına oturdu ve prensin yemesini sağladı ve tavukların insanların yapabileceği her şeyi yapabileceğini kanıtlamaları gerektiğini söyledi. Böylece aziz adım adım prensi normale döndürdü.

Doğa bize benzer şekillerde öğretir – hoş görünmeyen deneyimler – bizi küstahlığımızdan ve kibirimizden kurtarır. Nezaketi kabul etmeliyiz.

Sorunlardan nasıl kurtuluruz? İlk olarak, sorunları olumsuz olarak görmeyin. Onlara hayati beceriler konusunda eğitim alanı olarak bakın ve onlardan öğrenirken bile onlardan zevk alın. Bir sorunla karşılaştığınızda şikayet etmek yerine çözümün ne olabileceğine odaklanın. Sorunun kurbanı değil, çözümün bir parçası olun.

Paylaşın