İstanbul: Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi

Dünyanın en önemli kültür, turizm, sanat, finans ve ticaret merkezlerinden biri olan İstanbul, gezilecek yerleri ve tarihi yapılarıyla dikkat çekiyor. Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi; İstanbul’un Fatih İlçesi, Beyazıt Meydanı’nda yer almaktadır.

Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi II. Beyazıt Külliyesine ait olan Beyazıt Medresesi içindedir. Daha önce giriş kapısının sağında, büyük dikdörtgen havuz bulunduğundan, halk arasında “Havuzlu Medrese” olarak da tanınmaktadır.

Padişah II. Beyazıt tarafından 1506-1508 yıllarında yaptırılmıştır. Müzenin bulunduğu medresenin tarihçesi: Medresenin inşası, 1506-1508 de tamamlanmıştır. Caminin inşası 1497-1506 yılarındadır, Ancak Vakıflar Genel Müdürlüğündeki Vakfiye, 1505 tarihini taşımaktadır. Bu durum, Caminin tamamlandıktan sonra, külliyenin vakıf kapsamına alındığını Beyazıt Medresesinin vakfiyesinde, şeyhülislamların müderrislik yapması şart koşulmuştur.

Ancak şeyhülislamların işlerinin yoğunluğu nedeni ile, eğitim için yerlerine vekil tayin ettikleri ve böylece ders vekaleti müessesesinin doğduğu anlaşılmaktadır. Camiinin kuzey batısında ve biraz uzağında olan klasik medrese planındaki II. Beyazıt Medresesi, merkezi bir dershanenin üç tarafında, 19 odadan oluşmuştur.

Bina tamamen kesme taştan yapıldığı halde dershane bir sıra taş ve bir sıra tuğladandır. Sade silmeli, girişte kırmızı beyaz taşlar ve tacındaki tomurcuklarla ekleyici bir görünümü vardır. Baklavalı köşeliklere oturan kubbeli, iki yanında setlere sahip bir alandan sonra basık kemerli sade silmeli kapıyla karşılaşılır. Kapı üzerinde, sarı ve siyah boya ile yapılmış Rumî ve hatâîlerden oluşan bir alınlık bulunmaktadır.

Giriş kapısı yanlarındaki birer pencerenin söveleri, pembe mermerden yapılmıştır. Normal odalar, kareye yakın planlıdır. Köşe odalar ise daha büyüktür. Köşe odalarda, üç adet alt, bir adet üst pencere bulunmaktadır. Her odada ocak ve dolap yerleri vardır. Sağ kolda ayrıca önü avluya açılan setli bir yazlık oda bulunmaktadır. Revak 25 kubbelidir. Sol kolda üstü tonozlu bir geçit yer almaktadır. Bu geçidin işlevi anlaşılmamaktadır. Bir olasılıkla, buraya bağlı bir bölüme geçiş için kullanıldığı düşünülmektedir.

Dershane binası, revaklardan 3.65 metre uzakta olup aralarında sadece bir duvar bağlantısı vardır. Dokuz alt ve on iki üst penceresi bulunmaktadır. Yanlarda birer dolap yeri vardır. Ocak bulunmamaktadır. Kubbe kemeri yuvarlak, kapı kemeri pembe beyaz mermerdendir ve kubbe kasnağı sekiz kemerlidir. Giriş kapısı önünde, ince mermer sütuna basan ve sonradan eklendiği tahmin edilen ahşap bir saçak vardır.

Şadırvan, kaidesiz altı sütun üstünde, baklava başlıklı bir saçağa sahiptir. Havuz kısmı ise, sekiz kemerli olup, sade bir eserdir. Gerek dershane, gerek medrese kapısında kitabe yoktur. Medrese, birçok onarım görmüştür. Beyazıt Medresesi, medreselerin kapatılmasından sonra, evrak tevzi yeri, fakirler için yerleşme yeri, bir süre yurt ve nihayet Belediye Müzesi ve Umumi Kütüphane olarak kullanılmıştır. 1943’dan sonra Gazanfer Ağa Medresesi’nin onarımı üzerine, Belediye İnkılâp Müzesi, Beyazıt Medresesi’nden Gazanfer Ağa’ ya taşınmış burada sadece kütüphane kalmıştır.

İlk defa, 1968 yılında Yavuz Selim Medresesi’nde açılan Yazı Müzesi, Bayezit Medresesi’nin Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmesinden sonra, 28 Ekim 1984 tarihinde, Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi adı ile ziyarete açılmıştır. Yazma ve levha eserlerin yanı sıra, çeşitli malzeme üzerine, (taş, cam, kumaş, maden) yazılmış eserlerin bulunduğu müzede, 277 adedi sergide olmak üzere toplam 3638 eser mevcuttur.

Dershane odasında da kutsal emanetler sergilenmektedir. Müzedeki eserler, yazı çeşitlerine göre ayrılarak, eğitici olması ön planda tutularak sergilenmiştir. Müze bahçesinde, Ahmet Ziya Bey tarafından yapılmış iki güneş saati bulunmaktadır. Müze restorasyon nedeni ile ziyarete kapalıdır.

İstanbul’un kısa tarihi

İstanbul’un tarihi, Yenikapı Theodosius Limanı kazılarıyla gün ışığına çıkan Neolitik çağ yerleşimiyle, 8500 yıl geriye uzanmış, bu süreçte kentin geçirdiği kültürel, sanatsal, jeolojik değişim ve kent arkeolojisi hakkında yeni bir dönem açılmıştır. Şüphesiz, İstanbul’un tarihi ile ilgili en göze çarpan özelliği, Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorluğu gibi üç evrensel imparatorluğa başkentlik yapmış olmasıdır.

M.S. 4. yüzyılda Roma İmparatorluğu çok genişlemiş; İstanbul, stratejik konumundan dolayı, İmparator Büyük Konstantin tarafından Roma’nın yerine yeni başkent olarak seçilmiştir. Kent 6 yılı aşkın bir sürede yeniden düzenlenmiş, surlar genişletilmiş, tapınaklar, resmi binalar, saraylar, hamamlar ve hipodrom inşa edilmiştir. 330 yılında yapılan büyük merasimlerle, kentin, Roma İmparatorluğu’nun başkenti olduğu resmen açıklanmıştır.

Yakın çağın başladığı dönemde İkinci Roma ve Yeni Roma adları ile anılan kent, daha sonra “Byzantion” ve geç devirlerde Konstantinopolis olarak adlandırılmıştır. Halk arasında ise kentin adı tarih boyunca “Polis” olarak anıla gelmiştir. Büyük Konstantin’den sonraki imparatorların da şehri güzelleştirme çabalarının devam ettiği anlaşılmaktadır. Kentteki ilk kiliseler de Konstantin’den sonra inşa edilmiştir. Batı Roma İmparatorluğu’nun 5. yüzyılda çökmesi nedeniyle, İstanbul, uzun seneler Doğu Roma İmparatorluğu’nun (Bizans) başkenti olmuştur.

Bizans döneminde yeniden inşa edilen kent, surlarla tekrar genişletilmiştir. Günümüzdeki 6492 m. uzunluğundaki ihtişamlı şehir surları, İmparator Il. Theodosius tarafından yaptırılmıştır. 6. yüzyılda nüfusu yarım milyonu aşan kentte, İmparator Justinyen idaresinde bir altın çağ daha yaşanmıştır. Günümüze kadar ulaşan Ayasofya, bu dönemin bir eseridir. 726-842 yılları arasında kara bir devir olan Latin egemenliği, 4. Haçlı seferinin 1204 yılında şehri istilası ile başlamış, tüm kilise ve manastırlar ile abidelere kadar şehir yıllar boyu talan edilmiştir. 1261’de idaresi tekrar Bizanslıların eline geçen kent, eski zenginliğine tekrar kavuşamamıştır.

İstanbul, 53 günlük bir kuşatma sonrası, 1453’te Türklerin eline geçmiştir. Fatih Sultan Mehmet’in savaş tarihinde ilk defa kullanılan iri boyutlardaki topları, İstanbul surlarının aşılmasının önemli bir sebebidir. Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti buraya taşınmış, ülkenin çeşitli yerlerinden getirilen göçmenlerle şehir nüfusu arttırılmış, boş ve harap olan şehrin imar çalışmalarına başlanmıştır. Şehrin eski halkına din hürriyeti ve sosyal haklar tanınarak, yaşamlarını sürdürmeleri sağlanmıştır. Fetihten yüzyıl sonra ise Türk Sanatı şehre damgasını vurmuş, kubbeler ve minareler şehir siluetine hakim olmuştur.

16. yüzyıldan itibaren Osmanlı Sultanlarının Halife olmalarından ötürü, İstanbul tüm İslam dünyasının da merkezi olmuştur. Sultanların idaresinde şehir tamamen imar edilmiş, büyüleyici bir atmosfere bürünmüştür. Eski akropolde kurulu Sultan Sarayı, Boğaziçi’nin ve Haliç’in eşsiz manzarasına hakim kılınmıştır. 19. yüzyıldan itibaren Batı dünyası ile sıklaşan temaslar sonrası, camiler ve saraylar, Avrupa mimarisi tarzında, Boğaziçi kıyılarına inşa edilmeye başlanmıştır.

Kısa sürede inşa edilen birçok saray, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminin de sembolleridir. 20. yüzyılın başında, İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu’nun sona ermesine şahit olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu parçalanırken ve iç ve dış düşmanlar kendi payları için mücadele ederken; Mustafa Kemal Atatürk, Türk Milletinin desteğini alarak, silah arkadaşları ile birlikte, vatan toprağının kurtarılması için mücadeleye girişmiştir. Milletin iradesi ile kazanılan Kurtuluş Savaşı’nı müteakiben; Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde, 1923’te Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur.

Bu süreçte, başkentin Ankara’ya taşınması, İstanbul’un önemini değiştirmemiştir. Bu eşsiz şehir, büyüleyici görünümü ile dünya üzerindeki en önemli kültür-turizm-sanat-finans ve ticaret başkentlerinden biri olmayı sürdürmektedir.

Paylaşın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir