Bir Suç Başyapıtı: “Yabancı”

Stephen King’in “Yabancı (The Outsider)” adlı eseri, öncelikle korku, gizem ve gerilim türlerini seven yetişkinlere hitap ediyor. King’in romanları, karmaşıklıkları, derinlikleri ve okuyucuları geniş bir tercih yelpazesi sunmasıyla biliniyor.

Haber Merkezi / “Yabancı”, bir yandan açıklanamayan olayları, bir yandan da iğrenç bir suçu çözmenin karmaşıklığını derinlemesine inceliyor. Roman, okuyucuya, hem gerilim hem de entelektüel meydan okuma hissi sunuyor.

Örneğin, romanında yer alan “İnsanlar kendi gerçeklik algılarının dışında kalan açıklamalara karşı kördürler” sözü, önyargılı veya yerleşik fikirlere meydan okuyor.

“İnsanlar açıklamalara karşı kördür”: Bu ifade, bireylerin dar görüşlü olabileceği veya alternatif açıklamaları veya bakış açılarını dikkate alma konusunda dirençli olabileceği anlamına geliyor.

“Onların gerçeklik algısının dışında kalanlar”: King, deneyimlerimiz, inançlarımız ve kültürel yetiştirilme tarzımız tarafından şekillendirilen gerçeklik anlayışımızın, halihazırda doğru olarak algıladığımız şeylerden sapan açıklamaları kavrama veya kabul etme yeteneğimizi sınırlayabileceğini öne sürüyor.

Romandan alınan cümle, bireylerin mevcut inançları veya dünya görüşleriyle çelişen bilgileri reddetme eğiliminde olduğu bilişsel uyumsuzluk psikolojik kavramını vurguluyor. Kökleşmiş önyargıların üstesinden gelmenin ve yerleşik gerçekliğimize meydan okuyabilecek farklı bakış açıları ve açıklamaları dikkate almaya açık olmanın zorluklarına işaret ediyor.

Bilinmeyen, doğaüstü ve insan ruhuna ilişkin temaları keşfetmesiyle bilinen “Yabancı” bağlamında alıntılanan cümle, karakterlerin geleneksel açıklamalara meydan okuyan ve onları kendi durumlarını sorgulamaya zorlayan olayları kabul etme veya anlama mücadelelerine gönderme yapıyor olabilir.

Cümle aynı zamanda, Stephen King’in pek çok eserinde yinelenen bir tema olan, alışılmadık veya rahatsız edici olanla yüzleşmek gibi daha geniş bir temayı da yansıtıyor olabilir.

“İnsanlar, kendi gerçeklik algılarının dışında kalan açıklamalara karşı kördür” sözü, insan davranışlarına ve bilişine dair derin bir içgörüyü özetliyor: Bildiğimiz ve anladığımız şeylere bağlı kalma veya yerleşik inançlarımıza meydan okuyan fikirleri veya açıklamaları reddetme, bunlara direnme eğilimimiz.

“İnsanlar kördür” ifadesi, görüşümüzü engelleyen bir perde imgesini çağrıştırarak, mevcut inançlarımızın ötesini algılama konusundaki yetersizliğimizi veya isteksizliğimizi simgelemektedir. Bu körlük fiziksel bir körlük değil, tanıdık gerçekliğimizin sınırları dışındaki kavram veya olguları kavramamızı sınırlayan bilişsel ve duygusal bir engel.

‘Gerçeklik algımız’ yetiştirilme tarzımızın, kültürümüzün, deneyimlerimizin ve inançlarımızın karmaşık bir etkileşimi ile şekillenir. Bize bir düzen ve anlayış duygusu sağlayarak, dünyayı yorumladığımız bir çerçeve görevi görür.

Stephen King, bu algısal çerçevenin istemeden de olsa zihinsel bir filtre görevi görebileceğini, onunla uyuşmayan fikirleri veya açıklamaları eleyebileceğini ima ediyor.

Zihin, çoğu zaman tutarlılık duygusunu sürdürmeye çalışır ve çelişkili veya zorlayıcı bilgiler rahatsız edici veya sıkıntı verici bulabilir. Bu, bireylerin çatışan inançları veya fikirleri reddederek iç uyumu sürdürmeye çalıştıkları bilişsel uyumsuzluk gibi psikolojik teorilerle uyumludur.

Sıradan ile doğaüstü arasındaki çizgileri bulanıklaştıran bir roman olan “Yabancı” bağlamında bu cümle, karakterlerin geleneksel açıklamalara meydan okuyan olayları anlamlandırma mücadelesine ışık tutuyor.

Hikaye onların gerçeklik anlayışına meydan okuyacak, onları önyargılı fikirleriyle boğuşmaya ve bilinmeyenin olasılığını kabul etmeye zorlayacak şekilde gelişiyor. Stephen King’in bu temalara ilişkin araştırması kurgunun ötesine geçiyor ve daha geniş insan deneyimini yansıtıyor.

Okuyucuları kendi bilişsel sınırlamaları üzerinde düşünmeye teşvik ederek, onları açık fikirlilik geliştirmeye ve tanıdık gerçekliklerinin dışında kalan açıklamaları veya bakış açılarını dikkate almaya teşvik ediyor. Bu sayede King bizi algısal körlüğümüzün perdeleriyle yüzleşmeye davet ediyor.

Paylaşın

Picasso’nun Başyapıtı “Saatli Kadın” 139 Milyon Dolara Satıldı

Pablo Picasso’nun başyapıtı “Saatli Kadın”, New York’taki Sotheby’s müzayedesinde 139,3 milyon dolara satıldı. Eser, sanatçının bugüne kadar satılan resimleri arasında en yüksek ikinci fiyata sahip oldu.

Tablo, müzayedeye çıkmadan önce değeri 120 milyon doların üzerindeydi.

Picasso’nun 1932 yılında yaptığı “Saatli Kadın” tablosunda İspanyol sanatçının yol arkadaşlarından ve ilham perilerinden olan Fransız ressam Marie-Therese Walter yer alıyor.

1973 yılında 91 yaşındayken vefat eden Pablo Picasso’nun ölümünün üzerinden yarım yüzyıl geçmesine rağmen hâlâ modern zamanların en etkili sanatçıları arasında sayılıyor ve yaratıcı bir deha olarak kabul ediliyor.

“Femme a la montre”, Sotheby’s’in bu yıl 102 yaşında ölen New Yorklu sanat hamisi Emily Fisher Landau’nun koleksiyonunda bulunuyordu.

Sotheby’nin empresyonist ve modern sanat başkanı Julian Dawes, Landau’nun oturma odasında asılı olan Picasso tuvalini “her açıdan bir başyapıt” olarak nitelendirdi.

Dawes, eserle ilgili “1932’de yapılan bu resim, neşeli ve tutkulu bir vazgeçmişlikle dolu ama aynı zamanda tamamen düşünülmüş ve kararlı” dedi.

Picasso’nun “altın ilham perisi” olarak kabul edilen Marie-Therese Walter, onun Christie’s’de sergilenecek bir başka eserinde de yer alıyor. ‘Uyuyan Kadın’ın (Femme endormie) 25-35 milyon dolara satılacağı tahmin ediliyor.

Marie-Therese, ayrıca 2021 yılında 103,4 milyon dolara satılan “Femme assise pres d’une fenêtre” adlı eserde de yer aldı.

Picasso’nun 1932 tarihli bir başka tablosu 2010 yılında 106 milyon dolara satıldı. En pahalı Picasso tablosu 179,4 milyon dolara satılan 1955 tarihli “Cezayirli Kadınlar (Versiyon O)” adlı yağlı boya çalışmasıydı.

Bu rekor, Kasım 2017’de Leonardo da Vinci’ye atfedilen “Salvator Mundi” tablosunun 450 milyon dolara satılmasıyla kırıldı.

Paylaşın

İsrail – Filistin Çatışmasını Ve Etkilerini Anlatan 6 Kitap

İsrail – Filistin Savaşı, Hamas’ın silahlı kanadı Kassam Tugaylarının Aksa Tufanı operasyonu ve İsrail’in Gazze’de devam eden bombardımanının ardından bir kez daha dünyanın gündeminde.

Haber Merkezi / İsrail – Filistin savaşını daha geniş tarihsel bağlamına yerleştirmenize ve bu bölgede hızla gelişen gelişmeleri anlamanıza yardımcı olabilecek altı kitabı sizler için seçtik.

Michael B. Oren’ın Altı Gün Savaş: Haziran 1967 ve Modern Ortadoğu’nun Oluşumu

1967 Arap – İsrail savaşı, yalnızca altı gün sürmesine rağmen kalıcı sonuçlar doğurdu ve Yom Kippur Savaşı gibi sonraki krizleri de şekillendirdi. Michael B. Oren’in ‘Altı Gün Savaş’ kitabı bu önemli olayın kapsamlı bir anlatımı olarak karşımıza çıkıyor. Michael B. Oren’in çalışması, çatışmayı ve sonrasındaki çatışmaları anlamak için hayati bir kaynak olmaya devam ediyor.

Ari Shavit’in Vaat Edilen Topraklarım: İsrail’in Zaferi ve Trajedisi

Ari Shavit’in “Vaat Edilen Topraklarım” adlı kitabı İsrail’in karmaşık tarihi ve güncel sorunlara dair derinlemesine bir bakış açısı sunuyor. Kitap yalnızca İsrail’in kökenlerini araştırmakla kalmıyor, aynı zamanda İsrail’in varoluşsal sorularına ve güncel tehditlerine de değiniyor.

Ghada Karmi’nin Fatima’nın İzinde: Bir Filistin Hikayesi

Ghada Karmi’nin Filistin’deki çocukluğunu, büyük bir ayaklanmanın ardından Britanya’ya taşınmasını ve Kuzey Londra’nın bir Yahudi banliyösü olan Golders Green’deki gelişim yıllarını anlatıyor. Fatima’nın İzinde, Orta Doğu’daki önemli siyasi olaylarla harmanlayan son derece kişisel bir anlatıdır.

Kitap, yerinden edilme ve kimlik kaybı gibi incelikli zorlukları derinlemesine inceleyerek, ait olma duygusu bulmakta zorlanan yerinden edilmiş pek çok birey adına konuşuyor.

David Grossman’ın ‘Ülkenin Sonuna’

David Grossman’dan son sayfasına değin soluk soluğa okunan bir başyapıt: Ülkenin Sonuna. Grossman, muazzam kurgusu ve okurunu yanı başına çeken doğrudan anlatımıyla her şeyin mümkün göründüğü gençlik günlerinden yetişkinliğin burukluğuna ve aşktan sağ çıksalar da yaşama yenik düşen insanlara dair sarsıcı bir öykü anlatıyor.

Ülkenin Sonuna’nın odağında kötü bir haber alacağından emin olan bir kadın, Ora yer alıyor ve Ora, bu haber geldiğinde evde bulunmamak için uzun bir yolculuğa çıkıyor. Grossman, sökülen bir kumaş gibi ilmek ilmek açılan bu büyük romanda Ora’nın öyküsünü üzerinde yaşadığı fakat siyasetine pek de kafa yormadığı topraklara, o toprakların yadsınamaz hakikatini de kurguya karıştırıyor ve çiçek kokularının arasına kaybetme korkusunu, mavi gökyüzünün altına insan ruhunun koyu karanlıklarını yerleştiriyor.

Yaşamları bir hastanenin karantina koğuşunda kesişen Ora, Avram ve İlan’ın arasındaki bağlar giderek karışıp düğümlenirken bölgenin geçmişi, insanlarının yaşamlarıyla birlikte çözülüyor ve yaşamın ağırlığından sıyrılmak için uzağa, daha uzağa, ülkenin sonuna yürüyen Ora, ayaklarını bastığı toprak yavaş yavaş dağıldığı sırada kelimelere sarılıyor.

Noam Chomsky’nin ‘Filistin Üzerine Konuşmalar’

İsrail’in 2014’te yaptığı son kapsamlı operasyon olan Koruyucu Hat Operasyonu’nda 2300 Filistinlinin ölümü, binlercesinin yaralanması ve yerlerinden sürülmesi İsrail için yeni bir toprak gaspının önünü açtı. Filistin’in dayanışmaya duyduğu ihtiyaç hiç bu kadar çok olmamıştı.

İsrail’in açıkça uluslararası yasaları çiğnemeye devam etmesi ve bu duruma Batı’nın sessiz kalması hepimizin insanlığımızı sorgulamamız noktasında hayati bir önem taşıyor. Filistin’de yaşanan haksızlık bütün dünyayı etkiliyor. Meksika yoluyla Ferguson’dan Atina’ya açıkça görülüyor ki İsrail’in kullandığı sindirme araçlarını pek çok hükümet kullanıyor. Aynı taktiklerin, metotların ve araçların kullanılışı bize bunun sadece Filistinlilerle kalmayacağını gösteriyor.

Filistin Üzerine Konuşmalar’da dünyaca ünlü iki akademisyen Noam Chomsky ve Ilan Pappé Filistin’in kurtuluş mücadelesini dünya kamuoyuna duyurmak ve İsrail’in insan hakları ihlallerini durdurmak için uluslararası toplumun nasıl baskı kurabileceğini ve Filistinlilerin önünde uzanan yolu tartışıyorlar.

Herkesin bildiğini düşündüğü, ancak aslında bilmediği Filistin sorununu tüm yönleriyle anlamak için kulak verilmesi gereken iki ses…

Meron Benvenisti’nin ‘Kutsal Topraklar’

Meron Benvenisti’nin Kutsal Toprakları, Filistin’in İsrail’e dönüşümünün izini sürüyor. Benvenisti’nin Kutsal Toprakları, bölgeyi İbranice isimlerle haritalandıran coğrafyacı babasıyla birlikte yaptığı ilk seyahat deneyimlerine dayanıyor.

Kitabında, savaşın, yıkımın ve yerinden edilmenin bölgeyi nasıl değiştirdiğini irdeleyen Benvenisti, bu durumun politik soruları nasıl gündeme getirdiğini de araştırıyor. Benvenisti kitabında, bölgenin hem İsrailliler hem de Filistinliler için ortak bir vatan olabileceği umudunu da sürdürüyor.

Paylaşın

AP’nin “Sakharov Ödülü” Jina Mahsa Amini’ye Verildi

16 Eylül 2022 yılında 22 yaşındayken hayatını kaybeden Jina Mahsa Amini, Avrupa Parlamentosu (AP) tarafından verilen Sakharov Düşünce Özgürlüğü Ödülü’ne layık görüldü. Ödül töreni 13 Aralık’ta gerçekleştirilecek.

22 yaşındaki Jina Mahsa Amini, geçen yıl başkent Tahran’a yaptığı bir gezi sırasında, “başörtüsünü kurallara uygun şekilde takmadığı” gerekçesiyle ahlak polisi tarafından gözaltına alındıktan sonra hayatını kaybetmişti.

Avrupa Parlamentosu (AP) Başkanı Roberta Metsola, Perşembe günü Strazburg’da yaptığı açıklamada, Amini’nin 16 Eylül 2022’de 22 yaşındayken hayatını kaybetmesinin İran’da tarih yazan bir kadın hareketine yol açtığını söyledi.

Metsola, Amini’nin ölümünün protesto edildiği gösterilerde sıkça tekrarlanan “Kadın. Yaşam. Özgürlük” sloganına atıfta bulunarak, bunun İran’da “eşitlik, onur ve özgürlük için ayağa kalkan herkesin sloganı” haline geldiğini belirtti.

Kürt kökenli Mahsa Amini’nin, tesettür kurallarına tam uymadığı gerekçesiyle ahlak polisi tarafından gözaltına alındıktan sonra hastanede ölmesi üzerine ülke genelinde rejim karşıtı gösteriler düzenlenmişti.

Sakharov Düşünce Özgürlüğü Ödülü, 1988 yılından bu yana AB Parlamentosu tarafından insan hakları, azınlıkların korunması, uluslararası hukuka saygı ve düşünce özgürlüğüne özellikle önem atfeden kişi ve kurumlara veriliyor.

50 bin euro değerindeki ödül, Sovyet fizikçi ve Nobel Barış Ödülü sahibi Andrey Sakharov’un (1921-1989) adını taşıyor. Ödül töreni 13 Aralık’ta gerçekleştirilecek.

Sakharov Ödülü’ne bu yıl; Afgan eğitim aktivistleri Marzia Emiri, Parasto Hakim ve Metiullah Wesa, Gürcü hukukçu Nino Lomjaria ve Gürcistan’ın Avrupa yanlısı halkı, Ugandalı iklim aktivisti Vanessa Nakate, Nikaragualı insan hakları savunucuları Vilma Nunez de Escorcia ve Mgr Rolando Jose Alvarez Lagos ile farklı ülkelerden kadın hakları savunucuları Justyna Wydrzynska, Morena Herrera ve Colleen McNicholas aday gösterilmişlerdi.

Ne olmuştu?

22 yaşındaki Jina Mahsa Amini, geçen yıl başkent Tahran’a yaptığı bir gezi sırasında, “başörtüsünü kurallara uygun şekilde takmadığı” gerekçesiyle ahlak polisi tarafından karakola, birkaç saat sonra ise polis gözetiminde hastaneye götürüldü.

O esnada genç kadının baygın, hatta ölmüş olabileceğinden şüpheleniliyor. Üç gün sonra, 16 Eylül’de yapılan resmî açıklamada ise Mahsa’nın öldüğü duyuruldu. Jina Mahsa Amini’nin memleketi olan İran’ın batısındaki Kürt kasabası Sakkız’daki cenaze töreni sırasında başlayan protestolar, hızla ülke geneline yayıldı.

Çoğunluğu genç kadınlardan oluşan protestocular, başörtülerini çıkararak eylem yaptı. Bu mitingler, 1979’da İslam Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana en büyük ve en uzun soluklu protestolara dönüştü. Tahran hükümeti, buna büyük bir baskı ve şiddetle karşılık verdi.

Kesin rakamlar bilinmemekle birlikte, bağımsız insan hakları örgütlerine göre, İran’da güvenlik güçleri 16 Eylül 2022 ile Ocak 2023 sonu arasındaki protestolarda 17’si çocuk olmak üzere en az 527 göstericiyi öldürdü.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Küçük Kadınlar: Feminist Temalar, Hırsın Ve Dostluğun Değeri

ABD’li yazar Louisa May Alcott’un “Küçük Kadınlar” adlı romanı, kardeşliği, ergenliği, feminist temaları, tarihsel bağlamı, ahlaki dersleri ve duygusal yankıyı tasvir etmesi nedeniyle unutulmaz eserler arasında yer alıyor.

Haber Merkezi / Romanda yer alan karakterler, bize bağımsızlığın, sorumluluğun, nezaketin, hırsın ve dostluğun değerini öğretiyor.

Romanda geçen, “Hediyeler olmadan Noel, Noel olmaz!” cümlesi, Jo March karakterinin duygusunu yansıtıyor ve tatilin özünü yakalıyor. Cümle, hediyelerin tatille geleneksel ilişkisini de belirtiyor.

Hediyelerin Noel kutlamalarına getirdiği neşeyi ve beklentiyi vurgulayan cümle, aynı zamanda tatil döneminde paylaşmanın da önemine işaret ediyor.

‘Küçük Kadınlar’ romanının popüler karakterlerinden neler öğrenebiliriz?

Jo March: Jo March bize bağımsızlığın ve hırsın değerini öğretiyor. Özellikle yazılı alanda hayallerinin peşinden koşma konusundaki sarsılmaz kararlılığı, bize toplumsal beklentilerin arzularımızı sınırlamaması gerektiğini hatırlatıyor. Jo’nun karakteri bizi bireyselliğimizi benimsemeye ve geleneksel toplumsal cinsiyet rollerinden kurtulmaya teşvik ederek kendimize sadık kalmanın önemini vurguluyor.

Meg March: Meg, aile içindeki sorumluluk ve görev ideallerini temsil ediyor. Başkalarına, özellikle de kardeşlere bakmanın asil bir çaba olduğunu gösteriyor. Meg’in basit zevklerden ve ev hayatından memnun olması, mutluluğun günlük anlarda ve aile bağlarının sıcaklığında bulunabileceğini hatırlatıyor.

Beth March: Beth’in karakteri nezaketin, şefkatin ve empatinin bir kanıtı oluyor. Onun nazik doğası ve başkalarına karşı sarsılmaz iyi niyeti, düşünceli ve şefkatli olmanın önemini vurguluyor. Beth ayrıca bize, özellikle zorluklarla veya hastalıklarla karşı karşıya kaldığımızda cesaretin sessiz bir güçle nasıl geldiğini de öğretiyor.

Amy March: Amy’nin karakteri hırs ve kararlılığın değerini vurguluyor. Sanatsal tutkuları konusundaki amansız arayışı, sıkı çalışmanın ve kişinin zanaatına kendini adamanın öneminin altını çiziyor. Amy, hikaye boyunca büyüyüp olgunlaştıkça, bize kişisel gelişimin, kişisel düşünme ve tutarlı çaba yoluyla elde edilebileceğini öğretiyor.

Marmee (Margaret Mart): Marmee, kızları için ahlaki bir pusula görevi görüyor. Onun rehberliği şefkatin, alçakgönüllülüğün ve iyi işler yapmanın önemini vurguluyor. Marmee’nin İç Savaş ve ailenin mali mücadeleleri sırasındaki zorluklar karşısında gösterdiği güç, baskı altında dayanıklılığını ve zarafetini sergiliyor.

Laurie Laurence: Laurie’nin karakteri arkadaşlığın ve sevdiklerinin desteğinin değerini vurguluyor. March kardeşlerle olan yakın bağı bize güçlü ve şefkatli dostlukların derin etkisini hatırlatıyor. Laurie bize gerçek bağlantıların hayat yolculuğunda rahatlık ve neşe sağlayabileceğini öğretiyor.

‘Küçük Kadınlar’ romanını unutulmaz yapan unsurlar:

Kardeşlik ve Dostluk: March kardeşlerin arasındaki güçlü bağlar, Laurie ve diğerleriyle olan dostlukları, kişinin hayatında sevginin, desteğin ve dostluğun önemini vurguluyor. Kız kardeşliğin tasviri hikayenin merkezi ve iç açıcı bir yönü olmaya devam ediyor.

Çağın Gelişi: Ergenlikten yetişkinliğe geçiş yapan, büyümenin getirdiği zorluklar ve seçimlerle yüzleşen karakterleri takip ediyor. Okuyucular, karakterlerin kendini keşfetme ve kişisel gelişim yolculuğuyla bağlantı kurabiliyor.

Feminist Temalar: Roman, kadınların özlemleri, bağımsızlığı ve kariyer arayışı gibi feminist temaları ustaca tanıtıyor.

Tarihsel Bağlam: Amerikan İç Savaşı sırasında geçen roman, dönemin sosyal ve kültürel normlarına dair fikir veriyor. Savaş sırasında ailelerin karşılaştığı zorluklara ve dayanıklılığın önemine tarihsel bir bakış açısı sunuyor.

Ahlak Dersleri: Roman, Marmee karakteri aracılığıyla nezaket, empati, alçakgönüllülük ve iyi işler yapmanın önemi hakkında değerli ahlaki dersler veriyor. Bu dersler zamansızdır ve okuyucularda yankı uyandırmaya devam ediyor.

Duygusal Rezonans: Roman kahkahadan gözyaşlarına kadar çok çeşitli duyguları ortaya çıkarıyor. Duygusal derinliği ve karakterlerin ilişkilendirilebilirliği, kendilerini çoğunlukla hikayeye duygusal olarak bağlı bulan okuyucular üzerinde kalıcı bir etki yaratıyor.

Paylaşın

Blood Meridian: İnsanlığın Karanlık Tarafının Unutulmaz Hikayesi

20. yüzyılın en büyük Amerikan romanlarından biri olarak anılan Cormac McCarthy’nin ‘Blood Meridian’ adlı eseri, karanlık temaları, karmaşık karakterleri, tarihi – felsefi derinliği ve kültürel etkisiyle biliniyor.

Haber Merkezi /Kitaptaki Yargıç, Çocuk, Glanton Çetesi ve Tobin gibi karakterler, insan doğasının farklı yönlerinin simgeleri olarak hizmet ediyor ve hayatta kalma, hırs ve inanç temalarını öne çıkarıyor.

Romandan alınan, “Dans ediyor, dans ediyor. Asla ölmeyeceğini söylüyor.” cümlesi, karakterdeki canlılık duygusunu  ve meydan okumanın altını çizer. Romanda tasvir edilen sert dünyaya rağmen dans etmeyi, hayatın geçici anlarına kucak açmayı ve umutsuzluğa yenik düşmemeyi simgeler.

Cümle, bir bireyin ölümlülük ve kaçınılmaz zorluklar karşısında tam olarak yaşama kararlılığını öne süren bir tür kabadayılık olarak görülebilir. Cümle ayrıca, kitabın varoluşçuluk, insan ruhunun dayanıklılığı ve acımasız bir manzaradaki amansız anlam arayışı gibi kapsayıcı temaları özetler.

Kitabın popüler karakterlerinden neler öğrenebiliriz?

Yargıç (Yargıç Holden ): Esrarengiz ve son derece zeki Yargıç Holden, insan doğasının karanlık yönlerinin sembolü olarak hizmet eder. Karakteri zulüm, manipülasyon ve kontrolsüz güç potansiyelini vurgular. O, kötülüğün karizmatik ve zeki olabileceğini, insanın ahlaksızlığının derinlikleri hakkında uyarıcı bir figür olarak hizmet edebileceğini hatırlatır.

The Kid (Adam olarak da bilinir): The Kid’in yolculuğu hayatta kalma ve kendini keşfetme yolculuğudur. Onun karakteri bize romanda tasvir edilen dünyanın sert gerçeklerini ve böylesine acımasız bir ortamda hayatta kalmanın ne kadar zor olduğunu öğretir. The Kid’in hikaye boyunca geçirdiği dönüşüm, aşırı koşullar altında bile kurtuluş ve değişim potansiyelini gösterir.

Glanton Çetesi: John Joel Glanton liderliğindeki paralı askerler çetesi, medeniyetin ve ahlaki kısıtlamaların yokluğunda ortaya çıkabilecek kanunsuzluğu ve şiddeti temsil eder. Eylemleri, kontrolsüz hırsın yıkıcı doğasına ve zenginlik ve güç arayışında ortaya çıkabilecek vahşete dair bir yorum işlevi görür.

Tobin (Eski rahip): Tobin’in karakteri inanç ve onun kaybı temasını vurgular. Eski bir rahip olarak maneviyat ile dünyanın sert gerçekliği arasındaki mücadeleyi temsil eder. Yolculuğu, romanda tasvir edilen kadar acımasız bir dünyada din ve ahlakın rolüne ilişkin soruları gündeme getirir.

Kara parçası: Geleneksel anlamda bir karakter olmasa da Güneybatı Amerika’nın sert ve affetmeyen manzarası hikayenin merkezi unsurunu oluşturur. Doğanın insanların çektiği acılara karşı kayıtsızlığını ve karakterlerin karşılaştığı amansız zorlukları hatırlatır. Bu, doğanın hem güzel hem de zalim olabileceği, insan ahlakına kayıtsız kalabileceği fikrinin altını çizer.

‘Blood Meridian’in akılda kalıcı kitap yapan unsurlar:

Karanlık ve Cesur Temalar: Roman şiddet, ahlak, kötülüğün doğası ve insanlık durumu gibi zorlayıcı ve karanlık temaları ele alıyor.

Karmaşık Karakterler: ‘Blood Meridian’deki karakterler son derece karmaşık ve ahlaki açıdan belirsizdir. Özellikle esrarengiz Yargıç Holden, zekası, karizması ve derin kötü niyetiyle okuyucunun aklında kalan bir karakter.

Tarihsel ve Felsefi Derinlik: McCarthy, tarihsel ve felsefi unsurları anlatıya dahil ederek Amerika sınırına, açık kadere ve kontrolsüz hırsın sonuçlarına ilişkin daha derin bir anlam ve yorum katmanı sunuyor.

Kültürel Etki: edebiyat ve popüler kültür üzerinde önemli bir etkisi olan ve 20. yüzyılın en büyük Amerikan romanlarından biri olarak anılan ‘Blood Meridian’ çok sayıda yazar ve film yapımcısını etkilemiştir.

Paylaşın

Vaclav Havel Ödülü’ne Osman Kavala Layık Görüldü

Vaclav Havel Library ve Charta 77 Vakfı’nın iş birliğiyle 2013 yılından bu yana insan hakları savunucularına verilen Vaclav Havel İnsan Hakları Ödülü’ne bu yıl iş insanı Osman Kavala layık görüldü.

Haber Merkezi / Osman Kavala ödüle, Justyna Wydrzynska (Polonya) ve Yevgeniy Zakharov (Ukrayna) ile birlikte aday gösterilmişti.

Gezi davasında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum edilen iş insanı Osman Kavala, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) tarafından her yıl insan hakları savunucularına verilen Vaclav Havel İnsan Hakları Ödülü’ne layık görüldü.

Prag merkezli Vaclav Havel Library ve Charta 77 Vakfı ile iş birliği çerçevesinde 2013 yılından bu yana verilen ödül, bir plaket ve 60 bin eurodan oluşuyor.

Osman Kavala kimdir?

2 Ekim 1957 yılında Paris’te dünyaya gelen Osman Kavala’nın tama adı Mehmet Osman Kavala’dır. 1990’ların başından beri birçok sivil toplum kuruluşuna destek olmuştur. 2002’den beri kâr amacı gütmeyen bir kültür kurumu olarak faaliyetlerini sürdüren Anadolu Kültür’ün kurucusu ve yönetim kurulu başkanıdır. Uluslararası Af Örgütü’nün bağışçılarından biridir.

Türkiye’de risk altında olan kültürel mirasın korunmasına yönelik çabaları nedeniyle 2019 yılında Avrupa Arkeoloji Mirası Ödülü’ne layık görülmüştür. Yine 2019 yılında, İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi’nin demokratik toplum çalışmalarına katkıda bulunan ve ifade özgürlüğüne yönelik baskı altında olan kişilere verdiği “Ayşe Nur Zarakolu Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü”ne layık görülmüştür.

1 Kasım 2017 tarihinden bu yana tutuklu olan Osman Kavala, 25 Nisan 2022 tarihinde “hükûmeti ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmıştır.

Vaclav Havel İnsan Hakları Ödülü nedir?

Václav Havel İnsan Hakları Ödülü, Avrupa’da ve ötesinde insan haklarının savunulmasına yönelik “olağanüstü” sivil toplum eylemlerini onurlandıran, yıllık 60.000 Euro’luk bir ödüldür. Dünyanın her yerinde insan haklarını savunmak için çalışan kişiler, sivil toplum kuruluşları ve kurumlar aday gösterilebilir. Bugüne kadar kazanan on kişiden yedisi, ödülü aldıkları sırada insan hakları faaliyetleri nedeniyle tutuklu bulunuyordu.

Ödül, 2013 yılında Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, Václav Havel Kütüphanesi ve Charta 77 Vakfı tarafından oluşturuldu ve Çekoslovakya ve Çek Cumhuriyeti’nin eski Cumhurbaşkanı Václav Havel’in anısına verildi. Bu ödül, 2009 yılında oluşturulan ve her iki yılda bir verilen Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi İnsan Hakları Ödülü’nün yerini almaktadır. Ödül, Avrupa Konseyi’nin farklı kurumları tarafından verilen çok sayıda ödülden biridir ve hiçbir bağlantısı olmayan Václav Havel Yaratıcı Muhalefet Ödülü ile karıştırılmamalıdır.

Ödül, Parlamenterler Meclisi Başkanı ve insan hakları konularında uzman altı bağımsız kişiden oluşan bir jüri tarafından belirleniyor. Jüri, Ekim ayında genel kazananı belirlemeden önce her yıl Eylül ayında üç adaydan oluşan bir kısa liste hazırlar. Ödül, Strasbourg’da Parlamenterler Meclisi’nin sonbahar genel kurul toplantısında gerçekleştirilen özel bir törenle verilir. Eski Çek First Lady’si Dagmar Havlová da katılmaya davet edildi. Václav Havel Kütüphanesi her yıl ödülü kazananın onuruna Prag’da bir konferans düzenler.

Ödülün oluşturulmasına ilişkin anlaşma, 25 Mart 2013 tarihinde Prag’daki Czernin Sarayı’nda Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanı Jean-Claude Mignon, Václav Havel Kütüphanesi adına Marta Smolíková ve Profesör František Janouch tarafından imzalandı. Charta 77 Vakfı. Etkinliğin ev sahipliğini Çek Cumhuriyeti Başbakan Birinci Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Karel Schwarzenberg yaptı. 60.000 Avroluk ödülün yarısı Parlamenterler Meclisi, yarısı da Çek Dışişleri Bakanlığı tarafından bağışlanıyor.

Paylaşın

2023 Nobel Ekonomi Ödülü’nün Sahibi Belli Oldu: Claudia Goldin

2023 Nobel Ekonomi Ödülü’nü, eşitsizlik ve kadının istihdama katılımına odaklanan araştırmalarıyla bilinen Harvard Üniversitesi’nden Profesör Claudia Goldin’a verildi. 2022 Nobel Ekonomi Ödülü’nü Ben S. Bernanke, Douglas W. Diamond ve Philip H. Dybvig kazanmıştı.

Haber Merkezi / Nobel Ekonomi Ödülü olarak bilinen Alfred Nobel anısına verilen Sveriges Riksbank İktisadi Bilimler Ödülü’nü kazanan isim belli oldu. İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi’nden açıklanan duyuruya göre, komite Alfred Nobel anısına verilen 2023 Sveriges Riksbank İktisadi Bilimler Ödülü’nü ABD’li Claudia Goldin kazandı.

Claudia Goldin kimdir?

1946 doğumlu Claudia Goldin, Harvard Üniversitesi’nde ekonomi profesörüdür. Ayrıca NBER’de Cinsiyet Çalışma Grubu’nun eş direktörlerinden biridir ve Amerikan Ekonomisinin Gelişimi programının eski direktörüdür. Goldin’in çalışmaları kadın işgücü, gelir eşitsizliği, teknoloji ve eğitim gibi çeşitli konuları ele alır. Goldin, geçmişi inceleyerek güncel konuları araştırmasıyla bilinir.

İsveçli Alfred Nobel’in vasiyeti üzerine ölümünden sonra 9 Haziran 1900’de kurulan Nobel Vakfının insanlığa hizmette bulunanlara verdiği ödüller, dünyada en saygın ödüller olarak kabul ediliyor.

Nobel Ödülleri, İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi, İsveç Akademisi, Karolinska Enstitüsü ve Norveç Nobel Komitesi tarafından fizik, kimya, edebiyat, barış ve tıp olmak üzere 5 ayrı dalda en başarılı kabul edilen kişiler veya kuruluşlara veriliyor.

Bunlara ek Nobel Ekonomi Ödülü, 1968’de İsveç Merkez Bankasının Alfred Nobel’in anısına ekonomi dalında da ödül verilmesini kararlaştırmasıyla ilk kez 1969’da takdim edildi.

Nobel Ödülleri, her yıl, Alfred Nobel’in öldüğü 10 Aralık’ta düzenlenen törenle sahiplerine teslim ediliyor. Ödüllerin, 1901’deki başlangıcından bu yana verilmediği bazı yıllar da oldu. Toplamda 49 defa yapılan ödül iptallerinin çoğu Birinci ve İkinci Dünya savaşları sırasında gerçekleşti.

Yıllar içinde Nobel Ekonomi Ödülleri

2022 Nobel Ekonomi Ödülü’ne “bankalar ve ekonomik kriz araştırmalarından” dolayı Ben S. Bernanke, Douglas W. Diamond ve Philip H. Dybvig’in layık görülmüştü. 2021 Nobel Ekonomi Ödülü’nü ekonomistler David Card ile Joshua D. Angrist ve Guido W. Imbens kazanmıştı.

Ödül, 2020’de açık artırma teorisinin geliştirilmesine katkı sunan ABD’li ekonomistler Paul R. Milgrom ve Robert B. Wilson’a verilmişti. 2019 Nobel Ekonomi Ödülü’nü de küresel yoksullukla mücadele alanında yaptıkları çalışmalar dolayısıyla ABD’li iktisatçılar Abhijit Banerjee, Esther Duflo ve Michael Kremer kazanmıştı.

Paylaşın

Frankenstein: İnsanlığın Doğası Ve Toplumsal Reddedilme

Mary Shelley’nin yazdığı “Frankenstein”, yaşam yaratma fikrine takıntılı genç ve hırslı bilim insanı Victor Frankenstein’ın hikayesini anlatan Gotik bir romandır. Doktor, ceset parçalarından bir yaratık oluşturur ama dehşete düşer ve garip görünümünden dolayı onu terk eder.

Haber Merkezi / Yaratıcısı ve toplum tarafından reddedilen yaratık, Victor’dan intikam almak ister ve bu durum bir dizi trajik olaya yol açar. Roman, kontrolsüz hırsın tehlikeleri, bilimsel deneylerin sonuçları, insanlığın doğası ve toplumsal reddedilmenin etkisi gibi temaları irdeler.

Roman, etik, sorumluluk ile yaşam ve ölümün güçleriyle oynamanın sonuçları hakkında derin soruları gündeme getirir. “Frankenstein” edebiyat ve popüler kültür üzerinde kalıcı etki bırakan, zamansız bir klasiktir.

“Dikkat; çünkü ben korkusuzum ve bu nedenle güçlüyüm.” romandan bir cümle…

Romanın baş kahramanı yaratık bu cümleyi kendi gücünün ve kararlılığının bir beyanı olarak söyler. Yaratıcısı Victor Frankenstein’la yüzleşmekten korkmadığını öne sürer ve korkusuzluğunun farkındadır. “Bu nedenle” ifadesi korkusuzluk ile güç arasında bir bağlantı olduğunu ima eder ve yaratığın korkusuzluğunun onu güçlendirdiğini vurgular.

Cümlede, trajik bir ironi var çünkü yaratığın korkusuzluğuna ve güç arzusuna rağmen toplumdan dışlanmış ve toplumun önyargı ve korkularının kurbanı olmaya devam eder. Korkusuzluğu arzuladığı türden bir güce değil, yalnızlığa ve acıya yol açar.

Bu cümle ayrıca, yaratığın roman boyunca geçirdiği dönüşümü de yansıtır. Başlangıçta saf ve masum bir varlık olan yaratık, reddedilmeyi, terk edilmeyi ve zulmü deneyimledikçe daha bilinçli hale gelir. Cümle, yaratığın karakter gelişiminde bir dönüm noktasını işaret eder.

Yaratığın beyanı, Victor Frankenstein’ın kendi hırsını ve korkusuz bilimsel bilgi arayışını yansıtır. Her iki karakter de onları harekete geçiren bir kararlılığa sahiptir, ancak sonuçta her ikisi de eylemlerinin sonuçlarına katlanırlar.

Cümle, romanın ana temaları olan güç ve sorumluluğun altını çizer. Okuru, sonuçları dikkate almadan, güç peşinde koşmanın etik ve ahlaki sonuçlarını düşünmeye teşvik eder. Roman boyunca, hem Victor hem de yaratık, korkusuz güç arayışlarının sonuçlarıyla boğuşur.

Victor Frankenstein: Victor, yaratığın kahramanı ve yaratıcısıdır. O, hayatın sırlarını açığa çıkarma arzusuyla yanıp tutuşan, zeki ve hırslı bir bilim insanıdır. Onun bilgi ve güç konusundaki amansız arayışı sonuçta trajik sonuçlara yol açmaktadır. Victor, yaratığın yaratılmasından duyduğu aşırı suçluluk, pişmanlık ve eylemlerinin sorumluluğunu üstlenmedeki başarısızlığıyla karakterize edilir.

Yaratık (Frankenstein’ın Canavarı): Yaratık, başlangıçta Victor’un hırsının kurbanı olarak tasvir edilen karmaşık bir karakterdir. Yaratıcısı ve toplum tarafından reddedilir, bu da onun karanlığa gömülmesine yol açar. Canavar görünümüne rağmen, yaratık derin duygulara sahiptir. Hikayesi izolasyon, önyargı ve toplumsal reddedilmenin sonuçlarını vurgular.

Elizabeth Lavenza: Elizabeth, Victor’un kuzeni ve daha sonra karısıdır. Romanda saflığı ve masumiyeti temsil eder. Victor için bir rahatlık ve istikrar kaynağıdır, ancak yaratığın intikamının trajik bir kurbanı olur. Karakteri, masumiyetin bilgi ve hırs arayışıyla yozlaştığı temasının altını çizer.

Henry Clerval: Henry, Victor’un çocukluk arkadaşıdır ve Victor’a engel teşkil etmektedir. Merhametlidir, besleyicidir ve yaşamın basit zevklerine değer verir. Karakteri, Victor’la olan ilişkisinin bir sonucu olarak yaratık tarafından öldürüldüğü için kontrolsüz hırsın tehlikelerini vurgular.

Robert Walton: Robert Walton, Victor’un hikayesini mektuplarla anlattığı kaşiftir. Roman için bir çerçeveleme aracı olarak hizmet eder ve bilimsel bilgi arayışı Victor’unkiyle paralellik gösterir. Walton’un karakteri ne pahasına olursa olsun bilginin peşinde koşma ve bundan kaynaklanabilecek izolasyon temasını vurgular.

Alphonse Frankenstein: Alphonse, Victor’un babasıdır ve Victor’un hayatındaki sevgi dolu ve koruyucu bir figürdür. Eski neslin değerlerini temsil ediyor ve Victor’un pervasız hırsına tezat oluşturur. Onun karakteri aynı zamanda ailevi ve toplumsal sorumlulukları ihmal etmenin sonuçları temasını da gösterir.

Paylaşın

2023 Nobel Barış Ödülü İranlı Kadın Hakları Savunucusu Nergis Muhammedi’ye Verildi

Bilim, edebiyat ve barış gibi alanlarda ilerlemeye katkı sağlayan kişilere verilen Nobel Ödülleri’nden 2023 Nobel Barış Ödülü, İran’da kadınlara yönelik baskıya karşı mücadele eden tutuklu aktivist Nergis Muhammedi’ye verildi. 

Haber Merkezi / Norveç Nobel Komitesi tarafından yapılan açıklamada, “2023 Nobel Barış Ödülü’nü İran’da kadınlara yönelik baskıya karşı verdiği  ve herkes için insan hakları ve özgürlüğü teşvik etmek için verdiği mücadele nedeniyle Nergis Muhammedi’ye verilmiştir.” denildi.

2022 Nobel Barış Ödülü’ne insan hakları savunucusu Ales Bialiatski ile insan hakları örgütleri Memorial ve Center for Civil Libertie’s layık görülmüştü. Nobel Barış Ödülü 2021’de Rus gazeteci Dimitri Muratov ve Filipinli gazeteci Maria Ressa’ya verilmişti.

1901 ve 2021 yılları arasında 102 Nobel Barış Ödülü sahibini bulurken bunların 25’i kurumlara verildi. Kurum sayısı bu seneki ödülle 27’ye yükseldi. Şu ana kadar 2 barış ödülü, üç kişi arasında paylaştırıldı. Bu seneki ödülle birlikte bu sayı 3’e yükseldi.

Nobel Barış Ödülü’nü bugüne kadar reddeden bir kişi oldu. Eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger ile 1973 Paris Antlaşması’nı imzaladığı için Barış Ödülü’nü paylaşan Vietnamlı politikacı Le Duc Tho, ödülü almayı reddetmişti. Nobel Barış Ödülü şu ana kadar 18 kadına verildi.

Nobel ödüllerinin açıklanmasının ardından ödüller 10 Aralık’ta düzenlenecek törende İsveç Kralı tarafından sahiplerine takdim edilecek. Dinamitin mucidi olan iş insanı Alfreed Nobel’in vasiyeti üzerine 1901’den beri verilmeye başlanan ödüller bilim, edebiyat ve barış gibi alanlarda ilerlemeye katkı sağlayan kişilere sunuluyor.

Nergis Muhammedi kimdir?

Muhammedi, kadın hakları ve idam cezasının kaldırılması için kampanya yürüten İran’ın önde gelen insan hakları aktivistleri arasında yer alıyor.

Bununla birlikte, Front Line Defenders hak örgütüne göre şu anda Muhammedi, Tahran’daki Evin Cezaevi’nde yaklaşık 12 yıl hapis cezasına çarptırılmış durumda bulunuyor. Muhammedi’ya yöneltilen suçlamalar arasında devlete karşı propaganda yapmak da var.

Muhammedi aynı zamanda, 2003 Nobel Barış Ödülü sahibi Şirin Ebadi tarafından yönetilen bir sivil toplum kuruluşu olan İnsan Hakları Savunucuları Merkezi’nin başkan yardımcısı olarak görev yapıyor.

Öte yandan Muhammedi, 122 yıllık ödülü kazanan 19. kadın ve 2021’de Filipinli Maria Ressa’nın Rus Dmitry Muratov ile birlikte ödülü kazanmasından bu yana ilk kadın oldu.

Paylaşın